DEMOKRASİ, SENDİKAL HAK VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELEMİZ SÜRECEK


 

Toplumun vicdanı: Petrol-İş


 


 

Geçen dönemde toplum “istikrar” la özdeşleştirilen “iktidar” ile baskılanarak susturuldu. “Tek başına iktidar” demokrasi, sendikal hak ve özgürlükler konusunda tek bir adım bile atmadı. Petrol-İş böyle bir dönemde toplumun vicdanı olarak hem işine ve işyerine hem de toplumsal emeğimizin birikimiyle kurulan varlıklarımıza sahip çıktı, demokrasi ve özgürlük mücadelesinden ödün vermedi.


 

Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanan kriz nedeniyle Türkiye erken seçime gitti ve 22 Temmuz 2007 parlamento seçiminin sonuçlarına göre Meclis'te AKP 341, CHP 112, MHP 70 milletvekili ile temsil edilmeye hak kazandı. Bağımsız milletvekillerinin sayısı ise 26’ya ulaşırken, bu milletvekillerinin 22’si DTP’nin desteklediği adaylardan oluştu. Seçime CHP listelerinden giren DSP kökenli 13 milletvekili CHP’den istifa ederek DSP’ye geçti. Yeni durumda, CHP’nin milletvekili sayısı 99, MHP’nin milletvekili sayısı ise bir milletvekilinin vefatıyla 69 oldu. DTP ise 21 milletvekili ile grup kurdu.


 

Cumhurbaşkanlığı ve meşruiyet


 

Cumhurbaşkanlığı makamı, meşruiyetinin sorgulanmaması gereken kurumların başında gelmektedir. Dolayısıyla, 7 yıl görev yapacak Cumhurbaşkanı’nın tüm siyasi partilere eşit mesafede ve tarafsız olması olmazsa olmaz bir koşul olarak öne çıkmaktadır. Ancak, AKP hükümeti 22 Temmuz seçimleri öncesinde Meclis’teki çoğunluğuna dayanarak aday belirleme sürecini bir dayatma şekline soktu ve Cumhurbaşkanlığı’na Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ü aday gösterdi. Halkın Cumhuriyet mitinglerinde gösterdiği tepkiler ise görmezden gelindi. Aynı dönemde TSK’nın bir bildiri yayımlayarak, ülkemizde irtica tehlikesine işaret etmesi siyasi gerilimi daha da artırdı. 22 Temmuz seçimleri sonrasında da Meclis'teki çoğunluğuna dayanan AKP, Gül'ü ikinci kez Cumhurbaşkanlığına aday gösterdi ve 28 Ağustos'da yapılan üçüncü oturumda Gül, Cumhurbaşkanı seçildi.


 

Türkiye çok büyük sorunlarla karşı karşıya

 

Türkiye Cumhuriyeti üzerinde çeşitli oyunlar oynanmaktadır ve özellikle kimlik bağlamında Türkiye'de çok ciddi tartışmalar yapılmaktadır. Ve bu tartışmalarla insanlar bir yerde ayrıştırılmak istenmektedir. 

 

ABD'nin büyük Ortadoğu Projesini hayata geçirmek istemesiyle Türkiye'de izlenen politikalar birleştirildiğinde durumun ne kadar ciddi olduğu görülmektedir. Türkiye savaş tehdidiyle de, darbe tehditleriyle de karşı karşıyadır. Demokrasi de tehdit altındadır. Petrol-İş Sendikası olarak savaşlara da darbelere de karşıyız. Biz demokrasinin, demokratik rejimin korunmasından yanayız. Demokratik rejim, asla demokrasi dışı yöntemlerle korunamaz. Biz, Türkiye'nin, toplumun yaşadığı bütün bu sorunların, demokrasi, barış, insan hak ve özgürlükleri ekseninde çözülmesini savunuyoruz. Türkiye'de uzun süredir bir laiklik tartışması yapılıyor. Elbette Petrol-İş, Türkiye Cumhuriyeti'nin laik, demokratik, sosyal, hukuk devleti ilkelerinin korunmasını savunuyor ve savunacaktır da. Ancak Türkiye'de sadece laiklik tehdit altında değildir. Sosyal devlet de tehdit altındadır. Sosyal devlete ait olan her şey fabrika, işyeri, okul, hastane ne varsa tehdit altındadır. Esnek çalışma hükümlerini içeren İş Yasası işçi sınıfına dayatılmaktadır. Bugün Türkiye'de haftalık çalışma saati kağıt üzerinde 45 saat olarak uygulanmaktadır. Oysa sendikasız işyerlerinde haftalık çalışma saati ortalama 52 saattir. Ülkemizde yoğun bir emek sömürüsü var. SSK hastaneleri işçilerin elinden alınmıştır. İşyerleri tek tek özelleştirilmiş ve bu kuruluşlar yabancılara peşkeş çekilmiştir. Sağlık, sosyal güvenlik piyasalaştırılmak istenmektedir. Hukuk, bağımsız yargı ayaklar altındadır. Mahkeme kararları uygulanmamaktadır. Demokrasi tehdit altındadır.


 

İşte Türkiye'nin fotoğrafı


 

22 Temmuz seçimleriyle tekrar iktidar olan AKP Hükümeti, geçen 4.5 yıl boyunca emek karşıtı bir politika izlemiş, sermayeye sırtını dayamıştır. Gücünü, IMF'den, Dünya Bankası'ndan, ABD'den, AB'den, daha doğrusu küresel sermayeden almaktadır. Bugünkü iktidar için stratejik kuruluş, toplum çıkarı, kamu yararı gibi kavramlar yoktur. Erdemir, Tüpraş, Telekom gibi kuruluşlar uluslararası tekeller için satıldı; Petrol Kanunu bu küresel sermaye için çıkarıldı. BOTAŞ'da devir sözleşmeleri bunlar için yapıldı. Petkim bunlar için satılıyor. Şu satırlar bize değil, Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil'e ait: “Türk Telekom, Arap'ın. Telsim İngiliz'in. Kuşadası Limanı İsrailli'nin. İzmir Limanı Hong Konglu'nun... Araç muayene işi Alman'ın. Başak Sigorta Fransız'ın. Adabank Kuveytli'nin. İETT Garajı Dubaili'nin. Avea Lübnanlı'nın. Petkim? Ermeni'nin. Rakı, Amerikalı'nın. Finansbank Yunanlı'nın... Oyakbank Hollandalı'nın. Denizbank Belçikalı'nın. Türkiye Finans Kuveytli'nin. TEB Fransız'ın. Cbank İsrailli'nin. MNG Bank Lübnanlı'nın. Alternatif Bank Yunanlı'nın. Dışbank Hollandalı'nın. Şekerbank Kazak'ın. Yapı Kredi'nin yarısı İtalyan'ın. Turkcell'in yarısı Finli'nin Rus'un. Beymen'in yarısı Amerikalı'nın. Enerjisa'nın yarısı Avusturyalı'nın. Garanti'nin yarısı Amerikalı'nın. Eczacıbaşı İlaç, Çek'in. İzocam, Fransız'ın. TGRT Amerikalı'nın. Demirdöküm Alman'ın. Döktaş Fransız'ın. Süper FM Kanadalı'nın. Hepsi Türk'tü. Sadece 4.5 yıl önce. Ya, sattılar. Ya, satışa teşvik ettiler. Ya da kasıtlı IMF politikalarıyla söke söke satışa mecbur ettiler. Taş üstüne taş koyanı, iyi kötü görmüştük de... Taş üstünde taş bırakmayanı, ben ilk defa görüyorum.”


 

Gelişmelere sınıf penceresinden bakalım

 

Dolayısıyla sendikalar tüm bu ekonomik, siyasi, sosyal konularda duyarlı olmak ve olaylara temsil ettiği işçi sınıfı penceresinden bakmak durumundadır. Ne yazık ki toplum olarak, sendikalar olarak, emek örgütleri olarak birkaç sendika dışında bu gelişmeleri seyrediyoruz. İşçi sınıfı bu seçimlerde de seyirci kalmış, net bir tavır ortaya koyamamıştır.


 

Toplumun vicdanı:Petrol-İş

 

Petrol-İş Sendikası olarak biz bu gelişmeleri seyretmiyoruz, seyretmeyeceğiz de! Dün gereğini nasıl yaptıysak bugün de yarın da bunun gereğini yapacağız. Elbette işine, işyerine sahip çıkmak sendikanın temel görevidir ama Petrol-İş olarak sadece işimize işyerimize sahip çıkmıyoruz. Biz esas itibariyle toplumsal emeğimizin birikimiyle kurulan varlıklarımıza sahip çıkıyoruz.

 

Petrol-İş izlediği politikalarla toplumun vicdanı olmuştur. Toplumun zihnine yerleşen “İyi ki Petrol-İş var” söylemi, izlediğimiz politikalarda ne kadar haklı olduğumuzu göstermektedir. Petrol-İş izlediği politikalarla, topluma, “başka bir dünyanın mümkün olduğunu” göstermiştir.

 

Biz mücadelemizi toplumsal çıkarlar doğrultusunda yapıyoruz. Çocuklarımızın geleceği için, Türkiye'nin geleceği için yapıyoruz. Onun için biz Petrol-İş olarak bildiğimiz yolda, kararlı bir şekilde yürümeye devam edeceğiz ve bu oyunları bozacağız, buna kararlıyız ve mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz.