İşporta tezgahında!
İ.Sabri Durmaz
Evrensel /09.09.2005
Dünkü gazeteler “TÜPRAŞ, TÜPRAŞ!” manşetleriyle çıktı. Adeta hep bir
ağızdan “işporta tezgahı”na konmuş bir malı övüyorlardı. Kimisi
TÜPRAŞ’ı “Kaşıkçı Elması”na benzetti, kimisi parayı verenin düdüğü
çalacağı alalade bir mala.
Patronlar camiasında da fikirler muhtelifti, ama amaç birdi. Kimisi;
TÜPRAŞ’ın satılmasını “küreselleşmenin gereğine bağlayıp”
yabancılarla işbirliğini makbul bir iş gösterip, “Benim gibi
uluslararası ilişkileri olan sermaye grubuna verilsin!” derken,
kimisi ise “TÜPRAŞ’ı yabancı sermayeye kaptırmamalıyız” diyerek
“milliyetçilik” taslıyor; “Bunun için elimizde avucumuzda ne varsa
her şeyi masanın üstüne koyduk” diyor.
Aslında tartışma eski; ama argümanları yenileniyor.
Özelleştirmede “yabancılarla işbirliği”ni savunanlar; kuşkusuz ki,
uluslararası sermaye ile olan ilişkilerini daha da derinleştirmek
isteyenler ve onlar için “yerli-yabancı ayrımı” gibi bir sorun yok.
Bunu da açıkça itiraf ediyorlar. Ama ötekilere gelince; kendilerini
“milli sermaye” ilan edenler ya da “TÜPRAŞ’ı, ERDEMİR’i yabancılara
kaptırmayalım” diyenlere gelince burada tam bir iki yüzlülük var.
Çünkü, özelleştirmenin bir yağma olduğunun, uluslararası sermaye
merkezlerinin, uluslararası tekellerin Türkiye’nin başlıca sanayi ve
hizmet kurumlarını, bankalarını yağmalaması anlamına geldiğinin
görülmesiyle birlikte özelleştirmeye karşı tepkilerin yoğunlaşması
bu, “milli özelleştirmecilerin” ortaya çıkmasına yol açtı. Bu yeni
çeşidin sloganı ise; “Özelleştirilsin ama yabancıya değil de yerli
sermayeye verilsin”dir.
OYAK’ın patronu C. Ulusoy soruyor; “ERDEMİR ve TÜPRAŞ’ı yabancılar
mı alsın biz mi alalım?” Hep bir ağızdan
“Biz!” diye
haykırıyorlar.
Peki Telekom’da neredeydiniz; TÜPRAŞ “Türk malı” da Telekom kimin
malıydı?
Bugüne kadar yerli sermayenin aldığı işletmeler ne oldu?
Sümerbank’ın Etibank’ın, SEKA’nın, Çimento Sanayi’inin, Yem
Sanayi’inin, Gübre Sanayi’inin o güzelim tesisleri ne oldu?
Orada çalışan, az çok kendine ve çocuklarına gelecek sağlayan
işçiler şimdi neredeler?
Bu sanayi kuruluşlarını “yerli sermaye” sahipleri aldı da
Türkiye’nin halkı bundan bir şey mi kazandı; orada çalışan işçiler,
memurlar, mühendisler ne kazandılar?
Ne kazanması; neredeyse ömürleri boyu elde ettikleri tüm
kazanımlarını kaybettiler; şimdi onların birçoğunun bir işleri bile
yok. Kendilerine “tazminat” olarak verileni yiyip bitirmekle
meşguller. Hâlâ bir işi var olanlarsa, ya eskiden aldığı ücretin
üçte birine çalışıyorlar ya da okullarda, hastanelerde “hizmetli”
kadrosundan hademelik yaparak süründürülüyorlar.
Yani bir işletmenin yerli sermayede ya da yabancı da olması öyle
ülke için, işletmede çalışanlar için çok da fark etmiyor. Çünkü
özelleştirme ile işletme, doğrudan uluslararası sermayenin pazarına,
“piyasasına” bağlanıyor. Hele TÜPRAŞ’ı, Telekom’u alacak kadar
büyükse; zaten sermayenin “milliliği” tamamen laftan ibaret kalıyor.
Çünkü normları uluslararası sermayenin normlarıdır, tüm ilişkileri
uluslararası tekellerledir ve “milliliği” de sadece çıkarları
gerektirdiğinde hatırlarlar. Şimdi en büyük işletmelerde, pastanın
en büyük parçalarını kapmak gündeme gelince, birden “millilikleri”
akıllarına gelmiştir. Ekonomiyi IMF yönlendiriyormuş; IMF ile
yapılan stand by’lar ülkenin ve halkın aleyhineymiş, bunlar onları
ilgilendirmiyor; burada “millilik” hiç akla gelmiyor. Tam tersine
halkın aleyhine ne varsa onların lehine olan bir sistemin parçası
olduğundan, halkın ne kadar canı yanıyorsa onlar o kadar çok kâr
ediyor, o kadar çok rant sağlıyorlar.
Bu yüzden, bu köşeden çok yazıldı ama bir kez daha belirtiyoruz;
özelleştirmenin ve özelleştirmecinin yerlisi yabancısı olmaz.
Aslolan özelleştirmeye karşı mücadelede kararlı olmaktır. “Yerli”,
“yabancı” gibi kategoriler, özelleştirmeye karşı mücadeleyi bölmek
için uydurulmuş kategorilerdir.
|