Tüm kesimler artık uyanmalıdır
İzzettin Önder
12.06.2005/Evrensel
Şurası
su götürmez bir gerçek ki, Türkiye artık halkın çıkarları
doğrultusunda içeriden yönetilmemektedir. Dış çevreler,
Türkiye’nin aşırı borçlu durumundan yararlanarak, tam bir
çakal sürüsü gibi, Türkiye’nin üzerine çullanarak, çıkar
sağlamaya çalışmaktalar. Türkiye’yi çökertiş, ekonomik
varlıkların ele geçirilmesi yanında, moral kırma ve cesaret
zayıflatma alanlarını da kapsayacak şekilde, bir tür geniş
cephe operasyonu projesi kapsamında sürdürülmektedir.
Türkiye’yi çökertme operasyonu dış merkezlerle dirsek teması
içinde menfaat sağlayan iç odaklarca da, maalesef büyük bir
gayretle desteklenmektedir.
Önce özelleştirmelerden başlarsak, ekonomik cinayetin ve
çökertmenin tüm hızla sürdürüldüğü artık tüm kesimler
tarafından anlaşılmış bulunmaktadır. Ankara Ticaret Odası
Başkanı, Erdemir Kompleksi’nin özelleştirilmesi girişimini,
iptal ettirebilmek amacıyla, yargıya taşımış bulunmaktadır.
Burada ATO Başkanı’nın bir an düşünüp, geçmişte neden
özelleştirmelere sessiz kaldığının muhasebesini yapmasını ve
böylesi büyük bir kuruluşun başkanı olarak, emekçiler ve tüm
ulus kan ağlarken neden sessiz kaldığının hesabını millete
vermesi gerektiğini de belirtmemiz gerekir. Bir tüccar
grubunun başkanı nasıl olur da, özelleştirmenin tam da böyle
yapılacağını öngöremez. Özelleştirme başka ülkelerde usulüne
uygun yapılıyor da(!), sadece Türkiye’de yanlış yapılıyor
diye bir şey yok. Doğu Almanya’da, Doğu Avrupa ülkelerinde
özelleştirmelerin nasıl bir talan olduğunu görmedik mi!.
Oralarda milyar dolarlık fabrikalar 1 Euro’ya ona buna
verilmedi mi!
Buna rağmen; ATO Başkanı’nın geç de olsa uyanması ve
siyaseti uyarmaya çalışması fevkalâde olumlu bir işarettir.
ATO Başkanı özelleştirmelere karşı yargıya giderken, Ankara
Sanayi Odası Başkanı, büyük bir samimiyetle, ücretlerin daha
da düşürülerek, istihdamın yükseltilebileceğini ileri sürdü.
Bu ne tezat! Kurulu malvarlığını yok pahasına elden
çıkarmakla, emek gücünü yok pahasına kullanmak arasında
nasıl bir fark var ki!..
Diğer taraftan, yönetim biçimine baktığımızda, tam bir
despotluk ve lider hakimiyeti sürüp gitmektedir. Üç bakanı,
kendileriyle önceden konuşmadan ve kararı doğrudan
kendilerine tebliğ etmeden, telefonla icraatı
gerçekleştirmek ne devlet âdabına sığar ne de meslektaş
ilişkisine. Ne var ki, bir kişi düşünelim ki, bakan olarak
atanırken, tarihsiz bir istifa mektubunu imzalayarak
başbakana verebiliyor. Yâni, bu kişi, peşinen kendisi
hakkında gıyabında işlem yapılmasını kabul etmiş oluyor.
Tabii, hal böyle olunca, artık o kişi böyle bir muameleye
mâruz kalınca, istifa etmeyi aklından bile geçirmiyor.
Emekçilere gelince, onlar da kimileri din sömürüsü ile,
kimileri milliyetçilik sömürüsü ile, kimileri de iktidarın
atına oynayarak, sermayenin oyuncağı durumuna düşmüş
olduklarının ve felâkete sürüklendiklerinin hâlâ farkında
bile değiller!
Türkiye’nin bu dağınık hâli sadece dış sömürgecilerin değil,
içte siyasal erkin de fazlasıyla işine gelmektedir. Çünkü bu
durum, çözülen bir toplumsal model içinde, herkesin
kendisini kurtarması gerektiği sosyolojisini körükler.
Herkesin kendisini kurtarması gerektiği sosyolojisi ise,
toplumun parçalanmasına ve güçsüzleşmesine neden olduğundan,
siyasal erke karşı toplu kalkışları zayıflatır, hatta
engeller. Toplu direnişe geçmeden, kısa yoldan kendini
kurtarma çabasına düşen bireyleri veya ufak grupları
dincilik ve gericilik ağında tutmak daha da kolaylaşır.
Böylece, dünyadan elini eteğini çekme eğilimi ve mutluluğu
uhrevi huzurda arama gayreti toplumsal yoksulluğun kader
arkadaşı olur. Bunun anlamı, toplumun bir kesimini varolan
kaynaklardan mahrum ederek, bu kaynakları kapitalist
merkezlere aktarmak ve/veya iç sömürücülerin doymak bilmez
açlığını söndürmeye tahsis etmektir.
Bu durum gidişin sonu uçurumdur. Türkiye öyle bir coğrafî
konumda bulunmaktadır ki, bu coğrafyanın altının, üstünün ve
sağının ya da solunun farkında olmaması için ulusun devamlı
uykuda olması gerekmektedir. Halkın büyük kesiminin uyuması
lâzım, eğitim kurumlarının uyuması lâzım, güvenlik
kurumlarının uyuması lâzım, vs... Tüm kurumların uyuması
lâzım ki, emperyalistlerin ve iç çıkar çevrelerinin Türkiye
üzerindeki emelleri, bizzat ülke yöneticileri marifetiyle,
büyük bir ustalıkla gerçekleştirilebilsin. Sömürgeciler uyum
yasalarını dayatırken, içteki işbirlikçiler, hiçbir çekince
koymadan bu yasalar altına imza atılması gerektiğini
söylemekteler. O zaman iş başa düşüyor; halkın uyanması ve
kendi kaderine sahip çıkması gerekiyor!