Sosyal güvenlik ‘açıkları’mı, sosyal devlet açığı mı?
Oğuz Oyan Birgün 08/11/05
Sosyal Güvenlik tasarısı bugünlerde TBMM gündeminde. Bu tasarının taslağı olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın “Reform Önerisi Taslak Metni” üzerindeki tartışmalar daha eski. Metinlerin anafikri birbirinden çok farklı değil. Hatta, böyle bir reformu haklı göstermek için sunulan sahte gerekçeler bile aynı. 29 Ekim 2004 tarihli yazımdan bir alıntı yapalım: “Reform Taslağı ilginç karşılaştırmalar yapıyor: 1994-2003 dönemindeki toplam sosyal güvenlik açıklarını (yani bütçe transferlerini) Hazine iç borçlanma faiz oranlarıyla güncelleyerek 345 katrilyon liraya ulaşılıyor ve bunun toplam borç stoğumuza veya 2003 yılı GSMH’na eşit olduğu söylenebiliyor! İnsaf ediniz. Bu kuruluşların kaynaklarını sömürürken böyle bir hesap yapıldı mı? Bugün banka karadeliğinin “tahsil edilemez” denilen 40 milyar doları için böyle bir hesap yapılacak mı yoksa konsolide edilip unutulacak mı? Bütçeden teşvik alan çeşitli kesimler için böyle bir hesap yapılıyor mu? Tarım üreticisine birkaç yıldır aktarılan ve toplamı 10 katrilyon lirayı geçen – ve öte yandan kuşkusuz gelişmiş ülkelerdeki desteklerin çok altında kalan doğrudan gelir desteği şeklindeki gelir transferleri için de böyle hesaplar yapacak mısınız”? (Dünya Gazetesi)
Bu yazıda sözü edilen 40 milyar dolarlık banka karadeliği açığı, beklendiği gibi, bir tahkim (konsolidasyon) düzenlemesiyle 2005’in Mart ayında mali tarihin çöp sepetine atıldı. Böylece bu tutar için faiz yürütülmesine ve açığın katlanmasına engel olundu; böylece toplumsal tepkinin büyümesine de set çekilmek istendi.
Öte yandan şimdiki tasarı, çalışanın ve işverenin sosyal güvenlik primi ödemelerine (sırasıyla yüzde 9 ve 11) devletin de üçüncü taraf olarak yüzde 5’le katılmasını öngörüyor. Avrupa ortalamalarına çıkabilmek için bu katkının yüzde 10’dan az olmaması gerektiği bir yana bırakalım ve şunu soralım: Şimdiye kadar açık kapama yerine devlet katkısı yürürlükte olsaydı, bunları faiz hesabıyla şişirip sosyal güvenlik sisteminin açıkları olarak gösterebilir miydiniz? İlerde, devlet katkısını faizlerle şişirebilecek misiniz?
Yeni tasarının da aynı çarpıtma anlayışlarına sahip olduğunu görünce, çifte standartlı yorumlardan (yada emek karşıtı yorumlardan) asla vazgeçilmeyeceğini sezebilirsiniz. Hatta bu defa 2006 yılı Bütçe Gerekçesi’ne bile bulaştı- rılmış olarak. Bu defa hesap 2004 fiyatlarıyla son 10 yıl için yapılıyor ve 474,8 katrilyon liralık bir toplam açıktan söz ediliyor! BİRGÜN Gazetesi, 31 Ekim 2005 tarihli sayısında, “Açık, hükümetin kafasında” başlığı altında, uzman görüşlerine de yer vererek ve bu çarpıtmayı yorumlu haber biçimine dönüştürerek okuyucusuna doğru olarak yansıttı. Bugün gündemde olan IMF patentli “reform” tasarısı, önceki taslak gibi, kabul edilemez hak kısıtlamaları içeriyor. En önemlileri şunlar:
» Emeklilik aylığı bağlama oranının yüzde 75’lerden yüzde 50’lere düşürülmesi; dolayısıyla, özel emeklilik sigortalarının teşviki.
» Sağlık hizmeti sunumunun kısıtlanması, sigortalının sağlık giderlerine katılımının genelleştirilmesi, prim borcu olana sağlık hizmeti sunulmaması ve özel sağlık sigortacılığının teşviki.
» Prim ödeme gün sayısının 7 binden 9 bin işgününe çıkarılması. Genç işsiz ordusunun büyüklüğünü, iş güvencesizliğini, örgütsüzlüğü dikkate alırsanız, çalışan için bunun nasıl ulaşılamaz bir hedef olduğunu kolayca görebilirsiniz. Peki bu koşullarda kayıt dışına kaçış özendirilmiş olmaz mı?
» Emeklilik yaşının kademeli olarak 68’e çekilmesi. Bunun yürürlüğe girişinin çok ileri tarihlerde olacağını söyleyerek tepkileri yumuşatabilirsiniz, ama ilk fırsatta artış sürecini başlatmanın bir taktik unsur olarak düşünülmediğine çalışanlar nasıl emin olsunlar? Peki, tekrar, ulaşılamayacak emeklilik yaş sınırları, kayıtdışılığı özendirmeyecek mi?
Çelişki şurada: Kayıtdışılık arttıkça, yani sosyal sigorta sistemine girişler caydırıldıkça, sistemin aktüaryal dengesi ve aktif/pasif sigortalı dengesi iyice bozulmaktadır. Dolayısıyla bu tasarı, sistemin intiharı anlamındadır.
|