ADANA ŞUBEMİZİN 11. OLAĞAN GENEL
KURULU YAPILDI
Ahmet Kabaca yeniden Şube
Başkanı seçildi
27 Ocak 2007 tarihinde
yapılan Adana Şubemizin 11’inci Olağan Genel Kurulu’nda Şube
Başkanlığına Ahmet Kabaca, Şube İdari Sekreterliğine Abdulmecit
Dönmez, Şube Mali Sekreterliğine de Cemalettin Çetinkıran
seçildiler. Adana Şubemizin yönetim kurulu asil üyeleri Yalçın
Baytar, Selahattin Kurt, Mücahit Kars ve Mehmet Çetin’den
oluştu.
Adana Şubemizin Denetim Kurulu
asil üyeliklerine Hasan Lütfi Demir, Dursun Taş ve İhsan Avşar
seçildiler. Disiplin Kurulu asil üyelikleri ise Mustafa Tığlı,
Sebahattin Beyoğlu ve Nihat Bakır’dan oluştu.
Genel merkez yöneticilerimizin de
katıldığı Genel Kurul’un Divan Başkanlığını Genel Başkanımız
Mustafa Öztaşkın, Divan Başkan Yardımcılıklarını ise Gebze Şube
Başkanımız Süleyman Akyüz, İzmir Şube Başkanımız A. Gani
Gündoğdu, Ankara Şube Başkanımız Mustafa Özgen, Mersin Şube
Başkanımız Adil Alaybeyoğlu yaptı.
Toplumsal barış tehdit altında
Adana Şube Başkanımız Ahmet
Kabaca’nın açış konuşmasından sonra kürsüye gelen Genel
Başkanımız Mustafa Öztaşkın, Türkiye’nin içinde bulunduğu
coğrafya, çevremizde yaşanmakta olan olaylar, iç ve dış
siyasetteki gelişmelerin Türkiye’yi hızla karanlığa sürükleyecek
nitelikte olduğunu belirterek, uzun süreden beri Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarını kimlik bağlamında birbirine düşürecek
politikalar izlendiğini söyledi.
Öztaşkın, “Bu politikalar
kimilerince din ve mezhep, kimilerince milliyetçilik ve
ırkçılık, kimilerince kültürel ve azınlık hakları adı altında
yapılmaktadır. Bu politikalar Türkiye’nin birliğini, bütünlüğünü
sağlayan politikalar değil tam aksine ayrışımları körükleyen ve
Türkiye’nin paramparça olmasını hedefleyen politikalardır”
dedi.
Öztaşkın, Hrant Dink suikastiyle
ilgili olarak yaptığı değerlendirmede şunları söyledi: “Uzun
süreden beri toplumsal barışın tehdit altında olduğunu ve
topluma giderek ayrışma ve çatışma kültürünün hakim olmakta
olduğunu ifade ediyor ve herkesi sağduyuya çağırarak
karşılaştığımız her sorunu toplumsal birlikteliğimizden taviz
vermeden demokrasi, barış,
insan hakları ve özgürlükler
temelinde çözmemiz gerektiğine vurgu yapıyordum. Ne yazık ki
Hrant Dink cinayetiyle kaygılarımız gerçek oldu. Bu cinayetle
Türkiye’de yeni bir dönem başlamıştır. Gösterilen tepkilerle bu
yeni dönem ya başlamadan kapatılacak ya da Türkiye bu ve buna
benzer olaylarla sarsılmaya devam edecek ve ülkemiz bir yerlere
doğru savrulacaktır.”
Milliyetçilik ırkçılık değil
Hrant Dink cinayetinin bu
politikaların etkilediği kişilerce milliyetçilik kisvesi adı
altında işlendiğini ifade eden Öztaşkın şöyle devam etti:
“Milliyetçilik ırkçılık
değildir. Milliyetçilik vatanseverlikle eş anlamlıdır. Bu
anlamda bu topraklar üzerinde yaşayan hiç kimsenin
vatanseverliğinden kuşku duyulamaz. Hrant Dink’in kökeni Ermeni
olabilir ama O, bu topraklarda doğmuş acısını, sevincini,
kaderini bu ülkede yaşamış Türkiye sevdalısı bir insandır.
Dolayısıyla O’nun da vatanseverliğinden kuşku duyamayız.
Milliyetçilik bir insanı arkasından kalleşçe katletmek değildir.
Milliyetçilik bu topraklar üzerinde yaşayan herkese dinine,
ırkına, cinsiyetine bakmadan sahip çıkmaktır. Hatta farklı
olanları gözbebeğimiz gibi korumaktır. Vatanseverlik Türkiye’nin
imajını dünya kamuoyunda ayaklar altına aldırmak değildir.
Vatanseverlik bu topraklar üzerinde yaşayan herkesi
yüceltmektir. Birbirimize sıkı sıkıya sarılıp barış içinde
kardeşçe yaşamaktır.”
Petrol Kanunu
1954 tarihli 6326 sayılı Petrol
Kanunu’nun 17 Ocak 2007 tarihinde, “Türk Petrol Kanunu” olarak
değiştirildiğini, bu kanunun en anlamsız tarafının içeriğiyle
hiç bağdaşmayan adı olduğunu söyleyen Öztaşkın, “Biz bu Kanun’a
adı Türk, kendisi yabancı petrol kanunu diyoruz. Yeniden
yapılandırma veya petrol piyasasının serbestleşmesi adı altında
yasal düzenleme yapılıyor. Yeniden yapılandırma veya bu
düzenlemeler IMF ve Dünya Bankası’nın dayatmalarıyla, uluslar
arası petrol şirketlerinin istemleri doğrultusunda
yapılmaktadır” dedi ve şu açıklamalarda bulundu:
“Milli menfaatlerin korunması
yasadan çıkarıldı. Dolayısıyla Yasa’nın temel mantığı
şirketlerin kar/zarar çıkarları ilişkisi üzerine kuruldu. Arama
ve üretim faaliyetlerinde bulunmak için (ruhsat) talebin milli
menfaatlere uygun olması kriteri yasadan çıkarıldı. Kamu yararı,
ülke yararı, toplumun çıkarından vazgeçildi. Şirketlere imtiyaz
tanındı. Yabancı devletlerin doğrudan veya dolaylı biçimde
idaresinde etkili oldukları şirketler ile yabancı devlet adına
hareket eden şahısların “petrol faaliyetlerinde
bulunamayacakları, mülk edinemeyecekleri, tesis kuramayacakları
“ hükmü de yasadan çıkarıldı. Böylelikle petrol gibi stratejik
bir ürünün bütün faaliyetleri üzerindeki egemenlik yabancıların
eline geçmiş oldu.”
Irak’ta savaşla Türkiye’de AKP
marifetiyle
Irak’ta savaşla, tehditle
yapılanların Türkiye’de AKP Hükümeti marifetiyle yaptırıldığını
belirten Öztaşkın, Venezüella, Bolivya, Ekvator örnekleri
varken Türkiye’de yapılanların düşündürücü olduğunu söyledi.
Öztaşkın konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Yeni Yasa ile ülke içinde elde
edilen ham petrolün ve bundan elde edilen ürünlerin kara
sahalarında yüzde 65’inin, deniz sahalarında yüzde 55’inin
memleket ihtiyacına ayrılma zorunluluğu kaldırılmıştır.
Şirketler ürettiklerinin tamamını yurt dışına götürebilecekler.
Arama ruhsatlarından alınan devlet hakkı geliri tamamen
kaldırılmıştır. Üretilen ham petrolden alınan yüzde 12.5 devlet
hissesi oranı yüzde 1’e kadar indirilmiştir. Denizlerde su
derinliği arttıkça alınan devlet hissesi de düşüyor, 16
gravitten az olan alanlarda da düşüyor. Yurt dışından getirilen
gemi ve personel Kabotaj Kanunu dışında bırakıldı. Lozan
Anlaşması’na göre 1926 yılında çıkan Türk Kabotaj Kanunu
işlevsiz hale getiriliyor. Yeni Kanun ile yabancı personele
serbestlik getiriliyor. Doğal afet, savaş, grev ve toplumsal
olaylarda üretime ara verilmesi hakkı getiriliyor. Olası grev
işlevsiz hale getiriliyor. Sınırlarımıza 5 km’lik uzaklığa
kadar olan yerlerde, şehirlerde imar planı içinde kalan
alanlarda, su tesislerinin bulunduğu mevkilerde, tarihi
eserlerin bulunduğu alanlarda petrol arama faaliyeti Bakan
iznine bağlı iken yeni düzenleme ile petrol arama faaliyetlerine
sınırsız izin veriliyor.”
TPAO çökertiliyor
TPAO’nun devlet adına arama ve
üretim yapma hakkının elinden alınarak özelleştirilmesinin
önünün açıldığını vurgulayan Öztaşkın, “TPAO’ya tanınan
imtiyazlar kaldırılarak TPAO’nun küresel şirketlerle yarışması
istenmiştir. Bu aslında, TPAO’yu çökertme planıdır. TPAO’nun
askeri bölgede arama yapma hakkı, işletme, arama ruhsatlarında
TPAO’un önceliği haklarından vazgeçiliyor. Şimdi soruyorum. Bu
kanun Türk Petrol Kanunu mu yoksa Çok Uluslu Petrol Tekellerini
Koruma Kanunu mu? “ dedi.
Tüpraş’ta davamızın
takipçisiyiz
Danıştay’ın, Tüpraş’ın
yüzde 14.76 oranındaki hisselerinin İMKB Toptan Satışlar
Pazarı’nda şaibeli bir şekilde satışı kararını iptal eden
Mahkeme kararını onadığını belirten Öztaşkın, bu kararın
uygulanması için ÖİB’ye başvurulacağını, ÖİB’nin, hisseleri
bugünkü fiyattan geri alması ve arada oluşan kamu zararının da
tazmin edilmesi gerektiğini kaydetti. Öztaşkın şunları söyledi:
“Hisseler satıldıktan 1 ay sonra 50 milyon dolarlık temettü
aldılar, bu da kamu zararıdır. Bu satışta hukuki sorumluluğun
yanında siyasi sorumluluk da var. Ceza davası açılırsa siyasi
sorumluluklar ortaya çıkarılabilir. Şaibeli satış Mahkemece
tespit edilmiştir. Bu görüşmelerin canlı tanıkları var. Bu satış
hatır-gönül işi olamaz. Mutlaka çıkar sağlayanlar vardır. İMKB,
hisselerin kimde olduğunu biliyor. Bu şaibeli satışta cezai,
hukuki, siyasi ve idari sorumluluklar var. Sendikamız İMKB ve
SPK’yı yazı yazarak uyarmıştı. Bu kurumların başındakilerin de
sorumlulukları var. Kamu zararı, hizmet kusuru, dokunulmazlık
kapsamına girmez. Bu şaibeli satışla ve bir ay sonra alınan 50
milyon dolarlık temettü ile TÜPRAŞ’ta kamunun zararı 802 milyon
164 bin dolarıdır.”
Emeği iktidara taşıyalım
Öztaşkın Genel Kurul’da
yaptığı konuşmada, sendikalara olan güvenin yitirildiğini,
bugünkü sendikal anlayışın, siyasetle iyi geçinip sorun çözme
anlayışı olduğunu ancak bu anlayışla sorunların çözülemeyeceğini
belirtti. Öztaşkın, “ Oysa siyaseti belirleyen ve yönlendiren
bizler olmalıyız” dedi ve şöyle devam etti:
“ Emek Platformu, kendini emekle
ilişkilendiren partilerin seçim işbirliği yaparak seçimlere
birlikte girmesi için çaba harcamalıdır. Bu olmuyorsa o zaman
bir veya birkaç partinin doğrudan desteklenmesini gündeme
getirmelidir. Sendikalar olarak siyasete ağırlığımızı koyup
emeği iktidara taşımalıyız. Kendisini emekle ilişkilendiren
bütün partileri seçimlerde işbirliği yapmaya ve ortak
milletvekili listeleri hazırlayarak seçimlere katılmaya
çağırıyorum. Eğer bu olmuyorsa bir veya birkaç partinin
desteklenmesi gerekir. “
Konuşmasında, kamuda toplu iş
sözleşmesi sürecine, BOTAŞ’daki sorunlara, konfederasyon ve
sendikaların birleşmeleri gerektiğine ilişkin de açıklamalarda
bulunan Öztaşkın, Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin olarak da
“Cumhurbaşkanının kim olacağı bir kişinin kafasında.
Cumhurbaşkanını genel seçimlerden sonra yenilenmiş parlamento
seçmelidir” dedi.
Savaş dönemi yaşıyoruz
Adana Şube Başkanımız Ahmet Kabaca
da kongrede yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Dünyada ve ülkemizde sendikal
hareketin büyük sorunlar yaşadığı bir dört yılı daha geride
bıraktık. ABD’nin tek taraflı süper güç olduğu ve dünyanın
jandarmalığını yaptığı bir süreç yaşamaktayız. Şubemizin bir
önceki 10. Olağan Genel Kurulunu yaptığı 8 Şubat 2003’den hemen
sonra ABD’nin Irak müdahalesi gerçekleşmiştir. ABD ve
müttefikleri 20 Mart 2003 tarihinde Irak’a girerek işgal
etmişlerdir. Ülkemizin de içinde bulunduğu coğrafyanın son dört
yılına damgasını vuran bir savaş dönemi yaşamaktayız. Dünyanın
en önemli petrol kaynaklarına sahip olan Ortadoğu makus kaderi
olan emperyalist işgal ve saldırılara bir kez daha maruz
kalmıştır. ABD’nin 11 Eylül saldırılarının ardından teröre karşı
mücadele bahanesiyle önce Afganistan, ardından Irak’ı işgal
etmesinin altında zengin enerji kaynakları ve bu kaynakların
Batıya aktarılması, güzergahının belirlenmesi bulunmaktadır.
Gelişmiş ülkelerin dünyaya barış ve istikrar getirmek
gerekçesiyle hazırladıkları savaşın arka planında doğal
kaynaklarının ve işçi sınıfının ürettiği değerlerin paylaşılması
yatmaktadır.
Irak’a, demokrasi getireceğim diye
giren ABD, kan ve gözyaşından başka bir şey getirmemiştir. Irak
direnişçileri karşısında her geçen gün zorda kalan ABD yeni
senaryolar hazırlamaktadır. Bu savaşın başından beri Irak’ın
bölünmeyeceğini dünya kamuoyuna söyleyen ABD şimdi de Irak’ı
bölme planına geçmiştir. Irak’ın işgalinden önce Devlet Başkanı
olan Saddam Hüseyin’in Kurban Bayramı arefesinde asılması
infazının da Şii cellatlara yaptırılması Irak’ta Şii, Sünni
çatışmasına hız vererek Irak’ın bölünmesini bir adım daha ileri
götürmüştür. Saddam’ın asılmasının bir anlamı daha vardır. ABD
bölge ülkeleri ve liderlerine akıllı, uslu olun, ABD çıkarlarına
karşı durduğunuz an sizin de sonunuz bu olur mesajı vermektedir.
Bu mesajdan tüm bölge ülkeleri ve liderlerinin ders çıkarması
gerekir.
Küreselleşme adı altında işçi
sınıfına saldırı
Böyle bir ortamda ABD’yi yöneten
sermaye de boş durmayıp küreselleşme adı altında bizim gibi
gelişmekte olan ülkeleri ve işgal ettiği ülkeleri sömürebilmek
için sermayeyi küresel güç haline getirerek işçi sınıfına tüm
gücüyle saldırmaktadır. İstihdamı ucuz iş gücü haline getirmek
amacıyla insanlar adeta köleleştirilmektedir. Ülkeyi yöneten AKP
Hükümeti işbirlikçi politikalar izlemektedir. Yabancı sermaye ve
yerli işbirlikçileri de bundan destek alarak iş yerlerimizi bir
taraftan özelleştirme, diğer taraftan müteahhitleştirme adı
altında küçülterek yok etmektedirler. Yabancı sermaye ülkemize
kendi koşullarıyla gelmektedir. Çalışma şartlarımız her geçen
gün daha da kötüye gitmekte, işçi sınıfı da yoksullaşmaktadır.
Özelleştirmelerle peşkeş
çekiliyor
Özelleştirmeler hep peşkeş
çekilerek yapılmaktadır. Ülke ekonomisine hiçbir katkısı
olmamıştır, ne dış borç azalmış ne de iç borç azalmıştır. Bu
konuda zaman Petrol-İş’i haklı çıkarmıştır. Petrol-İş’in
özelleştirmelere karşı vermiş olduğu mücadeleyi kamuoyu takdir
etmektedir. Bu konuda emeği geçen herkese huzurlarınızda
teşekkür ediyorum. Türkiye’deki emek cephesine baktığımızda
sendikalar adeta yedi düvelle mücadele etmektedir. Yaşadığımız
AB sürecinde değişen yasalar hep aleyhimize olmaktadır.
Değiştirilmesi gereken ama değiştirilmeyen tek yasa “Sendikalar
Yasası”dır. AB ve küresel pazarlara uyum için çıkarılan İş
Yasası aleyhimize olup, işten atılmaları önlememiştir.
Sendikalar Yasası ve 4857 sayılı İş Yasası’nın mutlaka
değiştirilmesi gerekmektedir. Bu konuda sendikalar ve emek
cephesi birlikte mücadele vererek bu yasaların değiştirilmesini
sağlamalıdırlar.
Şube olarak mücadelemiz
Petrol-İş Adana Şubesi olarak biz,
bölgemizdeki işçi sınıfı adına, tüm olumsuzluklara karşı
tepkimizi gösterdik. Yapılan her mücadeleye destek vererek
yanlarında olduk. İş yerlerimizde, müteahhitleştirmelere karşı
durarak işletmelerimizin müteahhitleştirilmesini önledik. Adına
iç örgütlenme dediğimiz iş yerlerimizde sendikasız çalışan
arkadaşlarımızı, sendikamıza üye yaparak bu konuda belirli bir
başarı sağladık. 4 yıl boyunca örgütlenme için belli bir
mücadele verdik. Bu dönemde yapmış olduğumuz toplu iş
sözleşmelerinde 4857 sayılı İş Yasasına rağmen hiçbir kazanılmış
hakkımızı kaybetmeyerek, esnek çalışma maddelerinin
sözleşmelerimizde yer almaması için mücadele ettik.
Yapılan sözleşmelerimiz, dönemin
sözleşmelerine göre hep en iyisi olmuştur. Sendikacılığı
sözleşme yapıp ve onun uygulanmasını takip eden, sözleşmeden
sözleşmeye sendikacılık anlayışı ile değil, örgütlülüğün
gerektirdiği bir bütünlük anlayışı içerisinde, üyelerimizin her
sorunu ile ilgilenip, sorunların çözümü noktasında
değerlendirdik.
Tüm üyelerimizin acı ve tatlı
günlerinde hep yanlarında olduk. Tek bir aile olduğumuzu ve
birlikte hareket etme duygusunu arkadaşlarımıza anlatarak
Petrol-İş kimliğinin, birinci kimliğimiz olduğunu yaşayarak
üyelerimize anlattık. Bu anlayış çerçevesinde farklılıklarımızın
birlikte hareket etmemizi önlememesi gerektiğini savunduk.
Üyelerimiz arasında din, dil, siyasi ayrım yapmadığımız gibi bu
ayrımcılıkları üyelerimiz arasında bitirme noktasına getirdik.
Bu dört yıl içerisinde yaptıklarımızı ve planlayıp da
yapamadıklarımızı, hep birlikte sizlerle yaptık ve yaşadık. Tüm
emekçilerin aynı çatı altında birleşerek, bir güç birliği
oluşturması, herkesin mutlu ve huzurlu yaşayabileceği bir Dünya
dileğiyle, genel Kurulumuzun bizlere, sendikamıza ve tüm işçi
sınıfına hayırlı olmasını temenni ediyor, saygılar sunuyorum.” |