Paranoya 

Şükran Soner

Cumhuriyet/08.06.2004

 

İmedya Haber Express 'in dünkü bülteninin başlığı çok çarpıcı: ''Bu plan tutarsa Türkiye çöker...''

 

Yorum haberin devamında özetle, CHP, üniversiteler, bürokratlar, bir kısım medya, emekliliği yaklaşmış bir kısım asker, bazı dernekler, bazı köşe yazarları, beyaz Türkler'in AKP iktidarına karşı ittifak yaptıkları savlanıyor. Devamla AKP iktidarının başarısızlığı için, ekonominin çökertilmesi başta, iktidar icraatlarına karşı sistemli karşı çıkışlardan yakınılıyor.

 

Önce AKP'yi destekleyen büyük medya korosu, yıldız yorumcularının ortaya attıkları bu görüş, sık sık Başbakan Erdoğan ve AKP bakanları, kadrolarınca vurgulanmıştı. Hafta sonu yine Başbakan Erdoğan, çok agresif çıkışında, siyasal yönetime karşı ittifaktan yakınmış, yargının TÜPRAŞ kararı için ''AKP iktidarını devirme stratejisinin bir operasyonu'' tanımlaması ile ipin ucunu kaçırmıştı.

 

Baştan sona hukuk dışı, vurgun niteliğinde, TÜPRAŞ'ı yok pahasına, adresi sahte bir yabancı şirkete teslim etme operasyonunda, iktidar sorumluluğunu, yapılanları, haksız-hukuk dışılığı sorgulamak yerine, yargıya yönelik bu ağır suçlamanın paranoya' dan daha hafif nasıl bir anlamı olabilir? Hele iktidarı hedef almış güçler ittifakı sonucuna varmak, ''Bu plan tutarsa Türkiye çöker'' propagandasına vardırmak, nasıl bir toplumsal muhalefeti yok etme, demokrasi güçlerini ele geçirme, diktatoryal baskı stratejisi olabilir?

 

Gerçek şu ki, Türkiye'de 1960'lı yıllar sonrasında hiçbir iktidar böylesine güçlü bir destek almamıştı. Sandıktan çıkan oyları kastetmiyorum elbette. Büyük medya, sermaye, ABD-AB çıkarları için kullanma bağlantılı, demokrasimiz için tehdit boyutunda, iktidara verilen destekten söz ediyorum. Seçim sistemi sayesinde azınlık oyu ile Meclis'te büyük çoğunluk, demokrasi açısından ürkütücü ölçülere varmış, yetersiz parlamento içi ve dışı muhalefet, sanki büyülenmişler gibi sesleri kısılmış sendikal hareket, demokratik örgütlenmeler yetmezmiş gibi.

Başbakan Erdoğan, Kasımpaşalı imajı ile süslenen öfkeli çıkışlarında demokrasinin 'd' sine katlanamadığını her zaman sergiledi. Hoşgörüyü, demokrasinin olmazsa olmaz gereklerini unutun.. işçinin ücretinden, emeklinin maaşından yakınmasını, hakareti hak etmiş suç olarak değerlendirdi.

 

Başbakan Erdoğan, aklına esen yerde, aklına estiği gibi konuşabilir, çıkışlar yapabilir, en son dün sabah Kıbrıs'a ilişkin olduğu gibi, kulağımızla duyduğumuz açıklamaları için, ''Medya yanlış anlamış'' diyebilir, dediğinden çark edebilir. Vurgun niteliğindeki baştan sona hukuk dışı özelleştirmeden, üniversiteleri medrese yapmayı amaçlayan yasaya, Türkiye'yi Körfez savaşı bataklığına sokmaya çalışan.. hepsi birbirinden daha kötü, ülke çıkarlarına, kamu yararına aykırı Hükümet kararlarına karşı duruşlar, ''iktidarı devirmeye yönelik ittifak'' olarak pazarlanabilir. Tabii yersek, yerseniz..

 

İnsan haklarını, rejimi, hukuku, demokrasinin olmazsa olmazlarını, kamu yararını yok sayan bu baskının aslında bir tek anlamı var:

 

Hani kendisi ve destekçileri söze girerken hep çoğunluk iradesinden, kimilerinin çok sevdiği dille cumhur 'un, halkın iradesinden söz açıyorlar ya.. Meclis çoğunluğunun asla tek başına halk iradesi ve demokrasi anlamına gelmemesi bir yana, halkın oy çoğunluğunu almamış olmaları gerçeği de ortada. Üstüne üstlük cumhurun iradesi bile, insan hakları, demokrasi, yargı, demokrasinin ilgili kurumlarının kararları ile çatışıyorsa.. hakka, hukuka uymuyorsa.. kamu yararı yoksa.. geçerli kılınamaz. Başbakan Erdoğan başta, tek sesli koronun demokrasi, halk adına savundukları, tek kelime ile çoğunluk diktatörlüğü anlamına gelir. Hitler bu yolla faşizmi iktidara getirmiştir.

 

Bu yolla bal gibi şeriat diktatörlüğüne varabilecek çok tehlikeli bir gidişe ortam yaratılabilir. Kaldı ki nasırlarına basılmış gibi bağırdıkları karşı durulmaya çalışılan iktidar icratlarının her biri tek başına geleceğimizi ipotek altına alabilecek tehlikeli adımlar niteliği taşımaktadırlar...

 

ABD'nin BOP'ta Türkiye'ye biçmeye çalıştığı yeni rol, İncirlik başta olmak üzere yeni üsler, NATO zirvesindeki görevlendirmeler, Ilımlı İslam kimliği, Kıbrıs'ta gelinen geri nokta... Hangisi, şu ABD'nin Körfez bataklığının Türkiye'ye bedeli için biçtiği 8.5 milyar dolarlık, bir türlü gelemeyen kredinin karşılığı olabilir?

 

Erdoğan Hükümeti için, ekonomik kayda değer özel hiçbir adım söz konusu değilken, Ecevit Hükümeti'nin IMF kriz programının devamı niteliğindeki uygulamada çizilen pembe tabloda işler sıkıştığında.. yani otomatik iyileşmenin miadı dolup, ABD kendi ekonomik programı, çıkarları bağlantılı arkadan estirilmiş rüzgârlar önden gelmeye başladığında.. petrol zamlanıp, ABD Doları değerlendiğinde.. TÜPRAŞ'ın yağmalanmasından sıcak para bekleyen Erdoğan Hükümeti'nin öfkesine mi boyun eğilecek? Yoksa haksız, hukuk dışı özelleştirme, yağmalama mı sorgulanacak?..

 

Başbakan Erdoğan'ın engeller karşısında fren tutmayan öfkesi, bireysel, özel yaşamda kalsa neyse.. Başbakan olarak toplum içindeki davranışlarına yansıdığında sorgulanması gerekli, hak değil mi?