TÜPRAŞ en büyük; peki ya stratejik değeri?

 

Oğuz Oyan

Dünya 26.08.2005

Bir şirket düşünün ki, uzun yıllardır Türkiye'nin en büyük sanayi kuruluşu olsun ve 2004 yılında da 500 büyük sanayi kuruluşu sıralamasında aynı sırayı gene büyük farkla korusun. 2004'te kendisinden sonra gelen üç büyük özel sektör kuruluşunun (2004 yılında tarihi bir zirve yapan otomotivin üç büyüğü Ford Otomotiv, Toyota, Oyak-Renault) toplamı kadar "üretimden net satış değeri"ne sahip olsun. Karlılık sıralamasında da, birinci sıradaki EÜAŞ'nin ardından, 849 trilyon TL'lik vergi öncesi dönem kârıyla (Erdemir'in hemen önünde) ikinci olsun.

 

Bu şirketin 1999-2006 dönemi için planladığı 2,1 milyar dolarlık modernizasyon ve geliştirme yatırımının 1,3 milyar dolarlık bölümü tamamlanmış olsun. Bu şirketin 2004 sonu itibariyle kısa sürede paraya çevrilebilir değerleri (stok değerleri, kısa vadeli alacakları ve hazır değerleri) toplamı 2,3 milyar doları bulsun.

 

Şirketin ikame değeri 7,5-8 milyar dolara, piyasa (borsa) değeri 3,5-4 milyar dolara ulaşsın. İzmit, İzmir (Aliağa), Kırıkkale ve Batman rafinerileriyle 27,6 milyon ton ham petrol işleme kapasitesine, ayrıca Körfez Petrokimya ve Rafinerisine ve DİTAŞ'ın yüzde 80'ine sahip olsun. 2004 yılında 29,6 milyon tona ulaşan petrol ürünü yurtiçi talebinin 20,4 milyon tonunu yani yüzde 69'unu karşılasın. Ayrıca, 2004 yılında 3,2 milyon tonluk ihracatla 981 milyon dolar döviz sağlayarak ihracatta da en büyük beşinci şirketimiz olsun.

 

Şirket, bu boyutları, yüksek verimliliği, modern teknolojisi ve yönetimiyle Forbes'in "Dünyanın En Mükemmel Büyük Şirketleri" listesinde yer alarak ülke itibarını yükseltsin; Avrupa'nın beşinci, Balkanlar ve Ortadoğu bölgesinin birinci ve ülkemizin tek rafineri şirketi olsun.

 

Ve bu şirketi, ondan kurtulmak istercesine, ne olduğu belirsiz bir tabela şirketine 2003 yılında 1,3 milyar dolara ve üstelik taksitle satmayı başarı sayan bir hükümetiniz olsun!

 

1,3 milyar dolar nedir ki? Şirketin son yıllardaki yatırımları kadar; veya iki buçuk yıllık net kârı düzeyinde. Üstelik yarısı peşin, kalanı şirket kârıyla ödenebilecek, yani 600 milyon dolara kapatılabilecek bir büyük mülkiyet transferi! Peki bu süreci durduran kim? Bir işçi örgütü, Petrol-İş Sendikası. şirketin emekçileri ve kamu yararı adına konuyu yargıya götüren ve toplumsal/ulusal çıkara sahip çıkan bir emek örgütü.

 

Daha sonra 3 Mart 2005'te şirket'in yüzde 14,76'lık hissesi halka arz yoluyla satıldı. Alıcılar altı büyük uluslararası fon. Bu satış işlemi de açıklığa kavuşmuş değil ama bu satıştan elde edilenle birlikte geri kalan yüzde 51'in -eğer satılırsa- toplam değeri, 2003 değerinin oldukça üzerine çıkacak. Peki siyasal iktidar bunun hesabını hiç mi vermeyecek? Sadece piyasa koşulları deyip geçilecek mi? Kamusal çıkarları koruyanlar ile korumayanlar aynı terazide mi tartılacak?

 

Tek rafineri şirketinin satışıyla bu sektörde bir özel (ve belki bir yabancı) tekel oluşturulacak olmasının ne gibi sonuçları olacak? 2002 yılındakilerle 2005 yılındaki halka arzlar birleşince şirket'in şimdiden yüzde 30'u yabancıların eline geçmiş durumda. Yetmez mi? Hayır, "sat kurtul", "ver kurtul" mantığı egemen. Neo-liberal ideolojinin radikal savunuculuğu da herşeyi açıklamıyor. Çünkü birçok liberal ülkede rafineri sektöründe devletin bu sektörde mülkiyet kontrolü sürüyor.

 

Kamuoyunda Erdemir kadar ilgi görmemesi gerçeği değiştirmiyor: Stratejik önemi bakımından TÜPRAŞ, Erdemir'in dahi önünde gelen bir kuruluşumuz. Petrol, talebi artarken arzı azalan bir ürün; doğal rezervlerin yarım yüzyıllık bir ömrü var. Petrol ve türevleri halen dünya enerji gereksiniminin yüzde 40'ını karşılıyor. Dünyanın egemen güçleri, yüz yıldır gerek çok uluslu şirketlerini, gerek diplomasilerini, gerekse ordularını kullanarak petrol rezervlerinin denetimini kendi ulusal çıkarları doğrultusunda yönlendirme kavgası içindeler. Paylaşım kavgası 21. yüzyıl başında iyice kritikleşti. Aslan payı, en büyük süper güç ve aynı zamanda en sıkı ulusal çıkar takipçisi olan ABD'nin.

 

Ham petrolün varil fiyatının 70 doları bulduğu ve 100 doların telaffuz edilebildiği, üçüncü petrol krizinin sistemin işleyişine tehdit oluşturduğu, rafinaj kapasitesinin ham petrol üretim kapasitesinin altında kaldığı yani bir darboğaz oluşturduğu, Türkiye'nin en az 10 milyon tonluk yeni bir rafineri yatırımı yapması gerektiği (bunu da yabancı ve yerli özel sektör yapmayacağına göre sadece TüPRAş gerçekleştirebilir ve İzmit için böyle bir proje çalışması tamamlanmıştır), Türkiye'deki petrol rezervlerini değerlendirme/arama faaliyetlerinin ve sektörde dikey entegrasyonun giderek önem kazandığı bir dönemde, devleti bu sektörden tamamen çekip çıkarmak! Akla ziyan bir senaryo değil mi?

 

Türkiye'nin komşu olduğu enerji bölgesinde, sınırları ve rejimleri yeniden şekillendirme, taşeron bir Kürt devleti oluşturma gayretleri artık gizlenmeye bile gerek duyulmuyor. Türkiye'nin bağımsız davranma reflekslerinin kırılmasının, bunun için enerjide, demir-çelikte, ve benzerlerinde stratejik üretim kapasitesinin devlet kontrolünden çıkarılması ve tercihan ele geçirilmesinin (yabancılaştırılmasının) emperyal güçlerin acil gündemlerine girdiği bir dönemde, Hükümetin davranışı bir yaranma ve diyet ödeme davranışı gibi durmuyor mu?