Irak Özelleştirilirken Korkut Boratav Cumhuriyet/23.06.2004
TÜPRAŞ'ın özelleştirilmesi gündeme alındığında, Petrol-İş Sendikası'nın kampanyası, ''İki özelleştirme harekâtı: Irak ve TÜPRAŞ'' sloganı ile başlatıldı. Kimilerinin, Irak'ın işgali ile TÜPRAŞ özelleştirmesi arasındaki benzetmeyi yadırgadığını; ''Irak haksız bir saldırıya, işgale uğramıştı; ama ülkenin özelleştirilmesi de nereden çıktı?'' diye sorguladıklarını biliyorum.
Irak'taki gelişmeleri izleyenler, Petrol-İş'in saptamasının gerçeği yansıttığını biliyorlar. Bu konuda yeni bir değerlendirme, geçenlerde Center for Economic and Social Rights (CESR) adlı kuruluş tarafından yapıldı. Türkçesi Ekonomik ve Sosyal Haklar Merkezi . Kuruluş tarihi 1993. ''Yoksulluk ve eşitsizliğin kimi insan topluluklarını onurdan, hatta doğrudan doğruya yaşama hakkından yoksun kıldığı bir dünyada, her insanın konut, eğitim, sağlık, sağlıklı bir çevre, yiyecek, iş ve sosyal güvenlikten yararlanma haklarını savunmak'' amacıyla kurulmuş. Bu tarihte, bu ad altında bir merkez kuranların ''aykırı'' kişiler olduğu şüphesiz. Öyle ya, 1993 yılı, neoliberal dalganın aşağı yukarı zirve noktasıdır. Henüz Meksika, Türkiye, Asya, Rusya krizleri yaşanmadığı için, ''serbest piyasa'' nın nimetleri tartışmasız kabul edilmektedir ve siyasi iktidarların, devletlerin gerçekleştirmekle yükümlü görüldüğü ''ekonomik ve sosyal haklar'' dan söz etmek (yani bu alanlarda piyasalara güvenmemek) akıntıya kürek çekmektir.
O tarihten bu yana CESR'nin incelediği ''aykırı'' konulardan biri Irak olmuş. Birleşmiş Milletler yaptırımlarından kaynaklanan insani trajediyi birkaç kez odak altına almış. Son olarak da ''İşkencenin Ötesinde: ABD'nin Irak'ta İşgal Hukukunu İhlalleri'' başlıklı bir rapor yayımladı. Rapor, savaş sonu dönemlerde, işgal güçlerinin tabi olacağı uluslararası hukuk kurallarının Irak'ta ABD tarafından on ayrı alanda çiğnendiğini gösteriyor. Çiğnenen uluslararası hukuk alanlarından onuncusu, ''ekonomik yapı üzerinde kökten değişiklikler yapmak'' olarak belirlenmiş. ''Irak'ın özelleştirilmesi'' iddiası ile de yakından ilgili olduğu için, bu konudaki bulguları özetleyelim.
CESR'nin raporuna göre, uluslararası hukuk, ''mutlak bir zorunluluk olmadıkça, işgal güçlerine işgal öncesinde geçerli yasalara saygı gösterme'' yükümlülüğü vermektedir. Ve ABD işgalinden önce Irak'ta ekonomik yapıyı düzenleyen yasa ve kuralların bu türden ''değiştirilmesi mutlak zorunluluk'' taşıyan alanlara girmediği belirlenmektedir. Örneğin Baas rejimi altında geçerli vergi sisteminde, devlet mülkiyetinin kapsamında, dış ticaret rejiminde değişiklik yapılacaksa, bunun işgal sonrasında oluşacak meşru Irak yönetimince yapılması gerektiğini ileri sürüyor.
Buna karşılık, Amerika neler yapmış? Raporun belirlemelerini aktaralım:
* İşgal komutanlığının 12 sayılı emri, tüm gümrük tarifelerini ve iç pazarı koruyan her türlü kısıtlamayı kaldırmış. * İşgal komutanlığının 37 sayılı emri, yüzde 15'lik tek tarifeli bir gelir ve kurumlar vergisi oluşturmuş ve uygulamaya başlamış. * İşgal komutanlığının 39 sayılı emri, tüm kamu kuruluşlarının yüzde yüz yabancı mülkiyetine yol açacak biçimde özelleştirilmesini; kârların vergiden muaf tutularak ülke dışına transferini; ilgili sözleşmelerin kırk yılı kapsamasını öngörmüş. * İşgal komutanlığının 40 sayılı emri, devlet bankalarının tümünün JP Morgan'ın denetimine geçmesini kararlaştırmış.
Sıralanan ''emir'' lerden ilk ikisi, önce Irak ekonomisinin (esasen güçlükle ayakta duran) üretken sektörlerini dış rekabet karşısında çaresiz bırakıyor ve ithalattan, gelir ve kârlardan alınan vergileri ya sıfırlayarak, ya da iyice aşağıya çekerek devletin vergi toplama gücünü büyük ölçüde tasfiyeye uğratıyor.
Sonraki iki ''emir'' ise özelleştirme adı altında yürütülecek yağmayı, vurgun ve avantayı başlatma talimatıdır.
Irak'ta işgal komutanlığının emirleriyle gerçekleştirilen ''özelleştirme harekâtı'' nın ''emperyalist'' niteliği açık-seçik ortadadır. Son yirmi yıl boyunca kapitalist dünya sisteminin azgelişmiş çevresine damgasını vuran özelleştirme süreci de uluslararası sermayenin üst organlarının baskı ve şantajları sonunda hayata geçirildiği ölçüde emperyalist özellikler taşır. Ancak özelleştirmenin tüm koşullarda değişmeyen özü, ''vurgun ve avanta'' dır. Çok yaygın bir ''çevre coğrafyası'' içinde son yıllarda gözlediğimiz ''ilkel servet birikimi'' nin en ilkel biçimi özelleştirmedir.
Bu süreç, Türkiye'de mafyatik işadamlarını ihya etmiş; Rusya'da kamu mülkiyetine karşılıksız el koyan ''oligarklar'' sınıfını oluşturmuş; Latin Amerika'da stratejik sektörleri dev uluslararası şirketlere devrederek olağanüstü rantlar yaratmıştır. Irak'ta ise devlet varlıklarını Bush - Cheney kliğine yakın sermaye gruplarına armağan etmektedir.
Kısacası, Petrol-İş doğru teşhis yapmıştır: Irak'ta veya TÜPRAŞ'ta, özelleştirmenin özü aynıdır..
|