BASINDA PETKİM KÖŞE YAZILARI |
||
04.07.2007 | ||
EVRENSEL / İ.SABRİ DURMAZ |
||
06.07.2007 | ||
CUMHURİYET / ALİ SİRMEN |
||
SABAH / Prof. Dr. AYDIN AYAYDIN | ||
REFERANS / ERTUĞ YAŞAR | ||
Sattık ama kime? | AKŞAM / EVRİM ERGİN | |
GAZETEVATAN / GÜNGÖR MENGİ | ||
Petkim kötü değil, iyi bir KİT idi (Satın alan hayrını görecek) |
MİLLİYET / GÜNGÖR URAS | |
ZAMAN / KADİR DİKBAŞ | ||
CUMHURİYET / MUSTAFA BALBAY | ||
DÜNYA / TAYLAN ERTEN | ||
AKŞAM / VOLKAN AKI | ||
SABAH/ YILMAZ ÖZDİL | ||
REFERANS / ERTUĞ YAŞAR |
||
07.07.2007 | ||
HÜRRİYET / EMİN ÇÖLAŞAN | ||
REFERANS / KEREM ALKİN | ||
MİLLİYET / METİN MÜNİR | ||
GÜNDEM / MUSTAFA YALÇINER | ||
GAZETEVATAN / NECATİ DOĞRU | ||
BUGÜN / PERİHAN ÇAKIROĞLU | ||
ORTADOĞU / TAYLAN SORGUN | ||
HÜRRİYET / Yalçın BAYER | ||
REFERANS / YİĞİT BULUT | ||
SABAH / YILMAZ ÖZDİL | ||
08.07.2007 | ||
EVRENSEL / A. CİHAN SOYLU | ||
MİLLİYET/ MELİH AŞIK | ||
CUMHURİYET / MUSTAFA BALBAY | ||
GAZETEVATAN / NECATİ DOĞRU | ||
CUMHURİYET / ORHAN BURSALI | ||
MİLLİYET/ SERPİL YILMAZ | ||
REFERANS / SERVET YILDIRIM | ||
SABAH/ YILMAZ ÖZDİL | ||
09.07.2007 | ||
MİLLİYET / CAN DÜNDAR | ||
EVRENSEL / ENVER ŞAT | ||
REFERANS / ERTUĞ YAŞAR | ||
GAZETEVATAN/ GÜNGÖR MENGİ | ||
CUMHURİYET / İBRAHİM YILDIZ | ||
EVRENSEL / İHSAN ÇARALAN | ||
HÜRRİYET / MEHMET YILMAZ | ||
GAZETEVATAN / NECATİ DOĞRU |
||
SABAH / OKAN MÜDERRİSOĞLU | ||
REFERANS / SÜLEYMAN YAŞAR | ||
DÜNYA / TAYLAN ERTEN | ||
HÜRRİYET / TUFAN TÜRENÇ | ||
10.07.2007 | ||
HÜRRİYET / ENİS BERBEROĞLU | ||
STAR / ESER KARAKAŞ | ||
RADİKAL/ FUNDA ÖZKAN | ||
MİLLİYET / GÜNGÖR URAS | ||
ZAMAN / HÜSEYİN SÜMER | ||
AKŞAM / HÜSNÜ MAHALLİ | ||
CUMHURİYET/ İLHAN SELÇUK | ||
ZAMAN / KADİR DİKBAŞ | ||
CUMHURİYET/ ORHAN BURSALI | ||
TERCÜMAN / TUNA SERİM | ||
AKŞAM / VOLKAN AKI | ||
HÜRRİYET / Yalçın BAYER | ||
Petkim ihalesiyle Tüpraş'ın ihalesi birbirine benziyor | MİLLİYET / GÜNGÖR URAS | |
ZAMAN / KADİR DİKBAŞ |
||
11.07.2007 | ||
DÜNYA / BURHAN ÖZFATURA | ||
CUMHURİYET / ERİNÇ YELDAN | ||
MİLLİYET / METİN MÜNİR | ||
RADİKAL / MUSTAFA AYSAN | ||
ANAYURT / Orhan ERDİL | ||
CUMHURİYET / ÖZLEM YÜZAK | ||
AKŞAM / YAVUZ SEMERCİ | ||
MİLLİYET / HASAN PULUR |
||
RADİKAL / SÜLEYMAN YAŞAR |
||
12.07.2007 | ||
SABAH / Prof. Dr. AYDIN AYAYDIN | ||
ZAMAN / İBRAHİM ÖZTÜRK | ||
MİLLİYET / METİN MÜNİR | ||
CUMHURİYET / ORHAN BURSALI | ||
SABAH / YILMAZ ÖZDİL | ||
CUMHURİYET / ÜMİT ZİLELİ |
||
13.07.2007 | ||
DÜNYA / OĞUZ OYAN | ||
DÜNYA / Taylan ERTEN | ||
EVRENSEL / YÜCEL SARPDERE | ||
Mirasyedi Kültürü | ||
14.07.2007 | ||
MİLLİYET/MELİHA OKUR | ||
MİLLİYET / Metin MÜNİR | ||
CUMHURİYET / IŞIK KANSU | ||
6 milyar doları masaya koydular Vardanyan'ın fotoğrafını verdiler |
HÜRRİYET / VAHAP MUNYAR |
|
15.07.2007 | ||
RADİKAL / BARAN TUNCER | ||
MİLLİYET / SERPİL YILMAZ | ||
16.07.2007 | ||
ZAMAN / İBRAHİM ÖZTÜRK | ||
TERCÜMAN / UFUK SÖYLEMEZ |
||
17.07.2007 |
|
|
Petkim ihalesinin çağrıştırdıkları... (1) | RADİKAL / KORKMAZ İLKORUR | |
SABAH / MELİHA OKUR | ||
MİLLİYET / YAMAN TÖRÜNER | ||
19.07.2007 | ||
RADİKAL / KORKMAZ İLKORUR |
||
20.07.2007 | ||
MİLLİYET/ HASAN PULUR |
||
01.08.2007 | ||
MİLLİYET / METİN MÜNİR | ||
02.08.2007 | ||
MİLLİYET / METİN MÜNİR |
||
10.08.2007 | ||
CUMHURİYET / MÜMTAZ SOYSAL |
||
|
EVRENSEL / İ.SABRİ DURMAZ 04.07.2007 PETKİM işçisinden ‘kritik’ seçim sorusu!
AKP’siyle MHP’siyle, GP’siyle DP’siyle sermaye partileri, seçim bildirgelerinde ve propagandalarında her konuda atıp tutuyorlar; ama bir şeyden taviz vermiyorlar: Piyasa ekonomisi, aynı anlama gelmek üzere rekabetçi serbest piyasa ekonomisi!
Onun içindir ki patronlar ve temsilcileri, partilerin halkın kafasını karıştırmak için vaat yarışına girişmelerini, atıp tutmalarını; 1950’lerin, “Kayseri’ye de liman getireceğiz” diyen “Zübük” taklidi Kayseri milletvekilini dinler gibi, yüzlerinde alaysı bir tebessümle izliyorlar.
Ancak bu hengame içinde İzmir’in PETKİM işçisi, piyasa ekonomicisi takımına çok somut ve piyasacıların işçiler gözünde ipliğini pazara çıkaracak türden bir soru soruyor. Bu seçimin, özelleştirmeden zarar gören ve özelleştirme tehdidi altındaki tüm işçi ve emekçilerin de sorması gereken, “bu seçimin kritik sorularından birisi”ni soruyor: Hangi parti özelleştirmeye karşıdır?
Ve ekliyor işçiler; Petrol-İş Sendikası’nın Aliağa Şubesi: “Hangi parti, hangi aday özelleştirmeye karşıysa, biz oyumuzu ona vereceğiz!”
Bunu sadece lafta da bırakmıyorlar; son bir hafta içinde iki kez iş bırakarak, kitlesel basın açıklamaları yaparak, bildirgelerinde özelleştirmeye karşı çıkmayan düzen partilerine faks çekerek, fabrikaya yürüyerek eylem de yapıyorlar.
Bu çıkışlarıyla PETKİM işçileri, diğer işçi ve emekçilerin de benzer sorular sorması ve ortak tutum almaları için bir yol göstericilik yapmışlardır. Bu da çok önemlidir.
Çünkü; özelleştirmeye karşı olup olmamak, piyasa ekonomisine bağlanıp bağlanmamakla doğrudan bağlantılıdır. Dahası özelleştirme, sadece özelleştirilen işyerlerinin işçilerinin kayıpları için değil işçi kazanımlarının gaspının, mezarda emekliliğin, taşeronlaştırmanın, esnek çalışmanın yaygınlaştırılmasının, sağlık ve eğitimin piyasalaştırılmasının “koçbaşı” olarak kullanılmıştır. Ve bu yüzden PETKİM işçilerinin sorduğu soru ve soruya verilecek yanıt, bütün işçiler için kamu emekçileri için ve neoliberal politikalardan zarar gören tüm halk için “kritik bir soru”dur.
PETKİM işçilerinin gerçeği anlamak için kullandığı soru yöntemini genişletebiliriz. Evet; Kürt sorununun çözümü için bu partiler ne düşünmektedir, ne diyorlar seçim bildirgelerinde; Kürt sorununun demokratik bir biçimde çözümünden yana mıdırlar, yoksa bu acıların, asker cenazelerinin, çatışmaların, bölme parçalama korkusunun sürüp gitmesinden yana mıdırlar?
Soru bu kadar açıktır. Hangi parti, “Kürt sorununu çözeceğim, çekilen acıları bitireceğim” diye halkın karşısına çıkmaktadır? CHP’ye, DP’ye, GP’ye, SP’ye; birbiriyle iğrenç bir ip ve idam yarışına giren, insan asmayı marifet sayan AKP ve MHP’ye sormalıdırlar. En başta da çocuklarını çatışmalarda yitiren analar, babalar, kardeşler sormalıdır: “Bu sorunun varlığını kabul etmeniz için, barışçıl çözümden söz etmeniz için daha kaç bin genç Kürt ve Türkün ölmesi gerekir; daha kaç bin, kaç on bin ananın ağlaması, ailenin acılara boğulması gerekir?”
Alevisiyle Sünnisiyle tüm halk sormalıdır: “Ey, ‘Türban namustur’ ve ‘Şeriat geliyor, cumhuriyet elden gidiyor’ yaygarası yapan partiler ve onların başkanları, adayları; türban sorununu nasıl çözeceksiniz, şeriatı nasıl engelleyeceksiniz, yüz binlik imam ordusu barındıran devletin Diyanet’i dururken laikliği nasıl sağlayacaksınız; bu sorulara bildirgelerinizde bir tek satır yanıt yokken neden ortalığı toza dumana kattınız?”
Seçimin temel ve kritik sorunları bunlardır ve PETKİM işçisi, bu kritik soruların nasıl sorulacağının ve yanıtının da nasıl verileceğinin işaretini vermiştir. Her sektörden işçiler, emekçiler de bu yoldan yürürlerse; seçim, Türkiye’nin halkı için gelecek umudunu büyüten bir seçim olacaktır.
|
CUMHURİYET / ALİ SİRMEN 06.07.2007 Petkim de Gidenler Kervanına Katıldı
Türkiye'de petro-kimya sektörünün en büyük entegre kuruluşu, şu anda, son dönemlerde artan yıllık cirosu 1.6 milyar olan Petkim'in, kamuya ait olan yüzde 51 hissesi dün Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından açılan ihaleyle 2 milyar 50 milyon dolara, Transcentral Asia Petrochemical Holding ortak girişim grubuna satıldı.
İhale teknik olarak bitmiş durumda. Bundan sonra, İhale Komisyonu karar alacak ve devrin yapılması için sadece Rekabet Kurulu'nun onayı gerekecek.
Uzmanlar teknik olarak, Petkim'in yüzde 51 hissesinin blok satışının son zamanlardaki kapasite artışı yüzünden iyi fiyata gerçekleştiğini ileri sürmektedirler.
Böylelikle, Petkim'in 1987 yılında başlayan özelleştirmesi, 20 yılda tamamlanmış oluyor.
Kuruluşun yüzde 51 hissesini alan konsorsiyumun, tam olarak kimlerden oluştuğu ise henüz belli değil. İhale bitimi sonrasında, İhale Kurulu Başkanı Osman İlter 'e sorulan, grupta kimlerin yer aldığı sorusu yanıtsız kalmış bulunuyor.
Grup adına açıklama yapan kuruluşun sözcüsü Haluk R. Ulusoy 'un bir Rus ve iki Kazak grubun yer aldığı, Kazakistan'da petrol işiyle meşgul olan kişi ve kuruluşların bir araya gelerek Kazak grupları oluşturduğu açıklaması ise tatmin edici bulunmadı ve Petrol-İş gruplar hakkında tereddütlerini dile getirdi.
Sevgili okurlar, satışı izlerken Güngör Uras 'ın daha önce de bu sütunda sözünü ettiğim 22 Haziran tarihli, "Elimizde bir şey kalmayacak (...kalmadı bile!)" başlıklı yazısı geldi aklıma.
Yazı şöyle başlıyordu:
"O gidiyor, bu gidiyor... Sonunda bir de bakacağız elimizde bir şey kalmamış. Kalmadı bile!"
Sevgili dostum Güngör Uras'ın bu yazısına değinmekle, kimi yanlış anlamalara yol açmadığımı sanırım. G. Uras küreselleşen dünyanın gerçeklerinin farkında; yabancı sermayeye karşı olmayan, hamasi duygularla "milliyetçi" tavırların ekonomi dünyasında yeri bulunmadığını düşünen bir kişi.
Hatta, Erdemir'in Oyak tarafından alınmasını eleştirmiş, bunun yerinde bir yatırım olmadığını ileri sürmüş, bu yazılarından dolayı Coşkun Ulusoy kendisini dava etmişti.
Ama artık görmeliyiz ki, Türkiye son zamanlarda, özelleştirme adı altında hızlı bir yabancılaşma sürecinin içine girdi.
Türkiye'nin yabancı sermayeye ihtiyacı olduğunu kimse yadsıyamaz. Aslında sokaklarda "Yabancı sermayeye hayır!" diye haykırıldığı yıllarda ülkemizde hatırı sayılır bir yabancı sermaye yatırımı yoktu.
Son dönemde Türkiye'ye yabancı sermaye geliyor. Acaba iyi oluyor mu?
Yabancı sermayeden beklediğimiz avantajlar; doğrudan yatırım yapması, yani burada tesis kurarak, yeni ileri teknoloji getirip katma değeri yüksek ürünler üretmesi, ihracatı artırması ve istihdam yaratması.
Gelen yabancı sermaye öyle ise, doğrudan yatırım ile ekonomimizle büyük ölçüde bütünleşiyorsa, kuşkusuz iyi oluyordur.
Ama acaba öyle oluyor mu?
Göründüğü kadarıyla, Türkiye'ye yabancı sermaye yoğun biçimde iki yolla geliyor.
Türkiye'ye gelen ikinci tür yabancı sermaye ise, düşük kur, yüksek faizden yarar uman ve de sağlayan, sıcak para dediğimiz paradır ki, bu aynı zamanda aniden kaçma olasılığı ile ekonominin kırılganlığını da artırmaktadır.
Son zamanlarda dünya piyasalarında bollaşan likidite dolayısıyla, bu tür sermaye ülkemize mebzul miktarda gelmekte, cari açığımızı kapatmamıza ya da bir süre görmezden gelmemize katkıda bulunarak, bize geçici bir saadet zinciri sunmaktadır.
Unutmayalım ki, tüm saadet zincirleri geçicidir.
Dostlar küreselleşmeye karşı içimize kapanamayız. Kimse de bunu yapmıyor, ama yine kimse, elinde ne var ne yoksa satıp, sıcak para şeklinde gelen yabancı sermaye ile gününü gün ederek yarınlarını ipotek altına da atmıyor.
Petkim de gidenler kervanına katıldı. Hayırlı olsun diyelim mi?.. |
SABAH / Prof. Dr. AYDIN AYAYDIN 06.07.2007
Petkim'i alan gizli şirket kim?
Petkim ihalesi
Türkiye'ye hayırlı olsun. Yüzde 5'ine verilen fiyat 2 milyar 50 milyon
dolar. Kim ne derse desin gayet yüksek bir rakam. Petkim şirketinin
hisseleri zaten borsada işlem görüyor. Buna göre önceki günkü kapanış
fiyatından Petkim'in değeri 1.4 milyar dolara denk geliyor. Yüzde 51'ine
2 milyar 50 milyon dolar teklif verilmesi şirketin değerinin 4 milyar
dolardan fazla ettiğini gösteriyor. Bu rakam şirketin borsadaki
değerinin neredeyse 3 katı bir fiyata satıldığını gösteriyor.
Ancak verilen
fiyat kamu satışlarında her zaman öncelikli olmayabiliyor . Bunun
örneklerini daha önce de gördük. Tam rekabetin sağlandığı bir ihale ve
kuşku oluşturmayacak bir satış süreci en önemli noktalar. Bir diğer
hayati nokta ise alıcıların kimliği.
Nasıl ki
Tüpraş Koç Grubu tarafından satın alındığında kimsenin olumsuz söylemi
olmadıysa... Ya da Telsim'i Vodafone aldığında eleştiri minimum seviyede
gerçekleştiyse... Petkim satışı da öyle olmalı. İhalede yarışan isimler
arasında çok tanınmış isimler gördüm. Ancak ihaleyi kazanan grubun adını
internetten bilgi almak için arattığımda herhangi bir sonuca ulaşamadım.
"Trans Central Asia Petrochemical Holding Ortak Girişim Grubu " ile
ilgili elimdeki tek bilgi RusKazak ortaklığı olması . Bu ortaklıkta
kimlerin olduğu ya da bu ortakların hangi sektörlerde faaliyet
gösterdiği belli değil. Sonradan yapılan açıklamalardan öğrendik ki işin
içinde bir Rus bankası, bir Kazak şirketi ve Investment Industrial Group
Eurasia şirketi bulunuyor . Aslında Kazakistan şirketi olan CaspiNeft
sahibi yüzde 100 ABD şirketi olan Transmeridian . 2000'de kurulmuş küçük
bir şirket ve Kazakistan'daki petrol kuyuları ana gelir kaynakları
arasında. Merkezi de Houston'da. Diğer şirket olan Investment Industrial Group Eurasia da Kazak bir yatırım fonu olarak geçiyor. Ancak ortakları ile ilgili detaylı bilgi yok. Sadece Şekerbank'ı alan Turanalem ile bağlantıları olduğu açıklandı. Bir de ortağı olduğu söylenen büyük bir Asya bankası var. Şirket yetkilileri de detaylı bilgi vermekten kaçınıyor. Umarım bilgi eksiklikleri bir an önce giderilir. Çünkü insanlar bilgi sahibi olmadıkları konularda fikir yürütmeye başlar. Sonraki adımda komplo teorileri üretilir. Son noktada da böyle güzel bir fiyatın alındığı ihale olumsuz kampanya kurbanı olur. Bu sonuçla karşılaşmamak için yapılması gereken Ortak Girişim Grubu üyeleri ve kim oldukları konusunda detaylı bilgilendirmek. Kimse fiyat yüksek diye bunların sorgulanmayacağını beklemesin. Türkiye'nin en önemli kurumlarından birinin özelleştirmesi yapılıyor. Kimin aldığını sorgulamak en doğal hakkımız. |
REFERANS / ERTUĞ YAŞAR 06.07.2007
Dün yine heyecanlı bir gündü.
Türk sanayinin önemli kuruluşlarından biri olan Petkim’in yüzde 51
hissesinin blok satış ihalesi yapıldı.
Petkim ile benim kişisel
olarak kesişen bazı yönlerimiz var. Öncelikle ikimiz de aynı yaştayız !
Petkim 1965 yılında kurulmuş, ben de 1965 doğumluyum. Profesyonel
kariyerime ilk başladığım yıllarda ziyaret ettiğim sanayi
kuruluşlarından biri Petkim idi. Petkim’i görmüş ve büyüklüğüne hayran
olmuştum.
Daha sonra çalıştığım sanayi
kuruluşunda, Petkim’in de ürettiği bir hammaddeyi kullanıyorduk. Bu
nedenle Petkim’in satış politikasını izlemek zorunda kalmıştım. O
dönemde Türkiye bugünkü kadar dış ticaret politikasında liberal değildi.
Petkim de yurtiçinde tekel olduğu ürünlerde dışalımla gelecek rekabeti
önlemek için gümrüklerle değişik işbirliklerine giderdi. Birçok kere
Petkim’im yarattığı dışalım güçlükleri ile uğraşmak zorunda kalmıştık...
İşte bu Petkim dün yeniden
satıldı. “Yeniden
satıldı” diye yazdık, çünkü zaten bu çoğunluk hisseleri, 2003 yılında
UZAN ailesinin bir şirketine o zaman sadece 600 milyon dolara
satılmıştı. Ama daha sonra devir gerçekleşmemiş ve Petkim yine kamuda
kalmıştı.
Bugün Petkim için sağlanan 2
milyar 50 milyon dolarlık fiyat iyi bir fiyattır. Şirket değeri 4 milyar
doların üzerine çıkmıştır.
Bu iyi fiyatın alınmasında, ya
da üç yılda 600 milyon dolardan 2 milyar dolara gelinmesinde, bazı
etmenler rol oynamıştır:
a) Adalet ve Kalkınma
Partisinin (AKP) son beş yılda izlediği (ya da AKP’ye izletilen)
istikrar ve güven sağlayan ekonomi politikaları; b) Dünyada son yıllarda artan uluslararası likidite bolluğu ve risk alma iştahı; bunun karşılığında dünyada değerli ve “bankable” varlıkların olmaması;
c) Yine 2003’den bu yana
petrol fiyatları ile birlikte içinde petrokimya ürünlerinin de bulunduğu
bütün emtia ve hammadde fiyatlarının artması;
Bir arkadaşım söyledi,
“Süleyman Demirel ne kadar haklıymış; gerçekten de dün dündür, bugün de
bugün. Görüyor musun Türkiye’de bile işler ne kadar çabuk değişiyor ?” Gerçekten dünyadaki değişimi yakalama gereğini hiç unutmamalıyız. Petkim bugün 4 milyar dolar ediyorsa, bunun evet bir nedeni küresel yatırım ortamıdır, ama asıl önemli bir nedeni de Türkiye’nin dünya değişimlerine açık olması; her gün daha çok liberalleşmesi; ve gerçek bir hukuk devleti olma yolunda yatırımcılara güven vererek ilerlemesidir. Yine de Petkim ihalesi ile ilgili hoşa gitmeyen birkaç noktayı da atlamadan yazalım:
a) İhaleye giren (petrokimya
işinde olan ya da o işe girmek isteyen) sanayi grupları, hemen ilk
turlarda devre dışı kalmışlardır. Yani işin içinde, pazarın konusunu
alan sanayiciler, Petkim konusunda cesur olamamışlar ve korkmuşlardır.
Belki de Petkim satışını bir sanayi özelleştirmesi değil de bir finansal
satın alma olarak görmek daha doğru olur. b) Dünyada petrokimya işi ve teknolojisi Batılı ve özellikle de Amerikalı firmaların elindedir. Ama son yıllarda yaşanan petrol fiyatları artışı nedeni ile sanayi hızla Rusya ve Suudi Arabistan’a kaymaktadır. Petkim ihalesine hiçbir Batılı firmanın girmemesi çok ilginç bir gelişmedir. Acaba bu firmalar Türkiye’ye güvenmediler mi yoksa Petkim’i ölçek olarak çok mu küçük buldular?
Görüyoruz ki ihaleyi kazanan
girişim grubunun kim olduğu şu anda pek belli değil. Kulislerde hemen
spekülasyonlar da yapılmaya başlanmış. Ama bence kimse endişelenmesin ve
herkesin içi rahat olsun:
Türkiye ARTIK bir muz
cumhuriyeti değildir ve ülkemizde, en azından ekonomi alanında, hukukun
üstünlüğü kavramı her gün pekişerek gelişmektedir. Eğer Transcentralasian Petrochemical Holging’in altında “abudik gubidik” (!) işler varsa, bu işler yarın hemen ortaya çıkar ve Petkim de bu kişilere satılmaz. |
AKŞAM / Evrim ERGİN 06.07.2007
PETKİM’in yüzde 51’i 2 milyar 50 milyon dolara ağırlığı Kazaklarda olan bir ortak girişim grubuna satıldı. Grubun yetkilileri, üyeler hakkında detaylı bilgi vermekten kaçındı
Türkiye’nin en büyük petrokimya tesisi PETKİM’nin yüzde 51’lik kamu hissesi blok satış yöntemiyle 2 milyar 50 milyon dolara en yüksek teklifi veren TransCentralAsia Petrochemical Holding Ortak Girişim Grubu’na satıldı. Ancak ihaleyi kazanan ortak girişim grubunun üyelerinin kim olduğunun belli olmaması tartışmalara neden oldu. İhale masasında oturanlar bazı basın mensuplarına kartlarını bile vermediler. Konsorsiyum yetkilileri ihale öncesi kimlikleriyle ilgili sır vermezken, ihaleyi kazandıktan sonra da basın mensuplarına bilgi vermekten kaçındılar. Ancak yoğun talep üzerine küçük bir basın toplantısı düzenleyen konsorsiyum danışmanı Haluk Recai Ulusoy, ortaklığın 3 ayaklı olduğunu açıkladı.
ANA ORTAK KAZAKLAR
Ulusoy, Rusya’dan bir portföy yatırım şirketinin, iki de Kazakistanlı stratejik yatırımcının konsorsiyuma katıldığını söyledi. Rus portföy yatırım şirketinin Investment Troika Dialog olduğunu kaydeden Ulusoy, diğer ortakların da Caspi Neft (Kazakistan), Investment Industrial Group Eurasia olduğunu bildirdi. Ulusoy, Kazak yatırımcıların danışmanlığını Şekerbank’ın ortağı olan Turan Alem Group’un yaptığını söyledi. Konsorsiyumun PETKİM ile ilgili büyük hedefleri olduğunu belirten Ulusoy, rafineri için ciddi bir çalışmanın hemen başlayacağını açıkladı. Bunun dışında enerji yatırımları ve liman ile ilgili geliştirme projeleri olacağını belirten Ulusoy, Kazakların bankacılık alanında da önemli yatırımları bulunduğunu hatırlattı. Ulusoy, ödemenin nasıl yapılacağına henüz karar verilmediğini, konunun ortaklar tarafından görüşüldükten sonra netleşeceğini söyledi.
İhaleye kİmler katıldı?
TransCentralAsia Petrochemical Holding Ortak Girişim Grubu (2 milyar 50 milyon dolarlık son teklifle ihaleyi aldı) Zorlu Holding (1 milyar 830 milyon dolarla ihaleden çekildi) Hokan Chemicals Ortak Girişim Grubu (İkinci elemeli turda elendi) Çalık-Indian Oil (Hindistan) Ortak Girişim Grubu (1 milyar 875 milyon dolarla ihaleden çekildi) Naksan-Torunlar-Toray-Kiler Ortak Girişim Grubu (Üçüncü elemeli turda elendi) Fırat Plastik (İlk elemeli turda elendi) Socar (Azerbaycan)&Turcas-Injaz (Suudi Arabistan) Ortak Girişim Grubu (2 milyar 40 milyon dolarla ihaleden çekildi)
Piyasa değerinin 2.8 katı
İHALEDE oluşan fiyat PETKİM’in piyasa değerinin 2.8 katına ulaştı. PETKİM’in piyasa değeri çarşamba günü itibarıyla 1 milyar 430 milyon dolar düzeyinde bulunuyor. Şirketin yüzde 51’inin piyasa değeri yaklaşık 700 milyon dolara denk geliyor. İhaledeki 2.05 milyar dolarlık fiyat piyasa değerinin yaklaşık üç katına yaklaştı. İhaledeki teklifle birlikte şirketin toplam değeri 4 milyar 19 milyon dolara ulaştı.
İHALE KULİSİ Öte yandan şirketle ilgili kulislerde birçok iddia da dolaşmaya başladı. Bu iddialara arasında PETKİM’i satın alan TransCentralAsia Petrochemical Holding Ortak Girişim Grubu’nun başında Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’in damadının olduğu da yer alıyor. Konsorsiyuma destek veren Rus yatırım Bankası Troika Dialog’un başında ise ABD’de büyümüş Ermeni kökenli bur Rus olan Ruben Vardanian yer alıyor.
RUS ÜYE ERMENİ DİASPORASINDAN Vardanian, 2002 Ermeni Projesi’nin başında yer alan işadamlarından ve Ermeni Diasporası’nın önde gelen isimlerinden birisi olarak biliniyor. Bu bankanın arkasında ise büyük ölçüde yahudi sermayesinin olduğu konuşulanlar arasında. Öte yandan Türkiye’de ihaleye katılan ve şirketin danışmanlığını yapan Haluk Recai Ulusoy, Çalık Yatırım Bankası’nın Yönetim Kurulu Üyeliği’ni yaptı.
Özdemir: Ortağım bile tanımıyor
Limak Başkanı Nihat Özdemir, ortakları Carmel ile yaptıkları çalışma sonucunda kafalarındaki maksimum rakamı 3.5 milyar dolar olarak belirlediklerini ve yüzde 51’lik pay için de 1 milyar 780 milyon dolar vermeyi uygun bulduklarını, zaten ihalede de bu rakamlarda çekildiklerini söyledi. Özdemir, “İhaleyi kazanan firma hakkında kimse bişey bilmiyor. Komisyon Başkanı ihaleden sonra detaylı bilgi verebilirdi. İhaleyi eğer biz alsaydık ortağımız Carmel’in kim olduğu ile ilgili bir bilgilendirme toplantısı düzenleyecektik. Bunun için yazılı bir belge de hazırlamıştık” dedi. Ortakları Carmel’in dünyada petrokimya sektörünü en iyi bilen şirketlerden birisi olduğunu belirten Özdemir, “Onlar bile bi Kazak şirketi tanımıyorlar” diye konuştu.
MOLA ALMAYA BİLE GEREK DUYMADILAR
Ankara Swissotel’de yapılan ihaleye 8 grup katıldı. Komisyon Başkanlığı’nı Özelleştirme İdaresi Başkan Yardımcısı Osman İlter’in yaptığı ihale, saat 11.00’de başladı. Nihai pazarlık görüşmeleri kapsamında önce elemesiz birinci ve ikinci turlar yapıldı. Bu turlarda en düşük teklifi verenler elendi. İhale boyunca, ihalenin galibi olan TransCentral Asia hiç mola hakkı kullanmadı.
Komisyon Başkanı Osman İlter, son olarak 2 milyar 50 milyon dolar teklif veren TransCentral Asia ortak Grişim Grubu’ndan küçük bir jest attırımında bulunmasını istedi. Ancak grup temsilcileri, “Fiyat yeterince yüksek yeni bir arttırım yapmak istemiyoruz” dediler.
Limak’ın patronu Nihat Özdemir ve Zorlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Nazif Zorlu ihaleye bizzat katıldı.
Petrol-İş’ten iptal davası
PETKİM’de örgütlü Petrol İş Sendikası’nın Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın, daha önce ihale ilanı ve şartnamenin iptali istemiyle dava açtıklarını anımsatarak, bugünkü ihalenin iptaline ilişkin olarak da dava açacaklarını söyledi. Öztaşkın, 2 milyar 50 milyon dolara Rus ve Kazak ortaklığına satılan PETKİM’in gerçek değerinin 5-6 milyar dolar olduğunu belirterek, “Bu sonuç devir anlamına gelmez. Seçim sonrası PETKİM özelleştirmesine ilişkin yeni bir karar alınacağını düşünüyoruz” dedi. Öztaşkın ayrıca, yapılan özelleştirme politikalarıyla Türkiye’nin “müstemleke” ülkesi görüntüsü verdiğini söyleyerek, PETKİM’in satışının yapıldığı şirket hakkında “Kim olduğu bilinmeyen bu karanlık şirketi yine Petrol-İş kamuoyuna tanıtacaktır” dedi. Bu arada ihale sırasında çok sayıda PETKİM çalışanı protesto gösterisinde bulundu. |
GAZETEVATAN / GÜNGÖR MENGİ 06.07.2007
Oysa yüksek mahkemenin Cumhurbaşkanı Sezer ve CHP’den gelen iptal taleplerini kabul etmesi bekleniyordu.
Raportörün mütalâsı o yöndeydi.
Bu durumda cumhurbaşkanının halk tarafından 5 yıllığına seçilmesi, aynı kişinin iki kez cumhurbaşkanı olabilmesi, genel seçimlerin 4 yılda bir yapılması ve meclis oturumlarının 184 milletvekili ile açılabilmesine yönelik paket halk oyuna sunulacaktır.
Mahkemenin 5’e karşı 6 oyla aldığı karar nedeniyle değişikliklerin hayata geçirilmesi, 14 Ekim’de milletçe sandığa atacağımız evet-hayır oylarına bağlı olacaktır.
Ama bu karar, 22 Temmuz seçiminde oluşacak parlamentoyu mecliste 367 üyeli bir uzlaşma sağlamak mecburiyetinden kurtarmıyor.
Çünkü yeni meclisin ilk görevi, Sezer’in yerine yeni cumhurbaşkanını seçmek olacak.
Bu görev, seçime başlama tarihinden itibaren otuz gün içinde bitirilemediği takdirde, yeniden genel seçimlere gitme mecburiyeti doğacak.
Siyaset uzlaşma basireti gösterememekten doğan ayıptan ders aldı mı, yoksa ihtiraslar her türlü ülke çıkarının yine önünde mi tutuluyor; 22 Temmuz’dan sonra göreceğiz.
Korkarız yaşayacağımız olaylar bize şunu dedirtecektir:
“İyi ki Anayasa Mahkemesi cumhurbaşkanını halka seçtirmenin yolunu açtı. Bu rezaletlere son kez tanık oluyoruz!
Petkim: İyi iş...
Bunu başaramayan toplumlar sürünüyor.
Bizde emek var, sermaye yok. O nedenle ülkeyi yatırımcılar için cazip hale getiren politikaları, özelleştirmeleri desteklemek ve cesaretlendirmek gerekiyor.
Dün başarılı bir satışa daha tanık olduk.
Petkim’in yüzde 51 oranındaki kamu hissesi, Rus ve Kazak girişimcilerin ağırlıklı olduğu bir gruba tam 2 milyar 50 milyon dolara satıldı.
Satılan hissenin bir gün önceki borsa değeri 722,7 milyon dolardı.
Artırmaya katılan gruplardan birinin yetkilisi olan Taner Nakiboğlu “Bu fiyata çıkmasını beklemiyorduk. Herkes şaşırdı” dedi.
Bu piyangoyu dünyadaki trendin yarattığı şansa ve yabancı yatırımcı gözünde Türkiye’nin artan cazibesine yormak gerekir.
İdeolojik özelleştirme karşıtlarının “Kara paralarını aklıyorlar” sözlerine hak verilemez. Zorlu’nun da aralarında bulunduğu diğer grupların 2 milyar dolar eşiğinde yarıştan çekildiklerini gözardı etmeyelim.
Başarılı bir iş yapılmıştır. Dört yıl önce Petkim’in tamamı 680 milyon dolara gidiyordu, dün üç katından yüksek bir değere satılmıştır.
Aynı beceri 1995 yılında Telekom için gösterilebilse 20 milyar dolar elde edecektik. Bu para iç borçlarımızın yüzde 80’ini kapacaktı. Treni kaçırdıktan sonra sattık ve elde ettiğimiz gelir, kamu iç borcunun yüzde 10’unu karşıladı.
Şu andaki mesele, gelecek paranın nereye kullanılacağıdır. Akılcı yol, kamu borçlarının azaltılmasında kullanılmasıdır. Devletin borçlanma baskısı azalmalı ki faizler düşsün ve ekonomide canlanma artarak sürsün.
Son bir hatırlatma:
“Stratejik KİT’leri satmak tehlikelidir. Bir savaş halinde ihanete, sabotaja uğrayabiliriz” tahriklerine kapılmayalım.
Bu fabrikaları söküp götürmeyecekler. Buralarda yabancılar çalışmayacak. Hiçbir şirket, para kazandığı ülkeye ihanet etmez.
Ederse de devletin el koyacağını ve kovulacağını bilir! |
MİLLİYET / GÜNGÖR URAS 06.07.2007
Petkim kötü değil, iyi bir KİT idi (Satın alan hayrını görecek) Dün satılan Petkim hakkında sayın okuyucularıma bilgi vereceğim. Petkim'in başında Kenan Yavuz isminde (kendisini tanımadığım, görmediğim) bir kamu görevlisi var. Sadece Petkim'de yaptıklarını izliyorum. Bir kamu görevlisinin işine sahip çıkarsa bir kamu kuruluşunu ne hale getirdiğini, dün satılan kamu kuruluşunun ne durumda olduğunu anlatmak için izlediğim, gözlediğim gelişmeleri özetleyeyim:
Petkim'de, tamamı özkaynakla (kendi kaynağıyla) karşılanarak 400 milyon dolarlık yatırım yapıldı. Bu sayede Petkim'in üretim kapasitesi 3 milyon tonun üzerine çıkarıldı.
Kişi başı üretim miktarında büyük artış var. Kapasite kullanım oranı yüzde 98 dolayında.
Petkim'in faaliyet dışı geliri yok. Borcu yok. Hatta aşırı değerli YTL yüzünden döviz pozisyonu güçlü şirket kur farkını zarar yazmak zorunda kalıyor.
Cirosu 1 milyar dolardan 1.6 milyar dolara yükseltildi. İhracatı 4 kat artırıldı. 400 milyon dolarlık ihracat yapıyor. Türkiye'nin en yüksek kredi notuna sahip şirketlerinden biri. S&P ile Sabancı Üniversitesi tarafından ülkenin en şeffaf 5 şirketinden biri seçildi.
Ana girdisi olan petrol fiyatlarının artışına rağmen kârlı çalışıyor. 2003 yılında 245 milyon YTL zarardan 2004 yılında 313 milyon YTL kâra geçti. 2006 yılı kârı 197 milyon YTL. 2007 yılı için kâr beklentisi 200 milyon YTL. Kredi borcu yok. Kasasında 300 milyon YTL net çalışma sermayesi var.
Biraz da 41 yıllık
hikâyesinden söz edeyim. Planlı dönemde kuruldu
1962 yılında yayımlanan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Plan'ında, bir petrokimya tesisi kurulması hedefi vardı. Bu doğrultuda 1965 yılında TPAO öncülüğünde Petkim (Petrokimya A.Ş.) kuruldu.
Petkim, Yarımca Kompleksi'nde 5 ayrı tesiste üretim yaparken artan talep nedeniyle Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı döneminde Aliağa'da ikinci kompleks yatırımına başlandı. Kompleks 1985 yılında üretime geçti. Yarımca Kompleksi 2001 yılında Tüpraş'a satıldı. Şimdilerde Petkim Aliağa kompleksinde 14 fabrika, 8 ortak tesis özel limanı ve barajıyla büyük bir sanayi kuruluşu.
Petkim'in hammaddesi petrol ve
rafineri ürünleri. Planlı dönemin başında TPAO, Petrol Ofisi, Tüpraş ve
Petkim tek şemsiye altında entegre kuruluşlardı. Daha sonra bu
kuruluşların her biri bağımsız hale getirildi. TPAO dışındakilerin
özelleştirilmesine karar verildi. Petkim de 1987 yılında özelleştirme
kapsamına alındı. Başarılı ve kârlı bir kuruluş
Türkiye'de petrokimyasal ürünlerin, özellikle termoplastiklerin talep artış hızı dünya ortalamasının en az iki katıdır. Plastik talebindeki artış hızının GSMH artış hızına oranı dünya ortalamasının çok üzerindedir. Plastik talep artış hızı genel ekonomik büyümenin çok üzerindedir.
Petkim'de 1998 yılından bu yana kapasite artırıcı yatırımlar devam ediyor. Başlamış olduğu kapasite artırıcı tevsi yatırımlarını sürdürmektedir. 2003 yılında etilen, alçak yoğunluklu polietilen, polipropilen, aromatikler ve paraksilen fabrikalarında kapasite ve ürün safiyetini artırmaya yönelik iyileştirmeler tamamlandı.
Petkim, 50'yi aşan petrokimyasal ürün yelpazesiyle bugün sanayimizin vazgeçilmez bir hammadde üreticisi durumunda. Petkim'in ürettiği hammaddelerden plastikler ve sentetik kauçuklar; inşaat, tarım, otomotiv, elektrik, elektronik, ambalaj sektörlerinin önemli girdileridir. Sentetik elyaflar ise tekstil sektöründe kullanılmaktadır. Ayrıca, ilaç, boya, deterjan, kozmetik gibi birçok sanayi için girdi üretilmektedir.
Petkim yılda 3.2 milyon ton brüt üretim gerçekleştirmesinin yanında insana saygılı, çevreye duyarlı üretim teknolojisiyle ve kültürel, sosyal, ekonomik yaşamımıza yaptığı katkılarla yurdumuzun gurur kaynağıdır.
|
ZAMAN / KADİR DİKBAŞ 06.07.2007
Petkim'in
yüzde 51'lik hissesinin blok olarak satışına yönelik ihale dün yapıldı.
Carmel-Limak, TransCentralAsia Petrochemical, Zorlu Holding AŞ, Hokan
Chemicals, Çalık-IOCL, Naksan-Torunlar-Toray-Kiler, Fırat Plastik AŞ ve
Socar&Turcas-Injaz gruplarının yarıştığı ihaleyi, 2 milyar 50 milyon
dolar fiyat veren TransCentralAsia Petrochemical Holding Ortak Girişim
Grubu kazandı. Fiyat, genelde beklentilerin üzerinde. Öyle ki, önceki akşamki Borsa değerine göre, hisselerin yüzde 51'lik kısmı 722,7 milyon dolar ediyordu. Peki fiyat neden bu kadar yüksek çıktı?
Şüphesiz,
uzunca bir süredir devam eden yüksek petrol fiyatları, petrole dayalı
üretim yapan şirketlerin önemini ve değerini artırdı. Bunun yanında
Pektim, Türkiye ve Türkiye piyasası için önemli bir tesis. Alanında tek.
Bugün 14
fabrika ve aralarında bir liman ve 1 barajın da bulunduğu 10 yardımcı
birim ile pek çok sektörün ana girdisi olan 50'nin üzerinde
petrokimyasal ürün üretiyor. Türk sanayiinin vazgeçilmez bir kuruluşu.
Ürettiği hammaddelerden plastikler ve sentetik kauçuklar; inşaat,
otomotiv, tarım, elektrik, elektronik, ambalaj sektörlerinin önemli
girdilerinden. Sentetik elyaflar ise tekstil sektöründe kullanılıyor.
Ayrıca, ilaç, deterjan, boya, kozmetik gibi birçok sanayi sektörü için
hammadde üretilmekte.
Özelleştirme
kapsamında olmasına rağmen, son yıllarda şirkette önemli yatırımlar
yapıldı, verimlilik artışları sağlandı. Pazar sıkıntısı yok.
Müşterilerin sıra beklediği nadir tesislerden biri. Üretim yaptığı
sektör, hızla büyüyor. Talebe cevap veremediği için pazar payı yüzde
30'un altına inmiş. Geri kalan kısım ithalatla karşılanıyor. Türkiye'de
kişi başına plastik tüketimi Avrupa'nın çok gerisinde. Sektör yakın
gelecekte iki kat büyüme potansiyeline sahip. Böylesi bir pazarda Pektim
gibi bir kuruluşa sahip olmak önemli bir fırsat.
Hatırlanacağı
gibi Petkim'in yüzde 88,86'lık hissesi için 2003 yılında blok satış
kararı alınmış, aynı yıl haziran ayında yapılan ihaleyi, 605 milyon
dolarlık teklifle Uzanlar'a ait Standart Kimya AŞ kazanmıştı. Ancak
alıcı şirket, tanınan süre içinde yükümlülüklerini yerine getiremediği
için ihale iptal edildi. Bir süre sonra yapılan ikinci satış denemesi
de, yeterli talep olmaması yüzünden başarısızlıkla sonuçlandı.
Dün yapılan ihaledeki fiyattan hemen herkes memnun. Bazıları "rekor" olarak değerlendiriyor. Tek sorun, ihaleyi kazanan şirketlerin kendilerini kamuoyuna anlatmamaları.
Özelleştirmeden maksat, satılan tesisin ülke ekonomisine daha fazla
katkı yapmasını, alan şirketin teknoloji, bilgi birikimi ve yeni
yatırımlar getirmesini sağlamaktır. O bakımdan ihaleyi kimin aldığı,
hedeflerinin ne olduğu önemli.
Ama ne yazık
ki, ihale saatine kadar kamuoyu, hatta basın bile sadece ismini
biliyordu ihaleyi alan grubun. İhale sonrasında yapılan kısa açıklama da
doyurucu olamadı. Oysa adettendir, ihaleyi alan şirketin sahibi ve
yöneticileri çıkıp grubun ortaklık yapısı, planları, hedefleri ve ödeme
şekli konusunda açıklama yapar. Bu ihalede bunu göremedik. 2 milyar dolarlık ihaleyi kazanan grubun patronları ortada yoktu. Açıklamayı, Türk danışman yaptı. TransCentralAsia Petrochemical Holding Danışmanı Haluk Ulusoy'un kısa açıklamasına göre, grubu oluşturan üç büyük ortak şunlar: Finansman yatırımcısı olarak Rus bankası Investment Bank Troika Dialog, stratejik yatırımcı olarak Kazakistan merkezli Caspi Neft ile Investment Industrial Group Eurasia. Ulusoy, "Bunların yanı sıra çok ciddi enerji yatırımları yapan Kazak yatırımcılar var." diyor.
Evet adı açıklanan şirketler Rusya'da ve Kazakistan'da faaliyet gösteren önemli şirketler. Ama böylesine önemli bir ihalede, alıcılar hakkındaki açıklama habercilerin ısrarı üzerine yapılıp bir de kısaca geçiştirilince ortaya kocaman bir "Kim? ve kimler?" sorusu ortaya çıkıyor. Umarız konsorsiyum ortakları, en kısa zamanda basına ve kamuoyuna tatmin edici bilgi verir, oluşan soru işaretlerini ortadan kaldırır.
|
CUMHURİYET / MUSTAFA BALBAY 06.07.2007
Seçimden mal kaçırma!
Alanında dünyanın ilk 10 büyük
kuruluşu arasında yer alan PETKİM dün yapılan ihale ile satıldı.
İhalenin sonuçlanmasından hemen sonra herkes birbirine şu soruyu
soruyordu:
Alanları tanıyor musunuz?
Kimseden olumlu bir yanıt çıkmadı. Satışın canlı yayınını yapan televizyon kanalları da doğal olarak bir süre bocaladılar. Satış güzeldi de kime satılmıştı? Bir süre sonra ortaya şöyle bir tablo çıktı: PETKİM, Transcentralasia Petrochemical grubuna satıldı. Grubun tam adı ortaya çıkarılınca herkes bir nefes aldı. Sonra şu soru öne çıktı: Bu grup kim?
Dün yazıyı tuşlamaya başladığımız saatlerde ortaya çıkarılabilen bilgiler şöyleydi: 1- PETKİM'i, Kazak-Rus işbirliği satın aldı. 2- Bu grubun para kaynaklarının önemli bir bölümü Arabistan yarımadasından. 3- Grubun başka ne tür yatırımları olduğunu grup adına ihale salonuna gelenler bile açıklamıyor. 4- Grubun içinde ABD-Ermeni hattı da bulunuyor.
Yeniden altını çizelim; yukarıdaki bilgiler dün akşam saatlerine dek bir ölçüde doğrulatabildiklerimiz. Bugünden tezi yok, şu soruların yanıtını aramak durumunda kalacağız:
1- Bu grubun toplam gücü nedir? 2- Sektörle ilgisi nedir? Çok ilgiliyse bugüne dek neden duyulmadı, ihaleyi aldıktan sonra bile neden tatmin edici bilgi verilmedi? 3- Grubun arkasında başka bilmediğimiz isimler var mı? İhalenin doğruluğunu yanlışlığını, paranın azlığını çokluğunu, PETKİM'in geleceğinin ne olacağını bir yana bıraktık, kim aldı, onu bulmaya çalışıyoruz.
Bunun adına da "şeffaf ihale" deniyor. Neden? Canlı yayımlandığı için... Buna ancak şöyle bir yakıştırma uygun düşer: Şeffaf karanlık! PETKİM, özelleştirme kapsamına 1987 yılında Özal döneminde alınmıştı. Özal, Köşk tutkusu baskın çıkınca ve kamuoyu tepkisi yüksek olunca buna zaman bulamamıştı. 2003'te AKP iktidarıyla birlikte yeniden "acil satış" listesinin içine alındı. Uzanlar'a satıldı, geri döndü... Şimdi seçime kısa bir süre kala yeniden satıldı.
Dünkü PETKİM satışı AKP iktidarının ruhunu bir kez daha ortaya koyan bir girişimdir. Bu satışla birlikte Türkiye'ye girecek olan parayı AKP ve yandaşları şöyle sunacaklar:
Türkiye'ye yabancı sermaye girişi!
Gelişmelere azıcık da olsa Türkiye'nin çıkarları penceresinden bakanlara soruyoruz: PETKİM gibi dev bir kuruluş gittikten sonra bunun karşılığında gelen paraya bakıp "yabancılar Türkiye'de yatırım yapıyor" diyebilir misiniz?
Bizce diyemezsiniz. Bunun adı şudur: Yabancılar Türkiye'deki kârlı yatırımların üstüne konuyor!
2 milyar 50 milyon dolar PETKİM'in birkaç yılda elde edebileceği sıradan bir kâr hedefi. Tıpkı Türk Telekom gibi PETKİM de kısa süre içinde sahibine kazandırmaya, kâr ettirmeye başlayacak. Üstelik tekel olduktan sonra fiyatları belirleme yetkisi de var.
Türkiye petrol ürünlerine yılda 5 milyar dolardan fazla harcıyor. Geçen yıl bunun 1 milyar dolarlık dilimini PETKİM karşıladı.
Tıpkı faili meçhul cinayetler gibi, şimdi faili meçhul ulusal yatırım alıcıları oluştu. Faili meçhul demişken yukarıda sorduğumuz sorulara birini daha eklemek gerekiyor: AKP hükümeti bütün özelleştirmeleri durdururken neden PETKİM'in seçimden önce mutlaka satılmasını istedi? Acaba söz mü verildi?
|
DÜNYA / TAYLAN ERTEN 06.07.2007
TranscentralAsia Petrochemical Holding (TAP), dün Ankara'da yapılan Petkim ihalesini, 2 milyar 050 milyon dolarlık teklifiyle "kazanan" ortak girişim grubunun adı. Bu uzun unvanı biraz "derin" okumamız gerekiyor. O zaman durum şöyle oluyor: TranscentralAsia Petrochemical Holding, "çatıyı" oluşturuyor. Sermaye bileşimi Rus-Kazak ağırlıklı. "Çatı"nın altında üç şirket daha var. Bunların toplamı, ortak girişim grubunu meydana getiriyor. Grup da "çatı" şirketin adıyla anılıyor. Bir de "üçüncü tabaka" var ki içinde Arap sermayesinden Kazak, Rus sermayesine kadar "saçaklanmış" bir katılım yapısını barındırıyor.
Biraz karışık, değil mi? Evet, karışık! Karışık olan şu: Dün, bu ihale de geçmişteki benzerleri gibi, "şeffaf" olsun diye, televizyon kanallarında yayımlandı. Ama "şeffaflık" sadece görüntüde kaldı. Pazarlık, TAP'ın 2 milyar 050 milyon dolarlık teklifiyle sonuçlandıktan sonra, Özelleştirme İdaresi Başkan Yardımcısı ve İhale Komisyonu Başkanı Osman İlter'in tutumu dikkatleri çekti.
Şu nedenle çekti: İhaleyi izleyen gazeteciler, "kazanan" grubu oluşturan "çatı" ve diğer katılımcı Rus, Kazak şirketlerinin şirket kimliklerini öğrenmek istediler. Bu TAP grubu ve diğer katılımcı şirketler, neyin nesiydi? Rusya ve Kazakistan kökenli olmalarının dışında, gerek kendi ülkelerinde, gerekse dünya petro- kimya âlemindeki konumları, güçleri, yeterlilikleri ne düzeydeydi? Çünkü, nihai pazarlığa yabancı ortaklarla katılan Türk şirketlerinin temsilcilerini bile şaşırtan bir "rahatlıkla", fiyat yükselten bir yabancı grup, sadece adıyla sanıyla değil, asıl, yapısı ve siciliyle merak edilirdi.
İlter, gazetecilerin bu yöndeki haklı sorularına cevap vermekten, ısrarla kaçındı. "Grubun kimliği neden gizleniyor?" sorusunu da "Gizlenen bir şey yok, ama açıklama yapamam" gibi, merakı daha da tahrik eden bir cevapla geçiştirdi. Bu konuda "kapalılık", İlter ile sınırlı kalmadı. "Kazanan" grubun kimi danışmanları da grup hakkında doyurucu bilgi arayan gazetecileri "hayal kırıklığına" uğrattılar. Evet, bu bilgi gizleme çabasının sebebi ne? Bu soru, kamuoyunun bilmesi gereken temel bilgilerin böylesine gizlendiği bir ihalenin hakkıdır! Onun için, Petkim satışını yürütenler ve "kazananlar" doyurucu, açık, ayrıntılı ve elbette ikna edici bilgileri kamuoyuna açıklamadıkları sürece, bu ihale çok konuşulacak, çok tartışılacaktır.
Tatneft-Efremov unutulmadı
Bu işleri izleyenler hatırlayacaktır. Petkim gibi, Türk petro-kimya sanayiinin tek ve güçlü rafinaj kolu Tüpraş'ın ilk satış ihalesinde de benzeri bir durum yaşanmıştı. Tatneft adlı Tataristan kökenli bir "çatı" şirket, elindeki Efremov Kautschuk adlı bir şirketle Tüpraş'ın yüzde 65.7 oranındaki hisselerini içeren ihaleye katılmış ve 1.3 milyar dolarlık teklifle kazanmıştı. İhale, çok sayıda dava ile yargıya kadar uzanan büyük tartışmalara konu oldu. Bu bir tarafa...
Asıl vahamet, Almanya'daki sicil dosyasında, Efremon Syntetic Rubber Interprise ile Virgin Adası'nda kurulu Renix Finance Corp şirketlerinin ortaklığı gibi görünen Efremov'un, bir tabela şirketi oluşu ve bunun, ihaleden sonra ortaya çıkarılmasıydı. Tatnetf- Efremov, ilkinin bu nedenlerle yargı tarafından iptalinden sonra, ikinci ihalede Koç Grubu'nun 4 küsur milyar dolar bedelle aldığı Tüpraş'ı, az kalsın, 1.3 milyar dolara kapatacaktı. Bunu da not edelim. Daha önemlisi, Efremov 105 bin Euro öz sermayeli, 39 milyon Euro toplam aktif değerine sahip, 2002 yılında toplam borçları öz sermayesinin 358 kat fazlasına ulaşmış ve aynı yıl sadece 390 bin Euro kâr açıklamış bir şirketti. Bunlar, Petrol-İş Sendikası'nın dava dilekçelerine ve yargı kararlarına giren bilgiler.
Düne dönersek... 6 Haziran 2006'da ÖİB'nin açık artırmasında 605 milyon dolara Uzan Grubu'na bağlı Standart Kimya AŞ'ye satılan, ancak bu şirketin yükümlülüklerini süresinde yerine getirmediği gerekçesiyle iptal edilen Petkim'in ikinci ihalesi, Tatneft-Efremov tecrübesini hatırlatıyor. Aksi halde TAP'ın kimliği neden gizlenir, neden çekinilir? Hani, bu ihaleler şeffaftı, her şey kamuoyunun gözleri önünde olup biterdi? Gerçekten öyle mi; yoksa, gerçeklerin açığa çıkması için ille de yargının kararlarını mı bekleyeceğiz?
|
AKŞAM / VOLKAN AKI 09-6.07.2007
Petkim ihalesinde, 8 tane
katılımcı vardı. Bu katılımcılar nereden baksanız en az 1.5 milyar
dolarlık bir parayla ihale masasında oturuyorlardı. Kaba bir hesapla,
masadaki para 20 milyar dolara yaklaşıyordu. Seçim öncesinde, siyasi
olarak zor bir dönemden geçen Türkiye’de masadaki bu para önemli bir
gösterge.
Ben inanıyorum ki o masadaki
para yine Türkiye’deki başka projelere gidecek. Çünkü Turcas, Çalık,
Zorlu gibi o ihaleye giren gruplar ve ortakları enerji, petrokimya gibi
sektörlerde kalıcı hedeflere ve bölgede önemli bir oyuncu olma
potansiyeline sahipler. Likidite bolluğu ve fiyat
Dünyadaki likidite bolluğu,
“varlık” fiyatlarının ölçüsünü etkiliyor. Petkim’in fiyatındaki rekabet
de bunu gösteriyor. İhalede 500 milyon dolarlık yatırım zorunluluğuyla
Petkimin yüzde 51’i için, 2.5 milyar dolarlık bir fiyat oluşuyor. 2003
yılında Petkim’e 600 milyon dolarlık fiyat biçildiğini düşünürsek, değer
artışını görmek mümkün. Ekonomik yapıdaki değişim, global likidite ve
talep artışı Türkiye’nin ve Türkiye’deki şirketlerin değerini
yükseltiyor.
Dünyada yabancı sermaye
Dünyadaki likitide bolluğu ve
sonucunda yeni yatırımlara yönelen para inanılmaz boyutlara ulaşıyor. Bu
konuda size bazı rakamlar vereceğim. Dünyada, 2004 yılından itibaren
“Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları” hızla artıyor. 2004 yılında bir
önceki yıla göre yüzde 27’lik bir artış var.
2005 yılında ise yüzde 29
oranında artış gösteren dünya toplam yabancı sermaye yatırımları 2006
yılında da yüzde 34.3 oranında artarak 1.2 trilyon dolara ulaştı.
Gelişmekte olan ülkeler
Şimdi burada bir başka ayrıntıya daha değineceğim. Gelişmekte olan ülkelerin toplam doğrudan yabancı sermaye yatırımları içinden aldığı pay oransal olarak azalıyor. 2004’te yüzde 39 olan gelişmekte olan ülkelerin payı, 2005’te yüzde 36’ya, 2006’da ise yüzde 30’a geriliyor. Gelişmiş ülkelerin payını alan ise gelişmekte olan ülkeler. Gelişmekte olan ülkelere yapılan yatırım 2005 yılındaki 334 milyar dolar ile bu ülkeler için rekor seviyeye ulaşmış durumda. Kısacası, gelişmiş ülkelerden, gelişmekte olan ülkelere hızlı bir sermaye transferi var. Dünya ekonomisinde, bu sürecin önümüzdeki yıllarda da devam edeceği tahmin ediliyor. Eğer Türkiye, istikrarını korur, ekonomide “büyük” hatalar yapmazsa çekeceği sermaye miktarı daha da artacak.
|
SABAH/ YILMAZ ÖZDİL 06.07.2007
Hadi gözünüz aydın.
Bakın, önümde bir liste var... Ankara Ticaret Odası hazırlamış... 1987'den bu yana "İMKB endeksinin bir önceki yıla göre artışı" nı gösteriyor. Okuyalım...
1987, artmış, yüzde 293 1988, düşmüş, eksi 44 1989, artmış, yüzde 493 Artmış, artmış... 1992, düşmüş, eksi 8 1993, artmış, yüzde 416 Gene artmış, artmış... 1998, düşmüş, eksi 24 1999, artmış, yüzde 485 Düşmüş. Artmış. Düşmüş. 2003, artmış, yüzde 79 2004, artmış, yüzde 34 2005, artmış, yüzde 59 2006, düşmüş, eksi 1 2007? Şimdilik artmış, yüzde 20...
Yani?
Tarihine baktığımızda, borsa, en büyük yıllık artışını yüzde 493 ile 1989'da yapmış. Kim o zaman başbakan? Akbulut.
Borsa'nın yükselmesi, Hükümet'in başarısını gösteriyorsa eğer... AKP'nin 4.5 yıllık toplamı, Akbulut'un anca yarısı ediyor... Gerçek bu.
Üstelik... Kaç kişi oynuyor Borsa'da? 3.265 kişi... Evet, 3.265 kişi... Çünkü, bu 3.265 kişi, Borsa'nın yüzde 86'sına sahip. Gerisi, 3-5 kuruş. Kuru kalabalık yani. Hatta... Bu 3.265 kişinin de, 1.504'ü yabancı... Aslan payını, yüzde 65'ini, yabancılar elinde tutuyor.
Başbakan'ın, düştüğü zaman "düştü paşam" diye kahrolduğu Borsa, işte bu... 1.504 yabancı.
Borsa, 50 bini gördü. Cumhuriyet'in elindeki son altın yumurtlayan tavuk, Petkim'i, giderayak yabancıya sattılar. Emekliye de zam yaptılar. Ayda 20 lira. Günde 66 kuruş. Mazot ne olur bilmem ama... Memurun payına düşen... 1 YTL.
|
HÜRRİYET / EMİN ÇÖLAŞAN
07.07.2007
|
REFERANS / KEREM ALKİN 07.07.2007
Petkim ihalesi ve yabancı ilgisi siyasi riskleri unutturur
İMKB’nin tarihi zirve yaptığı,
Petkim ihalesinden rekor teklifin çıktığı bir ortamda, piyasalar Anayasa
Mahkemesi’nin referanduma işaret eden kararını sonbahardan önce
gündemine almaya niyetli değil. Basın cuma günü Anayasa Mahkemesi’nin Cumhurbaşkanı Sezer ve CHP’nin başvurusunu kritik bir oy farkıyla reddederek, Anayasa Paketi’nin 21 Ekim’de referanduma sunulmasına işaret eden kararını değerlendirmeye açtı. Hukukçuların bir kısmı, yeni seçilen Meclis’in söz konusu referandum sonucunu beklemesi gerektiğini ve referandumdan "evet" çıkması halinde, cumhurbaşkanını halkın seçmesine imkan verilmesini savunurken, ağırlıklı grup yeni Meclis’in cumhurbaşkanını seçmesi gerektiğini ve bu nedenle halkın 21 Ekim’deki referandumda "evet" demesi halinde, 12. cumhurbaşkanının halk tarafından seçileceğini savunuyor.
Cuma sabahı konuştuğum finans
kurumlarının yöneticileri ise, sonbahar başına kadar bu konuyu
gündemlerine almayı düşünmediklerini, kaldı ki, yurt içi piyasalara
ciddi bir para girişi varken ve Petkim ihalesi bu derece olumlu
sonuçlanmışken, piyasanın siyasi riskleri uzun süre fiyatlandırmaktan
kaçınabileceğini vurguluyorlar. Nitekim, cuma sabahı bu satırları kaleme
aldığımız dakikalarda dolar kuru 1.2970-1.3020 YTL’nin seviyesinde
seyrini sürdürürken, tavan yapacağı anlaşılan Petkim hisseleri hariç,
İMKB-100 Endeksi’nde kâr amaçlı bir yatay seyir izleniyordu. Dolar kurundaki küçük kıpırdanmanın, euro-dolar paritesinden kaynaklandığı da unutulmamalı. Bu arada, Petkim ihalesine hiçbir Batılı firmanın girmemiş olması ve Rus-Kazak ortaklığının ihaleyi kazanmasının kimi siyasi çevrelerde rahatsızlığa yol açtığı da gözlendi. Önümüzdeki günlerde, kimi siyasi çevrelerden ve sendikalardan ihaleye yönelik hukuki arayışların gündeme geleceği anlaşılıyor.
Temmuz enflasyonu kritik
Özüne bakıldığında,
piyasalardaki var olan iyimserliğin 22 Temmuz’da şekillenecek Meclis
aritmetiği ile taçlanması halinde, piyasa aktörlerinin Merkez
Bankası’ndan daha erken bir faiz indirimi bekleyecekleri, hatta talep
edecekleri görülüyor. Merkez Bankası yönetimi ise, yıl sonu enflasyon
hedefine yakınsama adına, her şey yolunda gitse dahi, kasım veya aralık
ayından önce bir faiz indirimi ihtimalini bilhassa bertaraf etmeye
çalışıyor. Bu noktada, bir önceki yılın temmuz ayı Tüketici Fiyat
Endeksi (TÜFE) artış oranının yüzde 0,86, ağustos ayı değişim oranının
ise yüzde -0,44 olduğunu dikkate alırsak, temmuz ayında aylık enflasyon
oranının bir kez daha negatif çıkması piyasa aktörlerinin beklentisini
iyice güçlendirecek.
Bu nedenle, 3 Ağustos cuma
akşamı açıklanacak temmuz ayı enflasyonu kritik öneme sahip. Çünkü,
küresel ısınma ve kuraklık sorunu dikkate alındığında, bu yılın ağustos
ayında, geçen yılın yüzde -0,44’lük negatif enflasyon değerine yakın
veya daha düşük bir enflasyon değeri hayli zor gözüküyor. O nedenle,
işlenmemiş gıda ve enerji fiyatlarının seyri dikkate alınarak ve ağustos
ayındaki olası riski hesaba katarak, temmuz ayı enflasyonun, en az
haziran ayı enflasyonu gibi, yüzde -0,20 ve daha yüksek oranda bir
gerilemeye işaret etmesi Merkez Bankası’nın elini güçlendirebilir.
Ancak, ağustos ve eylül enflasyon değerleri yüksek kalırsa, eylül veya
ekim ayında bir faiz indirimi ihtimali hayli zayıflar.
Paritede teknik düzeltme
Çarşamba günkü yazımızda euro-yen
paritesinin 167 yeni kırarak 168 yene hareket edebileceğini ifade
etmiştik. Paritenin 167.40 yenle yeni bir rekora ulaşması, 168 yene
kadar sürecek bir hareketi de teyit ediyor. Bu satırları yazdığımız
zaman dilimi açısından, ABD’nin haziran ayı tarım dışı istihdam ve
işsizlik verileri açıklanmadı. Bununla birlikte, iyi gelmesi umut edilen
veriler öncesi euro-dolar paritesinin 1.36 doların altında seyrettiği
gözlenmekte. Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) perşembe günkü
toplantısından beklendiği gibi faizi yüzde 4’de tutan, İngiltere Merkez
Bankası’ndan ise (BOE) yine beklendiği gibi faizi yüzde 5,25’e yükselten
bir karar çıktı. Sterlin-dolar paritesi bu nedenle 2 doların üzerindeki seyrini koruyor. ABD 10 yıl vadeli tahvillerinin faizinin yeniden yüzde 5,05’den 5,13’e gelmesi ve Uzak Doğu tahvillerine yönelik ilgi artışı da, 7 günlük yükselişten sonra, Uzak Doğu borsalarına satış getirdi. Uzak Doğu’lu finans uzmanları, euro-dolar paritesinde 1.3659 dolara kadarki tırmanış sonrasında, kâr amaçlı ve 1.3430 dolara kadar devam edebilecek teknik bir düzeltmeye işaret ediyorlar. Ancak, euro-yen paritesini tarihi rekora taşıyan ECB’nin faiz artırımı konusundaki kararlılığı, bu yıl euro-dolar paritesine yeniden rekor kırdırtabilir. Ama, bunun için sonbahar başını beklememiz gerekecek.
|
MİLLİYET / METİN MÜNİR
07.07.2007
Petkim'i alan üç ortaklı konsorsiyumda kimin ne kadar hissesi olduğu gizli tutuluyor. Ne ortaklar açıklama yapıyor ne de bu bilgileri aylardan beri dosyalarında bulunduran Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı.
Çok mu büyük bir sır?
Öğrendiğime göre, alıcı konsorsiyumdaki en büyük ortak yüzde ellinin üzerindeki hissesiyle Troika Dialog.
Troika Dialog Rusya'nın en büyük ve en eski yatırım bankası ve en prestijli finans kurumlarından biri. Müşterileri arasında biralarından tanıdığınız ve Rusya ve eski Sovyet ülkelerinde yatırımları bulunan Efes Beverage Group var. Troika Dialog endüstrici değil. Eğer alışveriş gerçekleşirse, zaman içinde, hissesinin büyük bir bölümünü veya tamamını başkalarına satıp çekilecek.
Müstakbel alıcılar arasında
Kazakistan milli petrol şirketinden Çalık grubuna kadar birçok kuruluşun
adı geçmeye başladı bile. Geniş bir arazisi var Petkim'in geniş bir arazisi, rafineri ve elektrik santralı lisansı var. Bunlar büyük para edecek. İkinci en büyük ortak olan Invest Group Eurasia'nın ortaklarını tanıyacaksınız. Bunlar kısa bir süre önce Şekerbank'ın yüzde 35 hissesini satın alan Kazak Bank TuranAlem'in ortakları.
Konuyu yakından izleyen bir uzmanın sözleriyle, "Bank TuranAlem bu ihalede, Kazak kanunları bankanın böyle bir yatırıma girmesine izin vermediği için teknik bir sebeple yer almadı. Bu yüzden ortakları Petkim yatırımını Invest Group Eurasia adlı yatırım şirketi üzerinden gerçekleştirmek zorunda kaldılar."
TuranAlem Bank Kazakistan'ın
ikinci en büyük bankası. Ortakları arasında, paralarına Kazakistan
dışında yatırım sahası arayan, ülkenin en zengin ve forslu işadamları
var. Caspi Neft, Amerikan sermayeli
Bankanın Yönetim Kurulu Başkanı, Kazakistan'ın en zengin işadamlarından Muhtar Ablyazov'dur. Ablyazov 1997-99 yılları arasında Kazakistan Enerji ve Sınai Kalkınma Bakanlığı yaptı. Daha sonra özel sektöre döndü ve özel sektör temsilcilerinin başlattığı Kazakistan Demokratik Seçeneği adlı hareketin lideri oldu.
2002'de hapse mahkûm edildi, 2003'te Nursultan Nazarbayev tarafından affedilerek serbest bırakıldı. Caspi Neft, Amerikan sermayeli, Kazakistan'da faaliyet gösteren küçük bir petrol şirketi. Özelleştirmeler kadar ırkçılık damarlarımızı kabartan bir şey yok galiba. Bazı arkadaşlarımız Caspi Neft'in Musevi, Troika Dialog'un Ermeni şirketi olduğunu yazıyor. Oysa birincisi Amerikan, ikincisi Rus şirketi.
Ayrıca Musevi veya Ermeni olsalar ne olur? Herkes sadece dininin veya ırkının olduğu yerlerde tüccarlık yapsaydı dünya taş devrinden çıkamazdı.
"En çok parayı kim verirse ona satıyorum" dedikten sonra Petkim davulcuya da varsa zurnacıya da şikâyet etmeye hakkınız yok. Parayı ödedikten sonra, tabii.
|
GÜNDEM / MUSTAFA YALÇINER 07.07.2007
PETKİM, DİSK, CHP ve
Sarıkamış.. 22 Temmuz seçimlerine meydan okumalarla gidiliyor. Bir meydan okuyan AKP'dir. İşçi sınıfına meydan okumaktadır. Seçimlere 20 günden az kalmışken PETKİM'i satışa çıkarmıştır. Tam bir kap-kaçtır. Yarı fiyatına pazarlanması bir yana, PETKİM Türkiye'nin en büyük petro-kimya tesisidir. Ortalıkta 1 YTL'ye indirilmesi vaadleri dolaştırılan mazot dahil, tüm petrol ürünlerini üretmektedir. Peşkeş çekildiğinde Türkiye petrol ürünleri açısından tam dışa bağlanacaktır. Ve PETKİM işçilerinin çoğu kapının önüne konacaktır. AKP işçilere meydan okumaktadır. Tıpkı 'ananı alda git' dediği köylüye meydan okuduğu gibi. Tıpkı 'sınır-ötesi operasyon' için düğmeye basmaya hazırlanırken Kürde meydan okuduğu gibi.
Seçimlerde işçilere meydan
okunmaktadır, ama bir işçi sendikası olan DİSK ne yapmaktadır? Perşembe
günü, 'sol ve sosyal demokrasinin evrensel ilkelerine uymayan adayları
olmasına, seçim bildirgelerindeki kimi eksiklikleri ve doğru
bulmadığımız politikaları tespit etmemize karşın' eleştirileriyle
birlikte, 'Türkiye'nin içinde bulunduğu koşullar gözetilerek' CHP'ye
desteğini açıklamıştır. CHP'nin 'falsosu' sadece kapılarını açtığı
Kesici, Okuyan, Kayalar gibi MHP-Ülkü Ocakları kökenli isimler midir?
MHP'lilere kapıları ardına kadar açarken sola ve solculara,
demokratlara, Alevi ve Kürtlere aday listelerini yasaklaması mıdır?
Sadece, '78 Maraş'ının, '80 Çorum'unun, Sivas'ın, Malatya'nın çoğu Alevi
kökenli demokrat insanlarının kanının sorumlusu MHP ile yakınlığı ve
CHP-MHP koalisyonunun tezgahlanması mıdır? 2 Temmuz '93'ün Madımak ateşi
karşısındaki sosyal demokrat sessizliği midir? DİSK bilmez mi ki,
CHP'nin programında özelleştirmecilik yazar! Bilmez mi ki, bugüne kadar
tek bir özelleştirmeye karşı çıkmamıştır? DİSK bilmez mi ki, CHP, IMF ve
dayatmalarına hiçbir itirazda bulunmamaktadır. IMF asgari ücreti bile
belirlerken, CHP'den ses çıkmamıştır. Şimdi seçim zamanı sallamalarıyla
bugün-yarın PETKİM özelleştirilmesine iki laf etse ne anlamı olacaktır?
İşçilere meydan okuyan tek başına AKP değildir; CHP ile el ele birlikte
meydan okumaktadırlar. Ve işçi örgütü DİSK de CHP demektedir! Celladını
seven idam mahkumu gibi... Kurtarmak için eklemektedir; 'bağımsız sol
adayları da destekleyecektir.. Peki, hem CHP'yi hem bağımsızları
desteklemek nasıl olacaktır? CHP her yerde bağımsız bin umut adaylarına
saldırmaktadır. İkisini birden destekleme tutumu 'zevahiri kurtarma'nın
ötesinde, samimi olabilir mi?
Üstelik CHP sadece işçilere
değil, bütün halka meydan okumaktadır. Tek bir talebini sahiplenmeden
'oy deposu' saydığı Alevilere, yüzlerine gülerek meydan okumaktadır.
Kürtlere tam cepheden, silah göstererek, savaş diyerek meydan
okumaktadır. Irak'a savaş açılmasının önde gelen savunucusu, MHP ile
birlikte CHP'dir. Bununla, sadece Kürtlerin değil tüm Türkiye halkının
başına çorap örmektedir. Halkın evlatlarını savaşa sürmenin sorumluluğu
ve Türkiye'nin böyle bir savaşla Amerika'nın elinde oyuncak olmasının
baş müsebbibi CHP olacaktır. Sözde 'ulusallık' ve 'bağımsızlık' diyen
CHP! Hangi ulusal çıkar, girilecek Irak bataklığında, Irak'tan
başlayarak İran ve ardından kim bilir nerede Amerikan askeri olmayı
gerektirir? ABD'ye rağmen Irak'a 'sınır ötesi harekat'a inanacak tek
kişi bulunamaz. Böyle bir harekat, ancak ABD ile uyum içinde mümkündür.
Ama bunun anlamı Amerikan stratejik çıkarlarına bağlanmaktan başka şey
olamaz. 'Ulusallık'mış! Sadece Kürt düşmanlığıdır; Kürde meydan
okumadır. CHP savaş derken, Abdullah Gül Sarıkamış hatırlatması yapmaktadır. ABD, kendi askeri olunmadan Irak'a bir harekata 'yeşil ışık' yakmadığından, Gül 'frene basmakta'dır. Gül Amerikan işbirliğinde en ileri gidendir; ama Sarıkamış örneği de doğrudur. Alman yanlısı maceraperest Enver Paşa Allahüekber dağlarında 90 bin askeri kırdırmıştır. 'Yurtta sulh, cihanda sulh' şiarı en çok da buradan çıkmıştır. Ama CHP Atatürkçüyüm derken onun politikalarının hiçbirini benimsememektedir. Sulh (barış) yerine harp (savaş) yanlısıdır. İşçi ve halk yanlısı tutum CHP'cilik olamaz, desteklenmesi gereken bağımsızlardır.
|
GAZETEVATAN / NECATİ DOĞRU 07.07.2007 Pırlanta Petkim’i kirli paraya sattılar!
|
BUGÜN / PERİHAN ÇAKIROĞLU
07.07.2007
Petkim ihalesi, bir kez daha
gösterdi ki, küreselleşmenin cilvelerini biz Türkler çok iyi
hesaplayamıyoruz. Hepimizin katkılarıyla yaratılan Petkim'i, çok paraya
satmak adına ihaleye katılan firmaları araştırma gereği bile duymuyoruz.
Aylardır Petkim ihalesi
konuşuluyor, yetki belgeleri veriliyor ancak Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı, "Acaba karşımıza kimler çıkıyor?" diye muhataplarını
incelemeye gerek duymuyor.
Şimdi işler iyice karıştı.
İhaleyi 2 milyar 50 milyon dolarlık teklifiyle kazanan TransCentral Asia
Petrochemicals Ortak Girişim Grubu'nun üyelerinin arkasında kimler var?
Görünüşte Kazaklar hakim. Ancak, sis perdesini aralayınca finansal ortak
Troika Bank'ın sahibi Ruben Vartanyan'ın Ermeni diyasporasının önemli
bir temsilcisi olduğu öğreniliyor. Yine grubun ortaklarından Eurosia'nın
arkasında Kazak zengini Mashkevich'in adı dolaşıyor. 1 milyar dolarlik
kişisel servetiyle Forbes zengini olan Mashkevich'in aynı zamanda
Avrasya Yahudiler Konfederasyonu Başkanı olduğu iddia ediliyor. İhalede
gazetecilere kartvizit bile vermeyen konsorsiyum üyeleri, dün bol bol
açıklamalar yaptılar. Kafalar iyice karıştı. "Kim doğruyu söylüyor?"
sorusu gündeme hakim oldu. Bütün bunlar olurken, ihaleye 2 milyar 40
milyon dolarla en yüksek ikinci teklifi veren Socar& Turcas - Injaz
Konsorsiyumu, kendisini beklemeye aldı. Neden olmasın! PETKİM'İ ALIRIZ, MECBURUZ
Birinciyi iyi araştırmadık. Bari ikinciye fokus olalım. Konsorsiyumda Azeri Devlet Petrol Şirketi Socar, Kazak Devlet Petrol Şirketi Kazmunaygaz, Türk firması Turcas ve S. Arabistan'ın bizim Koç ve Sabancı Grubu gibi iki büyük firmasının ortaklığıyla kurulan özel şirket Injaz var. Turcas Başkanı Erdal Aksoy, konsorsiyumun tamamen özenle ve bölgesel güç olma hedefiyle seçildiğini söylüyor. Aksoy, hedef planlarını anlatırken öncelikle ihalenin iptal edilmesi durumunda "Biz Petkim'i almaya hazırız. Hatta buna mecburuz" diyor.
Ona "Neden almaya mecbursunuz?" diye soruyorum. Cevabı şöyle oluyor: "Size anlatmıştım. Kazanan konsorsiyum öyle iddialı ve hırsı davrandı ki, 2 milyar dolarlık limitimizi aştık ama üstüne 40 milyon dolar verip, daha çıkamadık. Petkim, planımızın önemli bir parçası. Onunla Batı Anadolu ve Avrupa'ya hitap edeceğiz. Ceyhan'da 4 - 5 milyar dolarlık harcamayla kuracağımız rafineri ve petrokimya tesisiyle de Gaziantep - Adana bölgelerini kapsama alanına alacağız. Çünkü, bu bölgede başta İsrailli olmak üzere Ortadoğulu firmaların hakimiyeti var. Bu pazara biz girmek istiyoruz."
TURCAS, DEVLERİ BİRLEŞTİRDİ Erdal Aksoy'a konsorsiyumu nasıl kurduklarını da sordum tabii ki. "Çok araştırıp, çok özenle seçtik. Şahdeniz petrolü için Azeri Devlet Şirketi Socar, Kazak petrolleri için Kazak Devlet Şirketi Kazmunaygaz ve Ortadoğu petrolleri için de S. Arabistan'lı Injaz ve bir de Turcas yani biz Türkler varız. Turcas, adeta koordinasyon görevi yapıyor. S. Arabistan'ın yegane özel petrol şirketi. Tıpkı Koç'la Sabancı gibi iki şirket, bir araya gelmiş ve Injaz'ı kurmuş. Turcas'ı ise herkes biliyor. Yüzde 38'i halka açık, geri kalanı da bizlerin. Bu iş ortaklığını yaratmak için iki yıl çalıştık. Son 6 aydır ise gece gündüz uyumadık. Ancak, çok az bir farkla ihaleyi alamadık." Aksoy'a, birinci gelen grup üyelerini tanıyıp tanımadığını da soruyorum. "Gerçekten tanımıyoruz. İhalede tanıştık" diyor. İhaleyi 10 milyon dolarla kaçıran ikincinin öyküsü böyle. Şimdi Aksoy, Petkim'i gözeleyen adam durumunda. Kolay gelsin!..
|
ORTADOĞU / TAYLAN SORGUN 07.07.2007
Ermeni Diasporası Petkim Ve Kaosa Doğru...
Üst üste iki gündem: 1- Anayasa Mahkemesi'nin vediği karara göre Ekim ayında Cumhurbaşkanı'nın seçimi ile ilgili düzenleme referanduma görülecektir. 2- PETKİM gibi stratejik dev bir kuruluş seçim öncesi bir yabancı şirkete satılmıştır. Şirketin yönetim kurulu başkanı "Ermeni diasporası"nın önde gelen ve etkin isimlerinden Ermeni asıllı Ruben Vardanian'dır. Ruben Vardanian "Organizasyon"un yüksek çatısının altındaki istasyonlardan birisidir.
Vehamet geliyorum demez...
Vehamet geliyorum demez.
Gelir. İşte sie iki vehamet bir arada. Seçip seçip alınız.
Cumhurbaşkanı'nı "Halk seçsin" halkın kulağına hoş gelecek bir sedadır.
Ama acaba millete bunun sonrası tam anlatılmış mıdır? Cumhurbaşkanı'nı
halkın seçmesi "Başkanlık sistemine" geçiştir. Her ülkenin kendisine
göre bir yönetim sistemi vardır. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunda
"Parlamenterler sistemi" tercih etmiştir ki bu doğru bir tercih
olmuştur.
O arada Vardanian...
İkisi üst üstedir. Türkiye'nin
iktisadi hayat damarlarından birisi olan PETKİM arkasında Arap
Şeyhlerine kadar uzanan sermayesi olan Ermeni Diasporası'nın etkin ismi
Ruben Vardanian'ın yönetim kurulu başkanı olduğu şirkete
satılıvermiştir. Tam da seçimlere çeyrek kala. Türkiye'den toprak
talebinde bulunan Ermenistan, Vardanian eli ile bir arzusuna kavuşmuş
olmaktadır. Vardanian herhangi bir isim değildir. Ermeni Diasporası'nın
oyuncularının başında gelmektedir.
"Seçilmiş Padişah..."
Cumhurbaşkanı'nın halk seçsin.
Halkın kulağına hoş gelen bir sestir ama ya sonu ne olacaktır? Sonu
şudur: Başkanlık sistemine geçiş. 1- Ya seçilmiş Padişah 2- Ya da milli
Fransız düşünürü Douverger'in siyasi rejimler kitabında anlattığı gibi
"seçilmiş kral" Hele hele öyle bir isim seçile bilir ki tam bir
"otoriter diktatoryal kafa" peki bu Mahzurları millet bilmekte midir?
Hayır. Millete anlatılmamıştır anlatılmamaktadır da. Çünkü AKP'nin
ardında ki destek buna mânidir.
O arada limanlar...
Türkiye'nin hayat
damarlarından birisi olan stratejik nitelikte ki PETKİN "satılıverilmiştir"
kime Ermeni Diyazporası'nın önde gelen isimlerden Varnanian'a. Peki
Mersin Limanı kime satılmıştır? Yabancı şirket ortaklıklarına. Peki
Mersin Limanı'nın özelliği nedir? Akdeniz'in stratejik Limanı olması.
Türkiye'nin hayat damarlarlarından bir başkası. Şimdi sırada hangi liman
vardır? İzmir limanı. Onun da satışı hazırdır. Şimdi bunlara
"özelleştirme denilmektedir" ya boşverin. "Özelleştirme" satışın üzerine
örtülmüş bir şaldır. Uygulama bal gibi satıştır.
Barzani ve Vardanian...
Şimdi dikkat: Mersin Limanı'nı
Devralan yabancı şirket ortaklarından birisinin hisselerinin bir
bölümünü "borsa morsa" yolu ile Barzani'nin eline geçmediğini kim temin
edebilecektir? Barzani'nin odasında ki haritada ne vardır? Mersin'den
başlayan içerilere kadar uzanan bir hat peki bu hat ABD ordu Vergisi'nde
de yok mudur? Vardır. Peki Vardanian Ermeni Diyazporası'nın önde gelen
ismi değil midir? Öyledir.Peki Ermeni Diyazporası ne demektir? Maskara
soykırım iddiası peşindedir. Arkasından tazminat, Onun arkasından toprak
talebi.
Alın Haritaya Bakın...
Peki şimdi ABD ordu vergisi'nde çıkan haritada ne vardır? Ermenistan'a Barzani babalarını tapılı malıymış gibi Türkiye'nin bir coğrafi bölgesi'ni geri vermek vardır. Tabii buna güçleri yeter mi? Yetmez. Türkiye bunları perişan edecek güçtedir. Bunlara Dünya'yı zindan edecek bir "muhteşem ordusu" da vardır. Bunu bilmezler mi bilirler. O zaman çağre nedir? Şeytanca oyunlar.
Paralar Diasporaya Ermeni asıllı Vardanian, Ermeni Diasporası'nın önde gelen ve düzenleyici isimlerinden değil midir? Öyledir. Peki Şimdi Türkiye'nin yani milletin hazinesine akmakta olan milyar dolarlar kime gidecektir. Ermeni Diasporası'nın önde gelen ismi Vardanian'ın kasasına Türkiye'nin hayat damarlarından birisi olan PETKİM macerası budur.
Geliniz Sisteme...
Halka hoş görünmek için herşey
demek mümkündür. Ama işin doğrusu millete halka doğruları anlatmaktadır.
Referandum da geçerse Cumhurbaşkanı seçim sistemi değişecektir.
Başkanlık sistemine geçilmiş olacaktır. Peki o zaman ne olacaktır?
Seçilmiş bir padişah. Peki acaba Türkiye'nin Başkanlık sistemine
geçmesini Washington da neden istemektedir? Çünkü o zaman "Başkandan
başkana" pazıl taşı oyunu yerini bulacaktır.
Ermeni ilerlemesi...
Türkiye'nin uyduruk soykırım
iddialarını kabul etmesini isteyen Ermenistan "Akdamar" kilisesi'nin
onarılmasından mutluluk duymuştur. Eski eserdir tamamdır da. Ama o işin
bir de siyasi yönü vardır. Ermenistan Akdamar'ın tarihsel mirası olduğu
iddiasındadır. Şimdi yine dikkat: AKP Hükümeti'nin önemlinin de ötesinde
hata ile çıkardığı "azınlık vakıflarının toprak satın almalarını önünü
açan kanun" önümüzdeki zamanda seçimlerden sonra bakın neleri
getirecektir? Ermenistan Akdamar'dan toprak satın almak isteyecektir.
Çünkü oradaki kilise ona bir gerekçe olarak ortaya çıkarılacaktır.
Nereye gidiyoruz...?
Şu haftanın özetine bakınız.
Ve sorunuz: Nereye gidiyoruz? Nerelere doğru gidildiği görülmektedir.
İktisadi bir kuşatma, siyasi bir kuşatma ve ardından rejim değişikliği
adımları. AKP Hükümeti'nin getirdiği tarihsel hatalı siyasetlere bir de
bunları ekleyiniz. Vahametlerin dik âlası önünüze çıkacaktır. Neresinden
bakarsanız bakın "bu gidiş pek de öyle hayra alamet değildir."
Muhalefet ve meydanlar...
Şimdi şu soru vardır:
Muhalefet böyle özelleştirmeleri kabul etmekte midir, etmemekte midir.
İki soru vardır: 1- Biz böyle stratejik kuruluşların, limanların
özelleştirilmesini kabul etmiyoruz mu denilecektir, 2- Yoksa ucuza
satıldı mı denilecektir. Ben bu satırları yazarken aldığım okur
mesajları bana bu soruları sordurmaktadır. Ben bu mesajı iletiyorum.
Ve DTP AKP birliği...
Ve tam bu sırada bu iki
gelişme yanında haftanın özetine bir de DTP Genel Başkanlığı'ndan
ayrılarak Mardin'den bağımsız aday olan Ahmet Türk'ün açıklaması
oturuvermiştir. Türk, 25 milletvekili ile TBMM'ye gireceklerini söylemiş
ve ilave etmiştir: "AKP Hükümeti'ne dışarıdan destek veririz". Peki biz
burada aylardır ne demekteyiz? DTP'nin AKP ile koalisyonundan söz
etmekteydik. İşte şimdiki açıklama budur.
Ayrıştırıcı laflar...
Türk, başka ne demektedir?
"...AKP Hükümetine dışarıdan destek veririz" demektedir ve ilave
etmektedir: "...Önemli olan Kürtleri tatmin edecek politikaların ortaya
çıkması..." İşte size tam bir ayrıştırıcı açıklama.
İşte size tablo... İşte size haftanın özeti. Kim bu işlerin içinden nasıl çıkacaktır. AKP iktidarının getirdiği tablo budur. Bir taraftan rejim değişiklikleri, öteki taraftan Türkiye'nin iktisaden kuşatılması. Diğer taraftan da terörün azdırılması. Şimdi şuraya not ediniz: Eğer AKP istediği neticeyi elde ederse kısa bir süre içinde "eve dönüş meve dönüş" şalı altında teröre af, iktisaden daha çok yabancılaşma, rejim değişikliği, çok milletli Anayasa esası gündeme oturacaktır. O itibarla tarihi bir sorumluluk "herkese" düşmektedir. Bunun lamı cimi yoktur.
|
HÜRRİYET / Yalçın BAYER 07.07.2007 Nehirlerimiz de ’satılıyor’...
|
REFERANS / YİĞİT BULUT 07.07.2007
Petkim için '4 milyar' dedik, inandıramadık!
Değerli yatırımcılar, 26 Haziran tarihinde bu köşede Petkim ile ilgili detaylı bir analizi sizlere aktarmış ve sonuç bölümünde “alıcının en az 2 milyar doları ödemeyi göze alması gerekir” tezini aktarmıştım. Gerçekleşen Petkim ihalesi sonrası, alıcının kimliği ile ilgili detayları ve çekincelerimi saklı tutarak, bu yazıdan bazı bölümleri yeniden sizlere aktarmak istiyorum.
İşte 26 Haziran’da paylaştığımız analizin detayları:
İMKB yüzde 20-25 geride
Değerli dostlar, “Petkim
ihalesinde oluşması gereken taban fiyat bugün piyasada işlem gördüğü
değerin en az iki katı olmalıdır” tezini ortaya atmak ve sorular
eşliğinde detaylandırmak istiyorum.
Soru 1: Türk sermaye
piyasaları bugün dünyada son dönemde oluşan hareketi yansıtıyor mu? Uzun
süreden beri bu köşede “2006 Mart başından beri dünya genelinden koptuk,
onlar gitti biz baktık" söylemini matematik ispatı ile aktarmaya
çalışıyorum. Bu yazıyı yazdığım saate kadar okuduğum bütün gazetelerde
Ali Babacan’ın da aynı tip sözlerine (ilk defa) rastladım. İşte
Babacan’ın cümleleri: Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan, nisan
ayından bu yana gelişmekte olan ülkelerin borsalarının ortalama yüzde 10
arttığını, Türkiye’de ise yüzde 2 gerilediğini kaydederek, "12 puanlık
makasımız açılmış durumda. Bu, 'acaba' soru işaretinin Türkiye’ye
getirdiği maliyet. Bir şey olmuyor derken, dışarıda işler çok iyi gitti,
bu dönemde."
Gördüğünüz gibi hükümetin
bakanı bile net olarak ortaya koyuyor, dünya genelindeki hareketten çok
geri kaldık. Babacan’a göre Nisan 2007’den beri yüzde 12 geride kaldık,
bana göre Mart 2006’dan beri yüzde 20-25.
Soru 2: Dünya genelindeki
harekete uyum sağlayamadık ise, Petkim ile bunun ilgisi ne? Çok açık,
bugün “Petkim’in piyasa değeri iyi” diyenlerin tezi gerçekçi değil.
Dünya genelinde geride kalmış bir genel piyasa yapısı içinde şirketin
değeri iyi olamaz.
Soru 3: Şirket piyasaya göre
primli olamaz mı? Şirketin değeri “ederinde hatta üstünde” diyenler
acaba şirketin dolar bazındaki hisse grafiğine hiç baktılar mı? İşte
görünen.
Dolar bazında 2000 yılı
değerine ve hemen sonra bugün işlem gördüğü değere bakın ve sonra lütfen
şu soruya cevap arayın: 2000 yılından bugüne Türkiye’de neler oldu?
Neler hangi fiyatla satıldı? Dünya genelinde neler oldu? Finansal
trendler nasıl değişti?. Bu sorulara cevap arayalım ve sonra elimizi vicdanımıza koyup sonuca gidelim, ne dersiniz Petkim’in fiyatı iyi mi?
Tüpraş 2000 zirvesini geçti
Soru 4: Tüpraş ile Petkim’i
2000 yılı hisse değerlerine göre nasıl karşılaştırabiliriz? Tüpraş’ta
ihale öncesi piyasada satıldığı fiyata göre oldukça düşük bir değerden
işlem görüyordu, fiyat oldukça yüksek çıktı, sonrasında hisse değeri bu
fiyata gelmedi ama 2000 yılı zirvesini geçti, bu dinamik nasıl
sorgulanabilir? Tüpraş’ın dolar bazındaki grafiğini de aktarayım.
Grafik üzerinde net olarak
görüldüğü gibi, ihale sonrası fiyat “kontrol hissesini satın alan”
seviyesine gelmiyor fakat 2000 yılı dolar bazındaki zirveyi geçiyor. Bu
grafik sonrası lütfen bir kez daha Petkim’in dolar bazındaki yukarıdaki
grafiğine bakın ve şu soruya cevap arayın. Genelden özele saydığımız
bütün şartlar dahilinde sizce bugün görülen ve iyi olduğu hatta yüksek
olduğu iddia edilen değer doğru olabilir mi?
Sonuç 1: Bana göre ihale
bedeli 3 milyar taban ile oluşmaya başlamalı ve özellikle Tüpraş’la
arasındaki rasyoyu da dikkate alırsak, sonuçta bu şirketi kontrol etmek
isteyen en az 2 milyar dolar bir bedele hazır olmalı
Sonuç 2: Madem iddia edildiği
gibi işler iyi, umarım “fiyatı bu iyi havadan etkilenerek, bu şekilde
tahmin etmemize de” bazıları bozulmazlar.
Piyasa değeri yol göstermez
Sonuç 3: Bu şirketler halkın
malı ve ille de satılacaksa (bence satılmamalı) ne kadar yüksek fiyat
ile satılırsa bizim için o kadar iyi.
Not: Liman özelleştirmelerinde
oluşan fiyatlara bir bakalım ve sonra gelip 6 rıhtımı, karayolu
bağlantısı ve İzmir’e göre derinlik avantajı olan Petkim Limanı’nı da
aynı dinamikler içinde sorgulayalım.” Değerli dostlar, o gün paylaştığım yazıyı yukarıda aynen aktardım. Yazıda çok net iki iddia var. Birincisi Türk sermaye piyasasının baskı altında olduğu ve dünya ile korele olma yolunda hareket edeceği yönünde ki; son günlerde 50.000’e dayanan esneksi gördük, ikincisi Petkim’in piyasa değerinin “ihale için yol gösterici olamayacağı” şeklinde. Bir not daha iletmem gerekli, bu yazı çıktığında özellikle piyasa değerinin iyi olduğunu düşünüp, daha fazla etmez diyenler tarafından çok eleştirildim. Geldiğimiz noktada onlara sormak istiyorum: Ne kadar edermiş?
|
SABAH / YILMAZ ÖZDİL 07.07.2007 Bir tablo hayal edin... Sanat eseri. Miras... Size ait. Tuvali, Türkiye coğrafyası. Boyası, şehit kanı, alın teri. Her sabah uyanıyorsunuz... Gururla seyrediyorsunuz... Ama birileri, her sabah sizden önce uyanıp, o tablonun başına geçiyor ve orasına burasına, minik minik fırça darbeleri atıyor. Her sabah, bir minik fırça darbesi. Usta işi. Küçük küçük değişiyor tablo. Aniden değil. Milim milim. Alıştıra alıştıra. Yedire yedire. Aradan yıllar geçiyor... Tablo, o tablo olmaktan çıkmış! Komple değişmiş. Ama dedim ya... Kanıksamışsınız. Bakıyorsunuz bakıyorsunuz, o tablo, hâlâ aynı tablo zannediyorsunuz. Peki, fark, nasıl farkedilebilir? "Orijinal"in aslında ne kadar değiştiği, ne hale getirildiği, ilk bakışta "şak diye" nasıl anlaşılabilir? Tek çare var: Kıyas. Tablonun ilk haliyle... Son halini yan yana koymalı. E hadi, koyalım yan yana... Türk Telekom, Arap'ın. Telsim İngiliz'in. Kuşadası Limanı İsrailli'nin. İzmir Limanı Hong Konglu'nun... Araç muayene işi Alman'ın. Başak Sigorta Fransız'ın. Adabank Kuveytli'nin. İETT Garajı Dubaili'nin. Avea Lübnanlı'nın. Petkim? Ermeni'nin. (Kazak'a sattık, dediler. Kazağı bi çıkardık... Ermeni...) N'olacak bu memleketin hali? Rakı, Amerikalı'nın. Finansbank Yunanlı'nın... Oyakbank Hollandalı'nın. Denizbank Belçikalı'nın. Türkiye Finans Kuveytli'nin. TEB Fransız'ın. Cbank İsrailli'nin. MNG Bank Lübnanlı'nın. Alternatif Bank Yunanlı'nın. Dışbank Hollandalı'nın. Şekerbank Kazak'ın. Yapı Kredi'nin yarısı İtalyan'ın. Turkcell'in yarısı Finli'nin Rus'un. Beymen'in yarısı Amerikalı'nın. Enerjisa'nın yarısı Avusturyalı'nın. Garanti'nin yarısı Amerikalı'nın. Eczacıbaşı İlaç, Çek'in. İzocam, Fransız'ın. TGRT Amerikalı'nın. Demirdöküm Alman'ın. Döktaş Fransız'ın. Süper FM Kanadalı'nın. Hepsi Türk'tü. Sadece 4.5 yıl önce. Ya, sattılar. Ya, satışa teşvik ettiler. Ya da, kasıtlı IMF politikalarıyla söke söke satışa mecbur ettiler. Taş üstüne taş koyanı, iyi kötü görmüştük de... Taş üstünde taş bırakmayanı, ben ilk defa görüyorum.
|
EVRENSEL / A. CİHAN SOYLU 08.07.2007 PEKTİM işçileri ve DİSK’in kararı PETKİM’in yüzde 51’lik hissesinin iki milyar elli milyon dolara satılmasını sermaye gazeteleri “rekor fiyat” başlıklarıyla selamladılar ve ihale fiyatının “piyasa değerini üçe katladığını” belirterek bunu büyük bir başarı olarak gösterdiler. Bunu borsanın bu ihale nedeniyle “patlama yaparak 50 bin sınırına dayandığı” haberleri izledi ve Başbakan Erdoğan bunu miting meydanlarından büyük bir övünmeyle hükümetlerinin başarısı olarak duyurdu. PETKİM’in satılmasını (özelleştirilmesini) ülke kaynaklarının emperyalistlere, uluslararası tekellere ve işbirlikçi holdinglere peşkeş çekilmesi ve kendilerinin mücadeleyle kazanılmış ekonomik-sosyal haklarının gaspı olarak değerlendiren PETKİM işçileri ise, üyesi oldukları Petrol-İş’in yönetiminde buna karşı mücadeleyi sürdüreceklerini açıkladılar. İşçiler, daha önce de seçimlere katılan ve bin türlü yalanla yurttaşlardan oy isteyen sermaye partilerine,” özelleştirme politikalarının ne olduğunu açıklama” çağrısı yaparak, tüm partilerin politikalarını bu açıdan irdeleyerek oy kullanacaklarını dile getirmişlerdi. Petrol-İş üyesi PETKİM işçilerinin bu açıklaması, ileri işçinin kapitalistler ve partileriyle işçiler arasındaki çıkar çatışmasının sermaye partileri ve onların bugün hükümet olarak işbaşında olanının politikalarını belirlediğini; işçilerin bu partilerin politikalarını kendi hakları, çıkar ve talepleri bakımından değerlendirerek tutum almaları gerektiği gibi bir uyarıyı da içeriyordu. Bu uyarı ve çağrı, sınıfının çıkarları üzerine sorumluluk taşıyan ileri işçinin tutumunu ifade ediyordu. Çeşitli işkollarında direniş halindeki işçi kesimlerinin AKP Hükümeti’nin işçi düşmanı politikalarına dikkat çektiği ve seçimlere katılan diğer sermaye partilerinin de hükümet partisinden farklı içerikte politikalara esasen sahip olmadıklarına işaret ederek bunlara oy verilmemesini istedikleri günlerde, DİSK yönetimi, “CHP’yi destekleme kararı”nı açıkladı. Bir yanda, özelleştirmeye direnen işçilerin, asgari ücretle açlık sınırı altında yaşamaya mahkum edilmekle kalmayan, hiçbir sosyal hakkı da tanınmayan ve hak ettikleri ücretleri dahi ödenmeyen işçilerin sermaye partilerine karşı mücadele çağrısı vardı. Öte yanda kendilerine bir de “devrimci” sıfatını uygun gören sendika üst bürokrasisinin şoven ve ırkçı karakteri son dönemlerde daha da belirgin hale gelen sistem partilerinden birine destek kararı! Bir yanda, bizzat yaşayarak ve sınıf kardeşlerinin yaşadıklarını görerek özelleştirmenin işsizlik, sosyal hak kaybı, çalışma koşullarının kuralsızlaştırılmasından soyutlanarak değerlendirilemeyeceğini ve çalışma ve yaşama koşulları; ekonomik-sosyal haklar bakımından örgütlü mücadeleyle elde ettikleri kazanımlarının bir darbeyle ortadan kaldırılması gibi bir saldırıyla karşı karşıya olduklarını düşünen işçilerin tutumu vardı; öte yanda IMF-Dünya Bankası ve TÜSİAD tarafından dayatılan ve sadece hükümet partisinin değil CHP’nin ve öteki tüm sermaye partilerinin de sürdüreceklerini esas olarak taahhüt ettikleri politika ve programlara destek kararı. Kuşkusuz Türk-İş başta olmak üzere sendika üst bürokrasisinin sermaye partilerine yedeklenen politikası biliniyordu. Hak-İş zaten hükümet partisinin yedeğindeydi. Sendika patronları, burjuvazi yararına bir sınıf politikası sürdürüyorlardı ve işçileri de bu politika doğrultusunda mücadeleden sadece alıkoymuyor, eğitiyor ve kazanmaya çalışıyorlardı. Bunda hayli başarılı oldukları da bir gerçekti. Burjuva sendikacılığının hükümetler, devlet ve sermaye partileriyle işbirliği içinde sürdürdükleri bu politikanın sonuçlarından biri de sendikal örgütlerin güç kaybının “doğal bir durum” sayılmasıydı vb. Ancak, DİSK yönetiminin ırkçı-şoven bir partiyi, üyesi işçilere “seçenek” olarak göstermesi, ve diğer sendika üst yönetimlerinin de AKP-MHP-DP gibi demokrasi karşıtı, emperyalizm ve işbirlikçi burjuvazi yanlısı şoven milliyetçi partileri desteklemeye devam etmeleri, işçi sınıfının -tüm kesimleriyle- karşı karşıya bulunduğu tehlikeyi daha iyi görmesi için bir uyarı görevi de görebilir. Bunun için toplumun tüm sınıflarının birbirleriyle, tüm partilerle ve devletle ilişkilerinin sergilenmesini de içeren devrimci teşhir ve ajitasyonun seçim ortamından da yararlanılarak yoğunlaştırılması ve yaygınca sürdürülmesi gereklidir. İzmir’de belediye işçilerinin talep ettikleri üzere, fabrika, işletme, sanayi kompleksi, organize sanayi bölgeleri, işçi-emekçi semtleri; kısaca kent ve kır yoksullarının tüm kesimleri içinde gerçeklerin açıklanmasını içeren bir faaliyete ihtiyaç vardır. İşçi sınıfı ve emekçilerin talepleri karşısında sermaye partilerinin ikiyüzlü istismarı ve gerçekte izlediği düşmanca tutumun en geniş kesimler tarafından anlaşılacağına hizmet eden bir çalışma. Seçim çalışmasının en önemli kazanımlarından biri bu olacaktır.
|
MİLLİYET/ MELİH AŞIK 08.07.2007 Türkiye'nin gözbebeği kuruluşu satıyorsunuz... Alıcının kim olduğu belli değil.. Ya da Özelleştirme İdaresi biliyor ama saklıyor... Satışın ardından kuşku verici isimler ortaya çıkıyor... Aralarında diasporanın adamı Ermeni işadamı bile var... Kredi değerlendirme kuruluşu Fitch dün açıklama yapıyor... Petkim'i negatif izlemeye aldığını bildiriyor... Sebebi: - Alıcı tanınmıyor... Satın alma bedelini muhtemelen Petkim'in kasasından ödeyecek... Osmanlı'da Florya Plajı'ndan Terkos Sularına kadar... Akla ne gelirse yabancıların elindeydi. Osmanlı battı. Cumhuriyet bütün kuruluşları devraldı. Borçları ödedi. Sanayi yeniden kurdu. Şimdi yeniden satma sürecindeyiz... Neden? Çünkü IMF öyle istiyor. Memleketi satana koltuk desteği veriyor. Bazıları "Oh ne güzel küreselleşiyoruz" diye seviniyor. Gözümüzü nerede açacağız? Halkın kendi ülkesinde ırgat olduğu, ülkeyi yönetenlerin tamamen yabancı şirketlerin emrine girdiği bir Türkiye'de... Peki daha önce uyanmaya niyetimiz yok mu?
|
CUMHURİYET / MUSTAFA BALBAY 08.07.2007
Aylardır, yıllardır AKP'nin "ne olursa olsun, önce satış" ilkesini dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışıyoruz...
Her şeyden önce "vatan
mevhumundan uzak" bir yaklaşım sergileyen AKP, Türkiye'nin bütün temel
kurumlarını sattı. Sonuç şu:
Toplam borç 200 milyar
dolardan 450 milyar dolara çıktı. Hem eldekileri sat hem borç üret... Bu
da bir marifet!
Önceki büyük satışların
çoğunda tartışmalar ortaya çıktı ama, AKP bu şaibeli durumlardan fazla
yara almadan kurtulmasını bildi. Neden? Çünkü AKP'nin bu satışlarından
beslenen ve bunun sürmesini isteyen kesim, iktidarı çok iyi korudu.
Öyle ki; AKP'nin yüce divanlık
suçlar işlediği dönemlerde bile AKP'den çok muhalefet partilerine
eleştiri götürüldü ve "icraatın engellendiği" öne sürüldü.
Bütün bunların açığa çıkacağı
bir dönem bekliyoruz! Bir söz vardır:
Öksürük, aşk ve para uzun süre
saklanamaz!
Buna siyaset dilinde
yolsuzluğu da eklemek gerekiyor.
Yolsuzluğu, olumsuzluğu bir
yıl saklayabilirsiniz, iki yıl saklayabilirsiniz, hatta bir iktidar
dönemi boyunca saklayabilirsiniz ama, bunu sonsuza dek yapamazsınız.
Bize göre PETKİM ihalesi
AKP'nin 4.5 yıllık icraatının özeti oldu. Belki de AKP'liler şunu söylemek istediler:
"Bizim 4.5 yıl boyunca ne
yaptığımızı, nasıl yaptığımızı uzun uzun anlatacağınıza size bir örnek
verelim. Onu enine boyuna işleyin, yeter!"
Gerçekten laboratuvar örneğini
aratmayacak bir nevale, affedersiniz ihale olayı ile karşı karşıyayız.
İçinde yok yok... PETKİM'i AKP'nin 'şeffaf karanlık' yöntemleriyle satın alan kuruluşun tam adı şu:
TransCentralAsia Petrochemical Holding Ortak Girişim Grubu.
'Öz-üleştirme' İdaresi yetkilileri satış sevincini paylaştıktan sonra sanırız aralarında şu diyalog geçti:
- Evet iyi yaptık da kime
yaptık? "Kime ne yaptık?"
- PETKİM'i diyorum, kime
sattık? "Kime olacak şeye..."
- Neye? "Şeye canım... Hani o bu alanda çalışan ünlü kuruluş..."
- Yahu o ünlü dediğin kuruluşu her yere sorduk, bilen yok... İnternette kaydı yok... Patronu kim, belli değil...
"Her yere sordunuz mu?"
- Evet sorduk... Bilen yok...
Borsa, Hazine, Google, her türlü site... Kimse bilmiyor... "AKP Genel Merkezi'ne sordunuz mu?"
- Hayır... "Onlar bilir, gerisini boşverin..."
Aslında konunun çok da kara mizah kaldıracak yanı yok ama, yukarıda canlandırdığımız diyaloğun da eksiği var, fazlası yok.
İhaleyi alanların, kara para
aklamış olabileceği iddia ediliyor. Bu yüzden ne pahasına olursa olsun,
ihalenin kazanılmasının hedeflendiği söyleniyor.
İhaleyi alanların, Kıbrıs Rum
kesimiyle doğrudan, Ermenistan'la dolaylı, Suudi Arabistan'la parasal,
Kazakistan'la ruhsal, Rusya'yla yaşamsal, ABD ile duygusal bağlarının
olduğu iddia ediliyor. İhaleyi alanların, PETKİM'i bir işletme olarak kullanmaktan çok önündeki limanla ilgilendikleri, limanın biraz büyütülerek Ege Denizi'nde her türlü ticaret açısından çok önemli bir depo işlevi görebileceği söyleniyor.
Yazıyı kaleme aldığımız saatlere dek, son durum şuydu:
İhaleyi alan şirketin bütün
bağlantıları ucundan kıyısından ortaya çıktı... Bir tek Türkiye ile
bağlantısının olup olmadığı anlaşılamadı!
Bu ihale AKP'ye çok yakıştı.
Bundan sonra AKP satışlarının
kod adı belli: PETKİM!
|
GAZETEVATAN / NECATİ DOĞRU 08.07.2007
|
CUMHURİYET / ORHAN BURSALI 08.07.2007
Kısa olsa bile tatil hoş bir olay!.. Büyükada'da konaklamadan önce, beş on yıldır hiç uğramadığım Bodrum yollarına düşelim dedik arabayla... Bandırma'ya feribotla, oradan ver elini Kuşadası; derken Efes antik tiyatrosunun atmosferinde İngiliz Kraliyet Senfoni Orkestrası'ndan Adnan Saygun konseri; Selçuk'ta kısa bir tur ile çöp şiş ve çarşıdan unuttuğumuz lezzette çilekler; Bafa Gölü kıyısında balık; nihayet gecenin bir saatinde Bodrum ve Turgutreis...
Turgutreis'e 10 yıldır
uğramamışım; köy gitmiş kent gelmiş! Yeni marina şüphesiz ki değer
katmış... İnsanlar denizde, akşamları sahil cıvıl cıvıl. İtalyan,
İspanyol veya Fransız tatil sahillerine taş çıkartan bir manzara!
Gümüşlük... Sihirli bir doğa
parçası, insanları kendine çeken... Fakat bütün sahil akşamları 1 km.
uzunluğunda dünyanın en pahalı balık lokantaları zincirine dönüşüyor...
Kıt, değerli ve zorlukla kazanılmış paraların, özellikle balık ve diğer
önemli yiyecek seçimlerinde, pazarlık yapmadan asla harcanmaması
gerektiğini öğreniyorsunuz...
Dünya güzeli yarımadada yazlık
evler dağların ve tepelerin doruklarına doğru yol almış. Bir yandan
yamaçlarda sayısı az ama pahalı lüks yazlıklar inşası hız kazanmış, öte
yandan, örneğin Gümüşlük'e giderken Kadıkalesi ve civarı, Gümüşlük
koyuna bakan çıplak yamaçlar kutu kutu, binlerce fabrikasyon beyaz
yazlıklarla kaplanmış. Ama, koylara, yamaçlara girip çıkıyoruz; onlarca, yüzlerce satılık ev görüyoruz! Kullanılmayanlar ve terk edilenler!
Birçok tanıdığımızın Bodrum
koylarında evleri var. Fakat pek çoğu yılda bir ay bile kullanılmıyor!
Bodrum veya tatil yerlerinde "kullanılmayan veya en az kullanılan ev
sahipliği rekoru" dünyada bizlerde olabilir! Bu neden böyle?
Özellikle kolay kazanılmış
paraların öncelikle bir veya birkaç tatil evine aktığını kabul
etmeliyiz. Okumuş orta sınıfımız da, kazandığı parayı öncelikle bir
tatil evine dönüştürmede epey deneyim sahibi.
Türkiye'nin ekonomik
koşulları, insanlara orta ve uzun vadeli, doğrudan piyasaya yatırıma
yönlendirmede uygun fırsatlar mı yaratmıyor?
Evet, emlake yatırım, bu
bakımdan cazibesini kaybetmedi!
Ekonomik koşullar, yıllar
süren yüksek enflasyon ve yüksek faiz, "parayı koruma" düşüncesini
güçlendirdi. Bir ev sahibi olmak iki ev sahipliğine, iki ev sahipliği üç
ev sahipliğine yönlendirdi!
Ekonomik koşullar "girişimci
ruh" değil, " korumacı ruh" yarattı! Bunun sadece ekonomik koşullarla
değil tabii, eğitim ve yetişmeyle de yakın ilişkisi var!..
Emekli olunca tatil yerlerine
yerleşmek düşüncesi iyi de, bu düşünceyle hareket eden ve yazlığa
yerleşenlerin oranı ne?
Buna karşılık, bir zamanların
namı kötü devremülk sisteminin, tatil için ucuz ve iyi bir çözüm olma
niteliğini koruması gerektiğini düşündük. Bazı tanıdıklar, kullanılmayan
devre mülkleri, devremülk yıllık aidat fiyatına kiralıyor. Kadıkalesi
gibi bazı bölgelerde yeni, yabancılara da yönelik, lüks ve başarılı
devremülkler kurulmuş... Kısa tatil sonrası merhaba yazısı bu. Hava sıcak, iklim enerji yutucu....
Ama siyaset sert ve ahlaksız!
Hele ebedi Cumhurbaşkanı adayı
Gül 'ün erkeklik meydan okumaları, Marksistlere ve solculara karşı
verdiği büyük mücadelelerin öyküsü ile Türklük ve milliyetçilik yönünü
vurgulaması... Burada daha önce değindiğimiz, seçimlere doğru AKP'nin
milliyetçiliğe yöneleceği savının, tek devlet, tek millet, tek bayrak
sloganlarıyla giderek güncellik kazanması... Ve Petkim... Ve, seçimlere aslında Türkiye için bir gelecek güvence ve projesinin yokluğunun damga vurması...
Ve AKP'yi yüzde 40'larda
gösteren ahlaksız kamuoyu yoklamaları sahtekârlıkları...
AKP ve bağımsız adaylara oy
vermeyecek seçmenleri faşist kamp olarak ilan eden, bazı "entelektüel
akıl" ların yerlerde sürünmesi...
Türkiye gerçekten zıvanadan
çıkmış, zırvalıkların ilginç görüş olarak revaç bulduğu, her yönden
kirlenmiş düşüncelerin durmadan yetiştiği toprakların ülkesi...
Kimileri soruyor: Seçim
atmosferine neden giremiyoruz?
Kimse farkında değil: seçim
atmosferi, Tandoğan, Çağlayan, İzmir, Manisa ve Samsun'da demokrasi ve
Türkiye mitingleriyle sona erdi! Halk oralarda seçim doruklarını yaşadı,
kararını açıkladı ve şimdi 22 Temmuz'u bekliyor... Farkında değil misiniz?
|
MİLLİYET/ SERPİL YILMAZ 08.07.2007
İhaleden önce Nazarbayev, Tamince ile tatil yaptı
Petkim'in yüzde 51'in 2 milyar 50 milyon dolara satılması, hem rakamın büyüklüğü hem de alıcılarının enerji ve kimya piyasasının "kontrol" elemanları olması nedeniyle dikkat çekiyor.
|
REFERANS / SERVET YILDIRIM
08.07.2007
Yirmi yıllık özelleştirme tarihimizde neler gördük neler. İptal edilen ihaleler, ihaleyi kazanıp da parayı ödeyemeyenler, teklif gelmeyen ihaleler. Öte yandan iyi örnekler de var. Çok başarılı halka arzlar ya da blok satışlar da yapıldı bu dönem boyunca. Başarılı bir özelleştirme uygulaması için dört doğrunun biraraya gelmesi gerekiyor. Önce doğru bir zamanlama lazım. Dünya piyasalarının krizde olduğu bir dönemde bir varlığınızı satışa çıkarmışsanız daha baştan ciddi bir yanlış yapmışsınız demektir.
Varsayalım doğru zamanı buldunuz, o zaman özelleştirme için doğru yöntemi bulmalısınız. Halka arz mı yoksa blok satış mı olacağı, eğer blok satışsa ihalenin yöntemi özelleştirmenin başarısı için kritik kararlardır. Ve varsayalım doğru kararı verdiniz. Bitmiyor. İhalede doğru alıcıyı seçmek zorundasınız. En yüksek fiyatı veren her zaman doğru alıcı olmayabilir. Önemli olan itibarlı ve aldığı şirketi yaşatıp, geliştirebilecek ve ona değer katıp, yatırım yapabilecek, istihdam yaratabilecek olan yatırımcıyı bulmaktır. O’dur doğru alıcı.
Doğru alıcı doğru fiyat
Bu noktadan bakıldığında geçmişte yanlış alıcıya sattığımız birçok özelleştirme uygulaması olduğunu görüyoruz. Özelleştirmeye sadece satış olarak bakmamak gerekiyor. Bu noktada doğru alıcı kadar doğru fiyat da önemlidir. En yüksek fiyat her zaman en doğru fiyat olmayabilir. Burada Özelleştirme İdaresi’nin temel kaygısı satışa çıkardığı varlığı en yüksek fiyattan değil, doğru bir alıcıya mümkün olan en yüksek fiyattan satmaktır. Çok astronomik bir fiyattan yanlış bir satıcıya satılan şirketlerin ömrünün uzun olmadığını da yine geçmiş örneklerden hatırlıyabiliyoruz.
Demek ki başarılı bir özelleştirme için doğru zamanlama, doğru yöntem, doğru alıcı ve doğru fiyat gibi dört temel doğrunun biraraya gelmesi gerekiyor. Şimdi soralım: Bu hafta yapılan Petkim ihalesi ideal özelleştirme tanımına uyuyor mu?
Zamanlamadan başlayalım. Seçimlerin üç hafta öncesinde böylesi bir ihaleyi yapmakla İdare önemli bir risk yüklendi ama ben bu aşamaya gelmeden önce İdare yetkililerinin olası alıcılar arasında bir sondaj yaparak teklifler hakkında bir fikir edindiğini düşünüyorum. Doğrusu da budur. Daha önce Tekel özelleştirmesinde olduğu gibi ihaleye çıkıp teklif gelmediğini görerek şaşırmak da vardı, ama böylesi bir sondaj bu tür bir sürprizle karşılaşılmasını engelledi.
Alıcı için
şüpheler var
Satış
yönteminin doğruluğu konusunda benim bir şüphem yok. Ama alıcı konusunda
benim olmasa da kamuoyunun şüphesi, daha doğrusu merakı var. Böylesi bir
ihaleye daha çıkılmadan önce kamuoyunun alıcıların kim oldukları
konusunda detaylı bilgilerinin olması gerekirdi. Burada sorumluluk alıcı
adaylarından çok süreci yöneten ve düzenleyen Özelleştirme İdaresi’ne
düşerdi. Görülen o ki, değil ihale öncesi ihalenin ardından bile bu
bilgiler kamuoyuna sağlanmadı. Ciddi bir hataydı. O nedenle ertesi gün
gazetelerin ekonomi sayfaları daha çok bu noktayı öne çıkardı.
Şimdi soralım:
Gazetelere bu yönüyle giren bir özelleştirme uygulamasına başarılı
denilebilir mi? Medyanın bu tür yaklaşımı siyasi bir kurul olan ve son
onayı verecek makam niteliğini taşıyan Özelleştirme Yüksek Kurulu’nu
etkilemez mi? Alıcıları tanımadığım ya da henüz tam olarak bilmediğim
için onların doğru olup olmadığı konusunda birşey söyleyebilecek
pozisyonda değiliz ama bu haliyle Özelleştirme İdaresi’nin kamuoyunu
bilgilendirme konusunda yavaş davranarak doğru şekilde süreci
yönetmediği kanattindeyim. Ve bu yanlış nedeniyle ÖYK da karar vermekte
zorlanabilir ya da doğru kararı veremeyebilir. Almanya ve ABD gibi ülkelerin son dönemde petrol ya da diğer nedenlerle zenginleşen Çin ve Rusya gibi ülkelerde ortaya çıkan zenginlerin kendi ülkelerindeki şirketleri ele geçirme girişimlerini sıkı bir denetime aldığı bir dönemde bizim gibi daha az korumasız olan bir ülkenin bu kadar rahat davranması doğru değil. Geçen haftaki yazıda dediğim gibi biz denetim ve gözetimi gerektiği gibi yaptığımız sürece yabancıdan korkmamıza gerek yok. Aksine büyüyebilmek ve istihdam yaratabilmek için bizim yabancı sermaye girişine şiddetle ihtiyacımız var.
|
SABAH/ YILMAZ ÖZDİL 08.07.2007 "Rusya coğrafyasıyla iş tutarsan, eşşeği sağlam kazığa bağlamayı unutma..." Böyle demişti bir büyüğüm bana... "Matruşka gibidirler!" Matruşka, malum... İç içe geçmiş bebekler. Ruslar'ın en popüler hediyelik eşyası. Galiba, 1890'larda yaşayan "Matrioska" isimli çok güzel bir kadından almış ismini... Rus Ailesi'ni tasvir ettiğini söyleyen de var. Büyükten küçüğe... 5 veya 7 bebekten oluşur. Açarsın, küçüğü çıkar... Açarsın, daha küçüğü çıkar. Sürprizi sondadır... En küçük ve en içte "gizli" olanı... En çok onu merak edersin, tek tek açarken. Ben de var... Politik Matruşka... En dışında Gorbaçov. Gorbaçov'u açıyorsun, içinden Brejnev çıkıyor. Brejnev'i açıyorsun, Kruşçev... Kruşçev'i açıyorsun, Stalin... Stalin'i açıyorsun, Lenin. Yani, demek ister ki... "Dış görünüşe aldanma..." İçerde ne var, sen ona bak. Hani bizde, "Karaman'ın koyunu, sonra çıkar oyunu" diye bir laf var ya... İşte onun, Rusçası. Bakın şimdi, seçime saatler kala, yangından mal kaçırır gibi Petkim'i sattık, oraların insanına. Kime sattık dediler? Rus kökenli Kazaklara. Bi açtık... Ermeni bankacı çıktı. Onu açtık... Yahudi şirketi çıktı. Onu açtık... Rum şirketi çıktı. Ne etti? İç içe geçmiş, 4 bebek... E Matruşka dediğin, en az 5 bebek. O halde soru şudur: Kimdir , "en iç" te gizlenen? İster misin "iç" imizden biri çıksın...
|
MİLLİYET / CAN DÜNDAR
09.07.2007
Dünyayı anlamaya çalışan bir çocuk "Bana küreselleşmeyi anlat" dese, ona
Petkim ihalesini izletirdim.
Danışman elden ele bir kâğıt gezdirip "isim yoklaması" yapıyor.
Nasıl ki sermayenin milliyeti yoksa, emeğin de yoktur. Neyse ki Live Earth konseri vardı cumartesi günü..
O eski duyarlılığın, notalara yazılıp her kıtada küresel ısınmaya karşı
toplu bir çığlığa dönüşmesine tanıklık ettik. Bunun, 21. yüzyılda eksikliği iyiden iyiye hissedilen bir muhalif siyaseti ateşlemesini umduk.
Bambaşka bir dünya hayalini kuran bir çocuk "Bana küreselleşmeyi anlat"
dese ona, Sydney'den New York'a, Tokyo'dan Londra'ya el veren o
konserleri izletip derdim ki:
|
EVRENSEL / ENVER ŞAT
09.07.2007 Dünyada veya ülkelerde neler olduğunu anlamanın en yalın, en kestirme yolu parayı izlemektir. Kimin ne dediği, kimin neler yaptığına bakacak olursanız “cambaza bak” oyununa gelirsiniz. Çünkü bu “cambaza bak” oyunu, türlü türlü oynanmaktadır. Herkese uygun bir oyun çıkartmakta zorlanılmamaktadır. Tıpkı televizyon programları veya diziler gibi...
Şimdi birtakım temel kurumlar sırasıyla elden çıkartılıyor. Bu duruma tepkiler iki şekilde oluyor. Anamalcı gruplar özelleştirmeye ve dolayısıyla küreselleştirmeye karşı değiller. Onların aralarındaki farklılık, bu tesislerin kimlere ve kaç paraya satıldığıyla ilgilidir. Zaten bu tür yapay muhalefetler de olmasa, bu soyguncuların inandırıcılıkları kalmayacaktır.
Erdemir Oyak’a satılınca; bir
kısım “ulusalcılar”, “Yabancıya gitmedi, ulusal sermayeye gitti” deyip
zil takıp oynamıştı. Bir süre sonra Erdemir’in hisselerinin önemli bir
kısmının Fransızlara gitmesi gündeme geldi. Bu da yetmedi, Oyak Bank
İngilizlere satıldı.
Ne oldu “milli” sermayeye?
“Ulusalcılar” bu duruma ne diyorlar? Oyak Bank’tan paraları çekmek bu
sorunu çözüyor mu?
Herkesin şunu iyi görmesi
gerekiyor: Anamalcılığın geldiği bu noktada hem anamalcılığı savunup,
hem de ulusalcı olunamaz. Ulusal sermaye günümüzde özel sektörün
elindeki sermaye değildir. Özel sektörün en “ulusalcısı” bile küresel
sermayeyle bütünleşmiş durumda. Gerçek anlamda ulusal sermaye, ancak toplumun sahip olduğu sermayedir. Bunun tersini savunanlar, geçmişin verileriyle günümüzü değerlendirenlerdir. Ve bunlar her geçen gün yanıldıklarını Erdemir ve Oyak Bank örneğinde olduğu gibi göreceklerdir. En son PETKİM satışı ise bütün bunların üzerine tüy dikmiştir. Çünkü şu anda PETKİM’i kimin aldığı bile belli değil. Gerçi kim alırsa alsın, en sonunda küresel sermayeye gideceği belli. Ama en önemli gerçek şu ki satılan kurumlar, stratejik bir öneme sahiptir. Ve bütün bu yerli veya yabancıya yapılan satışlar, küresel sermayeye hizmet etmektedir.
Anamalcı sistemin öncesine,
ilk aşamalarına ve bugünümüze baktığımızda, gelecekte neler olacağını da
daha net görebiliriz. Burada gene en geçerli formül, parayı izlemektir.
Para nerede toplanıyorsa, egemenlik de oradadır. Paraya baktığımızda,
dünyada belli merkezlerde toplandığını görüyoruz. Bu durum devam edecek
olursa, bu emperyalist merkezler kaçınılmaz olarak kendi aralarında da
bazılarını eleyecekler. Ve en sonunda bölge değil dünya egemenleri
ortaya çıkacak. Bu aşama, anamalcılığın da en son aşaması olacaktır.
Çünkü eğer bu duruma gelinceye kadar, emekçiler yönetimi ele alıp
toplumcu düzeni egemen kılamamışlarsa, bu aşamada egemenliği mutlaka ele
geçireceklerdir. Gelinen bu evrede emekçi halkları; din, dil, mezhep,
ırk gibi gerici değerlerle bölüp parçalamaları kolay olmayacaktır. Bu
evrede gerek halkların bilinç seviyesi, gerekse teknolojinin geleceği
nokta, anamalcılığın yaşamasına izin vermeyecektir. Anamalcılık da
öncelleri gibi gübreleşecek, yerine sınıfsız ve sınırsız yepyeni bir
dünya kurulacaktır. İnsanoğlu, özgürleşme yolunda çok önemli bir
sıçrayışı daha başarmış olacaktır. Ama macera orada da bitmeyecektir…
Günümüze gelecek olursak, ülke
kaynakları açıkça küresel sermayeye peşkeş çekilmektedir ve bunu
bilmeyen kalmamıştır. Sorun, halkın geleceğinin peşkeş çekildiği
gerçeğine halkı inandırmaktır. Bir tarafta ekonomik varlıkların
satılması, diğer tarafta borçlanarak halkın fazla zorlanmaması, bilinç
seviyesi geri kesimlere her şey yolundaymış izlenimi vermektedir. Bu
nedenledir ki satışçılar içerisinde en önde giden şimdiki hükümet, hâlâ
halkın önemli bir kesiminden destek alabilmektedir. Bu durumun değişmesi
için ülkemizde de paranın izlenmesi yönteminin anlatılması gerekiyor.
Alınan borçlar ve satılan kurumlardan gelen paralar kimlere gidiyor?
Diğer yandan, bu etkinliklerin yükü kimlerin sırtına biniyor?
Bugün yeni doğan bir bebek 5 bin-5 bin 500 dolar borçla doğuyorsa, bütçesine göre dünyanın en borçlu ülkesi isek, bu durumun halk için ne anlama geldiğinin halk tarafından mutlaka bilinmesi gerekmektedir. İşte o zaman durum tam tersine dönecektir!
|
REFERANS / ERTUĞ YAŞAR 09.07.2007
Genel seçimler gündemde olduğu için konu güncel; o nedenle rahatlıkla yazabiliriz. Acaba en son ne zaman Meclis'e bir Yahudi, ya da Ermeni ya da Hıristiyan Türk vatandaşı girmişti?
Yunanistan’da, Bulgaristan’da,
hatta Irak’ta Türk kökenli soydaşlarımıza haksızlık yapılırken ayağa
halkan “aslan demokratlar” şimdi neredeler?
Bu seçimlerde de gözümüzün
önünde bir demokrasi cinayeti işleniyor. Bugüne kadar hiç olmamış bir
uygulama ile, ilk kez seçim pusulasına bağımsız adayların da adı
yazılıyor. Eskiden ise zarfın içine bağımsız adayın basılı pusulasını
koymak yeterli oluyordu. Bu seçimde Kürt kökenli vatandaşların partisi olarak bilinen Demokrat Toplum Partisi (DTP) bağımsız aday çıkarmaya karar verince olanlar oldu. Başka zaman olsa öldür Allah bir araya gelmeyecek partiler bir araya gelip Kürt kökenli vatandaşlarımızın Meclis'e girmesini engellemeye çalışıyorlar. Ama kimse bu durum karşısında sesini bile çıkarmıyor!
Zaten sıkıysa çıkar... Aynı olguyu ekonomide, Petkim ihalesinde de görmüyor muyuz?
İhalenin hemen ardından
spekülasyonlar başladı. Ortada sağlıklı bir bilgi yok; ama dedikodular
var. Yok ihaleyi kazanan şirketin ortaklarından biri Yahudi imiş; bir
diğer Ermeni imiş; içlerinde Rus mafyasından olanlar varmış; Kazak
zenginleri kara paralarını Petkim'de aklayacaklarmış... “Mış
da mış”! Olabilir. Söylenenlerin hepsi olasılıktır.
Ama ilk gün de yazdık, Türkiye
kesinkes bir "Muz Cumhuriyeti" değildir; tersine bir hukuk devletidir.
İngilizler buna “rule of law” diyorlar. Biz hukukun üstünlüğü diye
çeviriyoruz. Türkiye’de, özellikle son yıllarda ne kadar ekonominin
liberal olmasına; politikadan demokrat davranılmasına öykündüysek, işte
o kadar da hukukun üstünlüğünün sağlanmasını canı gönülden diliyoruz.
Eğer Petkim ihalesini kazanan
TransCentralAsian firmasının ortakları içinde abudik gubidik işler
yapanlar varsa; bu türlü işlere karışanlar varsa, bu savlar somut bir
biçimde kanıtlanarak ihale hemen iptal edilmelidir.
Bırakın Petkim'i, bizim
köşedeki bakkalı bile bu türlü karanlık geçmişi olanlara satmamak
gerekir.
Ama yok Petkim'in yeni olası
sahipleri hakkında öne sürülen savlar kanıtlanamıyorsa; bu savlar
kanıtlanamayan dedikodulardan öteye geçmiyorsa; ortada somut deliller
yoksa; o Yahudi, bu Ermeni diye ayrımı bir kenara bırakılıp hukukun
üstünlüğü ve sözleşmeye bağlı kalma ilkesi çalışmalıdır.
Biz Türkler ne yazık ki
sözleşme ile iş yapmayı hiç bilmeyiz. Hep “istimi arkasından gelsin”
mantığı ile işlerimizi yürütür; el sıkışarak ve konuşarak iş bağlarız;
anlaşmalar yaparız. İşler kötü gidince de karşı tarafın bize
imzaladığımız anlaşmanın hükümlerini “seve seve uygulatmasına”(!) çok
bozuluruz. Ama uluslararası işlerde her şey hukuka ve sözleşmelere göre yürür.
Yani, acaba Özelleştirme
İdaresi, TransCentralAsian firmasını ihaleye kabul etmeden doğru dürüst
incelemedi mi? Eğer;
a)İncelediyse ve sakat bazı
yönler gördü ise, neden ihaleye katılmasına izin verdi? Bu durumda
Özelleştirme İdaresi kusurludur.
b) İncelediyse ve kendisine
sunulan belgelerde bir eksiklik yoksa; her şey kitabına uygunsa, biz iki
aklı evvel milliyetçi yazar ve yorumcunun “onlar Ermeni, onlar Yahudi,
onlar Rus mafyası” diye yorum getirmeye bugün artık hakkı yoktur.
İhale öncesinde ihaleye katılacaklar konusunda gaflet uykusunda olan basın kuruluşlarımızın, şimdi “mal bulmuş mahribi gibi” bu konuya atlamasını anlamak ise zaten olanaksızdır.
|
GAZETEVATAN/ GÜNGÖR MENGİ 09.07.2007 Başbakan ABD’nin en korunaklı yeri Pentagon’u bile terörün vurabildiğini söyledi Tam bir huzurun kendi iktidarlarında geleceği umuduna kimsenin kapılmamasını dolaylı olarak anlattı. Partinin ikinci adamı Gül, PKK’nın inini vurmaya kalkışırsak, Osmanlı’nın Sarıkamış’ta 90 bin şehit vermesine benzer bir felâketin yaşanabileceğini ima etti. Ölçülü olmanın işareti değildir bu konuşmalar. Güvenlik güçlerinin ve halkın moralini bozmak, bölücü saldırganların ise ümitlenmesine ve cüretlenmesine sebep olmaktır. Bu iktidar ve önderleri, devlet adamlığı becerisi ve basireti kazanamadı. Sadece satıp savmak; eş, dost, akraba, partidaş takımını zengin etmek için mi devletin başında oturuyorlar? Petkim’i alan ortaklığın içindeki esrarengiz tipler, başarının gölgelenmesine sebep oldu. İhaleden önce niye bu araştırmalar yapılmadı? Sorumlular hesap vermeli. Anadolu’da kız isteyen adama bile “Sen kimlerdensin?” diye soyunu sopunu sorarlar. Bu ölçüde maddecilik, sömürdükleri dindar görüntüye çok ters düşmüyor mu!
|
CUMHURİYET / İBRAHİM YILDIZ 09.07.2007 Bir süre önce Cumhuriyet 'in gündeme getirdiği "Türkiye'yi bölen harita" bir kez daha ortaya çıktı. Yunanistan'ın başkenti Atina'da, Yunan Genelkurmay Başkanlığı tarafından düzenlenen kriz yönetim seminerinde aynı harita yine masaya yatırıldı. Atina Askeri Ataşemiz Albay Atilla Şirin tepki göstererek toplantıyı terk etti. Olayı gündeme taşıyan gazetemiz Cumhuriyet oldu. Haberimizin ardından Dışişleri Bakanlığı yetkilileri Yunanistan Dışişleri nezdinde girişimde bulundu. Türkiye'yi bölünmüş olarak gösteren harita haberi, çok satışlı gazetelerin sayfalarında yer bulmadı. Seçimlere 2 hafta kala AKP hükümeti Petkim'i sattı. Bu son dakika satışı, başta Petrol-İş olmak üzere sivil toplum örgütleri ve muhalefet partileri tarafından tepki gördü. Petkim ihalesinde her gün yeni bir bulgu çıkması kuşkuları da artırdı. Petkim'i alacak olan TransCentralAsia Ortak Girişim Grubu'nda Ermeni lobi faaliyetlerini sürdüren Ruben Vardanian 'ın şirketi dışında, Rum, Yahudi, Rus ve ABD'lilerin olması karışık hatta karanlık ilişkileri de gündeme getirdi. Petkim satışında göz ardı edilen ortaklar, Ankara'da yapılan "teröre karşı sessiz buluşma" da olduğu gibi medyada da yer almadı. Cumhuriyet , olayların perde arkasını okurlarına aktarırken objektif haberciliğin de önderi olmayı yineledi... "Tehlikenin farkında mısınız?" sloganı ile başlayan Cumhuriyet reklamları bir iki televizyon kanalı dışında yayımlanmadı. TV yetkilileri RTÜK baskısından, aldıkları uyarılardan çekinmişlerdi. Yine, birkaç gündür gazetemizde gördüğünüz reklamlar da televizyonlarda yayımlanmıyor Kanaltürk ile ART dışındaki TV yöneticileri, hukuki bir engel olmamasına rağmen reklamlarımızı yayımlayamayacaklarını bildirdiler. Tekelleşen ve hükümet kontrolüne giren medyanın durumu basın özgürlüğü açısından bakıldığında içler acısı.. Hangi demokratik ülkede, Türkiye benzeri bir medya söz konusu... İyi haftalar...
|
EVRENSEL / İHSAN ÇARALAN 09.07.2007
Milliyetçi özelleştirmecilerin hezeyanı
Hükümet, seçim telaşı,
işçilerin karşı eylemi, sendikaların baskısı, “seçim zamanı bunu
yaparsam oy kaybederim”e takılmadan, yerli ve yabancı büyük sermayeye ve
IMF-TÜSİAD programına her şart altında sadakat göstereceğini
kanıtlarcasına, büyük bir gözü karalıkla PETKİM’in yüzde 51 çoğunluk
hissesini Kazak-Rus ortaklığı olan TransCentralAsia’ya sattı. Bu satış,
piyasalar tarafından ve patron camiası tarafından sevinçle karşılandı.
Borsa “50 bin”e vurarak kepini havaya attı.
Ama gel gör ki pek çok başka
yerli özelleştirme patronu gibi, bunların da sermayelerin kaynağı
karanlıktı. ‘90’lı yıllarda özelleştirmenin yıldızları Hayyam Garipoğlu,
Uzanlar, Evciller gibi PETKİM’i alanların da milyar dolarla anılan
servetlerini nereden elde ettikleri görünmüyordu. Bu firmanın
ortaklarından eski Kazakistan Enerji Bakanı da bizde enerji bakanlığı
yapmış her zatın Yüce Divan’da yargılanıyor olması gibi, yargılanmış ve
cezalandırılmıştı!
Milliyetçi odaklar ve medya;
özelleştirmenin “ulusalcı” savunucuları, özelleştirmeye değil ama pek
hoşlarına giden böyle milliyetçi yanı öne çıkararak ihalenin
“araştırılmadan yapılmasına” karşı çıkıyorlar. “Efendim Rus denilen
ortak aslında Ermeniymiş; Ermeni Diasporası’nın önemli adamlarındanmış!
Kazak denilen aslında Amerika’daki Yahudi lobisinin finansörlerinden bir
Yahudiymiş, Hatta bazı ortaklar Rum çıkmış; üstelik Kıbrıs Rumu!” Yani
“konsept”teki düşmanların tam olması için bir Barzani’nin kasası denecek
Kürt eksik!
Sen, ülke ekonomisinin kilit
sektörlerinden petrokimyada tekel olan bir kuruluşu yabancı bir
konsorsiyuma satacaksın; bu satışı “ekonominin gereği”, “dünya
ekonomisine entegrasyon”, “büyük ekonomik başarı” olarak propaganda
edeceksin, sora da adamlar Ermeniymiş, Rummuş, Yahudiymiş diye
vatandaşın ırkçı-milliyetçi bir çizgiden kafasını karıştıracaksın! Ya da
aslında uluslararası tekellerin, rantiye karakterli; kaynaklarının
karanlık, şu ya da bu lobinin, şu ya da bu politikanın arkasındaki güç
(finansör) olduğu gerçeğini karartıp, sadece bu Ermeni+Rum+Yahudi
konsorsiyumunun böyle kötü, değerlerinin “iyi olduğu” konusunda hayaller
yayıp gerçeğin üstünü milliyetçilik ve ırkçılık gösterisiyle örtemeye
çalışacaksın!
Olmaz böyle şey!
Çünkü burada esas olan,
satılan kurumu alan firmanın ülkesi, sermaye sahiplerinin özgeçmişleri
değildir. Hatta burada önemli olan, hangi ülkenin firmasından öte
alıcının “yerli sermaye mi” “yabancı sermaye mi” olup almaması da
değildir. Asıl olan özelleştirmeye karşı çıkmaktır. Çünkü uluslararası
sermaye güçleri, dünya egemenliği stratejilerinin koçbaşı olarak
özelleştirmeyi kullanmaktadırlar ve özelleştirmeye karşı çıkış noktası
da bu olduğu ölçüde karşı çıkmak önem taşımaktadır. Aksi halde;
“yabancılar” hele “Türk düşmanı yabancılar”a karşı çıkarken, Türk
firmalarına yapılan özelleştirmeleri desteklemek (ehveni şer görmek) ya
da “Türk düşmanı olmayan yabancılar”a yapılan özelleştirmelere tepki
göstermemek, sadece milliyetçilerin değirmenine su taşır. Dahası bu yol,
özelleştirmeyi de engelleyen değil teşvik eden, ona karşı mücadele eden
güçleri kendi içinde bölen bir dayanak olarak rol oynar. Bunun en yakın
örneği Oyak’tır. “Oyak milli sermaye ordumuzun firması diye Erdemir’i
Oyak’a verme kampanyası açanlar, Oyak Bank’ın bir gecede Hollanda
firmasına satılmasıyla kıç üstü oturmuşlardır. Bu bir talihsiz rastlantı
değildir. Ve Oyak yöneticilerinin bu iktisat cahili milliyetçi takımına
verdiği; “Oyak kârına bakan bir sermaye kuruluşudur. Sizin
takıntılarınızla bir ilgisi yoktur” dersi de yanlış kişiler vermiş olsa
da doğru bir derstir. Bugün de özelleştirmeye karşı mücadele eden antiemperyalist güçlerin, sendikaların, emek örgütlerinin çıkış noktası, özelleştirmeye katılan firmaların ülkeleri, “iyi hal kağıtları”nın olup olmaması ya da sahiplerini “Türkiye ve Türk dostluğu”, “yerliliği”, “yabancılığı” değil kime yapılıyor olursa olsun özelleştirmenin her biçimine karşı çıkmayı başarmaktır. Bunu yaparken en önemli dikkat noktalarından birisi de halkları birbirine düşman ederek (PETKİM’de Ermeniler, Yahudiler, Rumlar “Türk düşmanı” olarak gösterilmiştir, gösterilmektedir) Türkiye’nin en gerici güç odaklarına malzeme sağlayan milliyetçiliğin oyununa düşmemektir. Bu yüzdendir ki PETKİM’i alan firmanın menşei ve sahiplerinin etnik kökeni (Ermeni, Rum ya da Yahudi olması) önemli değildir. Önemli olan, özelleştirmenin emperyalizmin dünya egemenliği stratejisinin işçi sınıfının kazanımlarına, halklara, ülkelerin ulusal ekonomilerine yönelttiği bir saldırı olmasıdır ve bu saldırıya karşı çıkmaktır. En az bunun kadar önemli olan bir diğer yan da, bu mücadele içinde işçi sınıfının ve emekçilerin; kapitalist sistem, tekellerin stratejisi, işçi sınıfının kendi dünyasını kurma mücadelesi ve özelleştirmeye karşı mücadele gibi konularda doğru bilinçlenmesi için gereken hassasiyeti göstermektir. Bu da sınıfın ileri unsurlarına, sınıftan yana sendikacılara ve sınıf partisine düşen bir görevdir.
|
HÜRRİYET / MEHMET YILMAZ
09.07.2007 Önemli olan etnik kökenleri değil!
PETKİM'in yüzde 51'ine 2
milyar 50 milyon ABD Doları veren Kazak-Rus ortakların kimlikleri,
"ırkçı" yorumlara neden oldu.
Özellikle Rus ortak yatırım
bankasının sahibinin Ermeni olması, bu "ırkçı" eleştirilerin nedeni.
Birçok konuda olduğu gibi bu
olayda da sap ile saman birbirine karışıyor.
Oysa bu satışta eleştirilmesi
ve üzerinde ciddiyetle durulması gereken şey çok başka!
Özelleştirme ihalesini kazanan
konsorsiyumun ortaklarından biri Muhtar Abliyazov, "yolsuzlukları"
nedeniyle Kazakistan Enerji Bakanlığı görevinden alınmış ve bir yıl
hapis yatmış bir işadamı. Yaşı kırklara henüz dayanmış bir genç adam.
Diğeri, Kazakistan Devlet
Başkanı Nazarbayev'in damadı Timur Kulibayev. 2.1 milyar doları bulan
kişisel servetiyle Forbes'in zenginler listesinde yer alıyor. Diğeri saçı henüz ağarmamış bir zengin işadamı, Rifat Rizoyev.
Hepsi 15 yıl önce Kazakistan
bağımsız bir ülke olduğunda ya üniversite öğrencisiydiler ya da
okullarını yeni bitirmişlerdi.
Ermeni olduğu için eleştirilen
Vardanian da onlardan farklı değil.
Bu servetler hiçbirine
babalarından kalmadı.
Google, Microsoft, Apple gibi
yeni teknolojinin olanaklarından yararlanarak büyük buluşlar yapıp bir
anda zengin de olmadılar. Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından yerel iktidarları ele geçiren ailelerin yolsuzluklarla sahip oldukları servetlere sahip bir avuç oligark bunlar.
Eleştirilmesi gereken,
Türkiye'nin önemli bir sanayi şirketinin böyle ellere geçmiş olması,
hangi etnik kökenden geliyor olmaları değil. Bu kişiler sahip oldukları işletme bilgisi, işlerini yönetme biçimleriyle değerlendirilmeli.
Petkim gibi değerli bir şirketi iyi yönetip yönetemeyecekleri, ülkelerinde öğrendikleri iş yapma alışkanlıklarını burada da devam ettirtip ettirmeyecekleri irdelenmeli.
Irkçı yorumlar, her şeyden önce bu tür değerlendirmelerin yapılmasını engelliyor, dikkatlerden kaçırıyor.
|
GAZETEVATAN / NECATİ DOĞRU 09.07.2007 Çok mektup geliyor. Her konuda geliyor. Özellikle o gün hangi konu öne çıkmışsa; “sanatçı Barış’ın talihsiz ölümü... Başbakan’ın oğlunun gemisi... PETKİM’in satışı...” hangisi güncelleşmişse okur duygularını açıyor. Mektuplar bana geliyor. Fakat Türkiye’ye yazılıyor. Mektuplar sahibini arıyor. Mektuplar akla yazılıyor. Vicdana yazılıyor. Temiz kalmaya yazılıyor. Demokrasiye yazılıyor. Cumhuriyete yazılıyor. Özelleştirmenin, yabancılaştırmaya dönüşmesine olan kızgınlığa yazılıyor. Geçen hafta boyunca bana gelen; “200 sahibini arayan mektup içinden birini” seçtim. Yayınlıyorum: “Merhaba Necati Bey. Sizi okurum.
PETKİM’i alan
konsorsiyumun arkasındaki isim Muhtar Ablyazov, Kazak işadamıdır.
Kazakistan’daki tüm özel sermayenin tarihi 10 yıllıktır. Ancak, Ablyazov, Kazakistan’daki 5-6 büyük oligark arasında en temiz iki isimden birisidir. Muhtar Ablyazov eski bakandır. 2001 yılında sahibi olduğu Turan Alem Bank’ı Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev’in damadı Raghad Aliyev, şantaj ile ele geçirmeye çalıştı. Rahat Aliyev, KGB’nin başkan yardımcısıydı.
Büyük kriz
çıktı.
Dönemin
Başbakanı Murat Tokayev, görevinden alındı.
Ablyazov, sermayesini Aliyev’e
kaptırmamak için Rusya’ya kaçırdı. Bir süre sonra da Kazakistan’a geri
döndü.
|
SABAH / OKAN MÜDERRİSOĞLU 09.07.2007 PETKİM'İN, çoğunluk hissesinin blok satışında en yüksek teklifi veren grubun dosyası açıldıkça, kamuoyunda tedirginlik derinleşiyor. Özelleştirme İdaresi yetkilileri, Kazak Grup'un gizemi konusunda, "Ön yeterlilik aldılar. Bizce bir tereddüt yok. Ama kendilerini tanıtmalılar" derken topu üstü örtülü biçimde istihbarat teşkilatına attı. Aslında o kadar ileriye gitmeye gerek yok. Bundan sadece 6 ay öncesine dönülmesi yeterli. Çünkü Kazak Turan Alem Grup'un sermaye yapısı ve ortaklık bağları konusunda ciddi tereddüt duyan BDDK yönetimi, uzun bir süre Şekerbank'ın bu alıcıya devrine onay vermemişti. Aralık 2006'da çıkan onaya ise başta Başkan Tevfik Bilgin olmak üzere bazı üyeler muhalefet etmiş ve karar oy çokluğu ile alınmıştı.
Muhalefet şerhinde, alıcının sermaye yapısı belirsizliği etkili olmuştu. Öyle anlaşılıyor ki BDDK'daki bilgiler, Petkim'in geleceğine ışık tutacak nitelikte..
|
REFERANS / SÜLEYMAN YAŞAR
09.07.2007
Özelleştirme 1979 yılında Britanya’da başbakan Margaret Thatcher’in Muhafazakar Partisi tarafından başlatıldı. Fransa’da ise sosyalist François Mitterand özelleştirmeyi ilk uygulayanlardandı. Britanya’da Thatcher sonrasında iktidara gelen İşçi Partisi’de muhafazkarlardan devraldığı özelleştirme programını sürdürdü.
Türkiye’de ise özelleştirme
1984 yılında dönemin Başbakanı Turgut Özal tarafından başlatıldı. Daha
sonra Türkiye’de de diğer ülkelerde olduğu gibi 1984’ten bu güne dek sağ
ve sol görüşlü olduğunu söyleyen bütün siyasi iktidarlar, 23 yılda 164
kuruluştaki kamu hisselerini özelleştirdi. Bu kuruluşların
özelleştirilmesinden de yaklaşık 29.2 milyar dolar gelir elde edildi. Türkiye’de 23 yıldır yapılan özelleştirme uygulamalarında bugüne kadar 16 şirketin hisseleri yabancı sermaye tarafından satın alındı. Teletaş, Netaş, Tofaş Oto Pazarlama A.Ş., Uçak Servisi A.Ş., Ansan-Meda, Ankara Çimento Fabrikası, Balıkesir Çimento Fabrikası, Pınarhisar Çimento Fabrikası, Söke Çimento Fabrikası, Ankara Çimento Fabrikası, Afyon Çimento Fabrikası, İpragaz A.Ş., AEG-ETİ, Başak Sigorta, Başak Emeklilik, Türk Telekom A.Ş olarak sıralanıyor bu şirketler.
Özelleştirilen bu 16 şirketten
elde edilen hasılat 7 milyar 52 milyon dolara ulaştı. Yabancı sermayeye
satılan hisselerin bedelinin toplam özelleştirme gelirlerine oranı
böylece yüzde 24 düzeyine çıktı. Petkim’de sonuçlanırsa bu oran yüzde 29
olacak. Macaristan, Polonya, Romanya ve Bulgaristan’da yapılan
özelleştirmelerde yabancı sermayenin payı ise neredeyse yüzde 100
oranına yaklaştı. Petkim Petrokimya A.Ş. nin özelleştirmesine gelince... 1987 den beri özelleştirme kapsamında olan Petkim’in yüzde 51 oranındaki hissesinin blok satışı için açık artırma 5 Temmuz’da yapıldı. İhaleye, ön yeterlilik alan 8 firma katıldı. Katılan firmalardan TransCentralAsia Petrocemikal Holding Ortak Girişim Grubu 2 milyar 50 milyon dolar vererek ihalenin açık artırma aşamasında birinci sırayı aldı. Birinci gelen ortak girişim grubunun yabancı sermayedar ağırlıklı bir grup olduğu bildirildi. Fakat ortakların kimlikleri ihalenin ardından Özelleştirme İdaresi tarafından hemen açıklanamayınca ortaya bir “kimlik problemi” çıktı. Ortak girişim grubu hakkında medyada birdenbire olumsuz bir söylem geliştirildi.
Petkim’in özelleştirilmesiyle yaratılan sorun, açık artırmayı kazananın kimliği değil aslında. Gerçek sorun bazılarının Petkim’in özelleştirilmesine karşı çıkmasıdır. Eğer, Petkim’in açık artırmasında tamamen yerli ortaklardan oluşan bir grup birinci sırayı alsaydı, bu defa başka bir neden bulunacaktı.
Şunu bilelim... Özelleştirme programından yabancı girişimcilere satılan hisselerin bedeli toplam özelleştirme gelirlerinin yüzde 24’üne denk düşüyor. Oysa İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında işlem gören şirketlerin yüzde 71’i yabancılar tarafından alınmış. Peki bu yabancı yatırımcıların etnik kimliğini bir bilen var mı? Aslında küresel ekonomide böyle bir soru gereksiz zaten. Çünkü, devletler artık yabancı yatırımcının kimliğine değil ne yaptığına bakıyor. Eğer gelen yabancı sermaye ülkeye olumlu katkı yapıyorsa onu destekliyor, katkı yapmıyorsa ülkesinden gitmesi için yol gösteriyor. Dolayısıyla yabancı sermayeden korkmaya gerek yok.
|
DÜNYA / TAYLAN ERTEN
09.07.2007
Çin Seddi'nden
Türkiye'ye Turan Alem!.. Şu işe bakın! Tam da, "Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar Türkçe konuşa konuşa gideceğimiz" günleri beklerken, Çin Seddi'nin "dibindeki" Kazakistan'ın Turan Alem'cileri, ellerinde "pasaport fotokopileri"yle Kazakça, Rusça, Ermenice; hatta, bazı bilgilere göre, Rumca konuşa konuşa Türkiye'ye kadar geliverdiler! 2 milyar 050 milyon doları "bastırdılar". Kamunun (halkın, milletin) AKP hükümetine ve emri altındaki Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'na (ÖİB) emanet ettiği yüzde 51 PETKİM hissesini aldılar. Böylece PETKİM'in bütün fiziki, ekonomik, mali ve pazar varlığına sahip oldular. Ve... Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev'e "doğum günü hediyesi" olarak, "götürdüler"!
ÖİB Başkanı Metin Kilci'ye bakılırsa, Turan Alem'cilere PETKİM'in limanını da "mülkiyetiyle" birlikte satacaklarmış; ama, ah şu yasalar yok mu? İşte o yüzden "mülkiyeti" değil, kullanma hakkını devredeceklermiş! (Milliyet, 7 Temmuz). ÖİB'cileri bilemeyiz. Ama, Turan Alem'cilerin, bu duruma üzüldüklerini sanmıyoruz. Herhalde, Nazarbayev de kalın kaşlarını çatıp, "Liman nerede?" diye sormamıştır! Neden sorsun ki? Bugün, Türkiye'de devlet veya özel sektör ikinci bir PETKİM kurmaya kalksa, en az 5 milyar doları gözden çıkarmak zorunda. O da sadece fiziki yatırım için.
Oysa, PETKİM'i genel seçimlere iki hafta kala piyasaya sürenler, 14 ana üretim tesisi, 8 yardımcı işletmesiyle 2.2 milyon ton üretim gerçekleştirmiş, 1.6 milyar dolar ciroya sahip, 5 milyon dolar vergi ödemiş, 350 milyon dolarlık yatırım yapmış, 41 milyon dolar net k‰r sağlamış (2006 yılı); iç pazarın yüzde 30'una, potansiyel pazarın yüzde 70'ine sahip; yeni yatırımlar için 20 bin dönüm arazisi, depolama tesisleri ve 150 milyon metreküplük barajıyla, Türkiye'nin tek petro-kimya varlığını, "pasaport fotokopilerine" ve sundukları "yeterlilik belgelerine" bakıp, 2 milyar 050 milyon dolara Turan Alem'cilerin önderliğindeki üç yabancı şirketli ortak girişim grubuna sattılar.
Bu satış gerçekleşir mi?
ÖİB Başkanı, alıcıların sundukları "ön yeterlilik" belge ve bilgilerini "tatmin edici" bulduklarını söylerken (Hürriyet, 7 Temmuz), ön yeterlilik ölçütlerinin yer aldığı 16 Mart 2007 tarihli ihale ilanı ve şartnamesiyle, Özelleştirme Yüksek Kurulu'nun satışa izin veren 8 Şubat 2007 tarihli kararı, iptal ve yürürlüğün durdurulması istemiyle halen Danıştay'da dava konusu. Petrol-İş Sendikası üçüncü davayı da, ihale komisyonu kararının iptali ve yürürlüğün durdurulması istemiyle 6 Temmuz'da açtı. Yargı sürecini zorlu geçmesi beklenmeli.
Diğer bir neden, ihalenin kamuoyunda yarattığı tepkiler. İhale sona erdiği andan itibaren başgösteren tepki ve eleştirilerin içeriği, sadece ÖİB'yi değil, AKP hükümetini de rahatsız etmişe benziyor. Bazı bakanların ağzından "milli menfaatler neyi gerektiriyorsa onu yaparız" türü sözler dökülmeye başladı. Gerçi, bu bakanlara ve ÖİB yetkililerine "Milli menfaatlerin gerektirdiği özen ve hassasiyeti neden ihaleden önce göstermediniz" diye sormak gerekiyor; ama, şu aşamada bile, olayın ciddiyetini anlamak zorunda kalmaları işe yarayabilir! İhale dosyası, Rekabet Kurulu'ndan sonra, ÖYK'nın önüne geldiğinde, milli menfaatin gerektirdiği gerçek tavrı gösterebilirler.
Kaldı ki, seçime giden AKP iktidarı ve emrindeki "özelleştirme bürokrasisi", PETKİM'i satmak için için gösterdiği aceleyi ve telaşı kimseye anlatamaz. Anlatamıyor da. En hızlı özelleştirme yandaşları dahi, bu telaşı eleştiriyor. Dolayısıyla, bu ihalede siyasi karar süreci de çok dikenlidir. İhalenin kaderi, 22 Temmuz'dan sonra oluşacak Meclis, iktidar ve bürokrasi yapısına kalsa da, kalmasa da, nihai sonuç "parlak" görünmüyor. Yani, Turan Alem'ciler Nazarbayev'in "doğum günü hediyesini" vermekte erken davranmış olabilirler! Bizden söylemesi...
|
HÜRRİYET / TUFAN TÜRENÇ
09.07.2007 Ülkeyi yönetenlerin hiçbir işi ciddi değil
ÜLKENİN içinde bulunduğu durumu gördükçe içimde bir şeyler kopuyor.Petkim'in satışını hep birlikte yaşadık.
Satılan sıradan bir kurum değil.
Koca Petkim'i sattık ama kime sattığımızı bilmiyoruz.
Ama bunun bir plan içinde
özenle yapılması gerekir.
Ciddi bir devlet, varını
yoğunu bir talan anlayışıyla satmaz. Ülkeyi yönetenlerin böyle bir hakkı yok.
Basit bir örnek verelim.
Sizin büyük bir apartmanınız var.
Ne yaparsınız? Bazı katları satarsınız.
Hiç tanımadığınız, sokaktan
geçen insanlara satar mısınız apartmanınızın bazı katlarını? İşte AKP, büyük bir fütursuzluk içinde bunu yapıyor.
Onca emeklerle, sıkıntılarla kurulmuş Petkim'i kim olduklarını bilmediği insanlara satmakta bir sakınca görmüyor.
Devleti yönetenlerin bu kadar duyarsız, ciddiyetsiz davranmaya hakları olabilir mi?
Nitekim satın alan grubun en
büyük ortağının Rusya Ermeni lobisinin en etkin ismi olduğu ortaya
çıkıyor: Ruben Vardanian... Şimdi gazetelerden Ruben Vardanian'ın patronu olduğu Rus Troika Dialog Bankası'nın 1991 yılında kurulduğunu ve dünyadaki Ermenilerin paralarını tek elde toplamayı amaçladığını öğreniyoruz.
Hedef de güçlü Ermenistan'ı kurmak...
Doğrudur, yalandır o başka...
Dünyanın hangi ülkesi, önemli
bir kuruluşunun satışında bu kadar duyarsızlık içinde olabilir.
Şimdi Erdoğan bu skandalı
çıksın kürsülerde anlatsın bakalım. Ya cumhurbaşkanlığı seçimi? O da bir ayrı komedi. Ne olacak şimdi?
Erdoğan'ın dayatma politikası yüzünden ülke bu çıkmaz noktaya geldi.
Hangi birini sayalım...
Dış politika deseniz tam
deyimiyle "Allah'a emanet".
Örneğin, Kuzey Irak konusu...
Çaresizlik içinde kıvranıp duruyoruz.
Kıbrıs bir belirsizliğin içine
itildi. Ne olacağını kimse bilmiyor. Terör aldı başını gidiyor.
Hükümet ise her şeyi bir yana
bırakmış, devlet gücüyle topladığı muazzam parayı seçmene dağıtarak oy
avcılığı yapıyor. Ekonomide Türkiye'nin uçtuğu söylemleri her tarafı kaplıyor.
Evet uçuyoruz ama freni boşalmış bir otobüsün içinde bilinmeyen bir yöne doğru...
Nereye toslayacağımız belli değil.
İnsanın söylemeye dili varmıyor ama görünüm tam anlamıyla "Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete" gibi bir durumu yansıtıyor.
Önümüzdeki tek kurtuluş 22 Temmuz'daki sandık.
Ona sarılmaktan başka çaremiz yok.
Herkes aklını başına alsın. Bilelim ki Türkiye için başka kurtuluş yolu yok.
|
HÜRRİYET / ENİS BERBEROĞLU 10.07.2007
MALİYE Bakanı Kemal Unakıtan, Petkim ihalesinde çıkan rakamı beğeniyor.
Ama konu Ermeni yatırımcıya gelince daha temkinli konuşuyor:
- Öncelikle girişimci grubunun şirkete dönüşmesini beklemek lazım. Ayrıca sadece bu ihalede değil daha öncekilerde de devletin kurumları bizi uyarır, "Şu şirkete dikkat edin" der. Özelleştirme İdaresi de devletin çıkarlarına aykırı iş yapmaz.
Bakan biraz kapalı konuşuyor ama anladığım şu:
1) Devleti göreve çağırıyor. Eğer Petkim ihalesini kazanan konsorsiyumda
sakıncalı kişi veya şirket varsa bildirilmesini istiyor, aksi halde
spekülasyon yapılmamasını diliyor. 2) Özelleştirme Yüksek Kurulu karar sürecini hatırlatıyor, ihaleye ilişkin son sözün gelecek hükümete kaldığına işaret ediyor.
|
STAR / ESER KARAKAŞ 10.07.2007
Petkim ihalesi, Petrol-İş, milliyetçilik ve sol
Bilindiği gibi Petkim Petrokimya Holding’in yüzde 51 hissesi için yapılan ihaleyi en yüksek teklifi 2 milyar 50 milyon dolar olarak veren TransCentral Asia Petrokimya ortak girişim grubu kazandı.
Böylece yirmi senedir
özelleştirilmesi gündemde olan Petkim’in toplam değerinin 4 milyar 20
milyon dolara ulaştığını da öğrenmiş oluyoruz. Gerekli hukuki süreçler işledikten sonra Petkim’in yüzde 51 hissesi anılan ortak girişim grubuna devredilecek.
İhale sonrası ilk gelişme
Petrol-İş sendikasının Petkim ihalesine ilişkin yürütmeyi durdurma
istemli Danıştay 13. Dairesi’ne açtığı dava. Bir sendikanın, üstelik sol eğilimleri kurulduğu günden bu yana ağır basan bir sendikanın bir özelleştirme girişimi karşısında iptal davası açmasına kimsenin şaşırmaması gerekiyor; ilişkiler hukuksal çerçevede kaldığı sürece bu tür yargısal girişimlere kimsenin söyleyeceği söz yok.
Petrol-İş’in internet sitesinden de Danıştay 13. Dairesi’nde açtığı davanın dilekçesini bulabilirsiniz.
Aynı internet sitesinde sendikanın ‘özgürlük ve demokrasi’ ilkelerine bağlılığı da vurgulanıyor; bu konuya neden girdiğimi aşağıda anlayacaksınız.
Dava dilekçesinde üç konu ön
plana çıkıyor; birincisi şekil şartlarına ilişkin itirazlar ve benim bu
konuda bir şey söylemeye ne hakkım, ne de bilgim var.
İkinci ön plana çıkan konu
Petkim’in özelleştirilmesinin kamu yararına aykırı olduğu noktası; bu
konuya benim ciddi itirazlarım var zira kamu yararı kavramı çok soyut
bir kavram, herkese göre değişiyor. Bizim yargı organlarının kamu yararı
anlayışı ile kimi akademisyenlerin ve hatta TBMM’nin kamu yararı
görüşleri bugüne dek pek örtüşemedi ve ben yargıçların kamu yararı
konusunda son sözü söylemelerini hiç benimseyemedim.
Ancak, benim söz konusu dava
dilekçesinde çok vahim bulduğum başka bir üçüncü nokta daha var.
İhaleyi kazanan Ortak Girişim Grubu’nun içinde finansal yatırımcı olarak da bir diaspora Ermenisi var ve Petrol-İş sendikası grubun içinde bir diaspora Ermenisi’nin varlığını ihalenin sorgulanabilmesi için bir neden olarak gösteriyor.
Sendika Başkanı Sayın Mustafa Öztaşkın ve Türk-İş Başkanı Sayın Salih Kılıç anılan kişiye sadece ermeni olduğu için itiraz ediyorlar (ANKA bülteni, 9 Temmuz), zira bir diaspora Ermenisi’nin Petkim’i alan grup içinde olmasını ulusal çıkarlara aykırı görüyorlar.
Sözün özü
Özgürlük ve demokrasi kavramlarını sendikanın kurucu ilkeleri olarak benimseyen Petrol-İş’in bir özelleştirme ihale sürecine buram buram ırkçılık kokan bir nedenle itirazı doğrusu çok ilginç.
Sol bir sendikanın bu tavrı aslında belki de CHP’nin son yıllardaki serencamının da, CHP-MHP-GP-İP ideolojik ittifakının da bir aynası niteliğinde.
Tekrar ediyorum, Petrol-İş’in özelleştirme ihalesine karşı yargıya gitmesi kadar normal bir şey yoktur; ama bu yargı sürecine Ermeniliği karıştırmak kadar da anormal bir şey de pek yoktur. Bu davayı iyi izlemek gerekiyor.
|
RADİKAL/ FUNDA ÖZKAN 10.07.2007
Özelleştirme'ye şeffaf künye gerek
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan da, Özelleştirme İdaresi Başkanı Metin Kilci gibi Petkim ihalesini alan grubun durumu için 'ülke menfaatlerine uygun' hareket edeceklerini dün beyan ediyordu.
İhale gününden beri 'sis perdesi aralanıyor' vari haberler Özelleştirme İdaresi'nin ayıbı. Önemli bir değerini (önemsiz bir değer olsa da fark etmez) satışa çıkaracaksınız ve talip olan hakkında Özelleştirme İdaresi 'şeffaflığın' uzağına düşecek. 'Yabancılara peşkeş çekmeyin' ile simgeleşen ulusalcılık-milliyetçilik , 'sis perdesinin' ardında iş yapmaktan kaynaklanıyor.
Perdenin önünde görünen Kazak
sermayesinin Petkim ihalesini tamamladıktan sonra doğum gününü kutlayan
Kazakistan Devlet Başkanı Nazarbayev'e müjde vermek için ülkelerine
döndüğü haberini okuduğumda aklıma birkaç yıl önce Nazarbayev'in Türk
işadamlarına seslenişi geldi: "Sovyetler'in dağıldığı ilk günlerde biz
çok yokluk çektik. Hiçbir şeyimiz yoktu. O zaman geldim, Turgut Özal'a
'Ağabey bize yardım edin' dedim. Şimdi tüm ekonomik sorunları hallettik.
Çok paramız var. Bize yer gösterin, size istediğiniz yatırımı yapalım."
1960'larda Kore, 70'lerde İtalya, 80'lerde Yunanistan ile ekonomik gücümüz benzerdi. Tek tek bizi 'sollayıp' geçtiler. Asıl üzülmemiz gereken konu bu değil mi?
|
MİLLİYET / GÜNGÖR URAS 10.07.2007
Petkim ihalesiyle Tüpraş'ın ilk ihalesi birbirine benziyor
Büyüklerimiz, "Hafıza-i beşer
nisyan ile maluldür" derler. (Türkçe anlatımla: İnsan hafızasında unutma
hastalığı vardır.)
Böyle olmasaydı, Petkim
ihalesi ile Tüpraş'ın ilk ihalesinin ne kadar benzediğini hatırlar, "Biz
bu filmi görmüştük" derdik. Petkim'e en yüksek fiyatı (2 milyar doları) ödemeyi taahhüt eden TransCentralAsia ismini taşıyan grup hakkında yeterli bilgi yok. Sadece Kazak-Rus ortaklığı olduğu söyleniyor. Bu arada Petrol-İşihalenin iptali davası açıyor. Tabela şirketine satmıştık
Bundan 3 yıl önce Tüpraş'ın
ilk ihalesinde olanları ve ihalede en yüksek fiyatı veren Efremov
Kautschuk isimli şirketin macerasını hatırlatayım da, bakınız, iki ihale
arasında ne kadar da çok benzerlik var.
Koç grubu Eylül 2005'te
Tüpraş'ın yüzde 51'ini almadan önce, Tüpraş için bir ihale daha
yapılmıştı. 2004'teki ilk ihalede Tüpraş'ın yüzde 61 hissesinin Efremov
Kautschuk isimini taşıyan ve Tatarların hâkimiyetinde olduğu söylenen
bir şirkete 1 milyar 302 milyon dolara satılmıştı. (Dikkat buyurunuz:
Yüzde 61 hisse 1.3 milyar dolara satılıyordu. Daha sonra yüzde 51'i 4.1
milyar dolara satıldı.)
2004 yılında yapılan ilk
ihaleden sonra Efremov'a, Rus Tatneft şirketinin de ortak olduğu, Zorlu
grubunun kurulacak yeni şirketin sermayesine yüzde 50 oranında
katılacağı açıklandı.
Petrol-İş Sendikası,
Efremov'un şemsiyesi altında kara para aklayan şirketlerin yer aldığını
ve de mali durumu zayıf olan Rus Tatneft'in bu şirkete ortak olduğunu
belirterek ihalenin iptali için idare mahkemesinde dava açtı. Mahkeme
yürütmeyi durdurma kararı verdi. Ardından ihaleyi esastan iptal etti. Efremov Tatneft olayı Milliyet'te 2004 yılında geniş olarak incelendi. Milliyet Ekonomi'den Songül Hatısaru, Efremov ve Tatneft'in izini sürmek için yurtdışında araştırmalar yaptı. İzlenimleri Milliyet Ekonomi'de 23 Şubat 2004 tarihinde yayımlandı.
Mahkeme kararından sonra Milliyet'te Melih Aşık şunları yazdı:
Sendika olmasa iş bitmişti
"Türkiye'nin en büyük üç kuruluşundan biri olan Tüpraş'ın üçte ikisini devlet satışa çıkarıyor. İhaleyi merkezi Almanya'da bulunan Efremov-Kautschuk GMBH kazanıyor.
Ne var ki şirket, ticaret sicilinde gösterilen adreste, "Neu-Anspach, Eisenbachweg 41" adresinde bulunamıyor. Orada dünyadan habersiz bir aile oturuyor. Efremov'un bir tabelası bile yok...
Skandal sürüyor... İhale şartnamesinin 9. maddesine göre, "Teklif sahibinin son üç yıla ait mali tabloları vermesi" şart...
Ne var ki ihaleye katılan Efremov Kautschuk GMBH şirketinin yüzde 49 hissesini elinde tutan (tabela şirketlerinin bulunduğu) Virginia Adaları adresli Renix Finance Corporation'a ait bilgiler ihale dosyasında yer almıyor.
Diğer ortak Esre'nin sermayesinin yüzde 71.9'u Tatneft'e ait. Tatneft dışında kalan ortaklarının kim olduğu da bilinmiyor. Dolayısıyla Efremov Kautschuk GMBH şirketinin ciro, kapasite, üretim, sermaye ve mali yapısı hakkında bilgi edinmek mümkün olmuyor...
Tüpraş gibi stratejik bir kuruluşun, adresi, mali yapısı, ortakları belli olmayan bir kuruluşa, ihale koşullarına aykırı olarak satışına bir mahkeme nasıl onay versin?" Hep birlikte izleyeceğiz... Bakalım bu defa Petrol-İş'in açtığı dava nasıl sonuçlanacak?
|
ZAMAN / HÜSEYİN SÜMER 10.07.2007
Sermayenin milliyeti varsa Petkim kimin olur?
Eski alışkanlıklarımızla hayatı yorumlamak neredeyse imkansız hale geldi. Düne kadar aileler, çocuklarını televizyondan uzaklaştırmak için uğraşırken şimdi başka bir tehlike olarak bilgisayar karşılarına çıktı. Şimdi uzaklaştırmanın çözüm olmadığı vurgulanıyor. Çaresizlik, sorunların üzerine şal çekme dönemi eskide kaldı artık.
Benzer durumu Türkiye son 4
yıldır yaşıyor. Globalleşme, yeni bir trend olduğu için eski
alışkanlıklarımızla tepki veriyoruz. Tabii bu tepkilerin öncesi de var.
Rahmetli Turgut Özal, dövizi, sigarayı serbest bırakırken içeride bazı
kimselerin tepkisini çekmişti. Hatta bunu hazmedemeyenler, hakkında çok
acımasız kitaplar yazarak ülkeyi yabancı ürünlerin istilasına uğratmakla
suçlamışlardı. Bugün gelinen noktada 'Özal Misyonu', siyasette bir çıta
olarak algılanıyor. O günkü düşüncenin ürünleri yine varlığını sürdürmeye devam ediyor. Bu kez 4 yıldır ülkeye gelen yabancı sermaye ile ilgili benzer tepkiler veriliyor. Hatta bu tepkiler 12 gün sonra yapılacak seçimlere dolgu malzemesi bile yapılıyor. Bir taraftan Türkiye, uluslararası pazarlarda anlaşmalar yaparken öte yandan içeride globalleşme düşmanlığına imza atıyor. Bugünün çocukları ve yarının müteşebbislerinin kafası bir kez daha karışıyor. Bir taraftan müteşebbis olmaları için eğitim verilirken diğer yandan milli sınırlar içine hapsediliyor. Ne yaman çelişki!
Bütün bu çelişkileri Petkim
ihalesinde yaşadık. İhaleyi kazanan TransCentralAsia Petrocemikal
Holding Ortak Girişim Grubu'nun, 2 milyar 50 milyon dolar vermesine
rağmen kendini anlatma konusunda hata yaptığı doğru. Ancak bu durum,
Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev'in de desteklediği
bilinen bir şirkete hukukun vereceği hüküm dışında kapı dışarı etme
hakkı tanımaz. Unutmayalım Nazarbayev, ülkesinde Türk şirketlerine
kapılarını her zaman açık tutuyor.
Anadolu Grubu Yönetim Kurulu
ve eski TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan, Petkim'i alan şirketin ortağı
olan Troika Dialog'un çoğunluk hissedarının Ermeni asıllı Ruben
Vardanian olduğunu Petkim ihalesi sonrasında öğrendiğini söylüyor. Evet
ihalenin hemen ardından spekülasyonlar başladı. Ortada dedikoduların
ötesinde sağlıklı bir bilgi yok. Ancak şu iddialar var: İhaleyi kazanan
şirketin ortaklarından biri Ermeni diğeri de Yahudi.
Aslında küresel ekonomide
böyle bir tartışmaya girmek yersiz. Hangi Avrupa ya da Amerikan
şirketinin ortaklarını aramaya kalksanız kafanız karışır. Çünkü, ülkeler
yabancı yatırımcının milliyeti yerine yaptığı faaliyete bakar. Eğer
şirket ülkesine katkı yapıyorsa bütün kapıları sonuna kadar açar; bu da
yetmezse teşvikler dağıtır.
"Petkim'i alan şirket hangi
ülkenin, hangi milletin?" tartışmalarını yaparken muhtemelen birçok
dünya vatandaşı hayretle bizleri izliyor. Hatta kendi ülkelerinde iş
yapan Türk şirketlerini düşünmeye başlamışlardır bile. Dünün komünist Rusya'sında iş yapan şirketler Türk değil mi? Gökdelenler, oteller ve alışveriş merkezlerini kim dikmiş? Moskova semalarına doğru yükselen binaların çoğu Türklerin eseri. Bir kez daha ayağımıza kurşun sıkmayalım. Global oyuncular yetiştirmek için global şirketleri de hazmedelim. Tartışmayı da bu çerçevede yapalım. Kardeş ülkelerin vatandaşlarını ve devlet başkanlarını üzmeyelim.
Irkçılık tartışmaları bir kenara bırakılıp hukukun vereceği kararı bekleyelim. Zaten Petkim'de 'altın hisse' garantisi ile ülke çıkarına aykırı bir icraatın yapılması mümkün değil. Paranın dini, dili, ırkı yok, maalesef.
Sermayede milli olanı arıyorsak, Türkiye'nin en değerli şirketlerine kelepir fiyatına alıcı bulamayız. Bu durumda ya ihaleye açmayacaksın ya da kazanana çamur atmayacaksın.
|
AKŞAM / HÜSNÜ MAHALLİ 10.07.2007
Tek tek sıralamaya gerek yok.
Son bir yılda İstanbul ,
İzmir, Ankara ve Antalya’da başta şu karanlık Bilderberg olmak üzere
uluslararası nitelikte birçok siyasi, ekonomik, askeri, güvenlik ,
kültürel ve benzeri toplantılar düzenlendi. Bu toplantılarla
‘yabancıların’ Türkiye’ye ilgisi doruğa çıktı. Bunun yanı sıra aynı
yabancı ülke, kurum ve kişilerin Türkiye’ye yatırımları hızla arttı.
Bu süre içinde borsanın
yaklaşık %70’i, bankaların % 60’ı, sigortacılık sektörünün % 55’i ve
binlerce özel firma yabancıların kontrolüne geçti. İç ve dış borç
miktarı ise 400 milyar doları aştı. Hükümet ise stratejik KİT’lerin sonuncusu olarak Petkim’i Yahudilerin, Ermenilerin ve Rusların içinde bulunduğu ilginç bir konsrosyuma sattı. İtiraf edeyim ki; olup bitenler beni tedirgin ediyor.
Bir yanda Roma ve Atina’da Türkiye’nin güneydoğusu Kürdistan olarak gösteriliyor, NATO başkentleri PKK’ya destek veriyor, Sarkozy AB kapılarını Türkiye’ye kapatıyor diğer yandan yabancılar Türkiye ekonomisinin stratejik mevzilerini ele geçiriyor.
Komplo teorilerinden hiç hoşlanmam ama bu işte bir gariplik var.
Politik olarak her fırsatta
Tükiye’ye yönelik her türlü pis oyunun içinde olan Batılılar her nedense
bu ülkeye para akıtıyor. Elbette paranın dini ve imanı yok. Kolay ve garantili kâr sağlıyorsa doğal olarak bu para Türkiye’yi tercih edecek.
Biraz tarih bilgisi, biraz da
gazeteciliğin sezileri ile ‘Batılıların’ bu ilgisi beni tedirgin ediyor.
Umarım ve diliyorum ben
yanılıyorum.
Ama içimde öyle bir duygu var
ki; seçimlerden sonra kurulacak hükümetin önüne çok farklı gündem ve
koşullar konulabilir.
Kıbrıs, Kürt sorunu, Ermeni
iddiaları, İran, Suriye, Irak v.s. Şunun şurasında 2-3 ay kaldı.
Türkiye rahat bırakılacak
rastgele ve önemsiz bir ülke değil. Osmanlı’yı çökerten emperyalist
devletler Türkiye’ye ilgi gösteriyorsa ben bundan kuşkulanırım.
Türkiye’ye ‘oltada balık ‘
muamelesi yapan devletlerin niyeti hiçbir zaman dürüst ve samimi
olmamıştır, olamaz.
Baksanıza Papa bile Tükiye ve
İslam’a sataşıp saldırdıktan 3-4 ay sonra Türkiye’ye geliyor ve herkesi
şoke edecek olumlu mesajlar veriyor. Bu işte bir gariplik var? Şöyle bir hatırlayalım.
1 Mart tezkeresinin
rededilmesi sonrasında Türkiye ile ilgili tüm planları suya düşen ABD,
Ankara’dan intikam almak için her yola başvurdu.
Dönemin Savunma Bakan
yardımcısı ve sonrasında Dünya Bankası’nın paralarını sevgilisine
aktaran Paul Wolfowitz 9 Mayıs 2003’te Birand ve Çandar’a verdiği
demeçte açıktan Türkye’yi tehdit etmişti. 4 Temmuz 2003’te de Amerikan
askerleri Süleymaniye’de 11 askerin kafasına çuval geçirmişti. PKK
sorununu çözmek için görevlendirilen General Raleston ise PKK ve Iraklı
Kürtlerden yana tavır alarak hep Ankara’ya yalan söyleyerek oyaladı.
Merkel Almanyası ile Sarkozy
Fransa’sının Türkiye’ye AB’de yeşil ışık yakacaklarını düşünenler
yanıldıklarını hep görecekler.
Türkiye yanlısı gibi görünen
İngiltere’nin de günü geldiğinde Türkiye karşıtı gruba katılacağından
hiç kuşkum yok. Bu genetik bir alışkanlıktır.
Ankara’ya düşen görev ; tüm bu gerçekleri bilmek, olası gelişmlere hazırlıklı olmak ve bunlara karşı koyabilmek için önlem almak.
Parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimi ile meşgul olan ve neredeyse 3 aydır dış politika gündeminden uzak kalan Ankara, seçimden hemen sonra tüm sorunlarını çözerek bölgesine ve dünyaya daha yakından ilgi göstermek zorundadır.
Bu nedenle Başbakan Erdoğan’ın arkadaşımız İsmail Küçükkaya’ya söyledikleri çok önemli.
Seçim sonrasında
cumhurbaşkanının uzlaşma ile TBMM’de kurulacak yeni hükümeti ve genel
olarak devleti ve ülkeyi rahatlatacaktır. Bu ise Ankara’nın yeniden bölgesel ve uluslararası alanda aktif politika yürütmesini ve dolaysiyle hızla gelişen olaylara uygun olarak adım atmasını ve tutum geliştirmesini sağlayacaktır.
Türkiye, son 5 yılda kendi bölgesinde kazandıklarını korumak ve yeni kazanımlar elde etmek durumundadır. Aksi takdirde çok şey kaybeder. Pusuda bekleyen çok kurt ve çakal var ve onlar puslu havayı sever.
|
CUMHURİYET/ İLHAN SELÇUK
10.07.2007 Kapitalizmin doruklarında hazırlanıp kasten ve alenen geri zekâlılara pazarlanan bir maval var...
- Nedir o?..
- Küreselleşme!.. Türkiye küreselleşme adına en değerli kamu kuruluşlarını, şirketlerini, bankalarını yabancılara satıyor...
Ne oluyor?.. - Küreselleşiyoruz!..
Son olarak OYAK'ı Hollanda sermayesine kamanço ettik...
PETKİM'i ne idüğü belirsiz yabancı sermayeye havale ettik...
- Küreselleşiyoruz!..
Osmanlı devleti yıkılmadan az önce tastamam küreselleşmişti...
Ülkenin parasını basan merkez bankası bile Fransız-İngiliz ortaklığıydı...
Osmanlı küreselleşmenin daniskasını yaşamaya başlamıştı ki sizlere ömür...
Peki, bugün Türkiye Cumhuriyeti tam gaz küreselleşmeyi yaşarken dışarıda neler oluyor?..
Anadolu'nun Sevr'e nispet
parçalanıp bölünmesini vurgulayan haritalar Amerika'nın veya
Yunanistan'ın ciheti askeriyesinde elden ele dolaşıyor... 'Küreselleşme' nedir?..
Emperyalizmin yeni adıdır!..
Kapitalizmin emperyalizmi, bugünkü dünya sisteminde geçerli düzenin müseccel ismidir...
Daha uzun süre geçerli olacak emperyalist sistemi yerküreden kaldırmak Türkiye'nin harcı değil...
Ama Türkiye kendi varlığını, varoluşunu, ulusal çıkarlarını, bağımsızlığını sistem içinde koruyabilir.
Küreselleşme (ya da emperyalizm) kültürü bir mavalı daha Türkiye'ye egemen ve geçerli ideoloji olarak aşılıyor...
Deniyor ki: - Sermayenin vatanı, ideolojisi, politikası yoktur...
Kuyruklu yalan!.. Türkiye'de bugün sermaye el ve renk değiştirmekte, yabancılaşmakta, yeşillenmektedir...
Amacına ulaştığı zaman sermayenin siyaseti, ideolojisi var mı yok mu görürüz!.. Ama, iş işten geçmiş olur... Amerikancı-İslamcı sermaye Türkiye ekonomisinde egemenliği ele geçirdi mi laik Atatürk Cumhuriyeti'nin yerinde yeller esecek, BOP'un Ilımlı İslam Devleti Modeli gerçekleşecektir.
|
ZAMAN / KADİR DİKBAŞ
10.07.2007
Petrol ülkesi değiliz, ihtiyacımızın yüzde 93'ünü ithalatla karşılıyoruz. Ama bu demek değildir ki, petrole dayalı ne varsa ithal edeceğiz. Petrol, bir yakıt olmanın yanında pek çok sanayi sektörünün de hammaddesi. Ve bunun için petro-kimya tesislerinde işlenmesi gerekiyor. Bu işi yapan tesisler, sanayi içinde önemli bir yere sahip. Bilhassa plastik sanayiinde.
Geçtiğimiz hafta özelleştirme ihalesi yapılan Petkim de bu tür tesislerden biri. En önemli üretimi, ham petrolden elde edilen naftayı plastiğe dönüştürmek. Plastik, bilhassa inşaat, otomotiv, elektrik, elektronik ve ambalaj sektörlerinin vazgeçilmezleri arasında. Uzun araştırmaya gerek yok, etrafımıza şöyle bir baktığımızda bile bu maddenin ne kadar önemli olduğunu, hayatın her alanına girdiğini görebiliriz.
Türk Plastik Sanayicileri Araştırma, Geliştirme ve Eğitim Vakfı'nın (PAGEV) verilerine göre, plastik en fazla katma değer üreten sanayi sektörlerinden biri. 300 dolarlık ham petrolün değeri, plastik ürününe dönüştüğünde 1900 dolar oluyor.
Böyle bir sektörün önündeki en büyük sıkıntı ise ithalat. Sektör ihtiyacının sadece yüzde 15'ini Petkim'den karşılayabiliyor. Gerisi ithalat. Mesela PVC hammaddesi. Geçen yıl 135 bin tonluk yerli üretime karşılık 608 bin tonluk ithalat yapılmış bu alanda. Dahası Petkim'in üretemediği, tamamıyla yurtdışından ithal edilen pek çok madde var.
O sebeple PAGEV, sektörün gelişimini de hesaba katarak Türkiye'nin Petkim'in 10 katı büyüklükte yeni petro-kimya üretim kapasitesine ihtiyaç duyduğunun altını çiziyor.
Bugün plastik sektöründeki
hammadde ve mamul ithalatı 6,7 milyar dolar. Buna karşılık ihracat 2,2
milyar dolar. Sektörde ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 30
dolayında. Dün iyiydi de, bugün kötü değil. Oran 1990'lı yıllarda,
2000'de ne ise bugün de o. Çünkü petro-kimya yatırımı yok. Peki neden yapmadık? Şimdi haklı olarak, Petkim'in satışını ve alıcı yabancı konsorsiyumun hâlâ netleşmemiş olan ortaklık yapısını tartışıyoruz. Çünkü bu konuda hassasız. Ekonomimizde şu an için "tek" ve "tekel" konumunda.
Evet, bugüne kadar pek çok konu gibi petro-kimyaya da eğilmemişiz. Ama enerji piyasasındaki düzenlemelerle birlikte, son zamanda atılan bazı adımlar ümit verici. Petro-kimyadaki üretim açığının kapatılmasına dönük iki önemli gelişme var. Birincisi, Petkim ihalesine de katılan Çalık Holding'in projesi. Çalık'ın Hindistanlı ortağı IOC ile birlikte Ceyhan'da rafineri ve petro-kimya kompleksi kurmak ve işletmek için EPDK'ya yaptığı lisans başvurusu bir süre önce onaylandı. 15 milyon ton kapasiteli entegre tesis 4,9 milyar dolara mal olacak. İkinci bir Petkim demek bu.
Diğer gelişme ise, yine ihalede verdiği 2 milyar 40 milyon dolarlık fiyatla ikinci olan Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi (Socar) ile Turcas Petrol'ün birlikte kurmayı planladığı entegre tesis. Onlar da lisans için EPDK'ya başvurdu.
Bir yanımızda Hazar ve Rusya,
diğer yanımızda Ortadoğu petrolleri. Hayata geçen ya da geçecek olan
boru hattı projeleri, köprü olmanın yanı sıra, Türkiye'nin petrole
ulaşmasını kolaylaştırmış, diğer ithalatçılar karşısında avantajlı
konuma geçirmiş bulunuyor. Petrol fakiri Türkiye'nin ham petrol ithalatına ödediğinden daha fazlasını kazanması, "petro-kimya zengini" bir ekonomi olması zor değil.
|
CUMHURİYET/ ORHAN BURSALI
10.07.2007
Öncelikle OYAKBANK'ın
satışıyla bazı arkadaşlarımız konuyu yeniden gündeme getirdiler,
OYAKBANK'ın satışını kendi tezlerini doğrulayan (bayram yaparcasına)
kanıt olarak sundular ve şu görüşleri yinelediler:
"Bak, gördünüz mü, işte ulusal
sermaye dediğiniz OYAKBANK bile uluslararası sermaye oldu; ulusal
sermaye yoktur, özellikle büyük sermayenin hepsi işbirlikçi
karakterdedir, sanki ulusalmış gibi görünür, ama her an uluslararası,
yabancı sermaye oluverir... TÜPRAŞ konusunda da bu böyleydi.
'Satılacaksa ulusal sermaye alsın bari' görüşünün yanlış olduğunu
söyledik.. İşte şimdi de OYAKBANK'ın satışı bunu kanıtlıyor... Yarın da
TÜPRAŞ satılır!"
Bu görüşü savunanlar
genellikle iktisatçı, siyasi tutumları da sosyalist.
Aslında Başbakan Erdoğan da bu
teze destek veriyor. Erdoğan, PETKİM'in satışı ile ilgili, sermayenin
rengi, milleti olmaz, sermaye sermayedir diyerek, bir başka açıdan
"sosyalist iktisatçılar" la birleşiyor...
Bu konu aslında hiç de öyle
karmaşık değil. "Ulusal sermaye" vardır, bazı iktisatçıların ileri
sürdüğü gibi, sadece KOBİ'ler düzeyinde değil, en büyük sermaye
düzeyinde de vardır!
Kapitalizm çağında, kapitalist
devletler ve ulus-devletler dönemi sürdüğü sürece de ulusal sermaye
olacaktır!
Yani sermayenin
yüzer-gezerliği dışında, bir kısmı "kimliksizleşmesine" (mesela İsviçre
bankalarındakiler) rağmen, mutlaka bir "toplanma-dağılma-operasyon yeri"
(ulusallık!) olmak zorundadır!.. Sanırım sermaye tanımlamada çok basit bir "farklı anlama, tanımlama" söz konusu...
Şüphesiz, "sermaye" nin onlarca çeşidi var... entelektüeli, yeşili, karası, kayıtlısı, sabiti, yüzergezeri, likiti, kazık çakmış olanı, kayıtsızı, örtülüsü, sosyali, yeraltılısı... Fakat basitçe ve en genel anlamıyla, "bir ekonomik-ticari faaliyetin gerçekleştirilmesinde kullanılabilecek, mübadele edilebilir her türlü değeri; parayı, malı mülkü, taşınabilir veya taşınmaz her şeyi sermaye" olarak tanımlamak mümkün.
Bu açıdan baktığımızda, nasıl
OYAKBANK bir "sermaye" ise dönüştürüldüğü 2.7 milyar dolar da bir
sermayedir! Birine belki "sabit" derseniz, diğeri de likit haldedir!
O halde, OYAKBANK aslında bir
mübadeleye konu oldu. OYAKBANK "uluslararası sermaye" olurken, karşılığı
2.7 milyar dolar ise "yerli" olarak yerinde duruyor! Yani, "teorik" olarak baktığımızda, yerli sermaye uluslararası sermayeye dönüşmedi !
Ülkemizdeki toplam "yerli
(veya ulusal) sermaye" den bir azalma olmadı !
O yerinde duruyor. Bu saptamadan sonra, konunun diğer yönleri, toplumsal yanı, bankacılık yönü vb. tartışılabilir.
Örneğin: Acaba hangisi değerli, OYAKBANK mı, yoksa 2.7 milyar dolarlık likit para mı?
Şüphesiz, bir banka kurup onu OYAKBANK gibi bir büyüklüğe ulaştırmak kolay değil. OYAKBANK'ın içinde yoğun emek var. Olmasa zaten değeri düşük olurdu.
OYAK'ı alan şirket, bu kurumu büyütebilir, daha değerli hale getirebilir veya Türkiye'de rekabet edemez, bankaya değer yitirtir, zarar eder.
Buna karşılık OYAK Holding elindeki nakit 2.7 milyar doları, OYAKBANK'tan daha değerli başka yatırımlara dönüştürebilir! (Veya dönüştüremez, hatta batırır!)
OYAK'çılar, bankalarını büyütmek, daha değerli hale getirmek konusunda bir perspektifleri ve güçleri olmadığını gördülerse, üstelik büyük rekabet karşısında bankalarının değer yitireceğini düşündülerse satmakla iyi ettiler bile denebilir!
Zaten bütün sorun da burada:
Biz meydan okuyucu değiliz! Aman şu malımız biraz değerlenmişken satalım, düşüncesindeyiz!
İlaçta da bu durumu yaşadık.
Burada temel bir sorunumuz
var; bizim para alışverişiyle uğraşan patronlar kesimi, öteden beri
zayıf ve korkak... Geçmişte gördüğümüz gibi, bazı açıkgözler bankaları
düzenbazlık aracı olarak kullandı ve kişisel zenginlik kaynağı olarak
gördü. Oysa finans sektörü, en büyük güçtür! En iyi para kazanma,
zenginleşme aracıdır, tabii ki doğru kullanmasını bilirsen! Yunan finans
sektörü sadece Türkiye'de değil, Balkan ülkelerinde de hızla yayılıyor.
İtalyan, Amerikan, Alman, Hollanda, Belçika, İsviçre... finans
sektörüyle dünyaya durmadan yayılıyor. En büyük para, güç, iktidar bu
sektörde! Bizler ise bu sektörden kaçıyoruz! Sorun burada!
Bu sektörü büyük ölçüde yabancıların eline verdiniz mi, sorun başlıyor! Akbank yöneticileri, bu açıdan ülkenin, iktidarın dikkatini çekiyor durmadan!
Peki, PETKİM ve diğer ulusal varlıklar?..
|
TERCÜMAN / TUNA SERİM 10.07.2007 İhale bozulacak Unakıtan söyledi!
PAZARTESİ sabahı CNN TÜRK’te Parametre programına katılan Maliye Bakanı Unakıtan, PETKİM ihalesinin bozulacağı yönünde sözler sarf etti. “Eğer şirket yapısı Türkiye’ye zarar verecek bir konumdaysa ihale bozulur, bu denetimi yapacak ve nihai kararı verecek kurumlarımız var” dedi. İş bu aşamaya gelmeden önlem alınsaydı, şirketlerin ticari kimlikleri, ortakları daha önce incelenseydi bu duruma düşülmezdi. Türkiye’yi pazarlayan iktidar son yıllarda, imzaları atıyor, ortalık karışınca da anlaşmalar bozuluyor. Özgür medya olmasaydı, ihale tam da seçim zamanına denk gelmeseydi, Unakıtan bu kadar seri bir açıklama yapabilir miydi? PETKİM ihalesi, Türkiye’nin imzaladığı ama uygulayamadığı Irak’a çıkarma yapmama karşılığı alınacak paranın anlaşmasını hatırlatmıyor mu?
|
AKŞAM / VOLKAN AKI 10.07.2007
Türkiye’de önce bazı makamlar
için gündeme gelen “liyakat” sorunu, şimdi şirketler için de
tartışılıyor. Yani görevi ya da işi yerine getirme yeteneğine sahip
olana vermek.
Petkim’in özelleştirmesinde
ortaya çıkan tablo da aslında tam olarak bu konuyla ilgili. Bazen
özelleştirmelerle ilgili konularda, bu noktayı kaybediyoruz.
Özelleştirme karşıtlığı ile destekleyenlerin ortasında sıkışıp
kalıyoruz. Yani konu şu: Eğer bir şirketi birilerine satıyorsak, sadece bunu tutup sadece parası olana satmak akıllı bir iş değil. Üstelik satılan, Türkiye’nin çok önemli bir tesisiyse konu daha da önemli bir hal alıyor.
Alanın milliyeti, dini, dili
hiç önemli değil. Tutup, ayrımcı bir yaklaşımla sen alamazsın sen
alabilirsin demek değil. Ama her kapıdan geçen ve parasal yeterliliğini
ispatlamış kişilere satmak da çok doğru değil. Eğer size gelen
başvurularda, Petkim’i iyi şekilde yönetebilir mi? Bu sektörde tecrübesi
var mı? Diyerek, bir değerlendirme yapmıyorsanız hata yapıyorsunuz
demektir. MİT incelemesi ya da stratejik konular farklı bir açı
Öncelikli olan yeterliliğin tespit edilmesi. Ya da bu güveni ortaya
koyacak bir planın olması. Bir şirketi yönetmek için o işi çok iyi
bilmesiniz de gerekmez. Fakat bilenlerle çalışıp bir strateji
hazırlayabilir ve kendinizi bu konuda ispatlayabilirsiniz.
Petkim söz konusu olunca
Bir de konu Petkim gibi,
Türkiye’nin önemli bir şirketi olursa buna daha fazla dikkat etmek
gerekiyor. Türkiye’yi enerji koridoru yapma düşüncesiyle pek çok proje
geliştiriyoruz. Bu strateji içinde, bir petro kimya şirketi de çok
önemli bir noktada yer alıyor. Şirketin kimde olduğu artık çok stratejik değil. Böyle düşüncelerin hakim olduğu dönemler de geride kaldı. Fakat, o şirketin verimli bir şekilde devamlılığı önemli. Stratejik olan Türkiye’nin bölgesel enerji oyunu içinde varlığını her noktada sürdürebilmesi ve bu şirketin verimli bir şekilde, pazarda hizmet verebiliyor olması.
İletişimini de yapamadılar
|
HÜRRİYET / Yalçın BAYER 10 Temmuz 2007
PETKİM, küresel sermayeye yem oldu
TMMOB Petrol Mühendisleri Odası Başkanı Mete Topgüder, PETKİM'in satışı konusunda görüşünü açıklıyor:
"2005 yılı sonunda 437 milyon
dolarlık yatırım ile 2001 ile 2005 yılları arasında 4 milyar dolar döviz
tasarrufu sağlayan PETKİM, inşaat, otomobil, tekstil, tarım ve plastik
sektöründe girdi olarak kullanılan termoplastiklerin tek ulusal
üreticisi konumuyla Türkiye'nin ulusal sanayiinin, özellikle de 2000
kadar KOBİ'nin, temel girdi mallarını üreten bir kamusal destek kuruluşu
olduğu düşünülmeden, geri teknoloji kullanma, kötü yönetim, hantallık,
zarar etme gibi özelleştirme gerekçeleri yokken, küçük-orta sanayici
kesimini emperyalist küresel sermaye canavarının önüne atacak şekilde
özelleştirilmiştir.
Verimlilik ile kamusal faydayı
başarıyla bünyesinde birleştirerek kamu giderine yol açmadan faaliyette
bulunan PETKİM, üretim arzından fiyatların belirlenmesine kadar
toplumsal faydayı gözeterek ulusal sanayinin destek kuruluşu olmuştur.
Dünyada, özellikle de Türkiye'ye özelleştirmeyi dayatan Batı
ülkelerinde, enerji ve petro-kimya alanında kamu ağırlığı titizlikle
korunmaktayken, işsizlik, üretimin durması, sosyal devlet anlayışının
zayıflaması, devlet tekellerinin özel tekele dönüşmesi gibi sakıncaları
bulunan bu özelleştirme uygulaması mutlaka durdurulmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti
bağımsızlık, ulusal ekonomik kalkınma ve toplumsal eşitlik araçlarından
yoksun bırakılmamalıdır. Yatırım yapmadan satış yapan bir düşünce terk
edilerek ekonomik-toplumsal kalkınma bakımından 'stratejik' oluşu da
düşünülerek PETKİM'in özelleştirilmesi mutlaka yeniden
değerlendirilmelidir." İhaleyi onaylayacak Rekabet Kurulu'na ve ÖYK'nın bilgisine...
|
DÜNYA / BURHAN ÖZFATURA 11.07.2007
AKP yönetiminin bu kadar pervasız olması, insanı dehşete düşürmektedir.
Özelleştirme adı altında, tam
anlamı ile bir "peşkeş politikası" sürdürülmekte; milli çıkarlara ve
saçı bitmemiş yetim hakkına, hiç saygı gösterilmemektedir.
- Türkiye, tam anlamı ile
yabancılara peşkeş çekilmiştir. (TÜPRAŞ, Ofer ve Shell'e; Telekom,
Ermeni Hariri'ye; Telsim, telekulakçı Vodafone'a; Erdemir Fransız
Arcelor'a; Kuşadası Limanı İsrailli'ye; İzmir Limanı Hong-Konglu'ya;
araç muayene işi Alman'a; Başak Sigorta Fransız'a; Adabank Kuveytli'ye;
İETT Garajı Dubaili'ye; Avea Lübnanlı'ya; PETKİM Ermeni'ye; Rakı
Amerikalı'ya; Finansbank Yunanlı papazlara; Oyakbank Hollandalı'ya;
DenizBank Belçikalı'ya; Türkiye Finans Küveytli'ye; TEB Fransız'a; Cbank
İsrailli'ye; MNG Bank Lübnanlı'ya; Alternatifbank Yunanlı'ya; Dışbank
Hollandalı'ya; Şeker Bank Kazak'a; Yapı Kredi'nin yarısı, İtalyan'a;
Turkcell'in yarısı, Finli ve Rus'a; Beymen'in yarısı Amerikalı'ya;
Enerjisa'nın yarısı, Avusturyalı'ya; Garanti'nin yarısı Amerikalı'ya;
Eczacıbaşı İlaç Çek'e ; İzocam Fransız'a; TGRT ABD'li'ye; DemirDöküm
Alman'a; Döktaş Fransız'a; Süper FM Kanadalı'ya...)
(İngiliz ve Rumlar, paravan
şirketler kanalı ile 1.4 milyar hektarlık alanda, maden arama ruhsatını
ele geçirdiler. Bloke ettiler.)
Velhasıl, AKP tam anlamı ile
taş üstünde taş bırakmıyor. Her şeyi yabancılara peşkeş çekiyor. (Hiç
olmazsa, bunun sonucunda, üretime ve istihdama, bir katkı olsaydı. Ama
ne gezer.)
- Enerji dağıtım ihalelerini
seçim sonuna bırakan AKP; PETKİM'i yangından mal kaçırır gibi, seçime 15
gün kala ve TBMM kapalı iken, sadaka fiyatına Ermeniler'e sattı. Bunun
hesabını, hem bu dünyada, hem de Cenab-ı Hakk'ın huzurunda nasıl
vereceklerdir?
(Elbette, Türk yargısının,
milli çıkarlara bu kadar ters düşen bir icraata geçit vermeyeceğine,
gönülden inanıyorum. Yargı kararı, bu dışa bağımlı iktidarın, en önemli
bir sanayi kuruluşunu peşkeş çekmesine izin vermeyecektir.) - PETKİM'in özellikleri nelerdir?
a) Şirket, Türkiye'nin en
gözde ve büyük kuruluşudur. Bir benzerini daha yapmak, imkansız denecek
kadar zordur. Kaldı ki, mevcut arazi, tam anlamı ile bir yüzük taşıdır.
Bir benzeri daha yoktur. b) Şirket, 50'yi aşan petrokimyasal ürün ile, sanayiimizin vazgeçilmez hammadde üreticisidir. Plastik ve sentetik kauçuklar; inşaat/ tarım/ otomotiv/ elektrik/ elektronik/ ambalaj sektörlerinin en önemli girdileridir. Sentetik elyaflar, tekstil sektöründe kullanılmaktadır. Ayrıca; ilaç/ boya/ deterjan/ kozmetik vb. birçok sanayi için de hammadde üretilmektedir. Yıllık brüt üretimi, 3.2 milyon tondur. Yıllık cirosu 1.5 milyar dolara ulaşmıştır. (Petrokimya sektörünün yıllık cirosu 6 milyar dolardır. 2015'te, ciro 15.-milyar dolara ulaşacaktır. PETKİM'in pazar payı yüzde 27'dir. Kapasite kullanımı yüzde 98'dir. Çok başarılı bir yönetimi vardır.)
c) Şirket; Türkiye'nin en
yüksek kredi notuna sahiptir. En şeffaf kurumudur.) Ülke ekonomisine,
1.4 milyar dolarlık katkı sağlamıştır, 2001-2005 arasında, sağladığı
döviz tasarrufu 4.-milyar dolardır. Öz kaynakları ile 400.-milyon
dolarlık yatırım yapmıştır.
d) Komik bir rakama; iki bin
dönümlük arazi, 150 milyon metreküp hacimli Güzelhisar Barajı, elektrik
üretim ünitesi, 14 fabrika ve 8 ortak tesis, liman/ 5 rıhtım/ 5 iskele,
bin adet lojman... Ermeni diasporasının finansörüne ve yolsuzluklardan 6
yıl hapis cezasına mahkum olmuş bir kişiye, satılmaktadır. (Bir yönetim,
milli çıkarları bu kadar pervasızca zarara uğratabilir mi?) (Gerçi,
böylesine kötü, o kadar çok örnek yaşadık ki...) (TÜPRAŞ, Petrol Ofis,
Tekelin içecekler bölümü, Seka-Balıkesir, Sümerbank-Ereğli Pamuk
işletmesi, EBK tesisleri, vb. özelleştirmelerini hatırlatmak isterim.)
Şimdi; ülkesini seven,
çocuklarının-torunlarının geleceğinin peşkeş çekilmesine razı olmayan
herkesin, sesini yükseltmesi, tavır koyması, dava açması zamanıdır.
AKP'nin giderayak, ülkeye daha fazla zarar vermesine engel olunmalıdır.
PETKİM'e ve diğer milli değerlere sahip çıkılmalıdır.
Gururlanma, Ey Başbakan.
senden büyük Hz. Allah(CC) var.
Devlet kaynaklarını
kullanarak; yaz sıcağında kalitesiz kömürleri dağıtarak;
ABD/AB/Barzani-Talabani-Papadopulos desteğine güvenerek; medyaya baskı
yaparak; düzmece anketlere dayanarak; meydanlarda gerçekleri tahrif
ederek, din istismarı yaparak, Cumhurbaşkanlığı seçiminin arkasındaki
oyunlarınızı gizleyerek; Türk halkını, bir defa daha kandıracağınızı mı
zannediyorsunuz?
Koltuklar kimseye baki
kalmamıştır. Size de kalmayacaktır.
Yaptıklarınızın hesabı,
mutlaka sorulacaktır... Not: Her vesile ile halka gitme edebiyatı yapanların, özelleştirme konusunda halkı hiç akıllarına getirmemesini ibretle izliyoruz.
|
CUMHURİYET / ERİNÇ YELDAN
11.07.2007 "Sermaye Birikirken: Osmanlı, Türkiye, Dünya" , yurtdışından dönüşümde kitapçıların raflarında beni karşılayan ilk kitaplardan birisi oldu. Boğaziçi Üniversitesi'nde iktisat hocamız olan Prof. Dr. Oya Köymen 'in bir yandan güncel Türkiye'yi analiz eden, bir yandan da kapitalizmin İngiltere'de sanayi devriminde yoğunlaşarak günümüze akan küreselleşmesini aktaran siyasi tarih çözümlemeleri ile akıcı bir gerilim romanı lezzetinde bir kitap. (Yordam Kitap, 1. basım, Mart 2007, 264 sf.)
Yayınevinin notuyla, sermaye birikirken "ötekilere" , yani sermaye sınıfına dahil olmayan çoğunluğa neler olduğunu tarihsel ve güncel öykülerle sergileyen bu kitabı bir çırpıda bitirirken, bir yandan da geçen hafta içerisinde çoğunluk hissesinin gerçek sahiplerinin kimler olduğunun hâlâ anlaşılamadığı bir finansal spekülasyon ve rant şirketine birkaç yıllık kârlarının karşılığı satılıveren petrol-kimya devi PETKİM'in şahsında, ulusal kaynaklarımızın nasıl talan edilmekte olduğunu gazeteler ve görsel medyadan izlemekteydim. Benim öğrenci olduğum 78'li yılların üniversite dünyasında anlaşılamayacak bir duyarsızlıkla, akademi dünyası 2000-sonrasında giderek hızlandırılan özelleştirmeler skandallarına eklenen bu yeni örneğe karşı son derece kayıtsız ve ilgisiz davranmaktaydı. "Türkiye'ye artan yabancı sermaye ilgisi", "PETKİM'i piyasanın beklentilerinin üzerinde fiyata sattık", "IMF çıpası devam etmeli "... başlıkları altında sürdürülen bu kolektif emperyalist saldırıya Türkiye'nin 68'li ve 78'li yıllarda göstereceği kesin olan toplumsal direnç kırılmış, etkisizleştirilmişti.
Oya Hoca'nın kitabı benim için bu yakın tarihçeyi çarpıcı örneklerle dile getiren bir başvuru kitabı oldu. Bu yakın tarihçenin önemli dönüm noktalarını bir çırpıda özetleyiveren dördüncü bölümünde Oya Hoca şu gerçeklerin altını çiziyordu:
"Borsa spekülasyonu gerçek ekonomileri inanılmaz boyutlarda istikrarsızlaştırdı. Hisse senedi spekülasyonunun yanı sıra, devlet borçlanma tahvilleri de doğal spekülasyon konusuydu. Neoliberal politika paketinin bir parçası olarak zenginler ve sermayedarlardan alınan vergiler düşürüldüğü için, devletler askeri ve asgari harcamaları için bile sürekli borçlanma ihtiyacındaydı. Hangi devlet daha yüksek faiz verirse uluslararası fonlar oraya koştuğundan, bu bir yandan içinden çıkılmaz bir borç yükü ve kısırdöngü yaratıyor, öte yandan da yüksek faizli borçlar ancak yeni ve daha yüksek faizli borçlarla ödenebiliyordu."
"Borçların ödenebilmesi için ikinci kaynak, özelleştirmelerle devletlerin malvarlığını satmasıydı. Uluslararası sermaye, genellikle de yerli sermaye ile işbirliği içinde özelleştirme ihalelerini kazandığı zaman ülkeye döviz giriyordu. Bu paranın bir bölümü borç ödemeye, bir bölümü de ithalat artışına gidiyordu" (sf. 186-87).
Oya Köymen Hoca 1983'te 5.000 kamu görevlisi ile birlikte "1402'lik olur" ve üniversiteden ayrılmak zorunda bırakılır. Yıllar süren hukuk mücadeleleri sonucunda 1990'da üniversiteye geri dönüşünde ise iktisat ders kitaplarında, akademik dilde ve üniversite yaşamındaki ortam, Oya Hoca'nın kendi deyişi ile "çarpıcıdır". "Ders kitaplarında makroekonominin kurucusu Keynes dipnota atılmış, iktisatta giderek artan karmaşıklıktaki matematiksel modelleriyle neoklasik iktisat tam bir egemenlik kurmuştu. Ekonomi lisans programlarında 'iktisat tarihi' seçimlik derslerin arasında bile marjinalleşmiş durumdaydı. Artık akademik dilde 'araştırmadan' çok, 'projelerden' söz edilmeye başlanmıştı . 'Üniversite-sanayi işbirliği' genel başlığı altında 'araştırma projeleri' dönemine girilmişti. Üniversite ya da bilimsel yayınevleri yerine artık araştırma projelerinin yayıncıları TÜSİAD, Odalar Birliği ya da Dünya Bankası gibi kuruluşlar olmaya başlamıştı. Bu ilişkinin bilimsel özgürlük ve özerklikle bağdaşıp bağdaşmayacağı tartışma konusu bile değildi. Çünkü bu hal sanki üniversitenin 'doğal' bir durumuymuş gibi sunulmaktaydı." (Sf. 18) Bu koşullar altında Türkiye ve benzeri azgelişmiş ülkelerde yeni-emperyalizmin özelleştirmeler, esnekleştirmeler ve kuralsızlaştırmalar ile sürdürdüğü "kolektif" saldırılara, üniversitelerden ve daha geniş olarak akademi ve bilim dünyasından herhangi bir tepkinin gelmesi beklenebilir miydi?
|
MİLLİYET / METİN MÜNİR
11.07.2007
Petkim'i alan
hırslı bankacı: Ruben Vardanyan
1991'de Sovyetler Birliği
dağılmaya başlarken Peter Derby isimli bir Amerikalı 35.000 dolar
sermayeyle Rusya'nın ilk yatırım şirketini kurdu ve adını Troika Dialog
koydu. Rus asıllı Derby, 1983'te New York Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra bankacı olmuş, New York'ta National Westminster ve Chase Manhattan bankalarında çalışmıştı.
Derby, Troika Dialog'a üç kişi
aldı. Bunlardan biri geçen haftaki Petkim ihalesiyle Türkiye' de adı
duyulan 22 yaşındaki Ruben Vardanyan'dı.
Ermenistan'da doğan Vardanyan,
mühendislik profesörü bir babanın ve araştırmacı bir annenin çocuğuydu.
Babası gibi akademisyen olmak niyetiyle Moskova Üniversitesi'ne yazıldı
ama komünizm yerini kapitalizme bırakmaya başlarken finansal
işletmelerde büyük servet kazanabileceğini fark etti. Goldman Sachs'in
Moskova ofisine başvurdu ama ona iş vermediler. Çabuk yükseldi
Vardanyan Troika'da çabuk
yükseldi. Derby 1996'da ona küçük bir hisse verdi ve şirkete genel müdür
yaptı.
Derby iki yıl sonra çocuğunun
eğitimi için Amerika'ya döndü ama fazla kalamadı. Birkaç ay sonra gelen
büyük 1998 ekonomik krizi DialogBank'ı batırdı. Derby Moskova'ya dönüp
üç yıl bankanın tasfiyesiyle uğraşmak zorunda kaldı.
Bu arada Vardanyan yükselmeye
devam etti ve Troika'yı ele geçirdi.
Bu olay şöyle oldu. Yıl 2001.
Vardanyan'ın Troika'da yüzde 10 hissesi var. Bankanın büyük hissedarları
Moskova Bankası ve İsviçreli Opel ailesidir.
Vardanyan, Troika'nın büyük
bir sigorta şirketi almasına önayak olur. Banka bu işi riskli bulur ve
Vardanyan'ın istifasını ister. Vardanyan istifa etmek yerine 51 milyon
dolar borçlanır ve bankanın Troika'daki yüzde 81 hissesini satın alır. 'Saygı duyulan sima' Troika bugün Rusya'nın menkul kıymetler, yatırım bankacılığı, servet idaresi ve özel sermaye sahalarında faaliyet gösteren en büyük özel yatırım bankasıdır.
S&P'ye göre, Troika'nın 2005'te 66 milyon dolar olan kârı 2006'da 200 milyon dolara yükseldi. Sermayesi 375 milyondur. Vardanyan şirketin yüzde 65'ine sahiptir.
Bu arada Vardanyan da büyük prestij kazandı: Financial Times ondan Rusya'nın "sıfırdan zengin olan işadamları arasında en saygı duyulan simalarından biri" olarak bahsetti. Frankfurter Allgemeine Zeitung'a göre "Rusya'daki yatırımcıların azizler mertebesine çıkardığı adam"dı.
Ernst & Young 2004'te onu
Rusya'da Yılın Girişimcisi seçti. Fortune dergisi "Yükselen 125 yıldız"
listesine aldı. Vardanyan'ın uluslararası ün, itibar ve servete sahip başarılı bir işadamı olduğuna kuşku yok. Ama bütün bu özellikleri onu Petkim'in patronu yapmak için ideal bir kişi yapıyor mu? Bu soruya yarınki yazımda cevap vermeye çalışacağım.
|
RADİKAL / MUSTAFA AYSAN 11.07.2007
Türkiye Petrolleri A.O. tarafından 1963'te kurulan, 1987'de özelleştirme kapsamına alınan, ülkemizin tek petrokimya ürünleri üreticisi PETKİM (Petrokimya A.Ş.), 5 Temmuz günü yapılan açık artırmada, sermayesinin yüzde 51'i satılarak özelleştirildi. İstanbul Borsası (İMKB), Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB), T.C. Maliye Bakanlığı ve hükümet bayram ediyor. Rus ve Kazak şirketlerinden oluştuğu açıklanan alıcıyı, henüz tanımıyoruz. Alıcıların yüzde 51'ini, 2 milyar 50 milyon ABD Doları ödeyerek devir almaya söz verdikleri bu şirketimiz, ülkemizin başarılı üretim tekellerinden biridir. Uluslararası pazarlardaki rakiplerinin sayısı da fazla değildir. PETKİM'in, blok satış yöntemiyle özelleştirilmesi yanlış olmuştur. Uzun bir süredir özelleştirme listesinde bulunan bu değerli şirketimiz, çalışanları ve yöneticileriyle, 20 yıl boyunca, sahibinin değişeceğini bekleme şansızlığı içinde yaşamış, siyasetçiler elinde çok hırpalanmış olduğu halde, başarılı olabilmiştir. PETKİM'in, 1990'da sermayesinin yüzde 8'i halka açılmış, 2001'de Yarımca'daki kuruluşları Türkiye Petrolleri A.Ş.'ye (TÜPRAŞ'a) satılmış, 2003'te sermayesinin yüzde 88.86'sı, 605 milyon dolara, Uzan ailesine satıldığı halde, ihale bedelinin zamanında ödenmemesi nedeniyle satış iptal edilmiştir. 26 Ağustos 2003'te açılan ikinci blok satış ihalesi de, fazla istekli çıkmadığı için iptal edilmiş. 2004'te ikinci bir halka arz ile sermayesinin yüzde 34.5'i halka satılmıştır. 5 Temmuz 2007'deki son ihaleden önceki sermaye dağılımı şöyleydi: ÖİB yüzde 54.32; T.C. Emekli Sandığı yüzde 7, halka açık yüzde 38.68. Bir yıl kadar süreceği tahmin edilen satış işlemleri tamamlandıktan sonra, hisse dağılımı şöyle değişecektir: Rus-Kazak Ortaklığı yüzde 51, ÖİB yüzde 10.32, halka açık yüzde 38.68. Yürürlükteki ticaret ve sermaye piyasası kanunlarımız, egemen ortağa (sermayenin yüzde 51'ine sahip yeni ortaklığa), tam yönetim hakları sağladığı ve geride kalan yüzde 49 oranındaki azınlık ortaklarını yönetime karıştırmama ve yönetime tam egemen olma hakkı tanıdığı için, aslında bu ihalede satılan şirket yönetiminin tümüdür. Kanunlarımızın bu özelliğini bilmeyen ve ülkemizdeki şirket yönetimlerinde kurumsallaşma derecesinin düşük olduğunu hesaba katmamış olan bazı yorumcuların, "PETKİM'in yarısı 2 milyar dolara satıldı, tamamı 4 milyar dolar eder" biçimindeki sözleri, bu nedenle tam doğru değildir. İhaleyi kazanan grup, 2003'teki blok satış bedelinin altı katı, şirket sermayesinin 2004'teki ikinci halka arzı sırasında hisse başına ödenen bedelin de 5.2 katı ve ihale günündeki borsa fiyatının da üç kat üzerindeki bir fiyatı, bu şirketimize, yönetim egemenliğiyle birlikte tekel olanakları sağladığı ve devir aldıkları, bilançolara yansımamış şirket varlıklarına büyük değer verdikleri için ödemişlerdir. Bu nedenlerle, yapılan ihale sonuçları yüzünden fazla sevinme olanağı yoktur. Ödenen bu bedel, tartışılmaya başlanmıştır, daha çok tartışılacaktır. Büyük olasılıkla, şirkete ödenen bedel nedeniyle bu satış, dava konusu olmuştur ve olacaktır. Çok başarılı iki halka açılma yapmış, üretimde de oldukça başarılı olarak, bilançoda görünmeyen birçok artı değer (para ile ölçülemediği için bilançoda görünmeyen 'entelektüel' ve teknolojik sermaye) yaratmış bu şirketimizin, petrokimya ürünleri üretimi konusunda deneyimini bilmediğimiz bir gruba satılması iyi olmamıştır. Halka açık şirkete birkaç uzmanın değerleme bilgisine dayanarak tarafsız ve tartışmasız bir değer biçilmesi olanağı yoktur. Böyle bir değer, ancak çok sayıda yatırımcının ve halkın değerlemeleriyle ortaya çıkabilir. Bu örnekte, yarı yolda halka açılma yolundan dönülmesi, ileride başımıza büyük değerleme sorunları çıkaracaktır. Bir daha yinelemekte yarar vardır: Halka açılma yolu ile devlet işletmesini özelleştirmek ve onu, siyasetçilerin etki alanı dışına çıkararak, çok sayıda ortaklarının ve öteki çıkar gruplarının tümünün egemenliğindeki yöneticilerin yönetiminde, ekonomi ve halk hizmetinde çalıştırmanın yolu, yöntemi vardır. Günümüzde, bir işletmeyi, kurumsal yönetime kavuşturmak, tek sahip yönetiminde onu uygun ekonomi hedeflerine yönlendirmeye çalışmaktan çok daha kolaydır ve dünyada bunun başarılı örnekleri vardır.
|
ANAYURT / Orhan ERDİL
11.07.2007
www.fikritakip.com adresli
internet sitesinde yayınlanan yukarıdaki başlıklı enfes yazıyı
okuyucularımızla paylaşıyoruz: Bütün göstergeler, önceki gün yüzde 51 hissesi satılan Petkim’in çok iyi durumda olduğunu ortaya koyuyor.
Uzmanların açıkladığı bu
olumlu göstergeler şöyle sıralanabilir: Borcu yok.
Kasasında 300 milyon YTL para var.
Kapasite kullanım yüzde 98.
İhracatı 4 kat artırıldı.
Cirosu 1 milyar dolardan 1.6
milyar dolara çıkartıldı. Türkiye’nin en yüksek kredi notuna sahip; en şeffaf şirketlerden biri.
2006 yılında 5 milyon dolar vergi ödedi. Ülke ekonomisine toplam 1.4 milyar dolar katkı sağladı.
2001-2005 yılları arasında 4 milyar dolar döviz tasarrufu sağladı.
Özkaynaklarıyla 400 milyon dolar yatırım yapıldı ve üretim kapasitesi 3 milyon tonun üzerine çıktı.
Bu özelliklere sahip bir işletme olan Petkim 2.050 milyar dolara satıldı.
İktidara taraftar medya her zamanki gibi Türkiye’nin bir kuruluşunun beklendiğinden yüksek fiyata satıldığını duyurdu. Türkiye’nin nasıl güvenilir bir ülke haline geldiğini, yatırım için yabancıların ülkeye koştuğunu yazdı.
Fakat aynı yayınlarda böylesine iyi durumda bir şirketin neden satıldığı hiç sorulmadı. Telekom ve diğer kâr eden kuruluşların alelacele elden çıkarıldığı sırada da hep bu tesislerin kaç liraya satıldığına bakılarak değerlendirmeler yapılmıştı.
Evet, asıl sorulması gereken soru şu ki, Petkim neden satıldı?
Böyle bir şirket özel sektörden bir patronun elinde olsaydı acaba satar mıydı? Yahut Petkim gibi altın yumurtlayan bir yatırımı satın alan firmaların ülkeleri, Petkim kendi ülkelerindeki bir yatırım olsaydı bütün avantajlarına rağmen yine de satarlar mıydı?
Akşam gazetesine yaptığı
açıklamada Petkim gibi bir kuruluşun satılma gerekçesini Başbakan şöyle
açıklıyor: “Petkim şu anda kârlı ama yerli-yabancı pek çok firma,
rafineri ve petro-kimya tesisleri kurmak istiyor. O zaman devlet rekabet
edemez ve Petkim’in değeri düşer. Devlete yük olmaya başlar. İyi bir
zamanlama ile çok iyi bir fiyata satıyoruz”
İşte Petkim’i satmanın
gerekçesi!
Gün gelir birileri Petkim’in
faaliyet alanında yatırım yapar, rekabet ortamı doğar ve devlet bu
rekabetle baş edemeyip Petkim’i zarara düşürür! Başbakan’ın Türkiye’nin en stratejik ve kârlı yatırımını satma sebebi, gelecekte başarısız olma kuşkusu.
Türkiye’nin varlıkları böyle bir zihniyete emanet edildiğine göre elde avuçta bir şey kalmamasına şaşmamak lazım!
|
CUMHURİYET / ÖZLEM YÜZAK 11.07.2007
Ya Petrol-İş Sendikası olmasıydı?....
Sendikaların ne yazık ki en itilip kakıldığı, işlevsizleştirildiği, horlandığı dönem. Ancak Petrol-İş Sendikası yaptığı tüm itirazlarla, açtığı davalarla ve sürdürdüğü mücadele ile Türkiye'de emperyalizm tuzağına ve değerli kamu kurumlarının ne idüğü belirsiz yabancı şirketlere satılmasına engel olarak üstün bir sendikacılık başarısının altına imza atıyor.
Hatırlarsanız bunu TÜPRAŞ'ın birinci özelleştirilmesindeki ilk ihalede de engellemiş ve tek başına bir mücadele yürüterek Efremov Kautschuk adındaki tabela şirketine satılmasının önüne geçmişti. Aynı mücadeleyi şimdi de PETKİM için veriyor. Acaba biz Petrol-İş'e hak ettiği övgüyü verip arkasında ne kadar durabiliyoruz?
|
AKŞAM / YAVUZ SEMERCİ 11.07.2007
ÖZELLEŞTİRMEYE nasıl
bakıyorsunuz? Sizce vatan mı satılıyor, yoksa global ekonominin gereği
mi yapılıyor? Amacım bu konuda teorik bir tartışma açmak değil.
Bir başka olaya dikkatinizi
çekmek istiyorum: Türkiye’de uygulanan yanlış fındık politikaları ülkeye
ve Karadeniz üreticisine sizce ne kaybettirmiştir? Eğer rakamlarda büyük bir yanlış yapmıyorsam bilanço şöyle:
1 Eylül 2005-30 Ağustos 2006 sezonunda Türkiye yurtdışına 214 bin ton fındık sattı ve karşılığında 2 milyar dolar ihracat geliri elde etti.
2006 Eylül-30 Ağustos 2007 sezonunda ise 227 bin ton fındık ihraç edildi ve buraya dikkat, 1.2 milyar dolar ihracat geliri elde edilebildi.
Bir yıl içinde 750 bin üretici ailesinin kaybettiği gelir 800 milyon dolar.
Bu 800 milyon doların hesabını kim verecek? Kimse “serbest piyasa ekonomisinde pazar böyle tescillendi”, “rekolte yüksek idi arz fazla olunca fiyat düştü” bahanesine sığınmasın.
Siz ne üretirseniz üretin, Avrupalı kullanıcılar fındıkta Türkiye’ye mahkum. 214 bin ton değil de 170 bin ton satardınız ama daha yüksek gelir elde edebilirdiniz.
Nedense, hükümetlerin hemen hepsi, eninde sonunda Avrupalı alıcıların isteklerine boyun eğiyor. AKP de buna dahil. Nasıl beceriyorlar anlamadım, ama gerçek değişmiyor. Üretici perişan, alıcı mutlu.
|
SABAH / Prof. Dr. AYDIN AYAYDIN 12.07.2007
Türkiye gerçekten çok ilginç bir ülke. Bir günü diğerini tutmuyor. Neden mi böyle diyorum? Alın size en yakın örnek: Petkim ihalesi
Gazeteci Hrant Dink'in
suikaste kurban gitmesinin üzerinden çok uzun süre geçmedi. Hatta
sanıkların yargılandığı dava geçtiğimiz günlerde yapıldı. Hepiniz
hatırlayacaksınız. Dink'in cenaze törenine katılanlar ellerinde "Hepimiz
Ermeniyiz" pankartları taşımıştı. Gazeteler de birinci sayfalarını
neredeyse tam sayfa buna ayırmıştı. Ancak birkaç gündür Petkim'i alan
şirketlerin sermayesinde Ermeni payı olduğu veya Yahudi ortaklığı olduğu
aynı gazeteler tarafından manşetlerden veriliyor. Burada insanın aklına
hangisi doğru? sorusu geliyor. Bunlar daha işin başında ihaleye
girilmeden önce neden araştırılmıyor? Gelin birlikte sorgulayalım.
Petkim'in satış ihalesi aylarca önceden belli miydi? Evet.
Peki kimlerin bu şirkete talip olduğu Özelleştirme İdaresi'nden dosya alanlardan belli değil miydi? Cevap yine evet.
Peki o zaman niye hükümet
üyeleri ve bürokratlar milli menfaatlere göre karar verileceğini ve
aykırı durum varsa ona göre hareket edileceğini belirtiyor . Ya da
ihaleyi kazanan şirketler ile ilgili MİT gibi kuruluşları devreye sokmak
şimdi mi akla geliyor. Bu şekilde hem ihaleye darbe vurulmuş hem de
satın alanlar ile ilgili kuşku yaratılmış olmuyor mu? Hepsinin cevabı
maalesef evet. Bunun açıklaması da yine her zamanki cümle: Burası
Türkiye. Burası Türkiye çünkü ancak burada birkaç haftalık kısa periyotlarda bile insanlar tamamen aykırı görüşleri savunabiliyor. Hem de neyi neden savunduğunu veya eleştirdiğini bilmeden. Başka bir örnek daha vereyim isterseniz. Alın size Cumhurbaşkanlığı seçimi.
AKP iktidarı Cumhurbaşkanlığı için adayını son güne kadar sakladı mı? Evet AKP'ye en yakın gazeteci ve yorumcular bile bu süreç kötü yönetildi diyor mu? Yine Evet.
Başbakan adaylık
tartışmalarını yorumlarken "Ellerine çelik çomak verdim oynuyorlar" dedi
mi? Maalesef evet.
Miting meydanlarında AKP'ye
Cumhurbaşkanı seçtirilmedi propagandası yapıldı mı? Evet
Bugün ise Başbakan Erdoğan
uzlaşmaya hazır olduğunu söyleyerek önceki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde
uzlaşmaya gitmediğini kabul etti mi? Buna da evet. Yine akla gelen soru aynı: Hangisi doğru? |
ZAMAN / İBRAHİM ÖZTÜRK 12.07.2007
Özelleştirme ve yabancı sermaye: Neler oluyor?
Pektim ve Sabiha Gökçen'in başarılı satışları, seçim sathı mailinde özelleştirmeleri tekrar kamuoyunun gündemine taşıdı. Açıkçası taraflı tarafsız sessiz çoğunluk, gelişmeleri nasıl yorumlayacağını bilememenin verdiği stres içinde. Bu konudaki tereddütlere son derece hak veriyorum. Konuyu açıklığa kavuşturmak ise bilim adamlarının görevi. Birkaç yazıda konuyu tartışacağım.
Özelleştirme ile ilgili olarak
eleştiri odağında üç konu var. Bir kesim zaten özelleştirmeye tanım
gereği baştan karşı çıkıyor. Bu kesim özet olarak 'kamunun malı
milletindir, özelin olamaz. Zira KİT'ler, halkın refah kaynağıdır.
Ulusal çıkarlar da bunu gerektirmektedir' diyor. Diğer iki eleştiri ise
kamu varlıklarının gerçek değerinden satılıp satılmadığı ve ekonomide bu
yolla artan yabancı etkisiyle ilgili. Konu, geldiğimiz aşamada
Türkiye'nin kalkınma gündeminin neyi gerektirdiği ile ilgili.
Özelleştirmeyi bu genel çerçeveye oturtmak şart. Dikkatinizi çekmiştir,
OYAK grubu gibi kendisini 'ulusalcı' olarak tanımlayanlar bile
söylemlerini tekzip etmek, hatta gülünç duruma düşmek pahasına kendi
varlıklarını bile satıyor. Ancak milletin moralini bozmaktan da geri
kalmıyorlar. Ulusalcıların neye hizmet ettiği bir yana, bunların
eylemleri ile söylemleri arasındaki bu fark bile, Türkiye'nin yabancı
sermayeye ne kadar muhtaç olduğunu ve bu sürecin devam etmesi
gerektiğini ortaya koyuyor.
Önce kısaca özelleştirmenin
gereğini tartışalım. Özelleştirmeyi kökten reddedenlere hem teorik hem
de ampirik olarak katılmıyorum. Japonya daha yüzyılın başında devleti
devreden çıkarmaya başladı. Bugün adını duyduğumuz meşhur Japon
şirketleri, devletin devrettiği işletmelerden gelmektedir. Ancak
Japonlar şirketleri yabancıya kaptırmamakta ısrarcı oldu. 1990'lardaki
en az on yıl sürecek büyük köpük ekonomisine kadar Japonlar dünyaya en
çok sermaye ihraç eden ülkelerin başında olduğu halde, OECD içinde açık
ara en az yabancı sermaye çeken ülke oldu. Japon kalkınmasında yabancı
sermaye ve dış borç yok denecek kadar az, ancak yabancı uzman katkısı ve
teknoloji transferi ise çok fazladır. Ancak bu romantik hikâyeyi duyun ve unutun. Zira dönemin şartlarında Japonlar kalkınmasını tarım ve genelde emekçi kesimin zulme varan istismarıyla kendi iç kaynaklarından karşıladı. Ayrıca Asya'daki Japon sömürü ve emperyalizmi de bunda son derece önemlidir. Bir Japon ekonomisi uzmanı olarak söylüyorum, Japon deneyiminin bu çağda bilhassa Türkiye'de tekrarlanma ihtimali yoktur. Dahası, sonradan kalkınan Asya Kaplanları ile mukayese edildiğinde dahi, Türkiye'nin 'en iyi' seçenekleri kullanma şansını heba ettiğini görüyoruz. Kore, Türkiye'den 1990'lı yıllarda koptu gitti. Hatırlayın, 1990'lı yılların başında herkes Turgut Özal Türkiye'sine 21. yüzyılın şampiyonu gözüyle bakarken, 1990'lı yılların sonunda herkes Süleyman Demirel'in kayıp on yılını konuşuyordu. Zira ülke, 'yaşlılar rejiminin' (gerontokrasi) genç neslin özgürlük ve refah arayışına açtığı savaş sebebiyle krizden krize sürüklendi. Şimdi var olan yol ve yordamlar içinden ne kadarına kavuşabiliyorsak o kadarını denemek zorundayız.
Özelleştirme ve yabacı sermaye işini başarıp kalkınmak, 'köprüden önceki son çıkış'tır. Bu bahse devam edeceğim. |
MİLLİYET / METİN MÜNİR 12.07.2007
Bir şirketi özelleştirirken
değişik amaçlar güdülebilir.
"En çok parayı verene satarım.
Alanın şirketi ne yaptığı umurumda değil" denebilir.
"Para en önemli unsur değil.
Alıcı şirketin faal olduğu sektörde sağlam bir oyuncu olsun, şirketi
büyütsün" denebilir. Geçen hafta yapılan Petkim Petrokimya A.Ş özelleştirmesinde, Telekom özelleştirilmesinde olduğu gibi, birinci amaç güdüldü.
Petkim'e iki küsur milyar
dolarla en yüksek fiyatı veren üç ortaklı konsorsiyumun içinde parası
olan veya milyar-dolarlık borç bulabilecek birçok kuruluş ve kişi var.
Ama petrokimyacı yok. Ürününü Petkim'de değerlendirecek petrol sahibi de
yok. Oysa Petkim'in petrokimyacıya ihtiyacı var. Şu nedenle: Petkim'in borcu yoktur ama emsallerine göre kârlılığı düşüktür çünkü entegre değildir, kendi ihtiyaçlarına cevap vermek amacıyla kurulmuş bir rafinerisi yoktur. Petkim'in ihtiyacı böyle bir rafineri kuracak, eskiyen tesisi modernize edecek bir ortaktır.
İhaleyi kazananların bu tarife uydukları kanaatinde değilim.
Daha pahalıya satabilecekler
Muhtemelen, çok zaman geçmeden daha da pahalıya satabilecekleri için.
İkinci ortak Investment
Industrial Group Euroasia, Kazak zenginlerine ait bir inşaat şirketidir.
Bunlar da petrolcü veya petrokimyacı değildir.
Üçüncü ortak Caspi Neft TME
daha da esrarengizdir. Hisselerinin yarısı Amerika Birleşik
Devletleri'nde, diğer yarısı Kazakistan'da kurulu bir şirkete ait olan
Caspi Neft'in sahiplerinin kim olduğu bilinmiyor. Şirketin
Kazakistan'daki bir petrol sahasında imtiyazı var ama petrolü var mı yok
mu belli değil. Bilinmeyenler çok olduğu için uluslararası derecelendirme kurumu Fitch geçen gün Petkim'i "olumsuz bir gözle" izlemeye başlayacağını açıkladı.
Borç altında bırakma
ihtimali
Fitch direktörlerinden Oğuz
Bardak, ihaleyi "Kazanan gruptakilerin isimlerini biliyoruz, petrokimya
sektöründen olmadıklarını biliyoruz ama başka bir şey bilmiyoruz" dedi.
Fitch, alıcıların Petkim'in
varlıklarını teminat gösterip şirketi borç altında sokma bırakma
ihtimali olduğuna inanıyor. Yani Petkim, Petkim'in parasıyla satın
alınabilir. Konsorsiyum kredi için Credit Suisse (İsviçre) ve Turan Alem Bank'a (Kazakistan) yetki verdi. Ancak ne kadar özsermaye, ne kadar kredi kullanılacağı belli değil.
Konsorsiyumun danışmanı Inter
Consult adlı şirketin sahibi Haluk Ulusoy'u aradım ama herhangi bir
soruya cevap vermeyeceğini söyledi.
Alıcılara kabahat bulmayalım.
Hükümet, "En fazla parayı verene satıyorum" dedi, onlar da "En fazla
para bizde var" diye ellerini kaldırdılar. Ve bir gerçeği bir daha anlamış olduk: İki şeyin dini olmaz. Paranın. Akılsızlığın.
|
CUMHURİYET / ORHAN BURSALI
12.07.2007
Çok önemli bir sanayi kuruluşumuz olan Petkim'in yüzde 51'lik ön satışı, 2.050 milyar dolara gerçekleşti. En yüksek parayı veren TransCentralAsia Petrochemical Holding Ortak Girişim Grubu'nun çok da belirli olmayan bir ortaklık yapısı var; kimin eli kimin cebinde pek de bilinmiyor. Türkiye'de Petkim'i kim nasıl işletecek; işletecek mi; bir yatırım plan ve programı var mı yok mu?
Tam bir körlemesine satış.
İki nokta dikkat çekiciydi:
İkincisi , Erdoğan ve ekibinin "sermayenin rengi, kimliği, ırkı, dini" nin kendilerini ilgilendirmediğini açıklamaları.
AKP'nin sadece Petkim'de değil
bütün özelleştirmelerde tek ilgilendiği konu, şirketin şu veya bu
şekilde, ama mutlaka satışı. Sonrası? Erdoğan ve takımının umurunda
değil, gelecek. Önemli olan şu an; cari açıklarını kapatacak nakitlerin
kasaya girmesi ve borsaya durmadan sıcak para akışının teşvik edilmesi.
AKP tam al-satçı bir tüccar
parti! Aracılıktan sürekli nemalanan! Petkim ile Oyakbank'ın satışı farklı.
Büyük düşünüp çevresinde
yayılamayan yerli finans sermayesinin(*), rekabet karşısında
malının-parasının derdine düşerek, gücünü yabancıya devretmesine,
şüphesiz belki de geldiğimiz şu noktada (bankacılığın yüzde 42'sinin
yabancılaşması) yasal olarak dur demek gerekir.
Petkim ise ülkemizin tek
petrokimya kurumu. Petrol-İş raporlarına göre Türkiye dünyanın 5. büyük
petrokimya pazarı. Petkim'in cirosu 1.6 milyar dolar. Kendi
kaynaklarıyla 437 milyon dolar yatırımla üretim teknolojilerini yenileme
gücüne sahip olduğunu gösterdi. Kazancı yerinde. Üretimi AB
standartlarında. 14 ana işletme fabrikası, müthiş arazileri, barajı ve
limanı var.
Bunların ötesinde çok önemli
bir kamusal görevi var: Ulusal sanayiciyi, küçük üreticiyi (yüzde 95),
ürün fiyatlarını makul düzeylerde tutarak desteklemek.
Şirket, özel sektöre,
yabancıya geçince, bu destek bitecek. Ülkesel, kamusal bir zarar
başlayacak. Petkim, ülke içi tüketimin sadece üçte birini karşılayabiliyor; bunu üçte ikiye çıkartacak yeniliklere gideceğimize, ithalat girdilerimizi azaltma çabasına gireceğimize ve yerli sanayinin gelişmesine daha büyük katkı nasıl sağlayabiliriz diye düşüneceğimize, Petrol-İş raporunda belirtildiği gibi, özel sektörü yeni petrokimya tesisleri kurmaya teşvik edeceğimize, sanayileşmenin çok önemli bir alanından çekiliyoruz!
Satışıyla birlikte, çoktan
mezara gömülen planlı kalkınmanın da son büyük evladı mezara
gömülecek!.. Petkim'e bir de "ulusal sanayi" açısından bakarsak:
Sürdürülebilir bir ekonomik
büyüme, eldekileri satarak gerçekleştirilebilir mi? Devletin, tam
tersine, ithalatı azaltıcı ve ülkede iş olanaklarını ve üretimi durmadan
artırıcı teşvik ve düzenlemelere gitmesi gerekir...
"Sürdürülebilir" bir ekonomik
yapıya sahip ve hızlı büyüyen bütün ülkelerin başarısında, böyle plan ve
programlar yatıyor. * Büyümesini, esas olarak, dışarıdan ithal edilecek sabit veya likit sermaye araçlarına bağımlı olmadan gerçekleştirecek;
* Gerçek anlamda sürekli
ihracat fazlası veren;
* Küresel krizlerden en az
etkilenecek, ama küresel büyüme olanaklarından da en çok yararı
sağlayacak; dengeli bir ekonomik yapıyı kurmak, yurtseverliğin ta
kendisi olmalıdır. AKP bunun çok ötesinde olduğunu her fırsatta gösteriyor.
Türkiye AKP'nin bu tüccar zihniyetinden kurtulmalıdır!
Peki diğer partiler bu
bilinçte mi? (*) Finans sermaye, güçlü finansal yapı, piyasaların efendisidir; piyasalarda "gerçek iktidar" ın ta kendisi sayılır. Finansal birikim, kapitalizmin de itici gücüdür. AKP'nin tüccarlığını ise finansal gücün desteklediği üretim sektöründen sonra, ancak üçüncü önem sıralamasında sayabiliriz!
|
SABAH / YILMAZ ÖZDİL 12.07.2007 "Yabancıya sınır koymalı... Yabancıya sınır koymazsak, serbest bırakırsak, ülkemiz ithal mezarlığına döner." Bu lafı kim söylemiş olabilir? a, Lenin. b, Castro. c, Mao. d, Chavez. e, hiçbiri. "Kendi değerlerimize sahip çıkmalıyız... Yabancıyı serbest bırakırsak, parası olan, getirir... Bu durumda, milli kaliteyi yakalayamayız..." Bu laf kime ait? a, Deniz Baykal. b, Devlet Bahçeli. c, Necmettin Erbakan. d, Doğu Perinçek. e, hiçbiri. Cevap? e. Çünkü bu laflar, Tayyip Erdoğan'a ait. Hem vallahi, hem billahi... Hiç boşuna, ekonomi sayfalarında aramayın. Orada bulamazsınız... İki gün önceki Hürriyet'in spor sayfasına bakın, orada. Gençlerbirliği Oftaşspor'u makamında kabul eden Başbakan, aynen şöyle dedi: "Sınırsız yabancı futbolcu transferine katılmıyorum... Eğer sınır koymazsak, parası olan kulüp, yabancı getirir, Türkiye'yi ithal mezarlığına çevirir. Aslolan, kendi altyapımızdır. Yoksa, milli takımda kaliteyi yakalayamayız..." Bankalar gitmiş, Borsa gitmiş, sigorta şirketleri gitmiş, fabrikalar gitmiş, telefonlar gitmiş, arsalar gitmiş, ithalat dünya rekoru... Tık yok. Yabancı futbolcu geliyor... İtiraz. Limana sokarız... Ceza sahasına asla! Hep söylerim... Herkes tuttuğu takım kadar düşünse bu vatanı, sorun kalmayacak aslında.
|
DÜNYA / OĞUZ OYAN 13.07.2007
PETKİM'in özelleştirilmesi
doğru mu?
Başlıktaki soruya önce
zamanlama açısından yanıt verelim. Seçime iki hafta kala bir Hükümetin
rutin kamu yönetimi dışında kritik kararlar alması, kamu varlıklarının
satışına veya işletilmesinin devrine yönelik icraatlarda bulunması,
siyasi teamüllere tamamen aykırıdır. Ne Türkiye ne de diğer demokratik ülkelerin siyasi pratiklerinde görülmeyen türden bu gibi "son dakika iş tutma" eğilimlerinin, siyasi nezakete uymaması yanında, "fırsatçılık" olarak değerlendirileceğini de hesaba katmak gerekir. Bu bağlamda, PETKİM kadar Sabiha Gökçen Havalimanı'nın 20 yıllık işletme hakkının seçime 12 gün kala ihaleye çıkarılması da zamanlama bakımından yanlış olmuştur. Bu tür önemli kararların, genel seçimlerde çoğunluğu alarak yenilenmiş bir toplumsal irade temelinde hükümet olacak yeni siyasi oluşuma bırakılması, olgun bir demokrasiye geçiş yönünde atılmış adımlar olurdu; ne yazık ki bunun tersi yapılmıştır.
PETKİM'in özelleştirilmesiyle devam edersek, bu kuruluşun özelleştirilme biçimi TÜPRAŞ'ın ilk özelleştirilme biçimiyle benzerlikler taşıdığı için de kuşkuları üzerine çekmiştir. Anımsarsak, TÜPRAŞ'ın yüzde 75'i gene aynı iktidar döneminde 1,3 dolara adresi bile bilinmeyen bir Rus şirketine satılmış, ancak Petrol-İş'in açtığı dava sayesinde bu şaibeli özelleştirme işlemi durdurulabilmişti. Daha sonra TÜPRAŞ'ın yüzde 51'inin Koç'un hakim ortak olduğu girişime 4 milyar dolara satılmasının da gösterdiği gibi, ilk satış tam anlamıyla kamu zararına gerçekleştirilmiş bir işlemdi. Kaldı ki, bu ikinci satıştan önce TÜPRAŞ'ın yüzde 14,76'lık hissesinin "halka arz" vitrini arkasında borsada işlem gören hisselerinin değerinin altında fiyatlarla Ofer-Kutman ortaklığına bir gecede devredilmiş olmasının getirdiği şaibe bile, gerçekten demokratik bir ülkede bir iktidarı koltuğundan edecek denli önemliydi. Nitekim gene Petrol-İş'in açtığı dava sonucunda bu sözde halka arz işleminin iptaline karar verilmiş ancak bu karar şimdiye kadar uygulamaya geçirilememiştir.
Mevcut iktidarın özelleştirme işlemlerine kuşkuyla bakmamıza yol açacak çok sayıda örnek mevcuttur. Ama konuyu Aliağa'nın ikizleri TÜPRAŞ-PETKİM dışına taşımazsak -TÜPRAŞ'ın Aliağa dışı rafinerileri olduğunu unutmaksızın- gene mevcut iktidar döneminde PETKİM'in ilk özelleştirilme öyküsünün tuhaflığını anmadan geçmemek gerekir. Bilindiği gibi, PETKİM'in ilk özelleştirme ihalesi İmar Bankası'na el konulmasından bir ay önce gerçekleşmişti. Bu ihale aynı zamanda, Uzanlar'ın Çukurova-Kepez şirketlerine el konulmasından hemen sonra yapılmıştı. Ve ihaleyi kim kazanmıştı acaba? Unutanlar için şaşırtıcı gelebilir: PETKİM ihalesini kazanan Uzanlar'dan başkası değildi! Hem de 600 milyon dolara! Ama, nakit dönüşümü yüksek Çukurova-Kepez'in kaybedilmesinden sonra Uzanlar bu parayı da sağlayamadılar ve PETKİM kamunun elinde kaldı. Peki, PETKİM gibi bir tesisin 600 milyon dolara elden çıkarmanın nasıl bir talan anlayışını yansıttığı yeterince tartışıldı mı? Müflis bir sermayedara PETKİM'in devredilmesi kararının nasıl verilebildiği sorgulanabildi mi?
Buraya kadar yazdıklarımız,
hangi siyasi ve ekonomik görüşten olursa olsun, yani muhafazakâr ve neo-liberaller
de dahil bütün toplum kesimlerinin ve köşe yazarlarının, özelleştirme
karnesinde çok fazla kırığı olan bir iktidar elinde seçime iki hafta
kala bu kadar kritik özelleştirmeler yapılmasına karşı bir duruş en
azından bir tereddüt sergilemeleri için yeterli değil midir? Ama gelin
görün ki, Türkiye'de böyle bir refleks dahi gösteremeyen ve gösterenleri
de "piyasa dostu olmayanlar ve devletçiler" diye suçlayanların sözleri
kamuoyunda daha çok yankı bulabiliyor. Burada bir terslik yok mu?
Kendilerini merkezin solundaki
yelpazede görenler açısından ise PETKİM'in özelleştirilmesine bir başka
karşı duruş daha beklenir: Bu tür stratejik önemdeki kuruluşların
özelleştirme kapsamına alınmaması gerektiği bu duruşun ana eksenidir. Ama, sağda olsun solda olsun, gelişmiş ülkelerdeki yükselen "ekonomik yurtseverlik" dalgasını doğru okuyanlar, bu tür kuruluşların kamuda olsun özelde olsun, yabancı şirketlerin eline geçmemesi gerektiğini ülke stratejisinin merkezine koyarlar. Tabii böyle bir ülke stratejisi kavramı varsa... Kuşkusuz herkesin böyle bir vizyona sahip olması zorunluluğu yoktur ve çok farklı öznel nedenler farklı konumlanmalara yol açar. Fakat böyle bir vizyonu hiç taşımayanlar nasıl oluyor da piyasanın tüm aktörleri adına kendilerini bir "kanaat önderi" konumunda görüyorlar doğrusu anlamakta güçlük çekiyoruz.
|
DÜNYA / Taylan ERTEN
13.07.2007
Troika Dialog Group, Investment Production Group Eurasia, Caspi Neft JSC eşittir TranscentralAsia Petrochemical Holding Ortak Girişim Grubu. Özelleştirme İdaresi'nin (ÖİB) 5 Temmuz 2007 günü Ankara'da düzenlediği "TV ekranları kadar şeffaf (!)" nihai pazarlık oturumunda, 2 milyar 050 milyon doları "bastırıp" Petkim'deki yüzde 51 kamu hissesine sahip oldu. Gerçi, suyu görmeden paçalar sıvanmasın; şimdilik, "sahip oldu" yerine, "sahip adayı" oldu diyelim. Çünkü, OGG'nin önündeki yol, bayağı uzun.
Grup, 5 Temmuz'da sadece "idare" aşamasını geçti. Aynı kulvarda, Rekabet Kurulu (RK) ile Özelleştirme Yüksek Kurulu (ÖYK) var. Rekabet Kurulu'nun ne diyeceği önemli. ÖYK'nın da öyle... RK, mevcut konumuyla, petro-kimya sanayiinde kamu tekelini elinde tutan Petkim'in, bir holding üç şirketli Kazak-Rus karmasının özel tekeline dönüşmesine izin verecek mi, vermeyecek mi? Kurul'un önüne giden veya gidecek olan dosya bu yönüyle çok hassas bir incelemeyi ve irdelemeyi gerektiriyor. Petkim'in, Türkiye'de hem üretimde hem pazarda tek başına tekel olduğunu da hatırlatalım. Başka bir şirket yok.
Yargıda 3 dava...
Rus-Kazak OGG'si
hakkındaki kuşkular, iddialar; grup şirketlerinin ve patronlarının
ekonomik, sektörel ve mali kimlikleriyle ilgili koyu belirsizlikler,
henüz açıklığa kavuşmuş değil. Bu noktada, Petkim operasyonunun
tarafları; ÖİB ile OGG'nin izlediği "esrarengiz" tavırda, bir değişiklik
yok. Sanki, birileri bu satışın üzerindeki ketumiyet perdesinin
kaldırılmasını istemiyor! Hadi, OGG'yi anladık, ÖİB neden susmakta ısrar
ediyor? Yaptığı işlem çok boyutlu tartışmalara yol açarken, kamuoyunun
hakkı olan yeterli ve doyurucu bilgilendirmeden kaçınıyor? İşte bunu
anlamak mümkün değil!
ÖİB'nin ve hükümet
yetkililerinin kaçındıkları bu görevi, belki de idari yargı yerine
getirecek. OGG'nin önündeki üçüncü aşama, bu. Petkim'le ilgili yargı
süreci, Petrol-İş Sendikası'nın açtığı üç ayrı dava ile sürüyor. Kendi
alanındaki özelleştirmelere karşı, işçi sendikası olarak verdiği hukuk
mücadeleleriyle, diğer bütün sendikal kuruluşlara ve başındakilere ders
veren Petrol-İş, 14 Şubat 2007'de, Petkim'in blok olarak satılmasını
öngören ÖYK kararını; ardından ÖİB'nin ihale ilanıyla şartnamesini,
iptal istemiyle Danıştay 13. Dairesi'nde dava etmişti. Üçüncü dava da
ÖİB İhale Komisyonu'nun 5 Temmuz'daki satış kararının iptali ve
yürütmenin durdurulması istemiyle açıldı. Petkim ihalesinin, gizlenen
"DNA haritası", bu davalarla ilgili yargı sürecinde ortaya çıkacak
İki meslek odası...
Petrol Mühendisleri Odası da "Dünyada, özellikle Türkiye'ye özelleştirmeyi dayatan Batı ülkelerinde, enerji ve petro-kimya alanında kamu ağırlığı titizlikle korunmaktayken, işsizlik, üretimin durması, sosyal devlet anlayışının zayıflaması, devlet tekellerinin özel tekele dönüşmesi gibi sakıncaları bulunan bu özelleştirme uygulaması, mutlaka durdurulmalıdır" diyor. Bunlar kamuoyunun "hissiyatına" tercüman olan tepkiler. Dikkate alınır mı; Petkim ihalesi durdurulur mu? Bunu zaman gösterecek. Onun için zaman, "unutkanlıkla" karartılmamalı. "Mülkiyetiyle" birlikte asla satılmaması gereken Petkim olayı unutulmamalı, unutturmak isteyenlere bu fırsat verilmemeli. Kesintisiz bir "fikri takip" ile, peşinden gidilmeli.
|
EVRENSEL / YÜCEL SARPDERE 13/07/2007
Tribünler “Kemal abi bize Sergen’i alsana” diye inliyor. Kemal abinin futbolla ilgisi ne kadar, bilinmiyor. Topu görse bomba diye karakola götürür mü? İhtimal ki götürmez… Önce halkın malı mı değil mi ona bakar… Halkın malıysa özelleştirip babalar gibi satar. Ya da evladı mahduma ekmek kapısı çıkar mı bu “meret şeyden” onu anlar… Ekmekli işse bir kararname ile dışardan ucuz top getirir rafadan yumurta niyetine satar. Yeter ki, memlekete dair bir şey olsun… Yeter ki, memleket olsun… Satar! Ama bu kez satmadı… Futbolcu aldı. Pardonnnn! Almadı… Aracılık yaptı… Ki, aracılık da uzmanlık alanlarından birisidir. Malum TÜPRAŞ, Galataport, Kuşadası otel odasında beyefendi ile birlikte pazarlanmış… TÜPRAŞ hisselerini “ihalesiz şaibesiz, pazarlıksız!” İsrailli Ofer’e ikramlanmış… Sonra o iş mahkemece iptal edilmiş… Memleket kasasından sekiz yüz milyon dolar uçmuştu. Bu kez Kemal abi futbola el attı. Futboldan anlar mıydı? İhtimal o ki, küçükken naylon topa dokunmuştu! Kim bilir naylona bu denli sevgisi o dönem başlamıştı. Bir nevi çocukluk aşkı!
Tribünlerden sesler: “Kemal abi bize Sergen’i alsana” “Alırız” dedi. Bir telefonda iş bitti. Kemal abinin cebinden para çıkmadı. Ama Sergen’i aldı! Kimle, nereyle, nasıl, ne konuştu? Parayı kim verdi? Bilinmiyor. Açıklanmıyor. Kim bilir belki bu da devlet sırrına giriyor! Tribünler daha da coşuyor: “Kemal abi bize Ronaldinho’yu alsana” Gülüyor… Başka taraftan başka sesler: “Kemal abi PETKİM’i satsana” Satıyor. IMF inliyor: “Kemal abi TÜPRAŞ’ı, barajları, nehirleri, limanları satsana” Zaten öyle yapıyor. Yine de şimdilik Ronaldinho’yu almak zor. Ama o gülüyor. Ronaldinho olmasa da… Bir adet naylon Ronaldinho uydurulmaz mı? Ne de olsa naylon topa ilgisi eskilere dayanıyor, iş biliyor! Yapar mı yapar… Satar mı satar! |
MİLLİYET/MELİHA OKUR
14.07.2007
İğneyle kuyu kazıyorum!..
2 milyar 50 milyon dolar
parayı bastırıp 'Patron bu!' diyemeyen TranscentralAsia-Petrochemical
Holding Ortak Girişim Grubu'nun 'esas' ortağını arıyorum!.. Öyle ya, kim bunlar?
İn mi? Cin mi? İşi gücü bıraktım, 70 milyon Türk vatandaşı gibi PETKİM'i satın alan şirketin peşine düştüm.
Türkiye'nin tek petro kimya
tesisi PETKİM'in yüzde 51'i acaba niye böyle satıldı? PETKİM'in Yönetim Kurulu Başkanı Osman İlter'den detaylı açıklama bekliyorum. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler'in bacanağı olan İlter, DSP'li eski Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Gürel'in yeğeni, CHP senatörlüğü yapmış bir babanın bürokrat oğlu. Seçime 17 gün kala PETKİM'i satıp, Kazaklar ihaleyi alınca "Şirketin ortakları hakkında bilgi verilecek" dedi
Pek çok kişi gibi benim için o
an iş bitti! Parayı bir yana bıraktım! O gün bugün iz peşindeyim. 22
Temmuz seçimi öncesi satışı araştırıyorum. Gelin görün ki, Kazakistan'da da seçim var. 18 Ağustos'ta yapılacak seçime Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev'in partisi Nur-Otan'ın yanında altı parti daha giriyor. 77 milletvekili seçilecek. Bu seçim, Kazakistan'ın geleceği açısından önemli!
Niye mi?
Çünkü Kazakistan'da Anayasa
değişikliği yapıldı. Nazarbayev, ölünceye kadar Devlet Başkanı seçilmeyi
garantiledi.
Nazarbayev şimdi Nur-Otan
Partisi'nin öncülüğünde yaptığı değişiklikleri hayata geçirmek istiyor.
Dünyanın en önemli petrol ve doğalgaz ile yeraltı madenlerine sahip olan
Kazakistan'ı bölgesel çekim merkezi yapmak istiyor.
Petrolünü daha iyi fiyata
satmak için acilen denize inmeye ihtiyacı var. O yüzden bölgedeki petrol
rafinerileri ile petro kimya tesislerini satın alarak Rusya odaklı bir
yeni bir açılım yapmak istiyor. Küresel ticaretin yıldızı 'supply chain managment' petrol sektöründe de kullanılıyor. Yani ham petrolü ne kadar işleyip satarsanız o kadar çok para kazanıyorsunuz!
Nazarbayev'in arzusu da bu!.. Kaynakları çok büyük bir ülkeyi yönetiyor. Üç kızı var, damatlar çalışıyor. Büyük damat Rahat Aliyev, şeker işiyle ticarete başlamış, banka, medya derken işi büyütmüş.
Ortanca damat Timur Kulibayev,
petrol ve banka işiyle uğraşıyor. Kazak Milli Petrol Şirketi 'KazMunay'ın
en yetkili ismi. Küçük damat ortalıkta görünmüyor. Bu noktada beni Almanya'dan arayan ama isminin gizli kalmasını isteyen önemli bir Kazak işadamının söyledikleri ilgilendiriyor. Diyor ki;
"Rahat Aliyev uzun süredir
Avusturya'da yaşıyor. Nurbank'ın büyük ortağıydı. Diğer iki hissedarın
hisselerini rehin aldığı gerekçesiyle işlerden el çektirildi. Diğer iki
ortak, ölü bulundu. Şimdi kırmızı bültenle aranıyor." İlginç değil mi? Diyeceksiniz ki PETKİM ile Rahat Aliyev'in ilgisi ne? Aliyev, PETKİM'i alan konsorsiyumun ana şirketi Eurasia Grup'un sahibi Alexander Mashkevich ile çok sıkı fıkı ve yakın dost.
Tamam da gerisi var. Bekleyin!..
|
MİLLİYET / Metin MÜNİR
14.07.2007 Kazak Başbakan, Erdoğan'a Petkim için mektup yazdı
Kazaklar, Petkim'i elden
kaçırmamak için şirinlik atağına geçti. Kazakistan Başbakanı Karim
Masimov, Tayyip Erdoğan'a mektup yazarak ihaleyi kazanan Kazak
şirketlerinin arkasında durduğunu söyledi. Kazakistan devlet yatırım fonu Kazyna (Kazakça hazine anlamına geliyor) Petkim'e ortak olacak.
Petkim ihalesini kazanan
Rus-Kazak konsorsiyumunun ortaklık yapısında "dört beş güne kadar"
önemli değişiklikler olacak. Hatırlanacağı üzere Petkim Petrokimya Şirketi'nin yüzde 51'inin özelleştirilmesine 2 küsur milyar dolarla en yüksek fiyatı Rus-Kazak ortaklığı verdi.
Ortaklığın yüzde 54 ile en
büyük hissedarı Troika Dialog adlı Rus yatırım şirketinin özel sermaye
kollarından biriydi. Geriye kalan hisseleri aşağı yukarı eşit oranda iki Kazak şirketi paylaştılar: Şekerbank'ın da ortağı olan Kazak zenginlerine ait Invest Group Eurasia ve Caspi Neft petrol şirketi.
Rusya'nın en büyük ve en
prestijli yatırım bankası olan Traoika Dialog'un ana hissedarının Ermeni
olması ve işin stratejik değil özel sermaye yatırımı izlenimini vermesi
kamuoyunda tepki yarattı.
Yürürlüğe konan şirinlik
kampanyasının amacı bu izlenimleri silerek özelleştirmenin önünü açmak.
Kampanyanın unsuru
özelleştirmeyi kazanan konsorsiyumun ortaklık yapısında yapılacak
değişikliktir. Konsorsiyuma danışmanlık hizmeti veren InterConsult yöneticisi Haluk Ulusoy'dan öğrendiğime göre konsorsiyum üyelerinden her biri hissesinin yüzde 49'unu yeni ortaklara satacak.
Örneğin Troika'nın yüzde 54
hissesi devir tamamlandıktan sonra yüzde 27.5'e inecek. Diğer ortakların
hisseleri de aynı oranda düşecek.
Onların satacağı hisseleri
Kazyna (yüzde 24 civarında) ve iki Türk ortak (yüzde 25 civarında)
alacak.
Ulusoy'a göre Kazyna esasında
yüzde 49 hissenin tamamını almak arzusundaydı. Ama "Versek yerli
ortaklara pay kalmayacaktı" dedi. Anladığım kadarıyla, hem Türk
kamuoyunun damak tadına daha iyi uyacağı hem de Türkiye'de iş yapmayı
kolaylaştıracağı için Türk ortak alma yoluna gidildi.
"İki ayrı Türk ortakla
görüşüyoruz" dedi . "Biz gitmedik. Onlar bize geldi. Avukatlar yeni
hissedarlar sözleşmesini hazırlıyorlar. Üç dört gün içinde biter ve yeni
ortaklık yapısı kamuoyuna açıklanır" dedi.
Ulusoy, geçen gün Ankara'da
Özelleştirme İdaresi'ni ziyaret ederek 'Stratejiyi' anlattığını söyledi.
"Gayet iyi bir toplantı oldu" dedi.
Ulusoy Türk ortakların kim
olacağını açıklamaktan kaçındı. Ancak ihaleden önce Kazaklarla iki Türk
grubu arasında görüşmeler yapıldığını söyledi.
İlk grup Ülker-Anadolu
ortaklığı (bunlara daha sonra Akkök de katıldı) idi. Ülker-Anadolu,
Kazaklar'a yüzde 40 hisse verdiği için ortaklık kurulamadı. Çalık ve
Çalık'ın projesi Samsun-Ceyhan Boru Hattı ile Ceyhan rafinerisinde
ortağı Indian Oil için de Ulusoy, "Hintliler olduğu için mesafeli
kaldık" dedi. Ulusoy özelleştirmenin tamamlanmasından sonra ortakların Petkim'de yeni rafineri ve elektrik santralı olmak üzere 4-5 milyar dolarlık yatırım yapmayı planladığını söyledi.
Rus-Kazak konsorsiyumunun
Petkim'in yüzde 51'ine verdiği 2 küsur milyar dolar, şirketin piyasa
değerinin yüzde 181 üzerindedir. Ulusoy bu fiyatı şu şekilde açıkladı: "Petkim'in toplamının şu anki değeri 1 ile 1.5 milyar dolar arasındadır. Petrokimya sektöründe çalışan herkes bunu bilir. Biz 4.1 milyar dolar fiyat biçtik. Eğer yapmayı düşündüğümüz yatırımlar olmasa Petkim bu parayı etmez. Bu değeri elde etmek için 4-5 milyar dolarlık yeni yatırım yapmanız lazım. Aksi takdirde o fiyatı vermek inanılmaz bir aptallık olur."
|
RADİKAL / BARAN TUNCER 15.07.2007
Özelleştirme adı altında yapılmakta olan satışlara geçtiğimiz günlerde bir yenisi daha eklendi. Sahiplerinin kimler olduğu çok da iyi anlaşılamayan bir yabancı ortaklık en yüksek parayı bastırarak Petkim'i satın aldı. 'Satışın galipleri, televizyon ekranlarında görmeye alıştığımız şekilde birbirlerini kucaklayarak mutluluk sahneleri sergilediler'.
Beni en fazla etkileyen de
şirketin yeni sahiplerinin Petkim'i Kazakistan Cumhurbaşkanı
Nazarbayev'e hediye etmek için aldıklarını söylemeleri oldu.
Görünüm olarak, babalarından
miras kalan, eski deyimiyle tevarüs edilen malları satışa çıkaran müflis
ailelere benziyoruz. Sanki çevremizdeki zenginler 'Türkler yine paraya
sıkıştı, bir şeyler satsalar da alıp, sevdiğimiz birisine hediye etsek'
diye bekliyorlar.
Ya da şimdi birkaç kuruluşu
alırlarsa, birkaç yıl sonra çok daha yüksek fiyata satıp havadan para
kazanmayı umuyorlar.
Toplumun geçmişte dişinden
tırnağından artırarak sağladığı birikimin ürünü kuruluşları sattığımızda
aldığımız parayla bari borçlarımızı kapatabilsek veya hiç olmazsa
azaltabilsek. Gerçekte bütün bu satışlara rağmen iç ve dış borçlar
büyüklük olarak artmaya devam ediyor.
Pekiyi özelleştirmeden gelen
para ne işe yarıyor? Ekonomi için önem taşıyan altyapı yatırımlarına mı
gidiyor? Bazı güç reformların yapılmasına mı destek oluyor? Bunların
hiçbirisi söz konusu değil. O parayla daha fazla ithalat yapıyoruz; daha
büyük cari açıkları kapatıyoruz. Buna bağlı olarak da yüksekçe bir
büyüme hızını devam ettiriyoruz. Bu da iktidara ekonomiyi büyüttük diye
övünme fırsatı veriyor. Bari büyümeyle birlikte istihdamı da
artırabilsek. Onu ise beceremiyoruz.
Gerçek anlamda 'özelleştirme'
olgusuna karşı olmadığımı yakından tanıyanlar bilir. Çok sayıda ülkede
uygulandığı şekliyle, özelleştirmede ana amacın söz konusu işletmelerin
daha verimli çalışarak ekonomiye yaptıkları katkıyı artırmak olması
gerekir. Kuşkusuz bu amaca yönelik olarak yalnız ziyan eden değil, kâr
eden kuruluşlar da özelleştirebilir. Yeter ki amaca hizmet etsin.
Oysa, bizde özelleştirme kararlarını verenlerin böyle bir amacı olduğunu sanmıyorum. Zaten iktidardaki yöneticilerin çoğunluğunun ticaret dışında bir deneyimleri yok. O yüzden önlerine gelen her şeyi 'babalar gibi' satıyorlar. Petkim satışından sonra Bakan Kürşad Tüzmen, marifetmiş gibi "Petkim'i satıp ülkeye para kazandırdık" diyebiliyor. Sanırsınız ki özelleştirme basit bir alışverişten başka bir şey değil.
Elde avuçta ne varsa satarak 'para kazanmak' en kolay şey. Onu herkes yapabilir. Zor olan yeni tesisler kurarak ekonomiye kazandırmak. İnsanlara iş olanakları sağlamak.
Kimileri olaya yalnız cari
açığın yönetilmesi yönünden bakıyor. Özelleştirme ile elde edilen geliri
doğrudan yabancı sermaye girişi olarak değerlendiriyor. "Cari açık büyük
olabilir ama, eskiden olduğu gibi bu açık sıcak paradan çok doğrudan
yabancı yatırımla finanse ediliyor. O yüzden de korkulacak bir şey yok. Her şey sağlıklı" diyenlerin sayısı az değil.
Gerçekten de doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının rakamlarına bakıldığında, kamu ve özel sektörün elindeki kuruluşların yurtdışındaki firmalara satışından sağlanan paraların hiç de küçük bir yer tutmadığı gözden kaçmıyor. Ancak bunun da bir sonu var. Satılacak bir şey kalmayınca ne yapılacağını bugünden düşünmek lazım.
Satış yoluyla dışarıdan para
girişi söz konusu olduğunda yalnız kamu değil, aynı zamanda özel
sektörün yabancı kuruluşlara satışlarını da unutmamak lazım. Son birkaç
yıldır, özellikle dışarıya banka satışları büyük rakamlara ulaştı. Son
olarak Oyak Bankası'nın satışı ile bankacılık sisteminde yabancıların
payı yüzde 42'ye yükselmiş bulunuyor. Bu rakama yabancıların sermaye
piyasasından aldıkları banka hisse senetleri dahil değil. O da dikkate
alınacak olursa yabancı sermayenin bankalardaki payı rahatlıkla yüzde
50'nin üzerine çıkıyor.
İktidarın ekonominin en önemli
sektörlerinin yabancı şirketlerin denetimine geçiyor olmasından
rahatsızlık duymadığı açık. Oysa, pek çok ülke yabancıların finans
kesimine girmesi konusunda fazlasıyla duyarlı bir tutum içindeler.
Finans kesiminde denetimi daha önce yabancılara kaptırmış olan ülkeler
ise bunun sıkıntısını şimdi çekiyor. Her şeyi satarak bir yere varılamayacağını anlamak zorundayız.
|
MİLLİYET / SERPİL YILMAZ 15.07.2007
Petkim ihalesinin ilişki haritasında şaşırtıcı izler
Petkim ihalesinin ardından
Rus, Kazak ve Amerikalı ortaklar, Ermeni ve Yahudi lobilerinin etkin
isimleri çıkmıştı. Bunlara Malezya'nın eski bakanlarından Daim Zeynuddin
eklendi Petkim ihalesine geri dönmemek mümkün değil. En başta geçen hafta yapılan ihalede Petkim'in yüzde 51'ine 2 milyar 50 milyon dolar veren TransCentralAsia'nın sözcüsü ve InterConsult'un patronu Haluk Recai Ulusoy'un konsorsiyum hisselerini yeni ortaklıklara açık bıraktıklarını kesin bir dille ifade etmesi ve "şeffaf" bir tutum takınmaması, gazeteci reflekslerini diri tutuyor.
İhalenin hemen sonrasında
Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın, "Aldığımız duyumlara
göre şirket, Rus, Kazak ve Malezya bağlantılı" diyordu. Bu cümleden
hareketle daha önceki yazımda yer vermediğim Malezya tarafına bakacağım. Malezyalı eski bakan Malezya'nın Türkiye'ye ilgisi malum, her ihalede bir biçimde karşımıza çıkıyorlar. 2004 yılında İstanbul'a Sarıyer-Anadolukavağı arasında bir üçüncü Boğaz köprüsü ihalesi gündeme gelmişti ve burada projesini Başbakan Erdoğan'a sunan Malezya'nın önde gelen gruplarından Renong'un patronu Tan Sri Halim Saad'dı. Saad, yakın zamanda, eski Malezya Maliye Bakanı Run Daim Zeynuddin'in yeğeniyle evlendi. Zeynuddin, Malezya'nın en zengin 5 kişisinden biri.
Daim'in yakın dostu ise Petkim'de karşımıza çıkan Invest Group Eurasia'nın ve bu grubun büyük hissedar olduğu Turan Alem Bank (Şekerbank'ın yüzde 34'ünü almıştı) Yönetim Kurulu Başkanı Mukhtar Ablyazov.
Ablyazov, Kazakistan'da bankacılığı kadar inşaat yatırımlarıyla da anılan bir yatırımcı. Rusya'da toplam 1 milyon metrekare inşaat yapıyor, Bakü'deki otelleri yeniliyor.
Ulusal strateji mi, kimlik
mi? Petkim ihalesine Limak da girmişti. Limak, İsrail'in petrokimya alanında en büyük şirketlerinden Carmel ile ihalede yer almıştı, çekildi. Limak Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir'e "Petkim ortaklık yapılarını" soruyorum; "Biz daha önceden havayolu şirketi mi görmüştük, Hamdi Akın görmüş müydü? Finansman gücü olan girer ve bu işi en iyi yapacak ekibi kurar. İhalelerde iki noktaya takılabilirsiniz. Birincisi, kara para var mı? İkincisi ülke güvenliğini etkiliyor mu?" diyor.
Bu sorulara şu an itibariyle "Evet" yanıtı veremiyorum. Söz konusu konsorsiyumun ortaklarından Rus bankası Troika Diyalog'un finansal gücünden şüphe etmiyoruz. Ancak bankanın Yönetim Kurulu Başkanı Ruben Vardanian'ın da diasporadaki Ermeni örgütlenmeleriyle yakın ilişkiler içinde olduğunu biliyoruz. Bu şu demek: Uluslararası arenada Türkiye'yi soykırım iddiasıyla zora sokan Ermeni diasporasını finanse eden bir ortakla karşı karşıyayız. Vardanian sade bir Ermeni olsaydı, etnik kimliğini sorgulamayacaktık.
Machkevic'i Tamince tanıştırdı İhalede Ablyazov'un şirketi Eurosia'da isim karmaşası sürüyor. Kazakistan'da Ablyazov'un ortak iş yaptığı Euro-Asian Group'un (EAJC) Yönetim Kurulu Başkanı Alexsander Machkevic'in adı ortalıkta anılmıyor. Dünya krom rezervinin yüzde 20'sini barındıran Kazakistan'ın krom kralı Machkevic'in şirketi ile Ablyazov'un "akrabalığı" sumen altı ediliyor.
Machkevic, aynı zamanda Avrasya Yahudi Kongresi Başkanı. Belçikalı bir grupla ortaklığı var ve bu ülkede kara para soruşturması geçirdi.
Machkevic, Cengiz İnşaat'ın aldığı Eti Alüminyum ihalesine hevesliydi. İhalede Tamince'nin şirketi Fine Group ile hareket ediyordu. İşadamının Türkiye'ye 3 kez geldiği, Başbakan Erdoğan'la görüştüğü bile öne sürülüyor. Machkevic'i Türkiye'ye getiren Rixos Otelleri'nin sahibi Fettah Tamince.
Tamince'yi kamuoyu "Rusların parasını getiren adam" olarak tanımıştı. Tamince'yi de Kazakistan'a Machkevic soktu. Tamince'nin Kazakistan'da 1.5 milyar dolar civarında yatırımı sürüyor.
Tamince, Petkim ihalesi olduğu günlerde Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev'i Antalya'da ağırlıyordu. Aynı saatlerde Tamince'nin ginger kazası geçiren oğlu ise komadaydı. Tamince, Nazarbayev ilişkisi ihaleden sonra kesilmedi. Tamince, Bodrum Rixos'ta tatilini yapan Nazarbayev'i bugün de eski Bakırköy Belediye Başkanı Ali Talip Özdemir'in kayınpederi Nuri Özaltın'ın Antalya'daki oteli Gloria Golf Resort'ta ağırlayacak.
En iyi "iş görüşmesi" golf oynarken yapılır diye biliriz, bakalım Antalya'daki yeşil deliklerden, yeşil dolarlar görünecek mi?
'Kafaya koydular, alacaklar' Petkim konsorsiyumunun dokusunda Amerikan, Yahudi, Ermeni, Rus, Kazak ve Malezyalı alt-üst kimlikli bir yapı var. İhalenin en önemli bacaklarından biri, yılda 10 milyon ton ham petrol işleme kapasitesi olan rafineri kurulması imkanının olması. Avrupa yeni rafineri kurulmasına imkân vermiyor. Türkiye bu nedenle stratejik bir önemde. Dünyanın en büyük enerji oyuncusu Rusların bu hamlenin gerisinde kalmadıklarını, Kremlin'in dostu Troika Dialog gösteriyor. Troika, Vardanian patenti taşıyor diye anlatmıştık. Şirketin Dialog bölümü ise Amerika merkezli. Dialog, Rus asıllı Arkady Straikovsky'den geliyor.
İhaleden son turda 'mola'
isteyerek çekilen Socar-Turcas konsorsiyumun lideri Erdal Aksoy'dan da
bir değerlendirme aldım. "P"sini bilmiyorlar
Aksoy "Petkim ihalesine ilk 18
firma ilgi gösterdi, bunlardan 8'i girdi, 5'i yarıştı. İhale sürecinde
endüstriyel rakiplerime baktım, ilk 18'de yer alan 4 büyük kuruluş
girmedi. Son 5 firma içinde rakip olarak Carmel-Limak ve Çalık-IO
(Hintli ortak) vardı. Bizim konsorsiyumda Socar, KazMunaiGaz'ı da dahil
ediyordu. İhalede verdiğimiz molada "Bunlar fiyat ne olursa olsun
alacaklar, çekilelim" kararı verdik ve çekildik. Hiçbiri petrokimyanın "p"sini
bilmiyor" diyor. Kazaklar turizme de meraklı Yazıyı bitirmeden Haluk R.Ulusoy'la ilgili de birkaç bilgi kırıntısı vereyim. Kazdağları'nın en şık küçük otellerinden Manici Kasrı'nın ortağı. Türkiye'de 1987'den beri faaliyet gösteren Bahreyn merkezli TAIB Bank Yatırım Bankası'nın yöneticilerindendi. Bankanın büyük hissesi geçen aylarda Dubai Şeyhi El Maktum'un şirketine satıldı. Buradan bir şey çıkar mı, bilmiyorum.
Yine bir ilişki ararsak, Bodrum Kempinski'nin yüzde 75'i Nazarbayev'in damadı Timur Kulibayev'in Yönetim Kurulu Başkanı olduğu KazMuaniGaz'ın. Yüzde 25'i ise Aysir İnşaat'ın. Aysir'in CEO'su GS'nin yöneticilerinden Tunca Hazinedaroğlu'nın eşi Elif Hazinedaroğlu.
Kazakistan ekonomisini elinde tutan Kulibayev'in Petkim ihalesine desteği açıklandı. Kazaklar için "Türkiye'ye denizden kuşattılar" diyebilir miyiz?
|
ZAMAN / İBRAHİM ÖZTÜRK
16.07.2007 Yabancısız özelleştirme Türkiye'nin önünü kapatır
İdeolojik kasılmanın ve cehaletin tavan yaptığı puslu siyaset ortamında tepki çekse de, doğrular yazılmalı. Yaygın bir uygulama olan özelleştirmeyi -Çin ve Rusya dâhil- yapmayan yok.
Özelleştirmenin temel
gerekçesi; devletin yaygın olarak KİT'ler üzerinden kamu açıklarına,
büyük verimsizliklere ve yaygın rüşvet ağına neden olmasıdır. Devleti
kötü yönetme ve verimsizlik ekonomisi konusunda kimse Türkiye'nin eline
su dökemez. Bu çürümeden kazanan azınlık bir kesim, kaybeden ise
yaldızlı 'halkçı' söylemelere rağmen hep halk olmuştur. Bu meyanda
özelleştirmenin amacı, adil, rekabetçi, etkin ve verimli bir ekonomi
inşa etmek, yolsuzlukları gidermek, devleti etkin olarak sağlık, eğitim,
adalet, savunma ve altyapı gibi temel alanlara döndürmektir. Milli
çıkarları içeren stratejik öncelikler tespit edilerek ve şeffaflığa
azami riayet edilerek özelleştirme bir an önce bitirilmeli.
Buna ilaveten Türkiye'de
özelleştirme ile yabancı sermaye arasında kuvvetli bir ilişkinin
kurulması şart. Bunun nedeni, Türkiye'nin kalkınmasını finanse edecek
kaynaklardan ve ulusal tasarruflardan mahrum oluşudur. Genç ve oldukça
talepkâr; ancak fakir nüfusuyla Türkiye'nin acilen sermaye birikimine
gitmesi, bunun için de doludizgin yatırım yapması gerekiyor. Asya
Kaplanları 1960 sonrasında birkaç on yıl GSMH'nin yüzde 30'una varan bir
yatırım, bunu finanse etmek için de yüzde 30-35'i civarında bir ulusal
tasarruf yaptılar. Türkiye'nin ne yatırım ne de tasarruf hamlesi tarihin
hiçbir döneminde Asya'dakini yakalayamadı. Kriz sonrasında toparlanarak
ancak GSMH'nin yüzde 25'ine kadar çıkabildiyse de ulusal tasarruflar
hâlâ yüzde 17-18'ler civarında. Demek ki, en az yüzde 8'lik bir
tasarruf-yatırım açığı var. Bu, yılda yaklaşık 50 milyar YTL civarında.
Daha çok yatırım yapmak gerektiğinden açık daha da artıyor. Son yıllarda
bu açık dış kaynaklardan, uzun vadeli ucuz kredilerle ve doğrudan
yabancı sermaye yatırımları ile kapatılıyor. Ayrıca yabancı sermaye
ihtiyacımız sadece 'parasal' değil. İlave olarak teknoloji, know-how,
dünya değer zincirine girmek, markalaşmak, rekabeti öğrenmek vs. gibi
fazlaca açığımız olan alanlarda da katkı almış olacağız. Bilhassa büyük
ve kritik özelleştirmelerde son derece anlamlı gerekçelerle teknik,
sermaye ve tecrübe yeterliliği şartları aranıyor.
Yerli şirketler bunların
neredeyse hiçbirini tutturamıyor. Sözde yerliler (bakınız Oyakçılar)
ise, "Bu şartlar, sırf millî sermayeyi dışlamak için dayatılıyor."
narası atıyor. Bu doğru değil. Körle yatan şaşı kalkarmış. Yıllarca
devletle girilen 'milleti soyma operasyonu'nun sonunda ne sermaye
birikimi sağlanabildi ne de girişimci bir işadamı tipi ortaya çıktı. Hem
anlaşmalar gereği, hem de ekonomik fayda açısından bu şartları
sağlayamayan şirketler sırf yerlidir diye tercih edilmemeli. Yoksa
ekonomik fayda hasıl olmaz. Ülke eski vahşi kapitalizmin ağa babalarına
teslim edilmiş olur. Verimlilikte, kalitede, hizmette ve fiyatta rekabet
gelmedikten sonra, devlet malının bedavadan kifayetsiz 'Beyaz Türkler'e
peşkeş çekilmesinden vatandaşa ne fayda var? Aynı sorgulama ve takibi
yabancılar için de mutlaka yapmak gerekir.
Türkiye uluslararası tahkimi
kabul etmiştir. IMF ve Dünya Bankası ile anlaşmalar, AB ile süren
müzakereler ve Gümrük Birliği gerçeği var. Bütün bu süreçleri Türkiye
kendi irade etmiştir. Ve unutmayın ki, Türkiye 2001 krizinde IMF ve
Dünya Bankası'ndan, çoğunluğu Amerikan halkının tasarruflarından oluşan
yaklaşık 42 milyar dolarlık kaynak kullandı. Bu kaynak, ulusalcıların
ithal bakanı Kemal Derviş'in kapalı kapılar arkasında attığı imzalar
sayesinde alındı. Verilen taahhütlerin arasında, bilmediklerimiz hariç,
özelleştirmeler ve ihalelerde yabancılar aleyhine ayrımcılığın
yapılmaması da var. Şimdi bazıları Onuncu Yıl Marşı eşliğinde attığı
imzalardan, İzmir Marşı ile tornistan yapmak istiyor. Oysa devlette
devamlılık esastır. Ancak konu burada kapanmıyor. Özelleştirmelerde yerlilerin işin içine sokulması, yabancıların da disipline edilmesi gerekiyor.
|
RADİKAL / KORKMAZ İLKORUR 17.07.2007
Petkim ihalesinin
çağrıştırdıkları... (1) Petkim ihalesinin arkasından çok şeyler söylendi ve yazıldı. Biz onca gün sonra ihaleyi alan Kazak grup hakkında bir yorum yapacak değiliz. Zira, tanımayız. Ancak, Petkim ihalesi, bizim bir süreden beri üzerinde durduğumuz, uluslararası 'yabancı sermaye yatırımlarında korumacılık' konusu ile yakından ilişkili olduğu için bu ihaleye atıfta bulunuyoruz. Uluslararası düzeyde giderek artan bu korumacılık eğilimi son zamanlarda Çin, Rusya ve Ortadoğu ülklerinde hızla artan 'Hazine Varlık Fonları (HVF)' nedeniyle artıyor. Hatırlatacak olursak, halen 5 trilyon dolar civarında olan küresel toplam rezervler karşısında 2.5 trilyon dolar olan HVF'nın 2015 senesinde 12 trilyon dolara yükselerek küresel rezervleri ikiye katlayacağı öneriliyor. Çin'in 1.2 trilyon dolarlık rezervlerinden 3 milyar doları küresel düzeyde varlık alımı için meşhur özel varlık şirketi Blackstone'a vermesi bu konudaki kuşkuları artık kamuoyu önüne çıkardı. Arkasından, Blackstone'nun 26 milyar dolar vererek Hilton Otellerini satın alması 'Hop, n'oluyor' dedirtti.
AKP'nin milletvekili adayı
genç Mehmet Şimşek kardeşimiz geçenlerde verdiği bir beyanatta 'yabancı
sermaye karşıtlığı'nı vatan hainliği ile eş tutmuş ise de, dünyanın bin
bir ülkesine 'yabancı sermaye serbestisi' öneren 'baba' ülkelerin çok
uzun zamandan beri kendi ülkelerine gelen yabancı sermayeyi kabulden
önce ince bir taramadan geçirdikleri, bunu sağlayan düzenlemeleri olduğu
ve bazı yabancı sermayeyi de bu şekilde geri çevirdikleri bilinir. Örnek
olarak, 1980'li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri Hazine Bakanlığı
tarafından kurulan U.S. Committee on Foreign Direct Investment'ı
verebiliriz. ABD'de dolaysız yatırımınların 'ABD'nin ulusal güvenliği'
üzerindeki etkilerini taramak ile görevli olan bu kurum 2005 yılında
IBM'in kişisel bilgisayar bölümünü satın almak isteyen Çin'in Lenevo
şirketine izin verene kadar bu şirkete tabir caizse 'kan kusturmuştu.'
Lenevo şirketi aldı; ama, Kaliforniyalı Unocal'ı satın almak isteyen
Çinli petrol şirketi ile ABD'de liman işletmelerini satın almak isteyen
Dubaili ortaklık bir güzel geri çevrildiler.
2005'e kadar kuzu kuzu önüne
gelen dolaysız yatırım taleplerini hep onaylayan ama o tarihten sonra
aniden aslan kesilen ABD'li otorite tek örnek değil elbette. Kanada'da
1985'ten beri 'Investment Canada Act' olarak bilinen bir düzenleme var.
Buna göre, Kanada hükümetinin ülkede yapılacak dolaysız yatırımları
incelemek ve reddetmek yetkisi var. Bir yabancı yatırımın kabul edilmesi
için o yatırımın Kanada'nın 'ulusal sanayi, ekonomik ve kültürel
politikaları'na uyumlu olması da dahil olmak üzere Kanada'ya bir 'net
fayda' sağlamaları gerekiyor. Bu kriterler içinde 'ulusal güvenlik' yok.
Ancak, şu günlerde Kanada'da Başbakan Harper hükümetinin 'ulusal
güvenlik' kriterini de yukarıda anılan düzenlemeye ekleme hazırlı içinde
olduğunu hatırlatalım.
Gelelim Almanya'ya. İkinci
Dünya Savaşı'ndan sonra 'serbest ticaret-serbest yatırım' (hatta serbest
emek dolaşımı) ilkesi ile yeniden bir süper güç haline gelen Almanya'da
da Merkel hükümeti Alman şirketlerine yapılacak her türlü yatırımı
incelemek ve gerektiğinde reddetmek için gerekli düzenlemeleri yapmak
peşinde koşuyor. Çin'in paralarını yöneten Blackstone'nun gelip Deutche
Telekom'un yüzde 4.5'ini, Dubai Fonu'nun gene Deutsche Telekom'un yüzde
2.2'sini satın alması, Kremlin tarafından kontrol edilen VTB'nin Airbus
uçaklarını imal eden ana şirket EADS'ın yüzde 6'sını satın alması
Almanları korkutmuş durumda. Bu tür satın almaların daha yüksek
oranlarda ve stratejik alanlarda olacağını düşünen Alman Maliye Bakanı
Peer Steinbruck, "Eğer Çinliler paralarının azıcık bir kısmını harcamaya
karar verirler ise ilk sırada bizim şirketlerimiz var" diyerek bu
korkuyu dillendiriyor. Daha başka örnekler de var. İşi gücü dünyanın dört bir köşesinde yatırım yapmak olan Japonya kendi ülkesinde savunma teknolojisi içeren alanlarda yabancı sermaye yatırımını kısıtlama planları içinde. Çin ve Hindistan da geçenlerde ulusal güvenliğe tehdit teşkil eden yatırımlara kısıtlayıcı önlemler alacaklarını açıkladılar.
|
SABAH / MELİHA OKUR 17.07.2007
Petkim'in patronunu arıyoruz ya, önemli bir telefon geldi; "PETKİM'i alan konsorsiyumun ne Teksas'lı fonla ne de Eurasia Grup'un sahibi Alexander Maskevich'le alakası var. Şirketlerin ismi birbiriyle karıştırıldı" dedi.
Şaşırdık kaldık. Elbette insan şaşar beşer!.. Fakat işin içinde 14 fabrikası, limanı ve enerji santrali olan ama ayrı bir liman için izni, rafineri kuracak arazisi ve elektrik santrali kurmak için ÇED raporu olan Türkiye'nin en büyük petro kimya tesisi PETKİM varsa, kimse kolay kolay şaşmaz!..
Bizim sloganımız belli: "Paranın izini takip et! Gerçeği bulursun!..
Gerçeği arıyoruz!.. Yolculuğumuzda başrolde Timur Kulibayev var.
Global Menkul Değerler artık
yabancıların. Kutman, Pera Menkul Kıymetler Yatırım Ortaklığı'nın
yönetim kurulu başkanı Diyeceksiniz ki, Kutman ile Kulibayev ne zaman tanıştı?
Tam 9 yıl önce tanışmışlar.
Almanya'dan arayan ve bilgi veren Kazak işadamı anlatıyor: "Çok iyi dost oldular. Kulibayev'in finans işlerini Kutman yönetti. Kutman, Almatı'da ofis bile açtı. Hatta Global Yatırım Holding'le çalışan Mehmet Ali Deniz bizzat Kazakistan'ı takip etti."
Nedense son üç yıldır Kutman ile Kulibayev birlikte iş yapmıyormuş. Tamamen enerjiye odaklanan Kutman ise zaman zaman Kulibayev'e danışmanlık hizmeti veriyormuş!
Gelin görün ki, Kulibayev'e
petrol ve gazı değerlendirecek petrol piyasası lazım.
Türkmenistan'da doğalgaz 40,
Kazakistan'da 76, Türkiye'de ise 300 dolar. O yüzden hedef Türkiye'de
rafineri kurmak. Samsun ve Ceyhan'da ayrı ayrı rafineri... Olmadı, Aliağa'da rafineri şart!.. Kazaklar ne yapsın?
Tıpkı Tüpraş'ın yüzde
14.76'sını satın alan beş fon gibi, fon topluluğu kanalıyla Türkiye'ye
yerleşiyor. Bir tek farkla, çünkü Petkim'i alan fonların arkasında
Kazakistan Devleti var. Bu fon topluluğunun adı Kazyna. Kazakistan
Kalkınma Birliği'nin tek hissedarı olan Kazyna, Petkim'in yüzde 49
sahibi olacak. Transcentral-Asia-Petrochemical Holding ise yüzde 27
hisseyi elinde tutacak. Yeni bir şirket kurulacak. Ve PETKİM'in yüzde
76'sı el değiştirmiş olacak.
Görünen o ki, Özelleştirme
İdaresi, elindeki yüzde 11 hisseyi de buraya satacak! Ayrıca Türk
ortaklar da Kazyna'da yerini alacak. Peki, kim bu Türk ortaklar?
Kritik soru bu...
Nursultan Nazarbayev, tıpkı Rusya Devlet Başkanı Putin gibi Antalya sevdalısı. Kemer'de Simena Tatil Köyü'nde yazlığı var. Tatilini Kemer'de geçiriyor. Bu kez kendisini işadamı Fettah Tamince yalnız bırakmadı. Hoş, Tamince, Kazakistan'da İsraillilerle birlikte büyük inşaat işleri yapıyor. Ortak iş yaptığı İsrailli Grup enerjide çok iddialı. Ne diyelim.
Hayırlı olsun!..
|
MİLLİYET / YAMAN TÖRÜNER 17.07.2007
Tansu Çiller, Türk Telekom'u
özelleştirmekle, iç borçlarımızın neredeyse tümünü ödeyecekti. Yolu
açmadılar. Yapılan ve biten özelleştirmeyi Anayasa Mahkemesi'ne iptal
ettirdiler. O zamanki mantığa göre, mal ucuza gitmekte ve yabancılara
peşkeş çekilmekteydi.
Şimdi her şeyimizi, "babalar
gibi" ve "iyi" fiyatlarla sattığımız söyleniyor. Ama, sattıklarımızın
parası bırakın borçlarımızın yüzde 1'ini bile karşılamayı, borç
faizlerine bile yetişmiyor.
Sahibi bir bankamızı 2.2
milyar dolara satarken, bizim IMF'nin direktifi ile bankalara el koyan
kurumumuz, Demirbank'ı sadece 300 milyon dolara sattı. Demirbank,
krizden önce, sahibince satılan bankadan çok daha iyi para ediyordu.
Ama, birkaç yazar hariç hiç kimse, Demirbank'ın ve diğer el konulan
bankaların yok pahasına gittiğini söylemedi. Haksız yere el konulan
bankaların, alelacele satılması yüzünden onlarca milyar dolar
zarardayız.
Kemal Derviş'ten önceki
hükümetler zamanında, IMF kolay kolay özelleştirmeye izin vermezdi. Daha
doğrusu, açık olmasa bile kapalı bir engelleme vardı. Çünkü, prensip
olarak, özelleştirmeler "bütçe açıklarını" kapatmak için yapılamazdı.
Kâr edemeyenlerin satılması
Yani, bir devlet malı
satılınca, parası çarçur edilmez, diğer özelleştirilecek malların
iyileştirilmesi ve satılanın yerine geçebilecek yeni tesisler kurulması
için kullanılırdı. Bazen, daha da ileri gidilir, sadece kâr edemeyen
kamu mallarının satılması öngörülürdü. Şimdiki özelleştirmeler, IMF'nin emriyle, "bütçe açıkları"nı kapatmak ve bütçede verilen "faiz dışı fazla"nın artırılması amacıyla yapılıyor. Yani, özelleştirme gelirleri, pratik olarak Hazine'nin faiz ödemelerine gidiyor. Özelleştirme İdaresi'nin Maliye Bakanı'na bağlanmış olmasının hikmeti de burada. Onun için, Maliye Bakanı devlet mallarını "babasının malı" gibi satıyor.
Kısacası, eskiden ilave borç alarak Hazine borçlanması faizlerini ödüyorduk; şimdi mal satarak borç faizi ödüyoruz. Üstelik, yine de borçlarımız azalmıyor, artıyor. Bütçedeki "faiz dışı fazla"nın tümü de borç faizi ödemeye gidiyor. İşte, "iyi ekonomi" diye buna deniliyor.
Yabancılar bize sıcak para
getirip bunun faizi karşılığında bizim mallarımızı satın alıyorlar.
Sonuçta, para koymadan özel sektörün ve devletin en kıymetli mallarına
el konuluyor. Dünyanın en yüksek reel faizini verdiğimiz için de,
dünyadaki en büyük sıcak para bize geliyor. Mal satarak ve bütçeden
kısıntı yaparak elde ettiğimiz dövizin fazlasını Merkez Bankası döviz
rezervi olarak tutuyoruz. Bu rezerv, yabancıların bu sömürüsünün
devamına güvence vermek için ve tümü yabancı bankalarda tutuluyor.
Sonuçta, kur düşük kalıyor. Üretim duruyor. Üretici ve ihracatçı
perişan. İşsizlikle başa çıkılamıyor. Ekonomi tamamen dışa bağlı
durumda. Politik gelişmelere duyarlılık Ama, çok değil beş yıl önce, mallarını şimdikinin beşte birine satmayı hayal bile demeyenler, zamanında aldıkları malların değeri katlayanlar, iyi faiz geliri elde edenler, ekonomik gelişmeleri çok iyi buluyor ve hükümeti alkışlıyor. Biz ise, yeni bir krizin kokularını alıyoruz.
Seçimlerde kim kazandırılacak dersiniz?
Bir beş yıl daha kaybetmeyin. Yine kazanın!
|
REFERANS / ERTUĞ YAŞAR 06.07.2007
Dün yine heyecanlı bir gündü. Türk sanayinin önemli kuruluşlarından biri olan Petkim’in yüzde 51 hissesinin blok satış ihalesi yapıldı.
Petkim ile benim kişisel olarak kesişen bazı yönlerimiz var. Öncelikle
ikimiz de aynı yaştayız ! Petkim 1965 yılında kurulmuş, ben de 1965
doğumluyum. Profesyonel kariyerime ilk başladığım yıllarda ziyaret
ettiğim sanayi kuruluşlarından biri Petkim idi. Petkim’i görmüş ve
büyüklüğüne hayran olmuştum.
Daha sonra çalıştığım sanayi kuruluşunda, Petkim’in de ürettiği bir
hammaddeyi kullanıyorduk. Bu nedenle Petkim’in satış politikasını
izlemek zorunda kalmıştım. O dönemde Türkiye bugünkü kadar dış ticaret
politikasında liberal değildi. Petkim de yurtiçinde tekel olduğu
ürünlerde dışalımla gelecek rekabeti önlemek için gümrüklerle değişik
işbirliklerine giderdi. Birçok kere Petkim’im yarattığı dışalım
güçlükleri ile uğraşmak zorunda kalmıştık...
İşte bu Petkim dün yeniden satıldı. “Yeniden satıldı” diye yazdık, çünkü zaten bu çoğunluk hisseleri, 2003 yılında UZAN ailesinin bir şirketine o zaman sadece 600 milyon dolara satılmıştı. Ama daha sonra devir gerçekleşmemiş ve Petkim yine kamuda kalmıştı.
a) Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) son beş yılda izlediği (ya da AKP’ye izletilen) istikrar ve güven sağlayan ekonomi politikaları;
b) Dünyada son yıllarda artan uluslararası likidite bolluğu ve risk alma iştahı; bunun karşılığında dünyada değerli ve “bankable” varlıkların olmaması;
c) Yine 2003’den bu yana petrol fiyatları ile birlikte içinde petrokimya ürünlerinin de bulunduğu bütün emtia ve hammadde fiyatlarının artması;
Gerçekten dünyadaki değişimi yakalama gereğini hiç unutmamalıyız. Petkim
bugün 4 milyar dolar ediyorsa, bunun evet bir nedeni küresel yatırım
ortamıdır, ama asıl önemli bir nedeni de Türkiye’nin dünya değişimlerine
açık olması; her gün daha çok liberalleşmesi; ve gerçek bir hukuk
devleti olma yolunda yatırımcılara güven vererek ilerlemesidir.
Yine de Petkim ihalesi ile ilgili hoşa gitmeyen birkaç noktayı da
atlamadan yazalım:
a) İhaleye giren (petrokimya işinde olan ya da o işe girmek isteyen)
sanayi grupları, hemen ilk turlarda devre dışı kalmışlardır. Yani işin
içinde, pazarın konusunu alan sanayiciler, Petkim konusunda cesur
olamamışlar ve korkmuşlardır. Belki de Petkim satışını bir sanayi
özelleştirmesi değil de bir finansal satın alma olarak görmek daha doğru
olur. b) Dünyada petrokimya işi ve teknolojisi Batılı ve özellikle de Amerikalı firmaların elindedir. Ama son yıllarda yaşanan petrol fiyatları artışı nedeni ile sanayi hızla Rusya ve Suudi Arabistan’a kaymaktadır. Petkim ihalesine hiçbir Batılı firmanın girmemesi çok ilginç bir gelişmedir. Acaba bu firmalar Türkiye’ye güvenmediler mi yoksa Petkim’i ölçek olarak çok mu küçük buldular?
Görüyoruz ki ihaleyi kazanan girişim grubunun kim olduğu şu anda pek belli değil. Kulislerde hemen spekülasyonlar da yapılmaya başlanmış. Ama bence kimse endişelenmesin ve herkesin içi rahat olsun:
Türkiye ARTIK bir muz cumhuriyeti değildir ve ülkemizde, en azından
ekonomi alanında, hukukun üstünlüğü kavramı her gün pekişerek
gelişmektedir. Eğer Transcentralasian Petrochemical Holging’in altında “abudik gubidik” (!) işler varsa, bu işler yarın hemen ortaya çıkar ve Petkim de bu kişilere satılmaz. |
Cumhuriyet / GÜRBÜZ ÇAPAN 13.07.2007
Cumhuriyetin bütün birimleri satılıyor. Özelleştirme humması, yağmaya
dönüştü.
Doğu Avrupa ülkeleri sosyalizm sonrası AB'nin hocalığında özelleştirme
yaptı. Çok da başarılı sonuçlar elde etti.
Sattıkları her sanayi tesisine, basit iki şart koştu: 1- Teknoloji
yenilenecek, 2- Her yıl istihdam yüzde 10 artacak. Ucuza verildi. Ancak
şimdi ülkenin sanayisi bu özelleştirmeler üzerinden kalkındı. Üretime
girmek kaydıyla yabancı sermaye kabul edildi. Bir yanı üretime ve
sanayiye girmeyen sermayeye bankacılık izni verilmedi.
Bankacılık yapmak için devletin gösterdiği birisiyle ortaklık şartı
kondu. Küçük yerli ortak yönetiminde ortak paydaş kabul edildi. Yerli
ortağın kararı olmadan büyük operasyon yapılamaz şartı getirildi.
Dolayısıyla spekülasyonlar önlenmiş oldu.
Biz tümüyle ekonomiyi, başta bankacılık olmak üzere yabancılara teslim
ettik. Sanayi tesislerinin çoğu hurdaya çıkarıldı. Hurdasından
verdikleri parayı aldılar. Tesisin arazisi de imara açılarak hem alıcıya
rant sağlandı hem de büyük kentlerde (İstanbul başta olmak üzere) şehre
yeni kamburlar eklendi. İ mar verilirken ilgili belediyenin insafına
terk edildi. 5
emsal, 6 emsal inşaat çıkarılarak şehri ezen, trafiğini tıkayan anormal
urlaşmalar meydana getirildi.
Rantiye, kapkaççı ekonomi ve tefecilik aldı başını gitti. Emsal şu demektir: 1000 metrekare yere 1000 metrekare inşaat yapılırsa bir emsaldir. 1000 metrekare yere 2500 metrekare inşaat yapılırsa iki buçuk emsal denir. İstanbul'un zemin şartları, trafik şartları gereği bir buçuk emsali aşmaması gerekirken, kantarın topuzunu kaçıran belediyeler, üç buçuk gibi gösterip beş, beş buçukta duran olmadı.
Önce Akmerkez yol kesti, arkasından bu yol olunca Cevahirler Avrupa'nın
ve hatta Asya'nın en büyük iş merkezini kurarak Şişli'nin Deli Dumrul'u
oldular. Suç ortağı da İstanbul Büyükşehir Belediyesi oldu. Yerindelik,
uygunluk hak getire... Yeter ki bizimki en büyüğü olsun. Sanki madalya
takacaklar.
Türkiye özelleştirmeyi en çok Telekom satışı söz konusu olunca tartıştı.
Posta memurunu jurnalci olarak kullanmış Abdülhamit 'in torunları,
Telekom özelleştirmesine bu gözlükten bakarak önünü tıkadılar. Devlete
tek kuruş ödemeden devleşen Turkcell ve Telsim gibi kuruluşlar büyüdü.
Telekom batma noktasına gelince, özelleştirmeye önceden 1995'te 30
milyar dolar teklif verilen Telekom, sonradan 6 milyar 550 milyon dolara
satıldı. Yüzde 20 faizle borç para kullanan ülkemizde, 1995'te
satılsaydı bugün 100 milyar borç olmayacaktı. O günkü borçlar
kapatılabiliyordu. Şimdi neredesiniz ey ulusalcılar?
Ne oldu şimdi? Yabancılar bizi dinlemeye almıyorlar mı? Nerede bizim
askeri ve devlet sırlarımız? Telekom tesisleri sökülüp hurdaya çıkarken
bazı yerlerde CIA'nın dinleme tesisleri çıktı. Hani ulusaldı Telekom? Ne yaptığımızı, niye yaptığımızı bilen biri varsa beri gelsin.
Son PETKİM satıldı. Sorular garip.
1- Kaynağı belli olmayan sermaye almış!
2- O tesislerde ne yapacakları belli değil!
Eee... Şartsız şurtsuz satarsan, kapanın elinde kalınca ne yapacağı
belli olur mu? PETKİM'i alanlar, hurdasını satıp yerine de eski İzmit'e uygun yalı daireler yapsalar. Ya da turistik otel yapsalar derya ortasına. Bizi de petro-kimyadan uzaklaştırıp dışarı bağımlı kılsalar ne diyecek bizim özelleştirmeci babalar?
Ben şahsen özelleştirmeye karşı değilim. Ancak şartsız şurtsuz yağmalamaya, talan edilmeye karşıyım.
400 milyara dayanan borç sarmalı ülkede miras ne varsa, mirasyedi
kafasıyla satışa zorladı.
Bu yağmacı, talancı kafalar, şehirlerde park, bahçe bırakmadılar,
satıyorlar. Gelsin paralar, çalsın sazlar, oynasın kızlar...
Ha bir de son PETKİM olayında yerli işbirlikçi sermayelere dikkat edin, hepsi aynı kafanın yandaşları...
Sevgili Başbakan "Yola devam!"
|
Milliyet / Güngör Uras 10.07.2007
Petkim ihalesiyle Tüpraşın ilk ihalesi birbirine benziyor
Büyüklerimiz, "Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür" derler. (Türkçe anlatımla: İnsan hafızasında unutma hastalığı vardır.) Böyle olmasaydı, Petkim ihalesi ile Tüpraş'ın ilk ihalesinin ne kadar benzediğini hatırlar, "Biz bu filmi görmüştük" derdik.
Petkim'e en yüksek fiyatı (2 milyar doları) ödemeyi taahhüt eden
TransCentralAsia ismini taşıyan grup hakkında yeterli bilgi yok. Sadece
Kazak-Rus ortaklığı olduğu söyleniyor. Bu arada Petrol-İşihalenin iptali
davası açıyor. Tabela şirketine satmıştık
Bundan 3 yıl önce Tüpraş'ın ilk ihalesinde olanları ve ihalede en yüksek fiyatı veren Efremov Kautschuk isimli şirketin macerasını hatırlatayım da, bakınız, iki ihale arasında ne kadar da çok benzerlik var.
Koç grubu Eylül 2005'te Tüpraş'ın yüzde 51'ini almadan önce, Tüpraş için bir ihale daha yapılmıştı. 2004'teki ilk ihalede Tüpraş'ın yüzde 61 hissesinin Efremov Kautschuk isimini taşıyan ve Tatarların hâkimiyetinde olduğu söylenen bir şirkete 1 milyar 302 milyon dolara satılmıştı. (Dikkat buyurunuz: Yüzde 61 hisse 1.3 milyar dolara satılıyordu. Daha sonra yüzde 51'i 4.1 milyar dolara satıldı.)
2004 yılında yapılan ilk ihaleden sonra Efremov'a, Rus Tatneft şirketinin de ortak olduğu, Zorlu grubunun kurulacak yeni şirketin sermayesine yüzde 50 oranında katılacağı açıklandı.
Petrol-İş Sendikası, Efremov'un şemsiyesi altında kara para aklayan şirketlerin yer aldığını ve de mali durumu zayıf olan Rus Tatneft'in bu şirkete ortak olduğunu belirterek ihalenin iptali için idare mahkemesinde dava açtı. Mahkeme yürütmeyi durdurma kararı verdi. Ardından ihaleyi esastan iptal etti.
Efremov Tatneft olayı Milliyet'te 2004 yılında geniş olarak incelendi. Milliyet Ekonomi'den Songül Hatısaru, Efremov ve Tatneft'in izini sürmek için yurtdışında araştırmalar yaptı. İzlenimleri Milliyet Ekonomi'de 23 Şubat 2004 tarihinde yayımlandı. Mahkeme kararından sonra Milliyet'te Melih Aşık şunları yazdı:
Sendika olmasa iş bitmişti
"Türkiye'nin en büyük üç kuruluşundan biri olan Tüpraş'ın üçte ikisini devlet satışa çıkarıyor. İhaleyi merkezi Almanya'da bulunan Efremov-Kautschuk GMBH kazanıyor.
Ne var ki şirket, ticaret sicilinde gösterilen adreste, "Neu-Anspach, Eisenbachweg 41" adresinde bulunamıyor. Orada dünyadan habersiz bir aile oturuyor. Efremov'un bir tabelası bile yok...
Skandal sürüyor... İhale şartnamesinin 9. maddesine göre, "Teklif sahibinin son üç yıla ait mali tabloları vermesi" şart... Ne var ki ihaleye katılan Efremov Kautschuk GMBH şirketinin yüzde 49 hissesini elinde tutan (tabela şirketlerinin bulunduğu) Virginia Adaları adresli Renix Finance Corporation'a ait bilgiler ihale dosyasında yer almıyor.
Diğer ortak Esre'nin sermayesinin yüzde 71.9'u Tatneft'e ait. Tatneft dışında kalan ortaklarının kim olduğu da bilinmiyor. Dolayısıyla Efremov Kautschuk GMBH şirketinin ciro, kapasite, üretim, sermaye ve mali yapısı hakkında bilgi edinmek mümkün olmuyor... Tüpraş gibi stratejik bir kuruluşun, adresi, mali yapısı, ortakları belli olmayan bir kuruluşa, ihale koşullarına aykırı olarak satışına bir mahkeme nasıl onay versin?"
Hep birlikte izleyeceğiz... Bakalım bu defa Petrol-İş'in açtığı dava nasıl sonuçlanacak?
|
Milliyet / Hasan Pulur 11.07.2007
'Petkim'in satışı eski bir hikâye...
YOOO, olmadı, "kavlimizde" bu yoktur, malımızı mülkümüzü batan tüccarın malı misali satarken dil, din, ırk, milliyet var mıydı? "Yeter ki alıcı parayı bastırsın, gerisi bizi ilgilendirmez!" demiyor muydunuz? Koskoca Maliye Bakanımız Unakıtan "Baba baba satarız!" demiyor muydu?
Eeee, şimdi ne oldu?
PETKİM'i alanlar arasında Ruslar varmış, Rumlar varmış, Ermeniler varmış, Yahudiler varmış...
Eeeee, size ne bundan?
Ermeniymiş, Rummuş, size ne!
Bari oldu olacak menşe şehadetnamesi isteyin ya da elinize Nihal Atsız'ın "havsa" aletini alıp kafataslarını ölçün!
En önemli sanayi kuruluşlarından birini, stratejik değeri olan Petkim'i ele güne, Araba çoraba satmazmışız! Yok yahu!
Bu işleri Petkim'i satışa çıkarırken düşünecektiniz...
Hiç olmazsa, adamlardan muhtardan alınmış "hüsn-ü hal!" kâğıdı ya da ikametgâh senedi isteseydiniz.
ADAMLAR şartları yerine getirmişler, satış masasına kurulmuşlar, birden bazılarının akılları başlarına geliyor: "Sen kimsin yahu? Kazak mısın, Rus musun, Rum musun, Ermeni misin? İn misin, cin misin?"
MUSTAFA Balbay da bunu merak edenlerden, kimler var Petkim'i satın alan kuruluşta?
"Yahu, o ünlü dediğin kuruluşu her yere sorduk, bilen yok... İnternette kaydı yok, patronu kim, belli değil!"
"Her yere sordunuz mu?"
"Evet sorduk, bilen yok! Borsa, Hazine, Google, her türlü site... Kimse bilmiyor." Mustafa Balbay da düşündüğünüzü yapmış: "AKP Genel Merkezi'ne sordunuz mu?"
Tevfik Fikret ünlü "Hanı Yağma" şiirinde der ki:
"Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin
Doyunca, patlayınca, çatlayınca kadar yiyin"
Bu şiiri değiştirip "Satın efendiler satın...." desek ne olur?
İLLE de "Petkim"i kimlerin aldığını öğrenmek istiyoruz değil mi? Çok mu lazım?
O halde Dışişleri Bakanlığı'na gidin, 87 yıl önce 10 Ağustos 1920'de imzalanmış bir antlaşmayı görün; kimlerin imzaladıkları önemli değil, hangi devlet adına imzaladıkları önemli:
"İngiltere, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika, Hindistan, Fransa, İtalya , Japonya, Ermenistan, Belçika, Yunanistan, Hicaz (Arabistan) Polonya, Portekiz, Romanya, Sırbistan, Karadağ, Slovenya, Çekoslavakya."
HANGİ antlaşma bu?
Sevr Antlaşması, Sevr!..
Sevr Antlaşması ile Petkim satışının ilgisi ne?
1920'lerde devletleri Sevr gibi antlaşmalarda parçalıyorlardı, şimdi ise "Petkim" gibi satışlarla bağlıyorlar. Diyeceksiniz ki Sevr'in altına imza koyan Osmanlılardan günümüze kimler kaldı?
Sadrazam Damat Ferit'ler, Bağdatlı Hadi Paşa'lar, Filozof Rıza Tevfik'ler tükenir mi?
|
Milliyet /Hasan Pulur
20.07.2007
DEVLETİN, milletin malını, üzerinde saçı bitmedik yetimin hakkını ne idiğü belirsizlere haraç mezat satarken, bir marifet yapmış gibi, "Satarım, satarım, babalar gibi satarım!" diyenlerin "Ulusal çıkarlar!" lafını duyunca tüyleri diken diken olur...
Ne demektir ulusal çıkar?
Küreselleşen dünyada öyle "ulusal çıkar" gibi kavramların lafı mı olur?
PETKİM gibi bir kuruluşu, alıcısı belli olmadan, "Sen kimsin?" diye soranlara adını bile söyleyemeyen birileri satın alırsa ne olur?
"Ne olur, hiçbir şey olmaz! Adam fabrikayı yükleyip dışarıya kaçırmıyor ya!" gibi acayip cevaplar verilir, örnekler sıralanır.
Avrupa'da kim kime ne satmış, misali...
Acaba öyle mi?
8 yıl süren Irak-İran savaşı Kuveyt'i zengin eder, Irak ve İran ekonomisi çökmüştür, Kuveyt ise elde ettiği petrol geliriyle Batı Avrupa'da ve Amerika'da büyük şirketlerin hisselerini satın almaya başlamıştır. İngiltere'nin önemli petrol şirketi BP'nin hisselerinin yüzde 22'si Kuveyt'e geçmiştir.
ÜNLÜ İngiliz devlet adamı Churchill, petrolün gelecekteki stratejik önemini düşünerek BP hisselerinin en az yüzde 51'nin devletin elinde kalmasını öngörmüştür...
Şu dinozorun yaptığına bakın, ta 1914'te bunları düşünüyor, bu mu devlet adamlığı? Devlet adamlığı, önüne geleni "Baba, baba satmak!", bir yerlerden para bulup futbolcu transfer etmektir.
HER neyse, Churchill'in bu kararını İngiltere Başbakanı Bayan Margareth Thatcher bozar, lakin Kuveyt, BP'nin yüzde 22 'sini alınca, Londra'da alarm çalar, İngiliz hükümetinin baskısıyla Kuveyt'in hisseleri yüzde 10'a düşürülür. İşte "ulusal çıkar" budur.
OLAYI anlatan ve "ulusal çıkarlar" kavramına örnekler veren Onur Öymen şöyle der:
"Devletler önemli şirketlerin hisselerinden büyük payların yabancılara satılmasına sıcak bakmıyorlardı. Türkiye'deki hükümetin bu alanda aşırı liberal yaklaşımı, liberal ekonominin öncülüğünü yapan ülkelerin benimsediği bir yaklaşım değildir. Hiç değilse stratejik sektörlerde durum buydu."
Gelin de bunu devletin malını "Baba, baba satarım!" diyenlere anlatın...
Neyse iki gün kaldı, takke düşer, kel görünür, bakalım sandıktan "Babalar" mı çıkar ya da devletin milletin malını "Baba, baba satanlar" mı çıkar? Göreceğiz!
Oktay Verel'in kulakları çınlasın!
"Biz vatan için açtık bu kampanyayı!
İçenler utansın her gece şampanyayı!"
|
CUMHURİYET / IŞIK KANSU
Ulusal petrol savaşımının simge isimlerinden eski TPAO Genel Müdürü
İhsan Topaloğlu , Türkiye'de petrokimya tesislerinin kurulma sürecini
1998'de bize anlattığında 83 yaşındaydı. 1980'li yılların ilk yıllarında
gerçekleştirilen petrol aramalarını, petrol üretiminin artırılmasını,
Türkiye'ye kazandırılan yeni petrol tesislerini, Prof. Dr. Muammer Aksoy
ile birlikte sürdürdüğü ulusal petrol davasını aynı heyecan ve tutkuyla
yeni kuşaklara aktarırken dirençli çabalarla yaratılmış değerlerin
satılmasından duyduğu büyük üzüntüyü de dile getirmişti:
"Bağımsızlık, KİT'ler olmadığı sürece de olmaz. Bizim yıllar önce
üzerine titrediğimiz, yabancı şirketlerin elinden kurtarmak için
çırpındığımız petrol sanayimize kaynak sağlayacak PETKİM satılmak
isteniyor. Özelleştirme, aslında küreselleşme süreci ile birlikte
gündeme getirilen emperyalizmin bir şeklidir. Buna uydunuz mu, Türkiye
Cumhuriyeti zamanla kalan bağımsızlığını da yitirir."
İhsan Topaloğlu'nu 2005 yılında yitirdik. İki yıl sonra da, ilk ateşini
yaktığı ulusal-kamusal PETKİM'in meşalesini söndürdüler. Sözleri hâlâ
kulaklarımızda: "Devletçilik olmadan Türkiye'de bağımsızlık olmaz.
Devletçilik kalktığı zaman, hele yabancı şirketlerin hayranlığı sürdüğü
müddetçe bağımsızlık olmaz." İçimiz acıyor. Ya sizin?
|
ZAMAN / KADİR DİKBAŞ 10.07.2007
Petrol ülkesi değiliz, ihtiyacımızın yüzde 93'ünü ithalatla karşılıyoruz. Ama bu demek değildir ki, petrole dayalı ne varsa ithal edeceğiz.
Petrol, bir yakıt olmanın yanında pek çok sanayi sektörünün de
hammaddesi. Ve bunun için petro-kimya tesislerinde işlenmesi gerekiyor.
Bu işi yapan tesisler, sanayi içinde önemli bir yere sahip. Bilhassa
plastik sanayiinde. Geçtiğimiz hafta özelleştirme ihalesi yapılan Petkim de bu tür tesislerden biri. En önemli üretimi, ham petrolden elde edilen naftayı plastiğe dönüştürmek. Plastik, bilhassa inşaat, otomotiv, elektrik, elektronik ve ambalaj sektörlerinin vazgeçilmezleri arasında. Uzun araştırmaya gerek yok, etrafımıza şöyle bir baktığımızda bile bu maddenin ne kadar önemli olduğunu, hayatın her alanına girdiğini görebiliriz.
Türk Plastik Sanayicileri Araştırma, Geliştirme ve Eğitim Vakfı'nın (PAGEV)
verilerine göre, plastik en fazla katma değer üreten sanayi
sektörlerinden biri. 300 dolarlık ham petrolün değeri, plastik ürününe
dönüştüğünde 1900 dolar oluyor.
Böyle bir sektörün önündeki en büyük sıkıntı ise ithalat. Sektör
ihtiyacının sadece yüzde 15'ini Petkim'den karşılayabiliyor. Gerisi
ithalat. Mesela PVC hammaddesi. Geçen yıl 135 bin tonluk yerli üretime
karşılık 608 bin tonluk ithalat yapılmış bu alanda. Dahası Petkim'in
üretemediği, tamamıyla yurtdışından ithal edilen pek çok madde var. O
sebeple PAGEV, sektörün gelişimini de hesaba katarak Türkiye'nin
Petkim'in 10 katı büyüklükte yeni petro-kimya üretim kapasitesine
ihtiyaç duyduğunun altını çiziyor.
Yıllardır bu alanda yatırım yapılmaması, plastikçilerin ithalata bağımlı
olması, sektörün rekabet gücünü olumsuz etkiliyor. Ne yazık ki,
hükümetlerin bugüne kadar petro-kimya politikası olmamış. Nispi olarak
ham petrolde dışa bağımlılık arttığı gibi petro-kimyada da artmış.
Petrolde belki yapacak bir şey yoktu ama petro-kimyada yapılması mümkün
olanlar yapılmamış.
Bugün plastik sektöründeki hammadde ve mamul ithalatı 6,7 milyar dolar.
Buna karşılık ihracat 2,2 milyar dolar. Sektörde ihracatın ithalatı
karşılama oranı yüzde 30 dolayında. Dün iyiydi de, bugün kötü değil.
Oran 1990'lı yıllarda, 2000'de ne ise bugün de o. Çünkü petro-kimya
yatırımı yok.
Peki neden yapmadık? Şimdi haklı olarak, Petkim'in satışını ve alıcı
yabancı konsorsiyumun hâlâ netleşmemiş olan ortaklık yapısını
tartışıyoruz. Çünkü bu konuda hassasız. Ekonomimizde şu an için "tek" ve
"tekel" konumunda. Evet, bugüne kadar pek çok konu gibi petro-kimyaya da eğilmemişiz. Ama enerji piyasasındaki düzenlemelerle birlikte, son zamanda atılan bazı adımlar ümit verici. Petro-kimyadaki üretim açığının kapatılmasına dönük iki önemli gelişme var. Birincisi, Petkim ihalesine de katılan Çalık Holding'in projesi. Çalık'ın Hindistanlı ortağı IOC ile birlikte Ceyhan'da rafineri ve petro-kimya kompleksi kurmak ve işletmek için EPDK'ya yaptığı lisans başvurusu bir süre önce onaylandı. 15 milyon ton kapasiteli entegre tesis 4,9 milyar dolara mal olacak. İkinci bir Petkim demek bu.
Bir yanımızda Hazar ve Rusya, diğer yanımızda Ortadoğu petrolleri. Hayata geçen ya da geçecek olan boru hattı projeleri, köprü olmanın yanı sıra, Türkiye'nin petrole ulaşmasını kolaylaştırmış, diğer ithalatçılar karşısında avantajlı konuma geçirmiş bulunuyor.
Petrol fakiri Türkiye'nin ham petrol ithalatına ödediğinden daha fazlasını kazanması, "petro-kimya zengini" bir ekonomi olması zor değil.
|
19/07/2007
Petkim İhalesinin çağrıştırdıkları.. (2)
Belirttiğimiz gibi işimiz Petkim'i alanlar hakkında yorum yapmak değil. Yabancı sermayeye karşı ulusal güvenlik nedenleri ile yükselen küresel tartışma bize Petkim ihalesini çağrıştırdığı için yazıyoruz. İlk yazımızda, yabancı sermaye yatırımlarının gözden geçirilerek izne bağlanması düşüncesinin uzun yıllardan beri var olduğunu ancak kısıtlayıcı uygulamaların son yıllarda arttığını belirttik. Bunun en büyük nedeninin, 'private equity' (özel sermaye) deki artışın yanı sıra, Rusya, Çin ve Ortadoğu ülkelerindeki likiditenin ve özellikle, gerek yatırım yaparken gerekse kullanımları sırasında hemen hemen hiçbir kurala bağlı olmayan ve otoritelerce birer 'kara kutu' olarak nitelendirilen Hazine Varlık Fonları'nın çığ gibi yükselmesi ve bunların ulusal güvenliği tehdit edici sektörleri hedefleme riski olduğunu vurguladık.
ABD,1980'li yıllardan beri yabancı sermayeyi gözlemleyeceği ve ona göre karar vereceği bir düzenlemeye sahip. Ancak, kısıtlayıcılık 2005'ten bu yana gözleniyor. Japonya, ulusal savunma teknolojilerine yabancı yatırımı kısıtlayıcı planlar yapıyor. Keza, Hindistan ve Çin. İtalya, geçenlerde Telecom Italia'dan pay almak isteyen Amerikan AT & T'ye kapıyı gösterdi. Fransızların korumacılıkları malum. Kanada, çok uzun süreden beri bir izin düzenlemesine sahip, Ancak, şu günlerde bu düzenlemeye bir ilave yapıp 'ulusal güvenlik' kriterini getirmek üzere çalışılıyor.
Bu arada, Almanya'da hükümet yalnızca Almanya'ya insan girişini değil, Alman şirketlerinde pay satın alınması maksadı ile gelen sermaye girişini de kontrol altına alıcı yeni düzenlemeler yapmaya çalışıyor. Gazetelerde okuduğumuz kadarıyla ABD'nin veya Kanada'nınki gibi 'az işler' bir düzenleme Bayan Merkel'i kesmiyor ve daha sert düzenleme istiyorlar. Fakat, bu konunun küresel hassasiyetini de biliyorlar. Çok korumacı bir düzenlemenin Almanya'ya getireceği sıkıntıları biliyorlar. O nedenle daha henüz laftalar diyebiliriz. Ancak, niyet belli edip, bir şey yapmamakla ve gerçek niyetlerinin ne olduğunu açıklamamakla da Almanya'da yatırım yapmak isteyenleri havada bırakıyorlar. Bu da bir ayrı şikâyet konusu.
Şimdi gelelim Türkiye'ye. Önce şunu söyleyelim. Biz bu yazıları yabancı sermaye karşıtı olduğumuz ve yabancı sermayenin kısıtlanmasını savunmak için yazmıyoruz. Öncelikle, yabancı sermaye konusunda tüm dünyada yeni bir tartışma başladığı için Türkiye'nin de iyi düşünüp, iyi karar vermesi için bu tartışmaya katılması gereğini vurgulamak için yazıyoruz. Zira;
1)Türkiye'nin rasyonel seçimlere dayalı bir yabancı sermaye politikası hiçbir zaman olmamıştır. Türkiye, yabancı sermaye tutumunu (buna 'yabancı sermaye politikası' bile diyemeyiz) her zaman iki alandaki, yani, finansal kaynak ve teknoloji, açıklarını kapatmak için ihtiyaç duymuştur. Bunlar da doğru gerekçelerdir; ama, Kanada düzenlemelerinin benimsediği ne şekilde, acaba bu konularda bile 'net fayda' ne olmuştur? Biliniyor mu ? Daha da önemlisi, acaba bu konularda bile bir 'net fayda' tarifimiz var mıdır?
2) Küreselleşme, birçok şeyi hızla değiştirmektedir. Küreselleşmenin faydalarından yararlanmak, zararlarından korunmak bu yeni düzende Türkiye'nin nasıl bir yer ve rol alacağına bağlı bir husustur. Yabancı sermaye politikası bu maksimizasyon-minimizasyon sürecinin en önemli araç ve süreçlerinden bir tanesidir. Dolayısı ile, yalnızca, 'gelsin paralar, kapansın açıklar' türünden bir maksat ve 'ne bulursak kim parayı bastırırsa ona babalar gibi satarız' yaklaşımı ile yabancı sermaye politikası oluşturulmamalıdır.
3) İşin ucu gene geliyor gidiyor yabancı sermaye politikamızı iyi düzenlemeler ile belirlememiz gereğine dayanıyor. Bu, hem kendimiz için hem dış dünya için çok önemli. Zira, iyi belirlenmiş ve benimsenmiş bir yabancı sermaye politikası içerdeki tartışmaları asgari düzeye çekecektir. Kime satıldı, kim aldı, doğru dürüst adamlar mı aldı, yoksa karapara aklayıcıları mı? Özellikle, özelleştirmelere açıklık gelir. 'Parayı bastıran, düdüğü çalar' tipi uygulamalar kalkar. Dışarısı için de iyi olur. Zira, herkes ne kadar liberal olduğunu iddia ederse etsin ticarette de, sermaye alışverişinde de korumacılık şu veya bu derecede hep olmuştur. Dolayısı ile, dünya korumacılık ile birlikte yaşayabilir. Ama, önemli olan kural olmasıdır. Kimse, 'dün dündür, bugün bugündür' zihniyeti ile iş yapmak istememektedir.
|
MİLLİYET / METİN MÜNİR 01.08.2007
Troika Dialog, Kıbrıs Rum Kesimi'nde ne yapıyor?
Türkiye'nin 11. büyük şirketi Petkim'i Kazak ortaklarıyla birlikte hükümetten satın almaya çalışan Rus Troika Dialog'un yurtdışındaki dört ofisinden birinin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti'nde olduğunu okuyunca şaşırmıştım.
Troika Dialog, Rusya'nın en eski ve en büyük yatırım bankasıdır. Birkaç hafta önce yapılan Petkim özelleştirmesini kazanan fiyatı veren ortaklığın çoğunluk hissesine sahiptir.
Troika'nın diğer denizaşırı ofisleri, dünyanın en büyük finans merkezi olan New York, Londra ve Rusya'nın arka bahçesi sayılan Ukrayna'nın başkenti Kiev'dedir.
Ama Kıbrıs? Ne alaka?
Bu sorunun cevabını araştırırken bakın neler öğrendim:
Kıbrıs, Rusya'ya en çok yabancı sermaye yatırımı yapan ülkelerden biridir. 2002'de Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri'nden sonra üçüncü sıradaydı.
Ancak Kıbrıs'tan Rusya'ya yatırım yapan Rumlar değil, paravan şirketlerin arkasına saklanan Ruslardır. Kıbrıs, Rusya'nın en büyük para aklama merkezlerinden biridir.
Sadece Rusların değil. Slobodan Miloseviç, 1990'larda Bosna ve Kosova'ya karşı savaş açmadan önce Yugoslavya'ya ambargo uygulanmasına önlem olarak Kıbrıs'ta binlerce off shore paravan şirket kurdu.
Birleşmiş Milletler'e göre savaş bu şirketlerin hesaplarındaki paralarla finanse edildi.
Kıbrıs'taki paravan şirketler
Miloseviç'in Kıbrıs'taki işlerini o zaman avukat, şimdi cumhurbaşkanı olan Tasos Papadopulos'un firması yürütüyordu.
Papadopulos, Birleşmiş Milletler kaynaklarına dayanarak bu iddiaları yayımlayan Financial Times'ı mahkemeye verdi. Dava Lefkoşa'da devam ediyor ama, Papadopulos cumhurbaşkanı olduğu için, karınca adımlarıyla.
Kıbrıslı Rumlar şirketleri ve bankaları aracılığıyla Miloseviç'in barbarlığını finanse ederken Rus gangsterler de Lefkoşa'da kurdukları kabuk şirketlerle özelleştirmeden çaldıkları milyonları aklandırmakla meşguldü.
Rusya özelleştirme kanalıyla komünizmden kapitalizme geçerken hırsız yöneticilerle gözü kara işadamları kaynaklarını talan etti. Bu operasyonların bazılarında Kıbrıs'taki paravan şirketler kullanıldı. Kazanılan paralar Akdeniz'in en büyük off shore merkezi olan Kıbrıs'ta sterilize edildi.
Kıbrıs'ı Rusya'daki en büyük yabancı sermaye yatırımcılarından biri yapan bu paralardır.
Fransa Para Aklamayı Önleme Komitesi Başkanı Roger-Louis Cazalet, geçenlerde Financial Times'ta yayımlanan bir yazıda Avrupa Birliği ülkesi olan Kıbrıs'ı para aklamaya karşı gerekli önlemleri almamakla suçladı.
Cazalet, Kıbrıs'ın, gelecek sene euro'ya geçmesiyle Avrupa Birliği'ne servet aktarmak isteyen teröristler, organize suç örgütleri ve diğer kara para aklayıcıları için bir cennet olacağını söyledi.
Araştırırken, Troika Dialog'un Kıbrıs'ta dönen bu pis işlerde rolü olduğuna dair herhangi bir emareye rastlamadım.
Ama dönen işlerin bu kadar pis olduğu, Rus para aklama merkezi olarak bilinen bir ülkede neden ofis kurduğunu ve bu ofisin ne iş yaptığını bilmek ilginç olurdu.
Özellikle Petkim'i satın alırken ortak olarak yanına aldığı Kazak işadamlarının da kendi ülkelerinin yeni zenginlerinden oldukları göze alınırsa.
|
MİLLİYET / METİN MÜNİR 02.08.2007
Petkim'de Kazakların ortak arayışı devam ediyor
Petkim'i almaya çalışan Kazaklar, Türk kamuoyunda tepki yaratan TroikaDialog adlı ortaklarının yerini alacak ortak arıyorlar, ama bulmakta zorlanıyorlar.
Rusya'nın en büyük yatırım bankası olan TroikaDialog, Petkim özelleştirmesinde en yüksek fiyatı veren ortaklıkta % 54 hisseye sahiptir. Geri kalan hisseler, Şekerbank'a da ortak olan Kazak zenginlerine ait iki şirketin elindedir. Troika'nın büyük hissedarı ve yöneticisinin Ermeni asıllı bir Rus olması, Türk kamuoyunda reaksiyon yarattı.
Bu tepkiyi etkisizleştirmek için Kazaklar yeni ortak arayışına giriştiler.
Hikâye burada biraz çetrefilleşiyor.
Konsorsiyuma danışmanlık hizmeti veren InterConsult yöneticisi Haluk Ulusoy'la temmuz başında konuştuğumda, bana konsorsiyum üyelerinden her birinin hisselerinin % 49'unu yeni ortaklara satacağını söyledi. Üç yeni ortak bulunmuştu. Bunlar Kazakistan devlet yatırım fonu Kazyna ve adı gizli tutulan iki Türk şirketiydi.
"Avukatlar, yeni hissedarların sözleşmesini hazırlıyorlar. Üç dört gün içinde biter ve yeni ortaklık yapısı kamuoyuna açıklanır" demişti Ulusoy.
Astronomik fiyat
Aradan birçok üç dört gün geçti, ama kamuoyuna herhangi bir açıklama yapılmadı.
Dün, Ulusoy bana bunun nedenini şöyle açıkladı: "Çok fazla talep geldi ortaklık için. Hem Türk şirketlerinden hem de yabancılardan. Onun için ağırdan alıyoruz."
Ulusoy'a göre yeni ortaklık yapısı "üç dört ay içinde" belirlenecekti.
Devlet şirketi olan Kazyna, emirle bu ortaklığa katılabilir. Ama yerli olsun, yabancı olsun özel şirketlerin Kazakların Petkim'e ödediği primli fiyatı ödeyeceğini pek sanmıyorum.
Kazakların Petkim'in %51'ine verdikleri 2 küsur milyar dolar, şirketin piyasa fiyatının % 181 üzerindedir. Şirketi yakından inceleyen birçok uluslararası petrokimya şirketinin Petkim'in tamamı için biçtiği fiyat ise 1-1.3 milyar dolar arasındadır.
Uluslararası şirketlerin dönüp Kazakların ödediği astronomik fiyatı ödemesi zordur.
Türk şirketleri öder mi? O kadar emin değilim. Kazakların cepleri derin
Mamafih, Kazakların cepleri derindir. Eğer Özelleştirme Yüksek Kurulu'ndan olur alırlarsa Petkim'i yanlarına bir yeni ortak almadan da satın alabilirler. Nitekim Ulusoy, "Biz ödemeyi hemen yapmaya hazırız" dedi.
Ulusoy'a göre, 7 milyar dolar harcamayla Petkim'in yanına bir rafineri ve kömür kullanan elektrik santralı yapılması planları var. Ödenecek fiyatı haklı kılan, bu müstakbel yatırımların Petkim'e katacağı değerdir.
Ulusoy, müşterilerinin Özelleştirme İdaresi ile herhangi bir sorunu olmadığını söyledi:
"Biz bütün kriterlere uyduk. Ciddi bir alıcı olduğumuzu da biliyorlar. Kazaklar 7 milyar dolar yatırım yapacak. Bundan daha iyi bir şey olur mu? Kimsenin kaybettiği bir şey yok. Türkiye için mükemmel bir iş." Göreceğiz.
|
CUMHURİYET / MÜMTAZ SOYSAL 10.08.2007
Toplantı, limanın işletilmesini yabancı ağırlıklı bir şirkete 49
yıllığına veren bir özelleştirme işleminin tartışılması için
düzenlenmişti. Ama toplantıda Petrol-İş ve Hava-İş'in temsilcileri de
vardı. Ender rastlanan bir olay: Bir sendikanın derdi başka iki sendikayı da ilgilendirmiş, bir araya gelip ortak stratejiler arama gereğini duymuşlardı. Konfederasyonun yapmadığını, yapamadığını ya da yapmak isteyip tam yapamadığını onlar yapacaklardı.
Liman-İş, Türkiye'nin en büyük dışsatım kapısı olan koskoca İzmir
Limanı'nın bir yerli şirketin ve "İhracatçılar Birliği" nin yanında asıl
ağırlığı oluşturan liman yönetimine egemen olacağı açıkça bilinen, ama
Çinli mi İngiliz mi olduğu pek kestirilemeyen bir şirkete 1275 milyon
dolara verilmesine karşıydı. Belli ki, özelleştirilen ya da işletilmesi
yabancı bir şirkete verilen bütün kuruluşlarda olduğu gibi burada da
önce yatırım, büyütme ve kamu gelirini artırma vaadi verilecek, ama
ardından bunların yerine hemen girişilen işlemle, işçinin bir bölümüne
kapıyı gösterip sonra da asgari ücretle sendikasız işçi alımına
geçilecekti. Petrol-İş, 2050 milyon dolar karşılığında Cumhuriyetin gözbebeği PETKİM'deki yüzde 51 hissenin, dolayısıyla yönetim yetkisinin ne idüğü belirsiz bir yabancı sermaye grubuna satılma sürecini durdurma peşindeydi. O grubun yapısı öylesine kuşku vericiydi ki, sermayedarlar konusunda ihale öncesi yapılan inceleme yeterli bulunmamış, şimdi haklarında resmen açılan yeni bir incelemeye geçilmişti.
Hava-İş, dünya havacılığında Türkiye'nin yüz akı olan ve her yıl kamu
geliri açısından altın yumurtlayan Türk Hava Yolları'nın hatalı bir
"halka açılış" girişiminden sonra yer hizmetleri ve uçuş personelinin
geçim olanaklarına ve çalışma koşullarına getirilen haksızlıkları
düzeltme peşindeydi.
Her üç durumda da emekçinin çıkarlarıyla kamunun, yani halkın çıkarları
örtüştüğü için bu "ortak" başkaldırışta "ulusal" bir içeriğin varlığı
hemen sezilmekteydi.
Aslında bu ortak ve ulusal nitelik hep vardı. Emek dünyasının bunu
sezmeyişi, sezip de gereğini yapmayışı ve meydanı dıştaki sömürücülere
ve içteki uzantılarına bırakışı gerçekten hayret ve üzüntü vericidir.
Yine de zararın, aymazlığın ve hatta bazı durumlarda sinsi işbirliğinin
neresinden dönülse kârdır. Önemli nokta şu: Türkiye'nin emek dünyası, işçisiyle, mühendisiyle, meslek odalarıyla sık sık sözünü ettiği "üretimden gelen güç" ünü şimdiye kadar çok iyi kullanmış sayılamaz. Bu güç, nedense, çoğu zaman hep bilek gücü, çatışma, kavga dövüş gibi algılandı. Oysa asıl güç, emeğin üretimdeki yeri, ağırlığı ve "olmadığı zaman anlaşılan vazgeçilmezliği" dir. Bunu akıllıca kullanmayı bilmek, hiç kuşkusuz hem çalışanı korur hem de ülkeyi ve Cumhuriyeti.
|
11.07.2007
Petkim özelleştirmesi ve düşman ulus
İsrail'in özelleştirmelerde uyguladığı düşman ulus kavramına benzer bir 'düşman kimlik' bizde de Petkim özelleştirmesinde yaratılmaya çalışıldı. Asıl sorunsa ihaleyi kazananın kimliği değil, bazılarının Petkim'in özelleştirilmesine şiddetle karşı çıkması
Korkularla yaşayan ülkelerde birçok iş gibi özelleştirme uygulamaları da U dönüşleri ve zigzaglarla gider. İsrail de Türkiye gibi büyük korkulara sahip ülkeler arasında yer alıyor.
Orada da özelleştirmeler yapılırken 'stratejik' kavramı engellenmeye çalışılmış birçok örnek vardır. İsrail, ulusal telekom şirketi Bezeq'in halka arzına 1990 yılında karar verir. Hisseler borsada işlem görmeye başlar. Aradan iki yıl geçer, bir kanun değişikliği ile şirkete 'altın hisse' konulur. Beklenmedik bu olay karşısında şirketin hisse senetlerinin değeri hızla düşer. Şirket değer kaybeder. Ardından gündeme 'blok satış' gelir. Bu noktada İsrail Savunma Bakanlığı işe el atar. İhaleye kimlerin katılacağını ve ne kadar hisse alacağını her aşamada kontrol edeceğini söyler. Hatta İsrail Savunma Bakanlığı açılan blok satış ihalesinde değerlendirme kriteri olarak 'düşman ulus' diye bir kavram ortaya atar.
'Düşmanlık' sınırı Bu kavramın, İsrail ile diplomatik ilişkileri kesik olan ülkeleri kapsadığı zannedilir önce. Fakat durum öyle değildir. Kavram çok karmaşık bir nitelik kazanır. Çünkü Savunma Bakanlığı düşman ulusu duruma göre ihale sürecinde kendisinin belirleyeceğini söyler ve şöyle bir belirleme yapar:
"Eğer, ihaleye katılacak bir şirket, düşman ulus sayılan bir ülkenin herhangi bir şirketinde yüzde 5'ten fazla bir hisseye sahipse ihaleye katılamaz." Dünyanın en ünlü telekomünikasyon şirketi bunun üzerine ihale dışı kalır. Bu şirket Amerikan AT&T şirketidir. Çünkü, AT &T'nin Ürdün ile böyle bir hissedarlık ilişkisi vardır. Ürdün, İsrail tarafından düşman ulus olarak nitelendiğinden, AT&T de düşman sayılır.
Petkim Petrokimya A.Ş.'nin özelleştirmesine gelince, 1987'den beri özelleştirme kapsamında olan Petkim'in yüzde 51 oranındaki hissesinin blok satışı için açık artırma geçtiğimiz 5 Temmuz'da yapıldı. İhaleye, ön yeterlilik alan sekiz firma katıldı. Katılan firmalardan TransCentralAsia Petrochemical Holding Ortak Girişim Grubu 2 milyar 50 milyon dolar vererek ihalenin açık artırma aşamasında birinci sırayı aldı. Birinci gelen ortak girişim grubunun yabancı sermayedar ağırlıklı bir grup olduğu bildirildi.Fakat ortakların kimlikleri Özelleştirme İdaresi tarafından ihalenin hemen ardından açıklanmayınca ortaya bir 'kimlik problemi' çıktı. Ortak girişim grubu hakkında medyada birdenbire olumsuz bir söylem geliştirildi. İsrail'in oluşturduğu düşman ulus kavramına benzer bir 'düşman kimlik' bizde yaratılmaya çalışıldı.
Yerliler alsa... Gerçek şu ki Petkim'in özelleştirilmesinde yaratılan sorun, açık artırmayı kazananın kimliği değildi aslında. Asıl sorun, bazılarının Petkim'in özelleştirilmesine karşı çıkmasıdır. Eğer, tamamen yerli ortaklardan oluşan bir grup Petkim'in açık artırmasında birinci sırayı alsaydı, Petkim'in özelleştirilmesiyle ilgili yaratılan soruna başka bir gerekçe bulunacaktı.
Türkiye'de de diğer ülkelerde olduğu gibi sağ ve sol görüşlü bütün siyasi iktidarlar, 1984'ten bu yana geçen 23 yılda toplam 164 kuruluştaki kamu hisselerini özelleştirdi. Bu kuruluşların özelleştirilmesinden de yaklaşık 29.2 milyar dolar gelir elde edildi.
Özelleştirmelerdeki yabancı payına bakınca. Türkiye'de 23 yıldır yapılan özelleştirme uygulamalarında 16 şirketin hisseleri yabancı sermaye tarafından satın alındı. Bunlar Teletaş, Netaş,Tofaş Oto Pazarlama A.Ş. , Uçak Servisi A.Ş., Ansan-Meda, Ankara Çimento Fabrikası, Balıkesir Çimento Fabrikası, Pınarhisar Çimento Fabrikası, Söke Çimento Fabrikası, Ankara Çimento Fabrikası, Afyon Çimento Fabrikası, İpragaz A.Ş. AEG-ETİ, Başak Sigorta, Başak Emeklilik, Türk Telekom A.Ş...
Özelleştirme programı çerçevesinde satılan bu 16 şirketten 7 milyar 52
milyon dolar hasılat elde edildi. Yabancı sermayeye satılan hisselerin
bedelinin toplam özelleştirme gelirlerine oranı böylece yüzde 24 oldu.
Petkim de sonuçlanırsa bu oran yüzde 29 olacak. Macaristan, Polonya,
Romanya ve Bulgaristan'da yapılan özelleştirmelerde yabancı sermayenin
payı ise neredeyse yüzde 100 oranına yaklaştı. Özelleştirme ve borsa Özelleştirme programından yabancı girişimcilere satılan hisselerin bedeli toplam özelleştirme gelirlerinin yüzde 24'üne ulaşabilmişken, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nda işlem gören şirketlerin yüzde 71'i yabancılar tarafından alınmış durumda. Peki bu yabancı yatırımcıların etnik kimliğini bir bilen var mı? Aslında küresel ekonomide böyle bir soru da gereksiz zaten. Çünkü, devletler artık yabancı yatırımcının kimliğine değil, ne yaptığına bakıyor. Eğer gelen yabancı sermaye ülkeye olumlu katkı yapıyorsa onu destekliyor, katkı yapmıyorsa ülkesinden gitmesi için yol gösteriyor. Dolayısıyla yabancı sermayeden ve onun kimliğinden korkmaya hiç gerek yok.
Petkim'in stratejik olup olmadığına gelince, Türkiye'de petrokimya ürünleri talebi 6 milyar dolar düzeyinde seyir ediyor. Petkim ise Türkiye petrokimya ürünleri talebinin ancak yüzde 25'ini karşılayabiliyor. Ülke talebinin büyük bölümü ithalatla karşılanıyor. Bu nedenle Petkim ekonomimiz için öyle söylendiği gibi 'stratejik' bir özelliğe de sahip değil. Ayrıca Petkim'in piyasaya yaptığı ürün arzıyla fiyat düzenlemesi yapabilmesi pek mümkün değil. Üstelik Petkim'de 'altın hisse' bulunduğu için, yönetimin kararları anında kontrol edileceğinden, ülke çıkarına aykırı bir icraatın yapılması da mümkün olamaz. Öte yandan askeri açıdan da Petkim'in stratejik bir önemininin olmadığına dair Genelkurmay Başkanlığı'nın bir yazısı, Petkim'in dosyasında zaten bulunuyor.
Peki Petkim'in özelleştirilmesinde hiç hata yapılmadı mı? Hata, genel seçimlere 17 gün kala Petkim ihalesinin yapılmış olmasıdır. Daha önceki hükümetler döneminde Özelleştirme İdaresi seçimlerin en az iki ay öncesinde özelleştirme ihalelerini durdurur ve yeni hükümetin iradesini beklerdi. Teamüllere uyulsaydı yıllar önce özelleştirilmesi gereken Petkim'de bugün böyle tuhaf bir tartışma yaşanmayacaktı. Ama şimdi Petkim'in 20 yıllık özelleştirme macerasını tamamlamak yine zorlaştı.
|
TERCÜMAN / UFUK SÖYLEMEZ 16.07.2007
Sermayenin
milliyeti - kökeni olmaz(mış)! YAZININ başlığını eminim hepimizin yıllardır duyduğu âdeta ezberlemek zorunda kaldığı, bir beylik laftan seçtim. Gerçek bir piyasa ekonomisini bilmeyen, anlamayan, kendi ülkesinin üretim dinamiklerine inancı olmayan, stratejik önem, ulusal sermaye, markalaşma, pazar payı gibi kavramlardan bihaber birtakım sözde ekonomi yazarları ve yorumcuları bu tür sıradan lafları kullanmaya pek meraklılar.
TÜPRAŞ’ın ilk satışına benzer, garip tartışmalı ve soru işaretleri ile dolu bir özelleştirme uygulaması da geçen hafta PETKİM ile yaşandı. İktidarın ve IMF’nin âdeta gönüllü sözcülüğünü yapan, bu kerameti kendinden menkul bazı ekonomi yazar ve yorumcuları haklı itirazlar ve eleştirilere karşı hemen ahkâm kesmeye başladılar.
ABD’de devlet engel oluyor
ANCAK, kulaktan dolma, basmakalıp, birkaç klişe lafla, kamuoyunu PETKİM özelleştirmesinin meşruiyeti konusunda ikna etmeye çalışan bu çevreler hiçbir biçimde inandırıcı olamıyor. Ülkenin milli birikimleri ile kurulan, tekel niteliğindeki kârlı bu dev petro-kimya tesisinin özelleştirilmesi tüm ulusu, tüm fertleri doğrudan ilgilendiren bir hadisedir. PETKİM’in 50’den fazla petro-kimya ürünü, imalatı bu kuruluşa, Türk sanayinin en kritik kurumlarından birisi olması özelliğini vermektedir. Böylesi bir kuruluşun, kimliği, tecrübesi, niyeti, geçmişi bilinmeyen hatta ortakları tanınmayan bir oluşuma devredilmek istenmesi elbette ki, kuşku yaratır, elbette ki itirazlara yol açar. ABD, Fransa, İspanya gibi gelişmiş zengin ekonomilerde buna benzer satışlara hem kamuoyu, hem de devletin nasıl müdahil olduğu ve rezerv koyduğu herkesçe malumdur.
Kirli parayı aklıyorlar
SERMAYENİN milliyeti olmaz, paranın kökeni sorulmaz gibi ilkel-vahşi bir kapitalist anlayışı sanki gerçek bir piyasa ekonomisi kuralıymış gibi gösterenler bilerek veya bilmeyerek yanlış yapmaktadırlar.
Kirli ve kara parayla bu ülkede her kuruluşu, her müesseseyi, her değeri satın almak mümkün mü olacaktır? Uyuşturucu ticareti, kaçakçılık, yolsuzluk vb. gibi yasa dışı yollarla elde edilen kirli paraların rahatlıkla aklandığı bir açık pazar mı olmamız isteniyor? Bu ülkenin milli tasarruflarıyla kurduğu, dev petro-kimya tesisini satın alarak, ekonomi için stratejik üretim değeri çok yüksek olan bu müesseseye, sahip olacak kişi ve grupların niyeti, tecrübesi, birikimi, planları ve paranın kaynağı elbette bilinmeli ve sorgulanmalıdır. Bu ülkeye kalıcı-katma değer yaratan, ihracata odaklı, istihdam sağlayan, doğrudan yabancı sermaye gelmesini aklı başında herkes istiyor.
Bu kadar mı onursuzuz?
AMA sat-kurtul mantığı ile kârlı, tekel niteliğindeki stratejik üretim tesislerini satarken, ulusal çıkarlarımızı, rekabet gücümüzü, milli sermayenin ayakta kalmasını sağlayacak bir bakış açısına kim gereksiz diyebilir?
Türkler’i soykırımla suçlayan Ermeni Diasporası’nın en önde gelen finansör isimlerinden olan bir kişiye, PETKİM’i genel seçimlere 15 gün kala apar-topar satmak zorunda mıyız?
Biz bu kadar mı ilkesiz, onursuz, paragöz ve istikbalini harcayan bir milletiz?
PETKİM’i, şeffaf rekabetçi bir biçimde ve hak ettiği değere elimizi öpene satabiliriz.
Milyonlarca dolar kâr eden böyle bir dev petro-kimya tesisini bu kadar kuşkulu ve şaibeli bir satışın öznesi yapanlar hem yasalar nezdinde, hem de kamu vicdanında mahkum olabileceklerinden hiç mi endişe duymuyorlar, doğrusu merak ediyor insan...
Sonuç olarak; sermayenin milliyeti olmaz, paranın kökeni sorulmaz diyenlerin de, milliyetinden şüphe etmek gerekir desek, acaba çok mu haksızlık etmiş oluruz?
|
CUMHURİYET / ÜMİT ZİLELİ 12.07.2007
Tam düşündüğüm gibi oldu... Seçime 10 gün kala güzide medyamızın çok satışlı gazetelerinde usul usul bir tornistan eğilimi görülmeye başlandı!.. İktidar partisinin gerileyişine ilişkin analizler, hem de birinci sayfalardan verilir oldu, hayret ki hayret!.. AKP'yi uçuran anketlerin ise sesi soluğu kesildi!.. Utanma duygusu diye bir şeyin varlığını keşfettiler herhalde!.. Tayyip Bey , "kan kusup, kızılcık şerbeti içmiş" havalarında yeni cumhurbaşkanını Meclis'in seçeceğinden ve uzlaşma arayacağından söz etmeye başladı!..
- Bunlar olacağını öngördüğümüz hayırlı gelişmeler...
- AKP'nin önlenemeyen düşüşü artık saklanamıyor!..
Son Petkim faciası da AKP'nin ne olduğunu net bir biçimde gözler önüne serdi...
Medyanın "çok iyi paraya gitti" diye sevinç çığlıkları attığı, ama aynı
sütunlarda hiç sıkılmadan "gizemli şirket" diye söz ettiği alıcının,
Türkiye'yi çökertmeye ant içmiş Ermeni diyasporası mensubu bir işadamı
ile Kıbrıs Rum Kesimi ortaklığını da barındırdığı ortaya çıkınca,
kamuoyu ayağa kalktı. Peki, Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanı Tayyip Bey
bu tepkiler karşısında ne yaptı? Aynen aktarıyorum: -
Kimin aldığı konusundaki tartışmayı ırkçı buluyorum. Ben ticarette dine
ve ırka bakmam... Bu yanıt, AKP'nin 4.5 yıl içinde ülkenin değerlerini hangi gözlükle satışa çıkardığını tüm çıplaklığı ile gözümüze sokuyor doğrusu!..
Gelelim medyaya... Dün Hürriyet gazetesi, 56 yazarının Türkiye genelinde yaptığı seçim yoklamalarının analizini yayımladı. Hem de birinci sayfadan!.. Buna göre, AKP birinci parti çıkıyor ancak çıkaracağı milletvekili sayısı tek başına iktidar olmak bir yana, ancak 216-266 aralığında dolaşıyor. CHP 208'e, MHP ise 99 milletvekiline ulaşabiliyor. Diğer bir deyişle CHP-MHP koalisyonu rahatlıkla kurulabiliyor. Gerçi Ertuğrul Özkök 56 yazarına kefil olmamış, "Bana göre AKP tek başına iktidar olacak" diyor ama kendi gözlemine de kefil olmadığını ilan ediyor...
- AKP'nin hesap vereceği günler yaklaşıyor!.. Maskesiz soygun!..
Tam da seçimlere iki hafta kala piyasaya çıktı. Çok da iyi oldu. Sevgili
kardeşim, Cumhuriyet gazetesi muhabiri İlhan Taşcı, tamamen belgelere
dayanarak yazdığı "Bir AKP Belgeseli - Maskesiz Soygun" isimli, Siyah
Beyaz Yayınları'ndan çıkan kitabında, son beş yılın talan ve soygununu,
inkâr edilemez biçimde ortaya koymuş.
"Tüccar siyaset" in duayeni Tayyip Bey'in mütevazı malvarlığını nasıl
katlayıp milyon dolarlara ulaştırdığını, AKP'li bakanlar hakkında hayali
ihracattan toplu gümrük kaçakçılığına, sahte fatura düzenlemekten vergi
kaçakçılığına kadar uzanan suçlamaları, iktidar sahiplerinin
çocuklarının milyonlarca dolarlık gemileri hangi yollarla aldığını,
damatların, eniştelerin, akrabaların milyon dolarlık villaları nasıl
paylaştığını, kısacası "Ali dibo" markalı düzenin nasıl işlediğini bu
kitapta okuyabilirsiniz!.. Sizden ricam, AKP'ye oy vermeyi düşünenlere
bir tane hediye etmeniz... - Kime oy vereceklerini bilmek en doğal hakları değil mi?!..
|
HÜRRİYET / VAHAP MUNYAR
6 milyar doları masaya koydular Vardanyan'ın fotoğrafını verdiler
LİMAK Holding'in patronu Nihat Özdemir ile kızı Ebru Özdemir'in öncülüğünü yaptığı konsorsiyum, Sabiha Gökçen Havalimanı'nı 20 yıl işletmeye 250 milyon Euro'luk yatırım da eklendiğinde toplam 3.5 milyar doları bulan rekor teklifi verince, Petkim'le ilgili tartışmalar biraz gölgede kaldı..
O tartışmaları biraz daha irdelemekte yarar var.
Petkim'in yüzde 51'ine 2 milyar 50 milyon dolar veren TransCentralAsia Petrochemical Holding'in Türkiye'deki danışmanı InterConsult'un patronu Haluk Recai Ulusoy, kendi deyimiyle tam bir "iletişim beceriksizliği" sergileyince, gazeteciler olarak hep birlikte internete sarıldık.
Haluk Ulusoy'un ofisinden gelen açıklamalarda çoğunluk Troika Dialog'da gibi görünse de, Petkim ihalesinde öne çıkan konsorsiyumda asıl patronların, Bank Turan Alem'in Yönetim Kurulu Başkanı Mukhtar Ablyazov ile Başkan Yardımcısı Yerkin Tatishev'in şirketleri olduğu sıkça vurgulandı.
TROIKA DIALOG NEDEN GİRDİ: Ermeni diasporasına destek verdiği konusunda bilgilere ulaşılan Ruben Vardanyan'ın Troika Dialog'u eğer daha sonra "küçülecekse" konsorsiyuma neden girdi? TransCentralAsia konsorsiyumunun temsilcilerine bakılırsa, Ablyazov ve Tatishev'e ait konsorsiyum ortağı şirketler "biraz zayıf görünebilir" endişesiyle Troika Dialog'a sarılmayı yeğlemişler.
Kilci'ye benzer bir tavrı, özelleştirmeden de sorumlu olan Maliye Bakanı Kemal Unakıtan sergiledi: "Bildiğim kadarıyla Petkim ihalesini kazanan konsorsiyum, Kazak petrollerinde de söz sahibi. Ama milli menfaatlerimize aykırı durum görülürse, ona göre davranılır."
Bu yanıtlar kafamda yeni sorular doğurdu: "Özelleştirme İdaresi, ihaleye giren şirketlerin içeriğini, hissedarlarının kimliklerini bilmiyor muydu? Eğer onlardan istemedilerse, gazetecilerin yaptığı gibi internete girip bakmak da mı akıllarına gelmedi?"
FAALİYET RAPORLARI VERİLDİ: Bu soruma, örneğin ihaleyi kazanan TransCentralAsia konsorsiyumu üzerinde yanıt aramaya çalıştım. İhale günü masada oturanlar arasında Mukhtar Ablyazov ve Yerkin Tatishev'in de bulunduğunu biz sonradan öğrensek de, ÖİB Başkanı Metin Kilci ve arkadaşları biliyordu.
Ayrıca, ihalenin noktalanmasının ardından Mukhtar Ablyazov başkanlığındaki ekip, Kilci'yi ziyaret ettikten sonra Kazakistan'a uçmuştu.
Her ne kadar masada Troika Dialog'dan imza yetkisi olan bir temsilci bulunsa da, bu yatırım bankasının büyük patronunun Ruben Vardanyan olduğunu ÖİB biliyor muydu?
TransCentralAsia konsorsiyumunun temsilcileri, şartname gereği, konsorsiyumdaki tüm şirketlerin geriye dönük üç yıllık faaliyet raporlarını, içlerinde ortaklarının ve yöneticilerinin de fotoğraflarıyla birlikte Özelleştirme İdaresi'ne teslim etmiş. Yani, Ruben Vardanyan'la ilgili kimlik bilgileri ve iletilen dosyalarda varmış.
6 MİLYAR DOLAR GARANTİ: TransCentralAsia konsorsiyumunun temsilcilerinin, "2 milyar 50 milyon doları ödeyebilecek güçleri var mı?" sorularına da ilginç yanıtları var: "Konsorsiyumdaki üç şirket de ayrı ayrı 2 milyar 50 milyon doları tek başlarına ödeme garantisi verdiler. İhale komisyonunun isteği üzerine bu garanti verildi."
Ayrı ayrı verilen garantiye bakılırsa, TransCentralAsia konsorsiyumu, bir anda masaya 6 milyar 150 milyon doları koymuş gibi görünüyor...
Öyleyse "milli menfaat penceresi", neden ihale yapılmadan açılmadı da şimdi akla geldi?
Gürültü koparmadan soruşturamaz mıyız
Yani, BDDK'nın sonradan gelen iki bankaya izin verme konusunda "titiz" davrandığını fazla belli etmesi, "Daha fazla Yunan bankasının gelmesini istemiyorlar" tartışması yarattı...
Oysa, özellikle son bir-iki yılda vitrine çıkan tüm bankalar, BDDK'ya önce ellerinde uzun listeyle gitti: "Bunlar arasında 'Ülkemize gelmesine izin vermeyiz' dedikleriniz varsa, baştan söyleyin, hiç görüşmeyelim."
BDDK'nın vitrindeki banka sahip ve yöneticilerine verdiği yanıt genelde aynı oldu: "Hiçbirinde sakınca yok, istediğinizle görüşün."
BDDK'dan yine aynı yanıtı aldılar: "Hiçbir itirazımız yok..."
Tüm bu çabalara karşın, BDDK'nın Yunan bankalarıyla ilgili tavrı tartışmalara neden oldu...
İş dünyasının önde gelen örgütlerinden birinin başkanına yorumunu sordum: "Eğer Vardanyan gerçekten Ermeni diasporasına destek veriyorsa, hiçbir siyasetçi Petkim kararının altına imza atamaz..."
|