TÜPRAŞ ah
mı, vah mı?
Ömer Lütfi
Mete
Sabah
/04.06.04
TÜPRAŞ hikayesinde gelinen nokta, hepimizi, özellikle de
Başbakan Erdoğan'ı bir kere daha eski bir deyimin hikmetini
değerlendirmeye çağırıyor:
-Şuyuu vukuundan beter!
Ta başından beri bu ihalede her şey
tamamen ve istisnasız ve en ince ayrıntısına kadar
meleklerarası bir alışveriş şeklinde cereyan etmiş olsa
artık neye yarar! Hatta ayrıca ihalenin tertemiz olduğuna
dair bin mahkemeden karar çıksa, evliyalar şahitlik etse ne
değişir ki! Biliyoruz ki, dedikodu pazarında konuşulanlar
bütünüyle palavradan ibaret dahi olsalar geçersiz hale
gelmeyeceklerdir.
Öyleyse ne olacak?
Dün ne olduysa o!
Bu toplumda kirliliğin yaygınlığı
yüzünden pek çok kimse en azından kamu vicdanında
müstahakkını bularak rezil hale gelirken arada bazı masum
veya sadece basit kusur işlemiş kişiler de hak etmedikleri
zanlar altında kalarak silindiler. En azından adam yerine
konmaz oldular, yetenekleri ölçüsünde ulaşabilecekleri
mevkilere yükselme umudunu yitirdiler..
Öyle görünüyor ki, TÜPRAŞ da Maliye
Bakanı Unakıtan'ın canını yakacak. Çünkü hakkında 'şuyuu
vukuundan beter' öyle rivayet üretilmiş ki, Türkbank
ihalesi ile ilgili olarak Güneş Taner için konuşulanlar
şimdikinin yanında solda sıfır kalır.
Oysa belki de Unakıtan'ın hiç
taksiratı bile yoktur..
Lakin, bu işte hakikaten melek
kadar temiz bile olsa ağır yara artık kaçınılmazdır. TÜPRAŞ
hikayesi, ortadaki kirlilik dedikodularının hiçbiri hakkında
en küçük bir delil bulunamadan tatlılıkla sonlansa dahi
Unakıtan bu 'şuyuu vukuundan beter' kuralının
derinlemesine mağduru olacaktır. Dahası; bu şayialara inanan
veya hiç değilse ihtimal tanıyan yüzbinler sadece Unakıtan
hakkında kötü zan sahibi olmakla kalmayacak, 'balık
baştan kokar' diyerek kirlilik iddialarını Erdoğan'a
kadar uzatacaktır.
Öncelikle kaydetmeliyim ki, 'şuyuu
vukuundan beter' denen dedikodu afetinin Başbakan'ı da
kuşatması, bir ülkede demokrasinin umut olmaktan çıkması
yönünde karşılaşılabilecek en büyük felakettir. Böyle bir
durumda herhangi bir siyasi hareketin ve liderin
haklı-haksız lekelenmesi, yıpranması ve mağduriyeti gibi
olumsuzlukların çok ötesinde ağır bir tahribat söz
konusudur. Maalesef Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz'ın
başbakanlıklarında isterse haklarındaki hiçbir iddianın
zerre kadar gerçeklik payı bulunmasın, ortalarda dolaşan
şayialar, toplumun en ağır ahlak depremini yaşamasına yol
açmış, demokrasimizi büsbütün çürütmüştür.
Yolsuzluğun başbakanlık düzeyine
kadar vardığına ilişkin hikayelerin 'şuyu' bulması
durumunda siyaset yapmak üzere partilere üşüşenlerin kimler
olacağını tahmin etmek zor değildir:
-Yarının hortumcusu bugünün
küçük hırsızı!
Bir demokrasinin tepesinde
kirlenmenin yaşandığına ilişkin yaygın bir kanaatin oluşması
halinde temiz insanların siyasete girme heves ve hatta
imkanları kalmaz.
Görülüyor ki, önceki iki başbakana
kadar uzanan 'şuyuu vukuundan beter' bela şimdi de
Erdoğan'ı hedeflemiştir. Tabii bunun asıl zararı Erdoğan'a
değil ülkeye olacaktır. Çünkü iyi insanlar bir kere daha 'temiz
toplum' umudunu askıya alacaklardır.
Bu şartlarda Erdoğan'ın gerçekte
temiz olması veya en azından öncekilerden daha ak ve pak
kalması çok farklı bir sonuç doğurmayacaktır.
'Şuyuu vukuundan beter'
olayların yol açtığı en ağır ve evrensel yara ise toplumda 'yargısız
infaz kültürü'nü yerleşik hale getirmesidir.
Bilindiği üzere böyle dedikodular
milyonlarca insanı, gerçeğe vakıf olmadan hüküm biçmeye
götürmektedir. Açıkçası; 'hırsız-yolsuz' dediğimiz
kişi gerçekte öyle olsa bile biz delilsiz-belgesiz
konuşmuşsak su katılmamış yargısız infazcıyız..
Toplumun kendi kendini yiyip
bitiren bir organizma haline gelmesi için bundan daha kötü
bir etken düşünülemez. 'Şuyuu vukuundan beter'
olaylar yüzünden en masum insana bile bir kirlenme payı
tahakkuk eder..
Çok kuvvetle muhtemeldir ki, bugün
'şuyuu vukuundan beter' kuralının mağduru olacak
yetkililer dünkü siyasilerden bazılarının günahını yok yere
almışlardır.
Hasılı topluca çürüyoruz.
Kimimiz devletin malını çalıyoruz,
kimimiz de delilsiz-belgesiz kara çalıyoruz.
En temiz olanımız bile, adeta
siyasilerin kirli çıkmasından ötürü sinsi bir zevk duyuyor,
kendimizi daha iyi hissedebiliyoruz..
Bir tencereyiz biz; yuvarlanıp
yuvarlanıp kapağımızı buluyoruz.
|