Görüşmeler ve Türkiye Solu (1)

 

YAKUP KEPENEK

Cumhuriyet / 10.10.2005 

 

 

 

Türkiye yeni bir döneme giriyor; AB üyeliği görüşmeleri başlıyor. Bu uzun, dolambaçlı ve uçurumlarla dolu yolda ulaşılacak sonuç kadar yolun nasıl alındığı da çok önemlidir. Bu nedenle, bundan sonra hem Türkiye'nin hem de AB'nin gündemine yerleşecek ve pek çok niteliksel değişime kaynaklık edecek olan görüşme sürecinin, sol siyaset açısından irdelenmesi gerekiyor.

 

Öncelikle bir noktanın altı çizilmelidir. AB üyelik görüşmeleri süreci, son yıllarda yaşanan bir ''siyasal uyumsuzluk'' ortamında yapılıyor. Uyumsuzluk şudur: Dışarıda Türkiye'nin AB üyeliğini destekleyenler, esas olarak Avrupa'nın solcularıdır. Buna karşılık, Türkiye'de sağcı bir hükümet işbaşındadır. Avrupa sağı ise Türkiye'nin tam üyeliğini istemiyor.

 

Avrupa'da önemli bir gelişme daha var. Birçok ülkede, son olarak da Almanya'da yapılan seçimlerin bir kez daha kanıtladığı gibi, Avrupa solu varlığını koruyor; Avrupa'da ''sol gerçeklik'' yaşıyor. Türkiye solunun bu iki durum ve gelişmeden sonuçlar çıkarması gerekiyor.

 

Görüşmelerin ülkemiz açısından tutarlı, bilinçli ve haklarımıza sahip çıkarak sürdürülmesi için Türkiye solunun yapması gereken ve de yapabileceği çok şey var.

 

İlk olarak, Türkiye solunun bir demokratikleşme sürecine yeniden öncülük etmesi gerekiyor. Görüşmelerin, ekonomik ve sosyal haklar başta olmak üzere, hak ve özgürlükler yönüyle çok daha içerikli geçmesi büyük ölçüde bu öncülüğe bağlı olacaktır. Laikliği esas alan ve bunu solun temel değerleri olan eşitlik, özgürlük ve barış eksenine yerleştiren bir anlayışın egemen kılınması zorunludur. ''Emeğin Avrupası'' istemlerinden de esinlenerek, görüşmelerde, kadın erkek-eşitliğine vurgu yapılması ve bu konuda somut uygulama önerileri geliştirilmesi; ekonomik ve sosyal hakların kullanımında, en azından sermaye-emek dengesinin hedeflenmesi ve buna koşut olarak, sermayenin, piyasa oyununu kurallarına göre oynaması, yani, saydam ve kayıtlı çalışma; sendikal haklara saygı ve çevre gibi konularda toplumsal sorumluluk taşıyan bir özellik kazanmasına çalışılmalıdır. Ek olarak, bu bağlamda, siyasal partiler ve seçim yasalarının değiştirilmesi, siyasal katılım kanallarının daha da açılması; 12 Eylül kalıntısı anayasal, yasal ve kurumsal yapıların tasfiye edilerek kamu yönetiminde demokratiklik, halka hizmet, saydamlık, açıklık ve denetim süreçlerinin güçlendirilmesi sayılabilir.

 

Adı ister Kürt istenirse Güneydoğu sorunu olarak algılansın, Türkiye solunun çözüm üretmesi gereken çok önemli bir siyasal sorun daha vardır. Bölgedeki toprak-insan ilişkilerinin ilkelliği; gelenek ve göreneklerin ağırlığı; yalnız üretim ve gelir bölüşümü ilişkilerinin değil, toplumsal ve siyasal bağların da yer yer, kapitalizm öncesi bir nitelik taşıdığı bilinmektedir. Ülkenin bölünmezliği, resmi dilin Türkçe olduğu ve terörün kesinkes reddi esas alınarak demokratik açılımcı yaklaşımlar oluşturulmalıdır. Solun, eşitlik, özgürlük, barış ve dayanışma gibi evrensel değerleri çerçevesinde, yöre insanının ekonomik, siyasal ve kültürel gelişmesinin önünün nasıl açılacağı, katılımcı bir anlayışla ve somut olarak ele alınmalıdır.

 

Laikliği bir yaşam biçimi olarak benimseyen geniş toplum kesimlerinin, kadrolaşma başta olmak üzere, AKP iktidarının kimi uygulamalarından da kaynaklanan bir şeriat kaygısı ve korkusu taşıdıkları yadsınamaz. AB üyeliği sürecinin bu kaygıları büyük ölçüde azaltması umulmaktadır. Dinci ve ırkçı sağın toplumsal yaşamı baskı altına almasının önlenmesi, AB ilişkileri çerçevesinde kolaylaşabilir. Ancak yalnızca AB görüşmelerinin kaderine bırakılmayacak kadar önemli olan bu tür kaygılardan kurtulmada, solun güçlenmesi büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, laikliği esas alan güçlü bir sol anlayış, siyasal, ekonomik ve toplumsal yaşamın dinsel öğelerin içine sürüklenmesini önlemede kilit işlevi görecektir. 

 

Gelecek hafta, ekonomik ve kurumsal sorunlara değinilecektir.