SAĞLIK VE SOSYAL GÜVENLİKTE GELİNEN NOKTA
Sağlık, sosyal güvenlik ve eğitim; her dönemde siyasi iktidarların spekülasyon alanları olmuştur. Her iktidar bu alanlarda yenilik, reform, dönüşüm vs. adları altında bol bol vaadlerde bulunmuş, ancak tahribatları, tamiratlarından fazla olmuştur. Kazanımlar yerini kayıplara bırakmıştır.
Sağlık, sosyal güvenlik ve eğitim; toplumların vazgeçemeyeceği, tasarruf yapamayacağı alanlardır. Bireysel imkansızlıkları ortadan kaldırmak için bu alanlar kamu alanları olmak zorundadır. Bu hizmetlerin herkese eşit ve ulaşılabilir olması için; kamu eli ile yürütülmeli, giderleri kamu gelirleri tarafından karşılanmalıdır. Bireyler bu hizmetlere ulaşabilmek için ücret ödememelidir. Bu yaklaşım bütün toplumlar için, uluslar için genel geçer bir ilke olmasına karşın. Toplumlarda üretilen tüm mal ve hizmetler üzerinden kar ve rant elde etme güdüleri, kapitalist sınıfları eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik alanlarına da yöneltmiştir. Artık insanların vazgeçemeyeceği hizmetler olan bu alanlardan kasalarını doldurma yarışına girmişlerdir.
Peki bu alanlarda kasalarını doldurabilmenin ön şartı nedir?
Kamu; bu alanlardaki görevlerini aksatmalı, yetersizliğe sokmalı, giderek bu alanlardan elini çekerek tümü ile kapitalist sınıflara terk etmelidir. Geçmiş yıllardaki gelişmeler tam da bu doğrultuda oldu.
Devlet hastanelerine, SSK ve Üniversite hastanelerine yatırım yapılmaz oldu.
Sağlık giderleri için bütçeden ayrılan paylar hep yerinde saydı. Ne teknoloji yenilenmesi, ne personel artırımı ne de yeni yatırımlar yapılmaz oldu. Artan nüfus ile beraber bu alanlarda çalışanların iş yükleri de o oranda arttı. İş arttı ancak ücretler yerinde saydı. Yorgunluk, yılgınlık, tükenmişlik ortaya çıktı. Çalışanların çalışma zevki, mutluluğu ortadan kalktı. Hem halkımızın hem de bu alanlarda çalışanların memnuniyetsizliği hat safhaya ulaştı.
İşte böyle bir ortamdan hem siyasetçiler, hem de kapitalist sınıflar yararlanmak için. Sağlıkta, sosyal güvenlikte reform, eğitimde reform gibi dönüşümler telaffuz eder oldular.
Adı reform ancak yapılanlar deform oldu. Kazanılmış haklar yavaş yavaş budandı.
Sosyal güvenlik alanında; Yaşlılık aylığı bağlanması şartları ağırlaştırıldı.
Prim gün sayıları artırıldı. Aylık bağlama yaşı yükseltildi.
Zaten komik düzeyde olan, açlık sınırında bir geçim standardı
sağlayabilen emekli aylığını hak etmek için, 9000 iş günü (yaklaşık 25
yıl)prim ödenecek, 68 yaşından sonra ulaşabilecekti. Bu yaştan sonra,ne
kadar sağlığınızı korumuş olursanız olunuz, yaşlılık belirtileri günlük
yaşantınızı kendinize yeterli bir şekilde sürdüremeyecek hale
getirecektir. Mutlaka bir refakatcıya veya bir huzurevine ihtiyaç
duyacaksınız. Oysa ne geçmiş sosyal güvenlik sistemi, ne de yerine
konulan sistem yaşlı bakımı için herhangi bir yardım ve olanak
içermemektedir. Yaşlılıkla beraber kronik hastalıklar için de sürekli
bakım ve tedaviyi içermemektedir. Kronik böbrek hastaları, kalp
hastaları, Felçler, sinir sistemi hastalıkları akut dönemler sona
erdikten sonra evlerine gönderilmekte sürekli bakım ve kontrol altında
tutulmamaktadır. Sağlık hizmeti sunumunda ise Yapılmak istenen saklanmadan açıkca ifade edilmiştir. Devlet sağlık hizmeti üretmekten ve sunmaktan çekilecek!.
Ancak; Sağlık sisteminin özelleştirilmesinde tek ve büyük engel SSK hastaneleriydi. SSK'nın verdiği sağlık hizmeti ayaktan tedavilerde yığılmalar olmasına karşın yatarak tedavilerde işçi ve emekçiler açısından olması gereken bir durumdaydı. Yardımlaşma ve dayanışmanın en üst düzeyde olduğu bir anlayış ve uygulamaya dayanıyordu. En masraflı hastalıklarda bile işçiler cepten ödeme yapmadan tedavi olabiliyordu.
SSK'nın ortadan kaldırılmasıyla. Sağlık alanı rahatlıkla özel sektöre devredilebilecek bir ortama kavuşmuş olacaktı ve oldu da.
Önceleri Sağlık Bakanlığı elinde toplanmış hastaneleri satışa çıkarmak istediler. Özel hastane sahiplerine açıktan çağrılar yaptılar. Gelin sizlere hastane satalım diye. Hem alıcı bulamadılar, hem de seçim öncesi maksatlarını açık etmemek ve tepki ile karşılaşmamak için şimdilik hastane satışlarını gündeme getirmediler.
Diğer yandan, hastanelerde cepten ödemeler, yavaş yavaş artırılarak, devlet hastanesi de olsa özel hastanelerden farkı kalmayacak bir duruma getirmeyi planladılar. Bu şekilde hastaneler kamu katkısıyla değil kendi gelirleriyle ayakta kalacak hatta karlı hale geçmiş olacaktı. Karlı hale gelmeyi başaramayan hastaneler de içi boşaltılarak sevk kuruluşları haline dönüştürülecekti. Buralara başvuran hastalara, alet bozuk, yer yok, personel yok gerekçeleriyle aylar sonraya randevu verilecek iyice yetmezliğe düşürüldükten sonra kapatılacaktı. Bu türden uygulamalarla insanlar devlet hastanelerinden umudunu kesecek. Ayakta kalmış devlet hastanelerinde ise katkı payları giderek artırılacak, özel hastanelerden farkı kalmayacak düzeye getirildikten sonra elden çıkarılacaktı.
Gidişin böyle olduğunu biz geçmiş yıllarda hep söyledik. İçinde bulunduğumuz zamanda bunların adım adım gerçekleştiğini yaşayarak görmekteyiz. Bu gidiş işçi, memur, köylü dar gelirli vatandaşlarımızın aleyhine bir gidiştir. Sağlığın ticarileştirilmesidir, piyasalaştırılmasıdır.
Paran kadar sağlık hizmeti alabilirsin! demektir.
Paran yoksa hasta olma! demektir.
Bu gidiş; sağlık hizmetleri karşılığında toplumun soyulması demektir.
Çünkü sağlık hizmetlerinin fiyatlandırılması için ortada hiçbir kriter kalmayacaktır. İster hastanelerde, ister ilaç fabrikalarında; Tedavilerin ve üretilen ilaçların fiyatlandırılabilmesi için üretim maliyetlerinin ortaya konması gereklidir. İlaç ve hizmetlerin gerçek maliyetlerini üreten bilir.
Üretimden çekildiğinizde, sağlık gibi önemli bir konuda sömürülmeye açık bir konuma gelirsiniz. Nitekim özel sektör bu türden sömürülerini rahat yürütebilmek için kamuyu tedavi hizmeti üretiminden ve ilaç üretiminden yoksun bırakmak istemektedir. SSK ilaç fabrikası bu nedenle kapatıldı. Yaklaşık 5500 kalem tedavi hizmetinin ve 3500 paket hizmetin fiyatlandırılması bu nedenle yapıldı.
Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulamaları Tebliği adında bir tebliğ yayınladı. Bu tebliğin asıl amacı sağlık hizmetlerinin parasal karşılıklarını, fiyatlandırılmalarını yapmaktı.
Tebliğ 15 Haziran 2007 de yürürlüğe girdi.
Tebliğe göre fiyatlandırmalardan birkaç örnek verirsek.
Polikliniklere başvuran hastalardan 95 YKR katılım payı alınacak.
Diş tedavilerinde kron dolgu da 11 YTL katılım payı alınacak.
Görüldüğü gibi sembolik denilebilecek ve sigortalılar tarafından ödenebilecek miktarlardır. Ancak buna ilave olarak tüm tetkik, tahlil, ilaç ve araç gereçlerden %20 ler civarında katılım payları ile konaklama payları (turistik otel gibi yatak ücretleri) tahsil edilecektir. Bu hizmetlerin gerçek maliyetleri bilinmediği için fiyatlandırmaları yüksek tutulacak, cepten ödenen %20 ler bile büyük miktarlara ulaşacaktır. Ve ulaşmaktadır.
Ayrıca Sosyal Güvenlik Kurumu ile, Sağlık hizmeti veren hastaneler sözleşmeler yapacaktır (yapmıştır). Bu sözleşmelerde sigortalıya verilen sağlık hizmetleri için, tarifelendirilmiş fiyatlar üzerinden ödeme yapılacaktır. Bu tarifeler özel sektörün tarifelerine göre oldukça düşüktür. Özel sektör bu tarifelere göre Sosyal Güvenlik Kurumundan tahsilat yapacaktır. Ancak bu tahsilatla yetinmeyecek, hastalardan ilave ücret talep edecektir ve etmektedir. Bu ilave talepleri veremeyecek durumda olan sigortalıların müracaatları çeşitli bahanelerle kabul edilmeyecektir.
İyi standartlarda sağlık hizmeti veren özel sağlık kuruluşları, Sosyal Güvenlik Kurumuyla anlaşması olmasına karşın, yüksek miktarlarda cepten ödemeler talep etmektedir. Bu ödemeleri yapamayacak durumda olan sigortalıları kabul etmemektedir.
Bahsi geçen Tebliğ, SGK ile sözleşmesi bulunan sağlık kuruluşlarının her türlü müracaatı kabul etmesi zorunluluğundan bahsetmektedir. Ancak kabul edilmemesi durumunda herhangi (sözleşmelerin fesh edilmesi gibi) yaptırımdan bahsedilmemektedir. Ayrıca bu sözleşmeler çoğu kez paket sözleşmeler şeklinde olmaktadır. Bu durumda paket hizmetlere dahil olmayanlar için, ya hastaneler arasında mekik dokunacak veya cepten ödemeler ile paket dışında kalan hizmetler sağlanabilecektir. Giderek daha fazla kalem tedavi paketlerinin dışına atılacaktır.
Her şeye karşın bu dönüşümleri sağlayacak yasa; Sosyal Güvenlik Kurumu ve Genel Sağlık Sigortası Yasası (SGKGSSY) 2007 yılı itibariyle yürürlüğe girmek üzere yasalaştı ancak bu yılbaşı yürürlüğe girme tarihini 6 ay ertelediler seçimler dolayısıyla 6 ay daha erteleyerek 2008 yılbaşı itibariyle yürürlüğe girecektir. Yasa yürürlüğe girmemiş olsa bile yasanın öngördüğü uygulamalar şimdiden uygulanmaktadır. Bu yasa üç sosyal güvenlik kurumunu tek çatı altında birleştirmiş olsa bile bu tek çatı altında her üç kurumun sigortalıları yine farklı konumlarını muhafaza etmektedir. Gerek sağlık hizmetlerinden yararlanma ve gerekse emekli aylıkları hesaplamaları farklılıklarını ve adaletsizliklerini korumaktadır. Bu adaletsizliklerin ortadan kaldırılmasına ilişkin taslakta yeni düzenlemeler yapılacaktır. Ancak bu düzenlemelerin de farklı kategorilerdeki sigortalıların konumunu ortadan kaldırmayacağı, yapılan düzenlemelerin incelenmesi sonucunda ortaya çıkmaktadır. -*- Sağlık hizmetlerinin elbette bir maliyeti vardır. Ancak bu maliyetler kamu kaynakları ile karşılanmalıdır. Bu kaynaklar hem toplanan primlerdir, hem de devlet bütçesidir. Kimse kendi isteği ile hasta olmaz. Hastalık bir toplumsal risk tir ve toplum tarafından tedavi edilmelidir. Hastaların ekonomik durumuna bakılmadan tedavi edilmelidir.
Dr. Ahmet Ekinci Petrol-İş Sendikası Uzmanı
|