El işleri ve kültürel eşya peşinde bir kadın, Hülya Meder:

"Kadınların El Emeğini

Kurtarıyorum"

 

Yıllarca bankacılık sektöründe çalıştıktan sonra emekli olup Ege'de bir köye yerleşen Hülya Meder, el işlerine ve eski eşyalara olan merakını geliştirerek Anadolu'nun farklı yörelerinden kadınların el emeği göz nuru yazma, patik, oya, dantel, örtü vs. toplamaya başlamış. Çoğumuzun belki hiç tanımadığı eserlerle birkaç sergi açarak bu el işlerinin tanıtımını da yapan Meder, Dikili'nin Kabakum Köyü'nde, topladığı eski eşyalarla dolu "Kuklalı Ev"de yaşıyor. Yaptığı işin koleksiyonculuk olmadığını, amacının kadınların el emeğini kurtarmak olduğunu belirten Meder'in hikâyesini kendisinden dinleyelim.

Söyleşi: Selgin Zırhlı Kaplan

Sizi tanıyalım, isminiz nedir, nelerle uğraşıyorsunuz?

Adım Hülya Meder, 57 yılında Giresun'un Şebinkarahisar ilçesinde doğdum. İlkokulu orada, sonra Sivas'ın kazası Suşehri'nde okudum. Üniversite'yi Erzurum'da İşletme okudum. Sonra Gazi Üniversitesi'nde İşletme üzerine yüksek lisans eğitimi gördüm. Uzun yıllar bankacı olarak çalıştım, önce Sümerbank, arkasından Halkbank. 27 bankacı olarak çalıştım.

 

Evli misiniz, çocuğunuz var mı?

91 yılında evlendim, 92'de oğlumu dünyaya getirdim. Denizli, İzmir, Ankara başta olmak üzere bir çok yerde yaşadım.

El işlerine merakınız nereden?

Çocukluğumdan beri bebek elbiseleri dikerdim, kendi bebeklerime. Ortaokul lisede dikiş dikmeye başladım. El işlerine çok meraklı bir çocuktum, ayrıca el becerilerim iyiydi. Mahallede milletin saçlarını keserdim. Sonra elbiseler dikmeye başladım. Lisede bir eve filan gittiğimde hemen parçaları getirirlerdi, o parçalardan elbise dikerdim.

 

Ailenizde başka yetenekler var mı?

Annem dikiş bilirdi, bana öğretmişti ama babam da dikiş bilirdi. Kloş eteğin kesimini babam öğretmişti bana çok ilginçtir. Öyle dikiş dikerek kendimi geliştirdim. Sonra bir gün babam anneme ek para kazansın diye Almanya'dan otomatik örgü makinesi getirdi. Annem çok titiz bir kadındı dört çocukla bunu yapamam dedi, bu sefer ben merak saldım, lisedeydim. Örnekler çıkartmayı seviyordum, renkli şeyler çıkartmayı. O örneklerden kazaklar örmeye başladım. Bir yandan öğrenciyim vaktim de yoktu tabii, başarılı bir öğrenciydim.

 

Kaç kardeşsiniz, diğer kardeşlerde var mıydı el işlerine merak?

Dört kardeşiz, ağabeyim var, ben iki numarayım, benden küçük iki kız kardeşim var. Yaramaz bir kızdım, ağabeyimi ben korurdum, o kadar yaramazdım yani. O dönemler bir sanata yönlendirilseydim daha farklı olurdu belki. Yazın elimize elişi verirdi annem, dantel, kanaviçe, oya vs. Onların hepsini öğrendim o arada. Başka nasıl oyalayacaklardı bizi. Ayrıca o dönem hazır şeyler çok pahalıydı. Ya annem dikerdi ya da diktirirdik. Bayramlarda yeni elbiseler, yeni ayakkabılar alınırdı, kınalar yakılırdı bir gün önceden.

Köyden yer almak nereden geldi aklınıza?

Bir arkadaşımız buradan yer almış, siz de gelin dedi. Uygun fiyatlıydı da, 640 metrekarelik bu yeri aldık, iki ev vardı içinde, eski evler, onları temizleyip yeniledik. Bu arada Denizli'de Çal bölgesinde bankada müdürlük yapıyordum. Haftasonları buraya gelerek bu evi yapmaya başladık. Eşimle oğlum Ankara'daydı, Denizli'ye hiçbir şey götürmedim, çevreden topladığım eşyalarla evi kurdum. O aralarda eşya da toplamaya başladık.

 

Eşya toplamaya o zaman başladınız yani...

Evet, bir yerde kontrolden çıktım. Yurtdışına gittik, bit pazarından aldık, Ankara'da entelektüel bir doktor arkadaşımız vardı, o bit pazarlarına çok giderdi, eski radyo ve saatleri alıp tamir ederdi, eski çalar saatleri. Onunla takılmaya başladık. O artık toplayıcılığı aşarak antikacılığa geçmişti. Biz hâlâ toplayıcıyız.

 

Kadınların el işlerini toplamaya nasıl başladınız?

Ben en çok kadınların emeklerine  üzülüyordum, danteldi, kanaviçeydi, oyaydı... Onca emek, onca düşünce, onu elime aldığımda "ne düşündü, ne yaptı, acaba ne hissetti" diye düşünmüşümdür. Böyle toplamaya başladım. Onca emeğin çok değersiz görülmesi beni çok üzüyordu. Öyle başladı, özellikle bu yörede. Ayvalık'a çok gitmeye başladım. Bu bölgenin yörenin el işleri çok daha renkli.

Ege bölgesinin danteli, kanaviçesi farklı. Kendi yöremde görmediğim şeyler bulunuyor. Dantelde ahtapot örneğini bizim yörede görmedim. Ahtapot masa örtüleri vardır, bu yöreye mahsus. Denizden görüyor, çünkü kadın gördüğü şeyi yapıyor. Coğrafyaya göre değişiyor kesinlikle, onu gördüm. Tamamen dantel olan yastıklara da bu yörede rastladım. Kapı örtüsü bizim orada yoktur, burada gördüm. Bizde de çeyiz sergileri vardır, yörüklerde de gördüm çeyiz sergilerini, ama farklılıkları var, yöreye göre kadınların yaptığı işler değişiyor, oya değişiyor, dantel değişiyor, onun şekli değişiyor.

  

Topladıklarınızı sergilemeye nasıl karar verdiniz?

Koleksiyon Kulübü yeni kuruluyordu, eşim ODTÜ'lü olduğu için oraya gittik. O arada Çal'dan eski eşyaları da getirmiştim, ev eski eşyalarla doldu. Bu arada da habire almaya devam ediyoruz. Ankara'dan aldıklarımızı taşıdık, Denizli'den aldıklarımızı taşıdık, köylerden yastıklar aldım, camilerden kilimler aldım açık arttırmayla, onların hepsini buraya getirdim.

Eski eşyaları alıyordum, onları tamir ediyordum, bahçe var, ev var, badana var, günde onbeş saat çalıştığım oluyordu. Boya badana, beton, fayans döşeme işlerini öğrendim bu arada. Emekli olduktan sonra eski mobilya tamirat kurslarına gittim. Evdeki mobilyaları da oradan öğrendiklerimle yaptım.

ODTÜ'de Koleksiyon Kulübü'nde sergi açmamı istediler, önce "açamam" dedim. Kulübün kurucusu Saner bey ve eşim Yusuf'un ısrarlarıyla kabul ettim. Evi de görmüşlerdi, bir yığın birikimin var dediler. Önce çeyizlerle ilgili kadın el işlerinden oluşan üç dört sergi açtım, yörük çeyizleriyle ilgili bir sergi açtım, yörük oyaları vardı.

Oyaların her birinin bir anlamı var. Onları sergilerken sunum da yapmak gerekiyordu, anlatmak zorundaydım. Yörük köylerine gittim, oyaları tek tek çıkartarak kadınlardan hepsinin isimlerini öğrendim. Sergilerde hepsinin sunumlarını yaptım.

Şöyle bir gözlemim de oldu bu arada. Eskiden yörük köylerinde iğne oyaları yapılırdı. Çok zarif iğne oyaları var eskiden. Ancak şimdi iş biraz gösteriye dönüşmüş, kadınlar birbiriyle rekabet halinde, kocaman kocaman oyalar, rengârenk, pullu, gösteri akıyor artık.

Bir anahtarlıkları var. Eskiden onun kumaşını dokuyorlarmış, üzerine işleme yapıyorlarmış, ucuna anahtar takıp bellerine takıyorlarmış. İlikleme diyorlar, şimdi onu hazır parçalardan yapıyorlar.

Onun kullanımının hikâyesini de anlatayım, "çöz de al Mustafa beyim" hikâyesini. Mustafa'nın karısı düğüne gidiyor, Mustafa bey eve geliyor karısı yok. Mustafa'nın karısı düğüne gitmiş oynuyor. "Anahtarı ver" deyince karısı belini gösterip "çöz de al Mustafa beyim" diyor. Oradan çıkma bir şarkı da var hatta. Anahtarlığı hâlâ kullananlar var.

Gelenekleri çok ilginç, düğünde kız evi rezene çiçeğini kurutuyor, yapma çiçekle süsleyip demet şeklinde bağlıyorlar, davetiye olarak onu gönderiyorlar. Onu kadınlar akşam düğüne gelirken kulağının arkasına takıyor. Hâlâ sürüyor bu gelenekleri.

Ehram diye bir işleri var. Hatay'dan bir atkı alıp o örneği işledim. Atkı gibi kullandıkları bir şey, kendi dokudukları bezin üzerine doğadan gördükleri çiçek, kaktüs vs. desenleri işliyorlar.

  

Şu anda nelerle uğraşıyorsunuz, toplamaya devam ediyor musunuz?

Şu anda çok iş yapmıyorum, biraz daha sakin, bir çok şey oturmuş durumda. Evin temizliği uzun sürüyor çok eşya olduğu için. Artık biriktirmiyorum, daha seçici hale geldim. İyi olanları korumak daha önemli. Her şeye yönelmenin doğru olmadığını düşünüyorum.

Kitapları ve ansiklopedileri okula bıraktım, fotoğraf makinelerinden bir kısmını koleksiyonculara verdim. Biraz daha sadeleştirdim çünkü bunların tozunu almak da çok zor. Ayrıca oğluma büyük bir yük olacağını düşünüyorum bunların. Kışın elbise dikiyorum, pazen kumaştan, pazeni çok seviyorum. Hatta Ankara'da Belediye, pazenleri diktiğim için, bize bir dükkan verdiler, kalede eski bir dükkan. Bir dosya hazırlamıştık kızkardeşim de resim yapıyordu, orada onları koyduk ama çok satış yapılacak bir yer değildi. Ben buraya geldiğim için çıktım, kızkardeşim resme devam ediyor.

Ev değişimi yaparak Kanada'ya gittiniz, biraz söz eder misiniz?

Ev değişimi ile Kanada'ya gittik, arabaları da değiştirdik. Kanada'da "pandüf" denilen patikler vardı, insanın ayağını saran, ama terlik diye bir şey yoktu. Onları giydik, basit bir şey gibi görünüyor, bit pazarından bir tane aldım oradan. Geldim, basit görünen şeyi bir türlü çıkaramıyorum, sonunda örgü yapan bir kadına gösterdim, meğerse çok basitmiş, az bir inceliği varmış, o patiklerden örmeye başladım, gecede bir tane örüyordum. Çevremdekiler o kadar çok sevdi ki onu, insanı ayağını saran çok hoş bir şey. Kızılderililerden geldiğini söylüyorlardı. Mısır örgüsüymüş, içinden ip geçirildiği için insanı ayağını saran bir şey.

 

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Buraya gelenlerin en çok yakındıkları şey, "biz neleri atmışız" oluyor, bazıları da "biz sana şunları getirelim" diyor, biz kısmı getiriyor, bir kısmı sanırım artık elinde tutuyor, atmıyor en azından, burayı gördükten sonra, en çok buna seviniyorum. Elinde tutuyor, onun kıymetini biliyor, bu da çok hoş bir şey.

Eskilerle Dolu 'Kuklalı Ev'de Yaşıyor

Hülya Meder, yıllardır topladığı tüm el işlerini ve kültürel eşyaları, her yeri kuklalarla süslü olduğu için ziyaretçilerin "Kuklalı Ev" olarak adlandırdığı üç katlı evinde sergiliyor. Dikili'nin Kabakum Köyü'nde bulunan evin üç katında bulunan tüm odalar, Türkiye ve dünyadan toplanmış eşyalarla dolu.

  

  

 

(Petrol-İş Kadın Dergisi, Sayı 64, Kasım 2020)