İşçi sınıfının Süleyman hocası
Aziz Çelik Birgün 15.12.2005
Bu yazıyı yazmak için birkaç gündür kıvranıp duruyorum. Bir türlü istediğim gibi olmuyor, yazıyorum, siliyorum sonra yeniden başlıyorum. Bir insana dair yazmak zor, bir soruna dair yazmaya benzemiyor. Ama deneyeceğim; bugün işçi sınıfının Süleyman hocasını yazmaya çalışacağım. Bu yazı Süleyman Üstün üstüne, Kemal Türkler’in deyişiyle “işçi sınıfının Süleyman’ı” üstüne.
12 Eylül öncesinin kısa pantolonlu liselileri olarak Süleyman Üstün’ü miting kürsülerinden ve bir de Resimli Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi dizisinden bilirdik. Ama Süleyman hocayla tanışmam 12 Eylül’den beş yıl sonra sendika eğitimciliğine başladığım günlere rastlar. Tanışma dediysem Süleyman hocanın kendisiyle değil, Süleyman hocaya duyulan sevgiyle, hocanın yarattığı etkiyle tanışmam. Hoca o yıllarda yurtdışında siyasi göçmendir, 12 Eylül’ün kara listesindedir. Aradan 5–6 yıl geçmişti ama işçiler Süleyman hocanın anlattığı örnekleri, onun anlattığı öyküleri anlatıyordu. Süleyman hoca yaşayan bir işçi sınıfı anlatmıştı; en karmaşık konuları, kolayına kaçmadan ama herkesin aklında yer edecek şekilde anlatmıştı. İlk pedagoji dersimi Süleyman hocadan almıştım. Aradan yirmi yıl geçti, Süleyman hocayı her dinlediğimde, her konuştuğumda kendimi şanslı bir öğrenci olarak hissediyorum. Hocayı her dinlediğimde, toplumla insani ilişki kurma sorununu çözmeden, toplumu siyasi olarak dönüştürme çabasının beyhude olduğunu anlıyorum. Bugün 78 yaşında olan Süleyman Üstün, eğitmenliğe Kepirtepe Köy Enstitüsü mezunu olarak 1947’de başlamış. 58 yıldır daha güzel bir dünya için, eşitlik ve özgürlük için bildiklerini, biriktirdiklerini sabırla insanlara anlatmaya devam ediyor. Süleyman hocanın on yıllardır kendini dinletmesinin, anlattıklarının insanların aklında kalmasının sırrı belki de şu ifadelerinde gizli: “Ne yapı yorsak onu iyi yapmak zorundayız. Bardak yıkıyorsak onu iyi yıkamalıyız. Ütüyü iyi yapmalıyız. Sorumluluk duygularımızı sonuna kadar kullanmalıyız. Grev yapıyorsak tam yapmalıyız. Meydanlara çıkıyorsak bütün gücümüzle yürümeliyiz” Süleyman hocanın yaşam öyküsü, son yarım yüzyılın sınıf hareketin öyküsü aslında. Tekirdağ’ın bir köyündeki öğretmenlik yıllarında köyün boş duran merasının yoksul köylülere dağıtılmasına öncülük eder. Soluğu karakolda alır. Bu ne ilk ne son karakol ziyareti olacaktır. 60’lı yıllarda öğretmen örgütlenmesi içinde aktif görev alır. 1965’te Türkiye Öğretmenler Sendikası’ nın (TÖS) İstanbul İl Başkanı olur. 1965 seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi’nden Tekirdağ milletvekili adayı dır. Alınan oylar Tekirdağ’dan bir milletvekili çıkarmaya yeterlidir. Ancak partinin önerisi üzerine, genel merkezden bir arkadaşının meclise gitmesi için tereddütsüz çekilir. Daha sonraki yıllarda Süleyman hoca bu kez işçi sınıfının Süleyman hocasıdır. Bugün de sürdürdüğü sendika eğitmenliğine başlar. Süleyman hoca sendikal harekette eğitimci ve “bir sıra neferi” olarak yerini alır, onsuz bir sendika eğitimi, grev eğitimi; onsuz bir miting kürsüsü düşünülmez, “Süleyman hoca” adı işçiler arasında kendilerinden birinin adı olarak dolaşır. Ve elbette Süleyman hoca bunları n bedelini baskıcı, faşizan dönemlerde öder.12 Mart’ta tam 27 gün işkencede kalır, 12 Eylül’de ise önce ülke içinde kaçak, sonra da yurtdışında sürgünde yaşamak zorunda kalır.
Altmışlı yaşlarında ülkeye geri döndüğünde ümidini yitirmez, onu unutmayan işçileri o da unutmaz ve Türkiye kazan o kepçe sendika eğitimlerine koşturur. Şairin dediği gibi “Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı/yetmişinde bile, mesela, zeytin ağacı dikeceksin”. Süleyman hoca 78’inde de zeytin ağacı dikmeye devam ediyor. Söz uçar derler, Süleyman hoca böyle olmadığını gösterdi. Hoca, bir süredir hastanede, bir ameliyat geçirdi, taburcu olduğunda sözünü yazıya dökmek istiyor….
(Bu yazıda Celal Başlangıç’ın Süleyman Üstün’le yaptığı ve Yetmişsekizliler Tükenmez dergisinde yayınlanan söyleşiden yararlanılmıştır)
|