ULUSLARARASI İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ BÖLGESEL KONFERANSI İSTANBUL'DA YAPILDI:

 

İşçi sağlığı ve iş güvenliğinde başarının anahtarı sosyal diyalogdur.

 

2008'in Ekim ve Kasım ayları İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği konularının ulusal ve uluslararası platformlarda yoğun olarak ele alındığı aylar olarak geçti.

 

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı'nın yürüttüğü “İş Teftiş Sisteminin Geliştirilmesi Eşleştirme Projesi” kapsamında Alman uzmanları; iş sağlığı ve yönetimi, teknik ve organizasyonel tedbirler, risk değerlendirmesi, tarafların sorumlulukları konularında 13 Ekim 2008'de bilgilendirme eğitimleri verdiler.

 

Çalışma Bakanlığı, İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü 2000 yılından beri, iki yılda bir, Doğu Avrupa ülkeleri delegeleri ve Türkiye'de konu ile ilgili kurum ve kuruluşların katılımı ile Uluslar Arası İş Sağlığı ve Güvenliği Bölgesel Konferansı düzenlemektedir. Bu yıl 5.si 1-2-3 Kasım 2008 tarihleri arasında İstanbul Lütfü Kırdar Kongre ve Sergi Sarayında gerçekleştirildi.

 

Konferansta TÜRK-İŞ, DİSK, HAK-İŞ, TOBB, TİSK ve İLO Başkan ve temsilcileri ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik birer konuşma yaptılar. 4-5 Kasım 2008 tarihinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü ve Avrupa Komisyonu Teknik Yardım ve Bilgi Değişim Ofisi (TAİEX)'in ortaklaşa düzenledikleri seminerlerde, AB uzmanları ve Türkiye'den hükümet, işveren ve işçi temsilcileri ile Türkiye'den uzmanlar, “Kimya ve Boya Sektörlerinde Çalışanların Çalışma Ortamındaki Tehlikelere Karşı Korunması” konuları ile “Sosyal Diyalog” konuları değerlendirildi.

 

Sosyal Diyalog konusunun ele alındığı seminerde Türk-İş Konfederasyonu'nu temsilen, Sendikamız uzmanı Dr. Ahmet Ekinci bir konuşma yaptı. Dr. Ekinci'nin yaptığı konuşmanın tam metni şöyle:

 

Sayın Başkan!  Değerli katılımcılar!

 

Öncelikle, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü ve Avrupa Komisyonu Teknik Yardım ve Bilgi Değişim Ofisi (TAİEX) yetkili ve görevlilerine, sosyal diyalog gibi çok önemli bir konuda düşüncelerimizi ifade fırsatı verdikleri için teşekkür etmek istiyorum.

 

Bu türden organizasyonlar; hem sosyal tarafların eğitimleri açısından, hem bu eğitimler doğrultusunda, iş yaşamında  olumlu davranışlara yol açması bakımından, hem de tarafların diyaloglarının ilk adımı olması açısından yararlı organizasyonlardır.

 

Tüm dünya ülkelerinde, sosyal yaşamın önde gelen aktörleri, işçiler, işverenler ve devlettir.

 

Devlet, yasa, tüzük, yönetmeliklerle, sosyal yaşamı düzenleyen mevzuatı oluşturmakta ve bunların uygulanmasını sağlayacak önlemler almaktadır.

 

İşçi ve işverenler ise tüm toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak üretim faaliyetlerini gerçekleştirmektedirler.

 

Tarafların uyumlu ve verimli çalışabilmeleri için sürekli diyalog halinde olmalarında sayısız yararlar vardır. Taraflar arasında diyalog ve ilişkilerin kopukluğu kaos ortamı yaratmakta, toplumsal uyum ve barış ortamı giderek zedelenmektedir.

 

Sosyal diyalogun sağlıklı ve verimli olması için, sosyal tarafların, kendi içlerinde örgütlü olmaları, görev ve sorumluluklarının bilincinde olmaları gerekir. Tüm tarafların yetkilileri bu konuda hemfikirdirler.

 

Bakanlığımız; geçen yıl gündeme getirdiği, Türkiye'de İş Sağlığı ve Güvenliğini Geliştirme Projesi (İSAG) kapsamında temel koşulları şöyle sıralamıştı.

 

*Gerekli bilgilere erişebilen ve bu bilgileri değerlendirme kapasitesi olan, güçlü ve bağımsız işveren ve işçi kuruluşlarının varlığı

*Tarafların, sosyal diyaloga yönelik bir kararlılık ve sahiplenme içinde olmaları

*Sendikalaşma ve toplu sözleşme alanlarındaki temel özgürlüklere saygı

*Uygun kurumsal yapılaşma ile destek.

 

İşçi sınıfının örgütsüzlüğü yarardan çok zarar getirir

Her ülkede devlet en güçlü örgüttür. Toplumsal yaşamın tüm konularını ele alabilecek organları vardır.  İşverenler, sayıca az oldukları için kolaylıkla örgütlenebilmektedirler, üretim faaliyetinin sonucu ortaya çıkan mal ve hizmetlerin sahibi oldukları için de ekonomik olarak güçlüdürler. İşçiler ise; Türkiye'de sayısı milyonları bulmakta, açlık ve yoksulluk sınırları arasında yaşamakta, sendikal örgütlülüğü ise ancak % 10 düzeylerindedir. İşçi sınıfının güçsüzlüğünden, örgütsüzlüğünden yararlanmak, hem çağdaş bir ülkeye yakışmaz, hem de zararı, yararından fazla olacak sonuçlar doğurur.

 

O halde, öncelikle; işçi sınıfımızın örgütlülük düzeyini artıran, örgütlenme kolaylıkları sağlayan önlemlerin önü açılmalıdır. Konu ile ilgili TTB, TMMOB gibi meslek örgütleri ve sivil toplum örgütleri diyaloga dahil edilmelidir. Gerek devlet, gerekse işverenler işçi sınıfımızın sendikal örgütlerine öteden beri olumsuz yaklaşmaktadır. Özellikle işverenler işyerlerine sendika sokmamak için özel çaba göstermektedirler. Karşılaştığımız, sıkça yaşadığımız örnekler vererek zamanınızı almak istemiyorum. Medyada, sendikalaştıkları için işten atılan işçilerin direniş ve eylem haberleri önemli bir yer tutmaktadır.

 

Sendikalaşma düzeyi açısından, birkaç resmi istatistik bu konudaki durumu açıkça ortaya koyacaktır.

 

Örgütsüz işçi sınıfını sosyal diyalogda kim temsil edecek?

Örneğin: ÇSG Bakanlığının verilerine göre. 2007 yılında petrol, kimya ve lastik iş kolunda toplam 243. 000 işçi çalışmaktadır. Aynı yılın sigortalı sayısı 122 bindir. Yani; yaklaşık % 50'si sigortalıdır. Yine, bu iş kolunda ağırlıklı olarak Konfederasyonumuza bağlı Petrol-İş Sendikası örgütlüdür ve üye sayısı 24 bin civarındadır. Bu ise % 10'a karşılık gelmektedir.

Boya sektöründe 81. 000 işçi, 4 000 işyeri olduğunu dünkü sunumdan öğrendik. Boya sektöründe 4 işyeri ve bu işyerlerinde çalışan 541 işçiyi örgütlemiş bulunmaktayız. Bu da yaklaşık % 0,1  kadardır.

 

Peki! %90'ı örgütsüz, % 50'si sigortasız olan işçi sınıfını sosyal diyalogda kim ve nasıl temsil  edecektir? Güçsüz bir şekilde temsil etmek durumunda kalan mevcut sendika ve konfederasyonlarla, arzu edilen sonuçlara ulaşılabilir mi?

 

Sosyal diyalogdan sonuç alabilmek için, öncelikle işçi sınıfının örgütlülük düzeyini artırmak gerekir. Sendikal örgütlülüğün artışı aynı zamanda, sigortalı artışına ve kayıt dışı istihdamın azalmasına da olumlu etkileri olacaktır.

 

Bu temel yaklaşımlar yıllardan beri söylenir, dile getirilir ancak elle tutulur sonuçlar alınamaz. Ne devlet ve işverenler sendikalaşmanın önünü açar, ne de sendikalarımızın büyük bir çoğunluğu örgütlenmek için özel gayret gösterirler. Genel olarak taraflar mevcut durumla yetinmektedirler. Ne zaman ki işçiler işten atılır, ücretleri yetmez hale gelir, iş kazası geçirir, meslek hastalığına yakalanır, o zaman hak aramak için sendikaya yönelirler.

 

İSİG konusundaki belirsizlikler sürüyor

Her üç sosyal tarafın mevcut durumunu genel hatlarıyla değerlendirmeye çalışırsak öncelikle İSG konusunda 2001 yılından beri, bir mevzuat belirsizliği ve boşluğu mevcuttur. Avrupa Birliği'ne girmek arzusuyla mevzuatımızda büyük değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikliklerin ön sıralarında sağlık ve sosyal güvenlik mevzuatı yer almaktadır. Bu kapsamda; 2003 yılında, İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği yayınlanmış, yönetmelik değil tüzük olması gerekçesiyle Danıştay 2004 yılında yürütmeyi durdurmuştur. Hazırlanan yeni tüzük, yine Danıştay tarafından, soyut ve genel düzenlemeler içerdiği gerekçesiyle, 2006 yılında Başbakanlığa iade edilmiştir. Bu kez de, tüzük olmasın, yasa olsun! diye yasa taslağı hazırlanmış, taslak üzerinde görüşmeler ve toplantılarla bu günlere dek gelinmiştir. Eski mevzuat yeni mevzuat derken belirsizlik ortamında el yordamıyla yol alınmış ve bu durum mevcut diyalogun da azalmasına yol açmıştır. İş Yasası'nın ilgili maddeleri ile eski tüzük maddelerine dayanarak çalışmalar güçlükle sürdürülmüştür.

 

Dünkü sunumda iş müfettişi arkadaşımızın da belirttiği gibi, hangi maddelerin geçerli, hangilerinin geçersiz olduğu belirsiz kalmış ve karışıklıklara yol açmıştır. Yeni çıkarılacak İSG Yasası, AB normlarını dikkate alarak bazı olumlu yenilikler içermiş olmasına karşın işyeri hekimliği çalışmalarına kısıtlamalar getirmesi ve alınacak önlemlerin denetlenmesi yükümlülüklerini işverenlere vermesi bakımından önemli olumsuzluklar da içermektedir. Koruyucu hekimliğin öne çıkarılması söylenmiş ancak bunun yasal zemini ve uygulama biçimi eskisinden de daha kötü hale getirilmiş, koruyucu hekimlik ve temel işçi sağlığı ve iş güvenliği hizmetlerinin,  taşeron hizmetine dönüştürülmesinin yolları açılmıştır.

Bu gelişmeleri, sosyal diyalogda devlet kanadının ne kadar yavaş davrandığını belirmek için anlatmak ihtiyacını duydum.

 

KOBİ'lerde İSG uygulaması

İş Yasası; 50 işçiden fazla işçi çalıştıran işyerlerinde İSG kurullarının kurulmasını zorunlu kılmaktadır. 50 işçiden daha az işçisi olan işyerleri için ise birleşerek Ortak Sağlık Birimleri kurmalarını önerir. Bu kurul ve birimler; işçi ve işverenlerin, bizzat işyerlerinde ve üretim sahalarında, İSG konularında diyalog kurduğu yerlerdir. Buralarda, işyerindeki tüm riskler tespit edilir ve değerlendirilir. Teknik, yönetimsel ve eğitimleri de içeren önlemler alınarak görev ve sorumluluklar dağıtılır.

 

Ne hazindir ki Türkiye ölçeğinde en fazla işçi sayısını barındıran 50 işçiden daha az işçi çalıştıran Küçük ve Orta Ölçekli işyerleri için kurulması öngörülen Ortak Sağlık Birimlerinin sayısı iki elin parmaklarını geçmez. İşçi Sağlığı Kurulları ise yalnız büyük ölçekli işyerlerinde vardır. Buralarda da, toplanmasında, gündem oluşturulmasında ve tespit edilen risklerin giderilmesinde sorunlar vardır. Bu sorunlar genellikle işverenlerin ilgisizliğinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca mevzuatta yer alan, risk analizleri ve yönetimlerini, tetkik ve tahlilleri, periyodik ölçümleri ve eğitimleri yapabilecek kurum ve kuruluşlar da oldukça yetersizdir.

 

Fatura işçilere kesiliyor

İşverenler  İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği alanındaki sorumluluklarını, kendi yönetim inisiyatiflerine bir müdahale olarak algılamaktadırlar. Sağlık gibi önemli bir konuda işveren inisiyatifine müdahale etmek, sağlıklı sonuçlar doğurur. Yine, işverenler bu konudaki çalışmalara gider kalemi olarak bakmaktadırlar. Ciddi anlamda kar getirdiklerine inanmış olsalardı, ürün tanıtım giderlerinin onda biri ile çok önemli iyileştirmelerin yolunu açarlardı.

 

Sonuç olarak; mevcut durumun bu kadar kötü olmasının faturası işçilere kesilmektedir. İşçilerimiz iş kazalarına maruz kalmakta,  meslek hastalıklarına yakalanmakta, geçici ve sürekli iş göremez durumlara düşmekte, hatta hayatlarını kaybetmektedirler.

 

Her türlü üretimin amacı insandır. İnsanlarımızın yaşam standartlarının iyileştirilmesi, daha rahat ve daha mutlu yaşamasını sağlamaktır. Amaç işçilere, yalnız üretim faaliyetleri dışında değil, bizzat üretim esnasında da rahatlık ve kolaylıklar sağlayarak, iyi bir ücret vererek, onları işini ve mesleğini sever hale getirmektir.

 

Halbuki; bütün zenginlikleri üreten işçi sınıfımız, sürekli açlık ve yoksulluk sınırında yaşamlarını sürdürmek durumunda bırakılırsa, kendi ürettiği değerlere ulaşmakta zorlanırsa, bir süre sonra üretim fazlalığından ve tüketicilerin alım gücündeki yetersizlikten kaynaklanan sosyal ve ekonomik krizlerin ortaya çıkması kaçınılmaz hale gelir. İşçilerimiz kendi emeklerine yabancılaşacaktır, üretmekten verimli ve yararlı olmaktan sakınacaktır. Ki bu günlerde,  dünyayı sarmakta olan, tüm kesimleri sıkıntıya sokan krizin nedenlerinden biri de budur.

 

Karar almak yetmez, önemli olan uygulamadır

 

Çalışanlarımıza; sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamı hazırlamak, çalışmaktan, üretmekten zevk alır hale getirmek, üretimden çağdaş bir yaşam sağlayacak oranda pay vermek ve sağlıklı, uyumlu bir toplum yaratmak için tüm sosyal tarafların sürekli diyalog halinde bulunması vazgeçilemez, savsaklanamaz, ihmal edilemez bir zorunluluktur. Belli zaman aralıklarında tarafların toplanarak birbirlerini dinlemesi de yeterli değildir. Özellikle işverenler, işçilerin önerilerini önemsemeli, dikkate almalı ve gereklerini yerine getirmelidir. Bu yöndeki tavsiyeleri AB uzmanları da sürekli vurgulamaktadırlar. Yalnız yasa,  tüzük ve yönetmelikler yetmez. Yalnız fabrikalarda kararlar almak yetmez, bunların uygulanması ve yerine getirmesidir önemli olan.

 

Türk-İş'e bağlı sendikalar olarak, işyerleri düzeyinde İSİG kurullarının kurulup çalıştırılmasında, Konfederasyon olarak, Ulusal ve Uluslararası platformlarda, bu türden konferans, seminer ve benzeri diyalog ve işbirliği organizasyonlarında görev almak, işçi sınıfımızı temsil etmek, istek ve ihtiyaçlarımızı dile getirmek başlıca görevlerimiz arasındadır.

 

Görev, yetki ve haklarının bilincinde bir işçi sınıfı yetiştirmek için, sosyal ve ekonomik konuları içeren eğitimlerin yanı sıra, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği konularında da eğitim programları hazırlanmakta ve gerçekleştirilmektedir. Petrol-İş Sendikası olarak alanımızda çeşitli durumu ortaya çıkaran İSG araştırmaları, yayınlar hazırlanmaktadır. Örneğin bu konudaki mevzuatı da içeren Zararlı Kimyasallar ve Korunma Yöntemleri, İş Yerlerimizde Çalışma ve Ortam Koşulları, İSG Kurullarına Katılan Temsilcilerin Görevleri, Avrupa Birliği'nin Yeni Kimyasal Madde Politikası: Reach gibi kitap ve broşürler ile İSG konusundaki tüm mevzuatı içeren bir CD çoğaltılarak, tüm işyerlerine ve temsilcilere dağıtılması gibi bilgiye kolay ulaşım olanakları sağlanmaktadır.

 

Bu şekilde işçi sınıfı ihtiyaçlarının bir kısmını sendikal örgüt ve konfederasyonları eli ile gerçekleştirmektedir. Ancak  işverenlerden ve devletten yeterli destek alamadığımız için,  bu çalışmalarımızın yararları da sınırlı kalmaktadır.

 

Sonuç alıcı ve daha yararlı işlerin yapılmasının yolu, tarafların sürekli diyalogu ile ortak çözümler üretilerek, bunların uygulanmasından geçer. İşçi sınıfı, sosyal diyalogu isteyen ve talep eden taraftadır. Devlet ve işverenler ise veren taraftadır. Bu nedenle işçilerin sosyal diyaloga ilgisiz kalması gibi bir lüksü olamaz.