Zülfikar Doğan

Akşam

11.07.2005

 

325 milyon dolar mı büyük 50 milyon dolar mı?

 

Bu tartışmalar, tıpkı pilav gibi daha çok su kaldırır. Türk Telekom'da 'peşin' ödeme mi, '5 yılda taksitle' ödeme mi avantajlı? Yoksa ikisi arasında hiç fark yok mu? Özelleştirme İdaresi Başkanı (ÖİB) Metin Kilci, 'Şartnameye göre biz en yüksek fiyata bakarız. En yüksek fiyatı veren de, 6.550 milyon dolarla Oger (Fransızca OJE okunuyormuş!) olduğuna göre, tartışılacak bir şey yok! Ancak Oger - OJE hisse devri sürecinde yükümlülüklerini yerine getiremezse, ikinci sıradaki şirket ile (ETISALAT) görüşmelere geçilir' diyor.

Tabii teknik olarak durum böyle. Şartname böyle diyor. Taksitli ödemede uygulanacak faiz de, peşin ödemede yapılacak indirim de (yüzde 5) şartnamede açık. Bir de tabii işin 'kafa karıştırma' boyutu var. Yani 'peşin ödeme' teklif eden ETISALAT ne diye bunu teklifler televizyondan tüm ülkeye okunurken söylemedi? Sonradan ilan ve ifşa ettikleri, 'Peşin ödemeyi ve peşin ödemeye tanınan yüzde 5'lik indirim hakkımızdan - avantajdan( 325 milyon dolar!) feragat etmeyi öneriyoruz' demeyi, niye açık artırmada akıl edemediler? 325 milyon dolar indirim hakkından vazgeçiyorlar da, niye açık artırmada bir '50 milyon dolar'cık' daha artırıp, Oger - OJE ile aynı fiyata gelmediler? Veya 100 - 200 milyon dolar artırıp, öne geçmediler? Kaldı ki, ÖİB Başkanı Kilci, ETISALAT'ın bu açıklamalarını 'gazetelerden okuduğunu' söylüyor!

Bunlar, daha çoook tartışılacak. Rekabet Kurumu, Danıştay süreçleri var. Danıştay 'imtiyaz devrinin Anayasa'ya uygunluğu' açısından inceleme yapacak ve 'görüş' bildirecek. Rekabet Kurumu 'Piyasadaki hakim durum ve rekabet şartlarının sağlanıp, sağlanmadığı' açısından olayı irdeleyecek.

Telekom'u 'Yürütürler' mi? Söyle ya seydi, haydi söyle ya habibi!

 Bir de işin idari yargı yönü var. Sendikalar, ihalenin iptali için art arda davaları açmaya başladılar. Bir bakarsınız, 'Yaklaşık 20 milyon aboneli sabit telefon imtiyazının devrine' idari yargı 'Olmaz, bu kamu imtiyazının - tekelinin özel imtiyaza - tekele dönüşmesidir. Yürütmeyi (Telekom'un Türkiye'den yürütülmesini değil tabii!) durdurdum.' deyiverir. O zaman tabii 'peşin - taksit' ödeme tartışması, 'ihale iptal mi, değil mi?' tartışmasına dönüşür. Herkes, Mümtaz Hoca'ya (Soysal) saldırıyor. TT'un satışını yıllarca 'önlemiş - engellemiş' diye. O zaman 20 - 40 milyar dolarmış! Satılsaymış, Türkiye'nin 'bütün borçları ödenirmiş' falan. Mümtaz Hoca'nın 'engel olamadığı' bir sürü satış - özelleştirme yapıldı. Başta devlet bankaları, Sümerbank, Etibank özelleşti. Hazine yönetimindeki, Emlakbank, Türkbank gitti. Tarişbank artık yok! Devletin her birini, ismini, 90 - 100 milyon dolara özellere sattığı, Sümerbank, Etibank kaç milyar dolarlık 'batıkla, zararla, kamburla' tekrar devlete döndü? Yani hep 'kamu işletmeciliği kötü, özel sektör ala' gibi bir düz mantık, bizi nereye götürür?

 Neyse, dönelim TT'a. 

Her ne kadar telekom piyasası 'serbestleşecek' diye yasalar çıkarmış olsak da, piyasa düzenleyici Telekomünikasyon Kurumu (TK) lisansları dağıtmada takvimi epeyce sarkıttı. Oysa 'tam serbesti' yasaya göre, 2004 başında, başlayacaktı!

 Uzak mesafe, uluslararası telefon görüşmeleri yapılması, tarifelerin ucuzlaması, internet servis sağlayıcılığı, kablo televizyon işletmeciliği ve lisansı gibi konularda maalesef serbestide geç kalındı. Lisanslar verildi ama, biraz da iş işten geçti gibi. O nedenle Türk Telekom'un (TT) 'ses ve görüntü nakli - tekeli' konusunda yasaya göre güya kalkmış olan, kağıt üzerinde artık güya olmayan, 'fiili ve hakiki' piyasa - sektör hakimiyeti ortada.

 Özel internetçiler, servis sağlayıcılar, uzak mesafe telefon görüştürmecileri, GSM'ciler, ADSL'ciler, halen önemli ölçüde TT'un 'teknik altyapısını' kullanıyorlar ve ciddi 'bedel' ödüyorlar. Zaten el oğlu da bu 'imtiyaz' için 'yüzde 55 hisseye, trink 6.5 milyar dolar' veriyor. Her ne kadar daha çok su kaldırsa da, pilav pişince 'kaşık sallayan' çok olur.

 Bir de, ilk sırada, potaya giren konsorsiyumların ikisinin de lider firmalarının 'Arap - Ortadoğu sermaye ağırlıklı olması' ilginç değil mi? Suudi - OJE (İtalyanlar da var), diğeri ETISALAT, Dubai, Birleşik Arap Emirlikleri (Emirates), Dubai İslamic Bank.

Seneye bu vakitler telefonu 'Esselamünaleykum, kimsin ya seydi?' diye açar mıyız?

 Karşıdan 'Esselamünaleykum, Aleykumvesselam ve Rahmetullah! Benim, ya habibi! Yek misin, inşallah?' yanıtını alır mıyız?

Paranın rengi, milliyeti, dini, imanı!!! Şirket alma, pazar al!

 Şimdi, 'Bırak kardeşim bunları. Paranın rengi, milliyeti, dini, imanı olur mu?' diyenler olabilir. Nitekim diyorlar da. Yok, 'yeşil' sermayeymiş, yok 'kızıl' sermayeymiş. Mühim olan, sermayenin ülkeye gelmesi. Gelmesi de, geliş gayesine bakmak lazım. Kimse 'Aman gidelim de, şu Türkiye'yi kalkındıralım, ihya edelim' diye gelmiyor. Öncelikli olan 'kar, kazanç, para, pazar' avantajları. Mesela yabancı şirketler son yıllarda çimento sektörüne çok ilgili. Fransızlar, Almanlar, İtalyanlar, Amerikalılar, ha bire çimento fabrikası alıyor Türkiye'de. Hepsi de sektörün dünya devleri. Fransız Lafarge (Lafarj) da bunlardan birisi.

 Yıllardır Zonguldak - Karadeniz Ereğli'nin önde gelen yerel sanayicilerinden İrfan Erdem'in Erdemir'in curufu ile klinkeri karıştırıp metro, baraj, otoyol vb. altyapı işlerinde kullanılan 'özel' çimento ürettiği bir tesisi vardı. Lafarj bunu satın aldı. Erdem, ba satıştan gelen paraya kredi de ilave ederek, daha yeni teknolojiyle yine Ereğli'de, limanı da olan benzer tesis kurdu. Ancak darboğaza girince, Nuh Çimento ile ortaklık gündeme geldi. Sözleşme bağlanmak üzereyken Lafarj devreye girip, Erdem'in ikinci ve yeni fabrikasını nerede ise 'yeni bir fabrika fiyatına' bir yıllığına kiraladı! Nuh Çimento devre dışı kaldı. Peki, Lafarj kiraladığı bu yeni tesisi ne yaptı? Üretim yerine, kapattı!!! Yani kendine rakip yarattırmadı. Pazarını korudu. Belki de daha sonra şimdilik kiralayıp kapattığı bu tesisi tümden satın alır. Yani 'şirket alma, pazar al' ya da 'şirketi al, kapat, pazarını koru, rakibini yok et' hangisi?