Verilmiş Sözlerle mi, Hukukla mı! 

İzzettin Önder

 Cumhuriyet/08.06.2004

 

Son seçimlerin hangi dinamikler üzerinde yükseldiği artık netlik kazanmış bulunuyor. Öyle gözüküyor ki, seçim dinamiklerini, içeride ağır borç yükünün ve verimsiz ekonomik altyapının kaynak gereksinimi ekseni ile dışarıda Yeni Dünya Düzeni'nin şekillendirilmesi ekseninin kesişme noktası oluşturmuş. Bu eksenlerin kesişme noktasında yükselen siyasal yapı, kaçınılmaz olarak, Türkiye üzerinden politika yürüten dış güçlerle, çıkarı doğrultusunda onlarla işbirliği içinde bulunan iç sermaye güçlerinin amaç ve hedeflerine hizmet etmek durumundadır. Bu noktada ulusal çıkar ya da kamusal yarar aranmaz!

 

Böylece oluşan siyaset sahnesinde rol alan siyasal ajanlar güç kaynağını Batı'da aramaya ve bunu sağlamak üzere ''açık çek'' görüşmelerine başlayınca, dış ve iç güçler Türkiye'de siyaset oyunu üzerinde ulusal yararı dışlayarak kendi çıkarları doğrultusunda mutlak hâkimiyet kurmuş oldular. Ekonominin IMF denetiminde, dış politikanın da 'İmparator' un güdümünde olduğu bir ortamda siyasal aktöre düşen görev, sadece küreselleşmenin dayatmaları çerçevesinde ekonominin serbestleştirilmesinin, devletin küçültülmesinin ve özelleştirmelerin halkın yararına olduğu yönünde topluma ideolojik bir kılıf geçirmekten ibarettir.

 

Böyle bir oluşumda dış güçlerin çıkarları ve IMF dayatmaları doğrultusunda uygulanan politikaların toplumsal çıkarlarla ve kamu yararı ilkesi ile çatışması doğaldır. Ulusal çıkar ve kamu yararı ile çatışan uygulama girişimlerinin Cumhurbaşkanı ya da yargı organlarından dönmesi de aynı derecede doğaldır. Doğal olmayan, siyasal ajanların niçin bu denli toplumsal ve kurumsal tepkilerle karşılaştıklarını irdelemeden, oluşan ortamdan bir siyasetçiye hiç de yakışmayan bir biçimde sinirlenmesidir. Yargı organlarının kamu yararını koruma çabalarına böylesi tepki veren siyasiler, geçmişte kullanmış olan, ''kanlı mı, kansız mı!'' söylemine benzercesine, sanki ''hukukla mı, hukuksuz mu!'' niyetini açığa vurmaktadır.

 

Son tartışmalar sadece özelleştirme karşıtları ve yandaşları arasında değil, aynı zamanda hukuka bağlı olanlarla hukuku aşmaya çalışanlar arasında yapılmaktadır. Özelleştirmeler karşısındaki farklı tavırlar, farklı kesimlerin farklı çıkarlarına bağlı olarak, anlaşılabilir. Ancak, konu hukuk tartışmasına gelince aynı esneklik söz konusu olamaz. Yasaların içerikleri dahi tartışma konusu olabilir, çünkü onlar da parlamentolar tarafından usulüne uygun olarak değiştirilebilir. Ama, bir sendika TÜPRAŞ'ın özelleştirilmesi işleminin iptali konusunda dava açmış, yürütmeyi durdurma kararı dahi alınmışken, yürütmeyi durdurma kararının kaldırılmasını fırsat bilerek, asıl hakkındaki yargı kararını beklemeden devir işlemine yönelmek, bir yasa hükmünün ihlali değil, bir hukuk usulünün ve hukuk ahlakının çiğnenmesidir. Demek ki, verilmiş sözler olunca hukuk normları dahi rafa kaldırılabilmektedir. Hukuk böylesine ihlal edilirken, kamu yararı böylesine çiğnenirken, tabana dahi böylesine takıyye yapılırken, ne mutlu ki, gerçek yargıçlarımız var. Bu durumda insan, İsmet Paşa' nın bir ülkede namusluların sayısı ile ilgili ünlü lafını hatırlamadan edemiyor!

 

AB uyum normları arasında ''yargı yollarının tüketilmesi'' gibi evrensel hukuk kurallarının fiili durum yaratarak ihlal edilmesi de olsa gerek ki, hükümet böyle davranma eğilimi göstermekten çekinmedi ve Başkomiserimiz Verheugen de hükümetin bu davranışını eleştirmedi! Demek ki, kamu yararı vb. gibi eski kavramlar bir yana, AB'nin demokratikleşme ölçütleri bakımından doğru yoldayız!