Yine Özelleştirme...

 

Sezai Temelli

Birgün /14.09.2005

 

TÜPRAŞ ihalesinin gerçekleştirilmesiyle özelleştirmelerde yeni bir aşamaya gelindi. Satılmaması konusunda geniş bir ittifakın oluştuğu bu kuruluş bile beklenenin çok üzerinde bir fiyatla, kamuoyunda oluşan geniş muhalefete rağmen satıldı. Önümüzdeki dönem kamu için önemli diğer kuruluşlar da, bu ihalenin etkisiyle, beklenenden çok daha hızlı satılabilir. Bu ve benzeri satışların ortaya koyacağı toplumsal maliyetle ve bu maliyetin oluşturacağı olumsuzluklarla yakın gelecekte fazlasıyla karşılaşacağız.

 

 Bu özelleştirme dalgası altında kalan toplum maalesef konuya yeterince ilgi göstermedi. Kendi geleceğinin bu denli kolay bir şekilde pazarlık konusu yapıldığı bir ortamda, satılan kurumların ihalelerini TV’den canlı yayında izleyip, her artıştan sonra heyecanlanması da akıl alır gibi değil. TÜPRAŞ gibi kuruluşlara gelene kadar, çok daha az öneme sahip kuruluşları n özelleştirme performanslarını izlemeden, her satışı ayrı bir kurtuluş reçetesi olarak sunan anlayış, özelleştirmelerin yararına o denli ikna olmuş gözüküyor ki, özelleştirilecek kuruluş kalmadığında bu anlayış mensuplarının neleri satmayı teklif edeceklerini tahmin etmek zor olmasa gerek!

 

 Özelleştirme performansını Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın web sitesinden (www.oib.gov.tr) izleyebilirsiniz. Bugüne kadar gerçekleşen özelleştirmeler sonucunda elde edilen yaklaşık 14 milyar dolarlık gelire karşılık yapılan harcama tutarı bu rakama yakın. Aradaki fark sadece yarım milyar dolar. 1986’dan bugüne özelleştirme stratejisi üzerine kurgulanan ekonomik dönüşüm programının sadece rakam düzeyindeki performansı bu. Gerisini varın siz düşünün…Diğer taraftan bu elde edilen hasılatın % 27’si ile borçların ödendiği aynı sayfada belirtiliyor. Devlet özelleştirme gelirleriyle kamu borç stokunu azaltarak, borçlanmalar nedeniyle oluşan toplumsal maliyeti elindeki verimsiz ve iyi çalıştırılmayan kurumları çıkartarak, bir taşla iki kuş vurarak, toplum açısından çok hayırlı bir iş yaptığının propagandasını yirmi yıldır yapmakta. Buna karşılık yirmi yılda Türkiye’nin borç stoku inanılmaz bir şekilde artmış bulunuyor!

 

 Özelleştirme performansının değerlendirilebileceği diğer ölçütler ise bu sitede yok. Onun yerine özelleştirme reklamını fazlasıyla yapan bir görsellik hakim. Bu sitede olmayan ama yaşamın içinde sürekli hissettiğimiz ve yaşamımızı giderek her defasında daha da olumsuzlaştıran gelişmeler özelleştirme sürecinin bir maliyeti olarak karşımızda. Örneğin, özelleştirmeler sonucu işsiz kalanlar, yoksullaşanlar, bir kentin neredeyse tüm kaderinin değişimine tanık olanlar, özelleştirilen kuruluşları tekrardan devlete satarak halkın ihtiyaçları için kullanılması gereken kaynakları çarçur edenler günlük yaşamın içinde ve yanı başımızdalar.

 

 Bunca olumsuz gelişmelere karşılık özelleştirme konusunda bu ısrar niye? Bu soruya sadece satılan işletmeler özelinde tartışılarak verilebilecek bir yanıt yeterli olmaz. Bu sorunun yanıtı neoliberal dönüşüm sürecinde aranmalı. Bu dönüşüm, kamusal alanın iktisadi düzlemini salt piyasacı bir özle kurgulamayı sağlayabilecek araçları kullanmakta. Bu araçları n başında da özelleştirmeler geliyor. Özelleştirmeler sadece bir satış işlemi değil, dönüşümün en önemli araçları olarak karşımıza çıkmakta. Bu nedenle ihaleler canlı yayınlarla ve propagandalarla süslenip önümüze getiriliyor.

 

 Özelleştirme gelirlerinin, satın alan kuruluşların, ekonomideki reel gelişmelerin bu nedenden dolayı çok önemi yok. Önemli olan kamusal alanın yeniden yapılandırılmasında toplumun ekonomiye müdahale edebileceği araçları ortadan kaldırmak. Dönüşü olmayan yol buradan geçiyor. Kuruluşların mülkiyetinden daha çok, ekonomiyi toplumsallaştırmak açısından konuya bu pencereden bakmak zorundayız. Toplum merkezli bir ekonomi arayışı ve bu kurgu içinden devletin tanımlanması bu süreçte çok daha önemli bir seçenek olmakta. Özelleştirmelere karşı çıkarken, yeni bir ekonomi anlayışını, yeni bir yaşamı da seçenek olarak üretmeliyiz. Bu nedenle toplumun ekonomiye müdahale etmesi gerekiyor ve bu müdahale en basit haliyle toplumsal gereksinimlerin ve sosyal hakların merkezinden bir kamusal alan ve bu kamusal alanın iktisadi ilişkilerinin belirlenimi anlamını taşıyor.