TÜPRAŞ Yağmasında Yansıyanlar - II
İZZETTİN ÖNDER Cumhuriyet 27.09.2005
Kapitalizm yıllardan beri tüm sosyal kurumları öylesine güzel kullanmış ve tüm halk kesimlerini öylesine köleleştirmiş ki, eğitim seminerine katıldığım bir işçi seminerinde, tüketim ve üretim araçları arasında bir ayırım dahi yapamayan emekçiler, İslamda mülkiyet hakkının kutsallığını anlatmaya kalktılar. Böylesi köleleştirilmiş toplumlarda ekonomik sistemleri ilahi nizamlar gibi algılayan halk kesimleri, hatta bazı aydınlar(!) dahi Başbakan Erdoğan 'ın Ofer ailesi ile görüşmesini şiddetle eleştirmektedir. Aynı çevreler Galataport ihalesinde de bazı kuşkuların olduğunu iddia etmekte ve bu konuda da eleştiri oklarını siyasal erke yöneltmektedir. Çünkü, insanlar kapitalizmin bir ekonomik sistem olmanın ötesinde, bir ahlak normu olduğunu düşünmekteler. Gazetelere yansıyan ilişkilerin ahlaka aykırı olduğu doğrudur, ama tüm bu ve benzeri ilişkiler kapitalist adaba uygundur ve kapitalist sistem ve devlet anlayışı açısından bu tür konularda eleştirecek fazla bir şey yoktur. Diğer sistem partilerinin bu durumu eleştirmesi ise salt siyaset alanında yer kapma mücadelesinden başka bir şey değildir. Zira, kapitalist sistemde emekçilerin yarattığı değere el koyan kapitalistler, kendi açılarından çok da haklı olarak, bu servetlerini her yoldan korumak ve güçlendirmek durumundadır. Bu nedenle, kapitalist sistemlerde siyasal erk burjuvazinin ve sermayenin çıkarını siyaset alanında koruyan bir araçtır. Aynı nedenle, kapitalist sistemlerde çok sayıda siyasi partiye ihtiyaç yoktur, var olan partiler de farklı sermaye kesimlerinin arasındaki çıkar çatışmalarını yansıtırlar. Nitekim, ABD'de iki parti, halkı oyalarcasına, iktidar koltuğunu aralarında gezdirmekte, ekonomik zenginliğin perdelediği bu komediyi halk da demokrasi sanmaktadır.
Bütün dünyaya hâkim olan ve demokrasiyi etrafa yaydığını iddia eden bir devletin nasıl içten kuşatılmış olduğu aşağıdaki alıntılarda açıkça gözler önüne serilmektedir.
''1939-1962 yılları arasında yüksek mahkeme yargıcı olarak görev yapmış olan Felix Frankfurter, 'Washington'daki gerçek yöneticiler görünmezler, sahne gerisinden iktidar kullanırlar' demişti. Bir arkadaşına gönderdiği 21 Kasım 1933 tarihli bir mektupta Başkan Franklin Roosevelt de şöyle demişti: 'İşin gerçeği şu ki (bunu sen de ben de biliyoruz), büyük merkezlerdeki bir finans unsuru ta Andrew Jackson günlerinden bu yana yönetime sahip olmuştur'.
Georgetown Üniversitesi profesörlerinden Carrol Quigley, merkez bankalarını kontrol eden yatırım bankerlerinin hedeflerine dair şunları yazmıştı: 'Bankerlerin hedefi her ülkenin siyasi sistemine ve bir bütün olarak dünya ekonomisine egemen olabilecek çapta ve özel ellerde bir dünya finans kontrol sisteminin yaratılmasından başka bir şey değildir.'
Roosevelt yıllarında Council on Foreign Relations (CFR) Amerikan siyasi hayatını ele geçirdi. CFR'nin geçmişteki ve şimdiki başkanları arasında şu isimler yer alıyor: G. Bush, T. Foley, A. Harriman, D. Rockefeller, Z. Brzezinski, J. McCloy, D. Dillon, A. Stevenson, B. Moyers, C. Vance, H. Kissinger, G. Shultz, A. Greenspan, W. Rogers, L. Kirkland ve daha birçok ünlü isim. Üye şirketler arasında da American Airlines, American Express, Archer Daniels Midland, BMW of North America, Bank of America Bankers, Trust Barclays Bank, Bristol-Myers Squibb, Chase Manhattan Bank, Chevron Citibank/Citicorp, Coca-Cola, Dow Jones &Company, E. I. du Pont, Exxon, Forbes Magazine, Ford Motor Company, General Electric, General Motors, Georgia-Pacific, Hilton Hotels, IBM Corporation, ITT Corporation, Merill Lynch, Mitsubishi, Mobil Corporation, New York Times, Nippon Steel, USA Occidental Petroleum, Paramount Publishing, PepsiCo, Pfizer, Phillips Petroleum, Price Waterhouse, Procter &Gamble, Prudential Insurance, Rockefeller Group ve daha birçok büyük şirket.''
İşte dünyanın en büyük ekonomisinde sermaye-medya-siyaset birlikteliği!.. Günümüzde başta böyle bir düzenleme ve işleyiş çerçevesinde siyaseti, toplumun farklı kesimlerinin eşit koşullarda mücadele ve kaynak paylaşım alanı olarak görmek olası mıdır?..
Türkiye ekonomisi 1980'lerden itibaren görece daha dışa açık kapitalist raya oturmaya yüz tuttuğundan, günümüzün iktidar-sermaye ilişkisi 1980'lerdekinden de daha etiksiz olarak görülür. Çünkü, günümüzde çıkar ilişkileri çok daha girift ve keskin olduğu gibi, özellikle dış kaynaklı sermaye karşısında siyasal erk de eskilere göre çok daha güçsüzdür. Bu havuzda Ofer-siyaset ilişkisi olağan olduğu gibi, bugünkü Koç-Shell ilişkisinin de yakın bir gelecekte Shell-Koç ilişkisine ya da sadece Shell'e dönüşmesi şaşırtıcı olmamalıdır. Özde yağmaya dayanan bir sistemde yağma tartışmalarının bir anlamı olur mu?..
|