Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’in pazartesi günü yapılan
“hükümet toplantısı”ndan sonra yaptığı açıklamaya bakılırsa,
Bakanlar Kurulu’nun gündeminin yarısı Erdoğan’ın ABD gezisi,
öteki yarısı da “Seydişehir işçilerini nasıl eder de bölüp
alt ederiz”den oluşmuş!
Hükümetin bu konudaki taktiği, en azından SEKA direnişinden
beri biliniyor. Şimdi Seydişehir’de de aynı taktik
uygulanmak isteniyor. Başbakan, bakanlar, Özelleştirme
İdaresi’nin yetkilileri “İşçilerin kazanılmış haklarından
kayıp olmayacak”, “İşletme daha da genişleyecek”, “Daha çok
işçi çalışacak”, “Bölgeye daha çok gelir sağlayacak”... diye
atıp tutuyorlar. Sanki bugüne kadar özelleştirilmiş bir tek
işyerinde bile işçi hakları korunmuş; yeni işçi istihdamı
yapılmış; ülke ve işçiler için daha iyi ücret, daha iyi
çalışma koşulları sağlanmış gibi. Bir tek örnek yok! SEKA
işçilerinin bugün içine itildiği perişanlık, derbederlik
hali bunun en iyi ve en son örneğidir.
Bugün işçinin en önemli gücü bölünmemek, tersine
birleşmektir. Birincisi; kendi içinde birleşmek; hükümetin
vaadlerine inanmamak, araya konan, “bölgede saygın
kişilerin” işçi hareketi üstünde etkili olmasına izin
vermemek ve hükümetin tuzağına düşmemek gerekir. İkincisi;
özelleştirmeye karşı mücadele eden öteki kuruluşlardaki
işçilerle birleşmek. Bu birlik için hem sendikal düzeyde,
hem de işyerlerindeki işçilerin doğrudan birbiriyle
görüştükleri, heyetler arasında görüşmelerin olduğu; fikir
alışverişinin yapıldığı, ortak kararların alındığı bir
ilişki artık geliştirilmek durumundadır. Bu, sendikalar ve
konfederasyonlar düzeyinde hükümetin yapacağı girişimlerin
bölünme yaratmasına karşı da bir panzehirdir. Kaldı ki;
Haber-İş, Türk Metal ve Petrol-İş arasında oluşturulan
özelleştirmeye karşı ortak açıklamalara bile; Hava-İş, Tek
Gıda-İş, Çelik-İş, Tes-İş, Öz Gıda-İş, Demiryol-İş gibi
üyeleri doğrudan özelleştirmenin hedefi olan sendika
merkezleri bile henüz “icabet” etmiş değildir. Bu yüzden de
işletmeler arasındaki birliğin maddi olarak da bir temasa
döndürülmesi; İstanbul’daki Haber-İş üyesi işçilerin
oluşturduğu bir heyetle Seydişehir’deki Çelik-İş üyesi
işçiler, İzmir’deki TÜPRAŞ işçileriyle Erdemir işçilerinin
temsilcileri birbiriyle ilişkiye girip söz alıp vermelidir.
Biri evet demeden ötekinin de demeyeceğini mücadele içindeki
işçi bilmeli; bu kamuoyuna da ilan edilmelidir. Ki; kamuoyu
da işin ciddiyetini anlasın ve doğrudan özelleştirme
mücadelesi içinde olmayan emek güçleri, sendika çevreleri de
bu ciddi karşı duruşun, kendi sorunlarının da çözümü için
bir merkez olabileceği fikri oluşup güçlensin. Bu,
özelleştirme mücadelesi içindeki işçilerin işçi sınıfı ve
emekçilerin tüm diğer kesimlerine de güç verip onlarla
birleşmesi ve onlardan güç almasının koşuludur.
Önceki gün bir grup Seydişehirli işçinin, gazetemizde
yayınlanan mektubunda yazılanlar bunu çarpıcı bir biçimde
ifade ediyordu: “İşçiler içerde tek yumruk. 1770 işçi birlik
olmuş durumda. Halkın yüzde 70-80’i yanımızda. Diğer
işyerleriyle birlik kuramadık. Erdemir, TEKEL, Telekom’la
ilişkimiz platonik düzeyde. İlişki kurarsak tüm desteği
vereceğiz. Elalemin davası yok. Artık hepimiz biriz. Bizim
buraya arkadaşlar gönderilirse ilişkiye geçebilir, birlikte
mücadele edebiliriz... Bu işin artık sendikası kalmadı.
Şucusu bucusu kalmadı. Ufaktan başladılar, tek tek hepimize
sıra geldi. Seydişehir’i geçerlerse sizlere de sıra gelecek.
O yüzden birlikte davranalım.”
Her şey bu kadar açık.
Bugün 15-16 Haziran Direnişi’nin 35. yıldönümü. Bu işçi
mektubu da 15-16 Haziran’ı gerçekleştiren işçilerin fikrini
dile getiriyor. Onlar da sermayeye karşı şu parti bu sendika
demeden birleşerek yaratmıştı 15-16 Haziranlar’ı! Bugün
15-16 Haziran’ı kutlamanın yolu da Seydişehir’le, Erdemir’le,
TÜPRAŞ’la, TEKEL’le birleşmekten geçiyor. Başka bir yolu da
yok! Hem işçilerin haklarını savunmanın hem de 15-16
Haziran’ın izinden gitmenin başka yolu yok.