Petrol-İş'e tebrik

 

Nuray Mert

Radikal/10.06.2004

 

Ankara 10. İdare Mahkemesi, Petrol-İş'in açtığı davada, Tüpraş'ın satışına ilişkin ihale komisyonu kararını iptal etti. Başta Petrol-İş olmak üzere, tüm emeği geçenleri kutluyor, mücadelelerinin devamını diliyorum. Kamunun ortak malı olan kaynakları, babalarının malı gibi satmaya girişen özelleştirmecilere hep aynı soruyu soruyorum: kimin malını kime satıyorsunuz?
Maliye Bakanı Unakıtan, 'Kulaklarımı tıkayıp satacağım' diyordu, benden ona tavsiye kulaklarını açsın ve bu soruya cevap versin. Demokratik temsil, bir hükümete, özellikle de kamunun ortak çıkarlarını nesiller boyu etkileyecek konularda sınırsız yetki vermez. Demokrasiyi, tek başına hükümet kurmaya yetecek kadar oy almaktan ibaret sananlar, oturup demokrasi derslerine iyi çalışsalar iyi olacak.


Ne yazık ki, 'Devlet ekonomiden elini çeksin', 'Özelleştirme ekonomiyi canlandırır, iş imkânı yaratır', 'Zamanında satmak lazım, yoksa değeri düşüyor' laf kalabalığına aldanan çok. En azından, şimdiye kadar yapılan özelleştirmelerin sonuçlarının ne olduğunu özetleyen, Petrol-İş'in, Eylül 2003'teki, 88. ve 89. yayınlarına bir göz atsınlar. Dahası özelleştirme, teknik-ekonomik bir mesele değil, konuyu, onun ötesinde ne anlam taşıdığını sorgulamaksızın, iktisadi popülizmle geçiştirmek büyük hata olur. Yine Petrol-İş, Irak işgaline karşı, 'Bir özelleştirme harekâtı Irak' sloganını kullanarak, konuya en geniş çerçevede nasıl bakmamız gerektiğini hatırlatmıştı. Gerçekten de, Irak işgalinin gösterdiği en önemli şey, ülkesinin kaynaklarını 'güzellikle' satmayanların, askeri işgal de dahil her yöntemle yola getirileceği! Bırakın; Saddam ve demokratikleştirme masalını, Orta Asya Türk cumhuriyetleri de ceberrut yöneticiler tarafından, gülünç derecede otoriter rejimlerle yönetiliyor, kaynaklarını dışa açtıkları sürece kimsenin onları demokratikleştirmeye niyeti yok! Azerbaycan'a 'BP ülkesi' ('BP country') deniliyor.


Yani iş laf kalabalığına getirilmeyecek kadar ciddi. Hal böyleyken Başbakan'ın olayı, 'Bürokratik oligarşi Tüpraş'ta direniyor' şeklinde ifade etmesi üzücü. Hatırlarsanız, Mesut Yılmaz da son zamanlarda başı sıkışınca bu terime başvurur olmuştu. Sağ partiler, hukuk sistemi, demokratik kurumlar ve itirazlar, canlarının istediğini yapmalarına engel teşkil edince 'oligarşi, statüko, bürokrasi' terimlerinin ardına sığınmayı, Özal'dan beri âdet haline getirdiler, onların demokrasi anlayışının sınırı bu. Erdoğan, İstanbul Sanayi Odası'nda yaptığı konuşmada, 'Bir sistemin içerisinde bir bölüm bir işe şöyle derken bir başka bölüm de böyle diyor. Yani şöyle ile böylenin mücadelesi var' şeklinde veciz bir açıklama yapmış. Tam da bu, 'şöyle ile böylenin mücadelesine' demokratik tartışma deniliyor.


Başörtüsü ve imam-hatip konusunda, laiklik bahanesinin ardına sığınarak, geniş açılı bir demokratik tartışmanın önünü kesmek ne kadar antidemokratikse, özelleştirme ve benzeri konularda, sorunu teknik-ekonomik bir meseleye indirgeyerek, kamu yararı, kamunun ortak zenginlikleri, çıkarları konularında geniş açılı tartışmanın önünü kesmek de aynı derecede antidemokratik.


Türkiyede taraflar fazlasıyla birbirine benziyor, birinin demokrasi anlayışı nasıl başörtüsü ve imam - hatibe gelince bitiyorsa, diğerinin ki de başörtüsünde kalıyor. O nedenle taraflar birbirini ikna etmekten ziyade, kendi taraftarlarını korumakla yetiniyor, demokratik uzlaşının önündeki en büyük engel bu. Gidin AKP seçmenine, Tüpraş ihalesinin iptalini sorun, alacağınız cevap, büyük bir ihtimalle, 'Erdoğan'ın önünü kesmek için böyle yapıyorlar' olacak. Nitekim, Yeni Şafak gazetesi, 4 Haziran'da 'O kafanın marifeti' manşetini atmış, olayı, statükocu zihniyetin 'hükümetin önemli gelir kaynaklarını kullanmasını engellemek' olarak değerlendirmiş. 'Bu kafaya' göre, iktidar mührü kimin elindeyse, kamunun ortak zenginlikleri de onun 'gelir kaynağı!' Bu kafanın marifeti de bu!