25. Genel Temsilciler Kurulu, 11-12 Kasım 2006- Antalya

Genel Başkanımız Mustafa Öztaşkın’ın kapanış konuşması:

 

Değerli Arkadaşlarım,

 

Dün 17 şubemizden temsilci ve yönetici arkadaşlarımız konuşmalarını tamamladı. Bugün de Merkez Yönetim Kurulu adına, dün yapılan konuşmaları da dikkate alarak bazı değerlendirmeler yapmak istiyorum ve bazı konular ile dün açılış konuşmamda değindiğim konuları biraz daha detaylı bir şekilde sizlere anlatmak istiyorum.

 

Değerli Arkadaşlarım, öncelikle Novamed grevine gösterdiğiniz ilgiden ve bu kürsüye her çıkan arkadaşımın, somut bir şekilde dayanışma dileklerini iletmesinden dolayı hepinize teşekkür ediyorum. Petrol-İş Sendikası’nın ne kadar dayanışmacı bir sendika olduğunu, üyelerinin birbirine ne kadar sahip çıktığını gösterdiniz. Ancak, bu konuşmaları şimdi işyerlerinize dönüp somut bir dayanışmaya dönüştürmenizi, grevci üyelerimize maddi yardımda bulunmanızı sizlerden tekrar rica ediyorum ki, bazı işyerlerimiz bunu gerçekleştirdi.

 

Novamed grevine biz çok önem veriyoruz. Şu anda zaten tek grevimizdir.  Birkaç işyerinde daha grev kararı aldık. Greve çıkılır mı? çıkılmaz mı? onu koşullar belirleyecek. Ama Novamed grevi, şu anda yürüyen tek grevimizdir. Bu grev bildiğiniz gibi bir serbest bölge grevidir ve Türkiye’deki serbest bölgelerde yapılan ikinci grevdir.

 

Novamed grevi yoğun emek sömürüsünü deşifre ediyor

 

Değerli arkadaşlar bu grevlerden ilki, İzmir Serbest Bölgesi’nde gerçekleşmiştir ve o grev başarıyla sona ermiştir. Bu grev, serbest bölgelerdeki yoğun emek sömürüsünü ve çalışma koşullarını deşifre eden ve burada yasa tanımaz, insanlık dışı uygulamalarda bulunan işverene indirilen ağır bir tokattır.

 

Serbest bölgelerdeki grevin zorlukları ortadadır. Serbest bölgenin kendine özgü kuralları vardır. Hatta serbest bölgede örgütlenmek ve grev yapmak daha dne kadar yasaktı. Avrupa Birliği’ne uyum yasalarıyla ülkemizde de serbest bölgelerde örgütlenme ve grev hakkı serbest bırakıldı. O doğrultuda serbest bölgelerde şu an sendikalaşma olabiliyor ve grev de yapılabiliyor. Antalya Serbest Bölgesi’nin girişi, çıkışı, hem gümrük açısından, hem emniyet açısından bir denetime tabidir. Buna rağmen biz buradaki grevimizi başarıyla, hemen hemen hiçbir engelle karşılaşmadan sürdürüyoruz ve bu konuda bize problem çıkarmayan, hatta zaman zaman desteğini esirgemeyen Antalya Serbest Bölge Müdiresi’ne teşekkürlerimi sunuyorum ve bundan sonra bu desteklerin devam etmesini diliyorum. Aynı şekilde Antalya’da kamuoyu desteği de giderek artmaktadır. Bu grevi Türk-İş’e bağlı sendikalarımız sahiplenmiştir. Bunun dışında siyasi partilerimiz sahiplenmiştir. Belediye başkanlarımız sahiplenmişlerdir. Bu grevle ilgili giderek kamuoyu desteği artmaktadır. Ve bizler sendika olarak bu grevi başından beri Antalya dışına çıkarmayı, Türkiye’ye mal etmeyi ve özellikle Alman ve İtalyan sendikalarıyla, işçi  sınıfıyla dayanışmayı hedefliyoruz. Bu doğrultuda küresel örgütümüz ICEM’in, EMCEF’in, Güneydoğu Avrupa Enerji Ağına bağlı 30 sendikanın bu greve destek mesajları, gerek işverene, gerekse diğer yerlere iletilmiştir. Ve bu konuda uluslararası destek de giderek artmaktadır.

 

Grevin kırılmasına müsaade etmeyeceğiz

 

Şu an grevimizin 48’inci günündeyiz. Arkadaşlarımıza, 250’şer YTL’lik iki grev ödeneği ödedik ve bayramda da gıda paketi verdik. Burada sendika olarak ekonomik anlamda da elimizden gelen desteği vereceğiz. Hiç bir arkadaşımızın ekonomik nedenlerden dolayı, grevi kırarak işbaşı yapmasına müsaade etmeyeceğiz. Ekonomik zorlukları biliyoruz. Özellikle bazı arkadaşlarımızın bu işte ilk olması, hesabını kitabını yapamaması veyahut da önceden borçlanması, krediler çekmesi gibi çeşitli  nedenlerden dolayı ekonomik sıkıntıları vardır. Ancak bu ekonomik sıkıntılarını da gerek dayanışmayla, gerekse sendikamızın katkılarıyla aşacağız. Hiçbir arkadaşımızın, ekonomik nedenlerden dolayı bu grevi terk etmesine ve bu grevin kırılmasına müsaade etmeyeceğiz.

 

İşverenin tehditleri sökmeyecek

 

Tabii bizim bu stratejimize karşılık işveren de ilginç stratejiler geliştirmektedir. Ve şu anda özelikle içeride çalışanları yönlendirmek istemektedir. İşveren, “Fabrika kapanmaya doğru gidiyor, aklınızı başınıza alın ve gidin grevdeki işçileri ikna edin, işbaşı yapsınlar. Eğer onlar işbaşı yapmazlarsa bu fabrika 15 gün içerisinde kapanacaktır. Onlar zaten ekmeğinden olmuştur ama siz çalışanlar da ekmeğinizden olacaksınız” tehdidini arkadaşlarımıza yöneltmektedirler. Ve ne yazık ki sınıf bilincinden uzak bu arkadaşlarımız, işverenin bu oyununa gelerek, greve çıkan üyelerimiz üzerinde baskı oluşturmaya çalışmaktadırlar. Hatta cep telefonlarına sürekli olarak “Ne olursunuz, gelin işbaşı yapın, biz ekmeğimizden olacağız” mesajları göndermektedirler. İşveren burada bu grevi kırmak ve başarısız kılmak için her türlü olanağı kullanmaktadır.

 

İşveren makul olan taleplerimizi kabul etmedi

 

Değerli arkadaşlarım

 

Biz burada kabul edilmeyecek talepler öne sürmedik. Son derece makul taleplerle ortaya çıktık. Hatta sendikanın tanınması, sözleşmenin bitirilmesi koşuluyla, rakam bile vermeyip biten sözleşmelerin esas alınabileceğini belirttik. Yani enflasyon oranı ve enflasyonun biraz üzerinde rakamlarla bu sözleşmenin bitebileceği mesajını vermemize ve işveren için de aslında bunun çok  makul bir teklif olmasına rağmen, işveren bu sözleşmeyi imzalamaya yanaşmamıştır.

 

İşverenin buradaki amacı, sözleşme imzalamamasındaki amacı şudur: Bu sözleşmeyi imzaladığı an burada sendika yasallaşacaktır ve kalıcı olacaktır. Dolayısıyla iki yıl sonra yine sendikayı bir problem olarak karşısında görecektir. Onun için işveren, bu işi başlamadan bitirme politikasını izlemiştir. Yani greve çıkmayı teşvik etmiştir değerli arkadaşlarım.

 

Novamed de 324 çalışandan 105’i sendikamıza üye, bunun da nedeni şudur: Biz burada örgütlenmeye başladığımızda işçi sayısı 263 civarındaydı. Biz çalışanların yüzde 50+1’ini  üye yaptık. Ama biz üye yaptıktan ve yetki başvurusunda bulunduktan, gelişmeler bizim lehimize sonuçlandıktan sonra, işveren bizim yetkimize itiraz edip konuyu mahkemeye taşıdı. Sonra  arkadaşlarımız üzerinde yoğun bir baskı uyguladı. Bazı arkadaşımız sendikadan istifa etti, bir kısım arkadaşımız işten ayrıldı. Bunun yanında işveren işyerine yeni işçiler aldı. Dolayısıyla biz şu anda işyerinde azınlık durumundayız. Üçte birlik bir çalışanı sendikamıza üye yapmış durumdayız. Tabii ki işverenin elindeki en önemli koz da üye sayımızın burada çoğunluğun altında olmasıdır. Dolayısıyla biz greve çıkacağımız zaman, bu zorluklarımızı öngördüğümüz için, hiç değilse sözleşmeyi bir biçimde bitirme adına grev oylaması istedik. Yani grev oylamasında üyelerimizin hayır oyu vermesiyle sözleşmenin, Yüksek Hakem Kurulu’na taşınması ve Yüksek Hakem Kurulu eliyle sözleşmenin imzalanması hedeflendi.

 

Ama bizim bu taktiğimizi tabii ki işveren gördü. İşveren greve evet dendiği taktirde yüzde 5 ücret zammı yapacağı vaadinde bulundu ve greve evet denmesi gerektiği propagandasını yaptı.

 

Sendikamıza üye işçilerin tamamı greve hayır, sendikaya üye olmayanların tamamı ise maalesef greve evet oyu kullandığı için işveren greve çıkmamızı bir yerde zorunlu kıldı. İşveren, greve çıkan 85 üyemizle, bu sayımızla bu grevin yürümeyeceğini, 85 çalışanın kısa bir süre sonra dağılacağını tahmin ediyordu. Böylelikle grevin kendiliğinden sona ereceğini, kendiliğinden sona eren bir grevde de sözleşme imzalanmadığı için yetkinin düşeceğini, böylelikle sendikanın tamamen ortadan kalkacağını planladı ve bu doğrultuda politika izledi.

 

Mücadele kararlı bir şekilde sürüyor

 

Ama işverenin yanıldığı konu şuydu: Buradaki arkadaşlarımız 2-2,5 senedir bu mücadeleyi sürdürüyorlar. Bu zaman zaman dergilerimizde ifade edildi. Kadın dergimizde ifade edildi. Buradaki arkadaşlarımız akıl almayacak zorluklarla karşılaştılar. Neredeyse tamamı bayan olan bu arkadaşlarımız akıl almaz zorluklarla karşılaştı. İnanılmaz baskılar gerçekleşti. Hem kendileri üzerinde, hem aileleri üzerinde güçlü baskılar yapıldı. Buna rağmen bu arkadaşlarımız sendikadan kopmadılar, sendika üyeliklerini devam ettirdiler. Ve bu mücadeleyi sürdürdüler. İşverenin, bunca zorluğa katlanan, yani tırnaklarıyla kazıyarak, söke söke sendikal hakkı ve TİS hakkını alan bu işçilerin grevden vazgeçeceğini, greve katılmayacağını, grevin kırılacağını düşünmesi bizce bir saflıktır. İşverenin yanıldığı en önemli konu  buydu. Bu arkadaşlarımız son derece kararlı bir şekilde bu mücadeleyi sürdürmektedirler. Dün de söylediğimiz gibi bu grev Petrol-İş Sendikası’nın onur grevidir.  Petrol-İş Sendikası bu mücadeleyi başarıyla sonuçlandıracaktır. Hem sizlerin temsil ettiği işyerlerindeki üyelerinizle, hem birey olarak sizlerin katkıları ile hem de genel merkezin her türlü maddi manevi katkıları ile bu grevi mutlak surette başarıya ulaştıracağız.

 

Geçici işçilik sorununun çözülmesini bekliyoruz…

 

Değerli arkadaşlarım

 

Sendikal gündemi teşkil eden konulardan birisi de geçici işçiler konusudur. Ve şu anda sendikamıza üye 1500 civarında geçici işçi de ne olacaklarına ilişkin bir bekleyiş içerisindedirler. Müteahhit işçiliğinin sona erdirilmesi ile başlayan mücadelemiz, adım adım bir noktaya doğru gelmiştir. Şu anda eskiden müteahhit işçi olarak çalışan arkadaşlarımız geçici işçi olarak işyerlerinde çalışmaktadırlar. Geçici işçilik, bu işin artık son durağıdır. Hatırlarsanız, bunu daha önce ifade etmiştik. Gerçekten sendikamızın da büyük katkılarıyla ve hatta öncülüğüyle diyebiliriz, bu konu çeşitli platformlara taşınmış ve ardından da Türk-İş bu işi sahiplenmek durumunda kalmıştır.  Ve şu anda konfederasyonumuz Türk-İş bunun görüşmelerini yürütmektedir.

 

Kamuda 11 ay geçici olarak çalışan 22 bin kamu işçisinin kadroya alınması talebiyle yola çıkılmıştır. Ama bu hafta, çarşamba günü (8 Kasım 2006)  yapılan son toplantıda sayı da 210 bine kadar çıkmıştır. Sayının artmasıyla birlikte bu işte bazı sıkıntılar ve gecikmeler olmuştur. Bunun içine belediyelerdeki çalışanlar katılmıştır. Ayrıca 11 ay tanımı herkese uygun gelmemektedir. Kamuda çok çeşitli aylarda çalışan işçiler vardır. Dolayısıyla kapsam genişlemiştir. Ve size şunu söyleyebilirim ki, kararname çıkmadan, imzalar atılmadan bu işe hiç kimse oldu bitti diyemez. Bu konuda biz hala temkinli konuşmaya ve davranmaya devam ediyoruz. Ama çarşamba günkü toplantıda hemen hemen bunun çerçevesi çizildi gibi gözüküyor. 11 ay ile başlayan çerçeve, yaklaşık 8 aya kadar indirildi. 8 ay ve üzerinde çalışan kamudaki işçilerin 2007 yılından itibaren, bulundukları konumda kadrolu işçi olarak çalışmalarına olanak sağlayan yasal düzenleme ve kararnamenin önümüzdeki hafta Bakanlar Kurulu gündemine muhtemelen getirileceği ve yasal prosedürün başlatılacağı kararlaştırıldı.

 

Kamuda artık geçici işçi olmamalı

 

Ve bu konuda da Türk-İş, 4857 sayılı Yasa’dan geçici işçiliğin, belirli süreli akitle çalıştırmanın ortadan kaldırılmasını, tamamen Yasa’dan çıkarılmasını, bundan sonra kamuda geçici işçi adı altında istihdamın yapılmamasını talep etmektedir ve bunda da ısrarlıdır. Bu konuda da önemli gelişmeler vardır.

 

Umut ediyoruz ki, bu yasal değişiklik gerçekleşecek ve sadece şu andaki çalışanların kadroya alınmasıyla kalınmayacak, bundan sonra kamuda geçici işçilik diye bir istihdam biçimi olmayacaktır. Bununla birlikte biz başından beri buradaki tanımlamanın çok iyi yapılmasını ve  bu tanımlamaya uygun çalışanlar arasında hiçbir ayrım yapılmadan, hiçbir kısıtlama olmadan ve kurumlara seçme yetkisi verilmeden bir düzenleme yapılması gerektiğini savunuyoruz. Şu andaki gelişmeler de bu doğrultudadır. Dolayısıyla bizim bu tanıma giren, kamuda geçici olarak çalışan arkadaşlarımızın mevsimlik işçiler dışında tamamı, kadroya alınacaklardır. Gelişmeler bunu göstermektedir. Ama bu söylediklerim şu an için bir bilgidir. Bir bilgi aktarımıdır. Tabii ki, kararname çıkınca, yasal değişiklik teklifi Meclis’e gidince ve bu işin çerçevesi çizilince, kuralları, prensipleri görülünce işin ne olduğunu tam olarak anlayacağız. Yani son dakikada kararnamede bazı eklentilerin olmasının da önüne geçmemiz gerekir. Bu konuda Türk-İş Genel Başkanı Sayın Salih Kılıç’ın talebi, “Kararnameyi önce biz görelim, biz görmeden bunu yayınlamayın ve yasa değişikliğini Meclis’e göndermeyin” doğrultusundadır, bu konuda uyarılar, talepler vardır. Kararnameyi biz görürsek bunun içeriğine müdahale etme şansımız var ama biz görmeden bu kararname çıkarılırsa bizim kaygı taşıdığımız bazı konularda, son dakikada eklentiler olabilir. Onun da önüne geçmek için kararnameyi önce biz görelim, ondan sonra siz gerekli prosedürleri yerine getirmek için işleme koyun talebinde bulunuyoruz. Bu konu Türk-İş Başkanlar Kurulu’nda da konuşuldu. Bu işin, bu ay bir biçimde netleşmesi gerekiyor. Hedef olarak Kasım ayı konmuştur. Bu işte şu anda bir aksama görmüyorum. Ama aksama olduğu taktirde de bu konuda ciddi bir tavrın ortaya konması gerekir. Artık bu konu geri dönülemez bir yola girmiştir. Asla geldiğimiz noktadan taviz verilemez, geri adım atılamaz. Geçici işçi statüsündeki arkadaşlarım 2007 yılından itibaren kadrolu olarak işyerlerinde çalışmalıdırlar. Bu konuda bir olumsuzluk olduğu taktirde bizim mücadeleye hazır olduğumuzu Türk-İş Başkanlar Kurulu’nda ilan ettik. Diğer sendikaları da buna çağırdık ve bu tutumumuzu bugün burada da sürdürüyoruz.

 

4/C statüsünde çalışanlar da kurumlarında asli kadroya geçmeli

 

Bununla birlikte 4/C statüsünde çalışan arkadaşlarımızın da bu yasal düzenleme yapılırken, çalıştıkları kurumların asli kadrolarına alınmasını talep ediyoruz. Bu konuda da yine görüşmelerimiz devam ediyor. Ancak, 4/C konusunda Hükümet, başlangıçta hiçbir şekilde adım atmama görüntüsü verirken, şimdi bu konuda az da olsa bir esneme ve yumuşama gözüküyor. Bu durum, bu arkadaşlarımızın sorununu çözmeye yetecek midir, şu an için ona net bir cevap veremiyorum. Ama 4/C statüsündeki özelleştirme mağduru arkadaşlarımızın sorunu çok daha yakıcı bir sorundur. Hatta geçici işçilikten de yakıcı bir sorundur. Onun da mutlaka çözülmesi gerekir. Eğer  geçici işçilerle birlikte çözülmediği taktirde, 4/C’deki mücadele de devam edecektir. O arkadaşlarımız da çalıştıkları kurumların  asli kadrolarına geçirilinceye kadar, kendilerine, sendikaya üye olma hakkı ile kurumdaki diğer işçilerin ücret ve sosyal hakları tanınıncaya kadar bu mücadele devam edecektir.

 

Asgari ücret görüşmeleri tiyatro gösterisi gibi…

 

Değerli arkadaşlarım

 

Asgari ücret görüşmeleri başladı. Haklı olarak bazı arkadaşlarımız bu konuya dikkat çektiler. Çeşitli önermelerde de bulundular. Asgari ücret görüşmeleri Türkiye’de tiyatroya dönüştü. Yazılmış bir senaryo var, taraflar o senaryoyu oynuyorlar. Önce görüşüyormuş gibi yapılıp görüşmeler yapılıyor, herkes taleplerini ortaya koyuyor doğal olarak. Bakıyorum sendikanın talepleri kabul edilmiyor. İşverenlerin önerileri de önce kabul edilmiyormuş gibi bir izlenim veriliyor. Ancak Hükümet aslında işverenlerin görüşleri doğrultusunda asgari ücreti belirliyor. Ve arkasından da çıkıyor taraflar, “İşte bunu benimsemiyoruz, kabul etmiyoruz, tanımıyoruz” gibi demeçler veriyorlar. Hani asgari ücret görüşmelerine, şöyle geriye dönüp, dönem dönem gazetelere göz atsanız, başlangıçta verilen demeçlerin hep aynı olduğunu görürsünüz. Bu bir senaryoya dönüşmüştür. Bunu kabul etmek mümkün değildir.

 

Asgari ücret ortalama ücret oldu

 

Değerli arkadaşlarım, asgari ücret Türkiye’de öyle bir noktaya geldi ki, neredeyse ortalama ücret oldu. Dün yaptığımız konuşmada toplam 13 milyona yakın çalışan olduğundan bahsettik. Çalışanların 3 milyonunun da kamu emekçisi olduğunu söyledik. 10 milyonun üzerinde sigortalı veya sigortasız biçimde çalıştırılan işçi var. Bunların da 700 bini sendikalı, sendikalıların ortalaması belli. Hatta bazı sektörlerde çalışanlar, sendikalı olmalarına rağmen asgari ücretin 50-100 YTL üzerinde ücret almaktadır. Dolayısıyla asgari ücret Türkiye’de ortalama ücrete dönüşmüştür. Ve neredeyse yaklaşık 8-9 milyon çalışanı yakından ilgilendiren bir konu haline gelmiştir, bir toplumsal konu haline gelmiştir. Dolayısıyla burada çok ciddi politikalar üretilmesi gerekir.

 

Biz, Asgari Ücret Komisyonu’nda işçilerin en çok üyeye sahip işçi konfederasyonunca temsil edilmesi gerektiğini savunuyoruz. Ama diğer işçi konfederasyonlarıyla birlikte Türk-İş bu konuda bir politika belirlemelidir. Hatta, Türk-İş, kamu çalışanlarıyla, esnafla, işsiz kesimlerle birlikte asgari ücret konusunda bir tavır, bir politika belirlemeli ve bu politikayı adım adım uygulamaya koymalıdır. Yani asgari ücret görüşmeleri, 7-8 milyonluk bir kitlenin toplu pazarlığına dönüştürülmelidir. Eğer bunu böyle yapamazsak, sadece söylemlerde kalırsak, geniş bir kitleyi bu pazarlığın içerisine çekemezsek, geniş kitlelerin bu konudaki mücadelesini  örgütleyemezsek, asgari ücrette yine hüsrana uğranacaktır. 

 

Bölgesel asgari ücret kabul edilemez

 

Son günlerde biliyorsunuz, daha çok Ankara Sanayi Odası Başkanı Zafer Çağlayan’ın dile getirdiği bölgesel asgari ücret konusu var. O’nu bu konu neden ilgilendiriyor bilmiyorum. Muhtemelen birileri O’na konuş dedi. O da aldığı talimat doğrultusunda konuşuyor. Değerli arkadaşlar bölgesel asgari ücret 60’lı, 70'li yıllarda denenmiş bir sistemdir. Türkiye’deki uygulaması, pratikte iyi sonuçlanmamış bir uygulamadır. Bölgesel asgari ücret tartışmalarının altında yatan tek gerçek,  işgücü maliyetlerinin daha da aşağıya çekilmesidir. Ve Türkiye’ye, IMF tarafından da biçilen rol budur… “Türk sanayisi hammaddede dışa bağımlı, hareket edemiyor, teknolojide dışa bağımlı, bilgide dışa bağımlı, enerjide dışa bağımlı. Küresel anlamda rekabet edebileceği tek alan işçi ücretleridir. Dolayısıyla siz dünya pazarlarında, küresel rekabet koşullarında rekabet edecekseniz, sizin elinizde bir tek işgücü var, gidin işgücü maliyetlerini alabildiğine düşürün” diyorlar.

 

Çalışanlara biçilen rol, ucuz işgücüdür

 

Yani Türkiye’de, çalışanlara, işçi sınıfına, emeğiyle geçinenlere  biçilen rol ucuz işgücüdür. Bölgesel asgari ücret tartışmalarının ve birazdan değineceğim kıdem tazminatı tartışmalarının altında yatan gerçek budur. Türkiye bir ucuz emek cennetine çevrilmiştir. Değerli arkadaşlarım bizim bu politikaları tersine çevirecek çok daha genel politikalar belirlememiz gerekir. Onun için bölgesel asgari ücret tartışmalarına da bizim cevabımız, “Kesinlikle böyle bir sistem kabul edilemez” şeklinde olacaktır.

 

Kıdem tazminatı tartışma ve pazarlık konusu yapılamaz

 

Kıdem tazminatına gelince, kıdem tazminatı hiçbir zaman bizim gündemimizden düşmeyen bir konu olduğu gibi işverenlerin ve hükümetlerin de gündeminden düşmeyen bir konudur. Dört yıl önce toplanan Temsilciler Kurulu’ndaki hem konuşmalara, hem sonuç bildirgesine baktığımız zaman “Kıdem tazminatımıza dil uzatıyorlar, kıdem tazminatına uzanan eller kırılacaktır” şeklinde tartışmalar yaptığımız görülür. Bu konu sonuç bildirgesine de yazılmıştır.

 

Değerli arkadaşlar, Şimdi sözde istihdam üzerindeki yükleri azaltmak bahanesiyle, kıdem tazminatını elimizden alma politikaları uygulanmak istenmektedir. En büyük gerekçeleri de, 4857 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesidir. Geçici 6. madde kıdem tazminatı konusunda fon kurulmasını öngörmektedir. Kıdem tazminatına göz dikenler, Yasa’nın gereğini yerine getiriyoruz gerekçesiyle ortaya çıkmaktadırlar.

 

Değerli arkadaşlarım, bu konuda çok açık ve net bir tavır ortaya konulması gerekir. Bir kere bu konu hiçbir şekilde tartışma ve pazarlık konusu yapılamaz. Bazı konfederasyonlarımız kıdem tazminatı fonu kurulabilir şeklinde açıklama yaparak bu işin tartışılmasının önünü  açmışlardır. Ve o tartışmalar sonucunda 4857 sayılı Yasa’nın geçici 6. maddesine fon kurulacağı şeklinde hüküm girmiştir.

 

Konfederasyonlar tarihsel hatalarının özeleştirisini yapmalı

 

Bu iki konfederasyonumuz tarihsel bir hata yapmışlardır. Ve çıkıp bunun özeleştirisini yaptıktan sonra üç konfederasyon olarak ve Emek Platformu olarak yarının politikasını belirlemek durumundadırlar. “Fon kurulursa, kıdem tazminatımız garanti diyorlar. Soruyorum kimin kıdem tazminatı bugüne kadar ödenmemiş. Evet, mahkemelere düştüğümüz oldu. Bir yıl, iki yıl, üç yıl, beş yıl kıdem tazminatımızı alamadığımız spesifik örnekler oldu. Ama bunlar kıdem tazminatının bir fona dönüştürülmesine gerekçe olamaz ki. Bu sıkıntı karşısında kıdem tazminatını güvence altına alacak başka formüller mutlaka geliştirilir. Geçmişte örgütlü olduğumuz ve şu anda batık bir şirket olan Plastaş’tan üç-beş yıldır, üyelerimizin hem ücretlerini, hem de kıdem tazminatlarının tamamını alamadık. Bu şirkette hala mücadeleyi sürdürüyoruz ama bu durum, kıdem tazminatının fona dönüştürülmesine veya başka bir biçimde düzenleme yapılmasına örnek olamaz. Değerli arkadaşlarım fonun kabul edilmesi bazı konfederasyonlarımızın tarihsel bir hatasıdır. Bunun önü açılmıştır ama şu anda yapılması gereken, bu tartışmalara artık asla girmemektir.

 

Kıdem tazminatı da giderse sendikaların varlığı tartışma konusu olur

 

Ve kazanılmış hak olarak tanımladığımız haklarımızın içerisinde neredeyse elimizde kalan son hak kıdem tazminatıdır. Kıdem tazminatını korumak sendikaların artık varlığının ve yokluğunun da kanıtı olacaktır.  4857 sayılı Yasa çıkarken, SSK hastaneleri devredilirken yeterli tepki gösterilemedi. Hele hele sosyal güvenlik yasa değişiklikleri, bütün dünyanın şaşkın bakışları arasında Meclis’ten geçti. Bu yasa değişiklikleri bütün dünyada çok büyük tepkiler alırken Türkiye’de bir çırpıda yasalaştı. Bu nasıl oluyor? Burada yeterli tepki koyamadınız. Ve artık elimizde bir tek kıdem tazminatı kaldı. Bu da giderse sizin varlığınız tartışma konusu olur. Onun için biz kıdem tazminatımızın elimizden alınmasına da, fona da karşıyız. Yürekleri yetiyorsa konuyu şöyle getirsinler, o zaman kabul edelim:  Bir aymış, altı aymış çalışma süresine hiç bakılmaksızın, kıdem tazminatına hak kazanılmasında, suçlu çıkarma da dahil olmak üzere her ne sebeple olursa olsun işten ayrılan her işçiye, işten ayrıldığı zaman kıdem tazminatını fondan ödüyorum desinler, bunu kabul edelim.

 

Zaten işin bu yönü son derece gariptir. Her insan hayatında hata işleyebilir,  yanlış yapabilir. Sizin bir hatanız 10 yıllık, 20 yıllık, 30 yıllık kıdem tazminatınıza mal oluyor. Bu dünyanın neresinde var? Değerli arkadaşlar bu hangi adalet düşüncesiyle izah edilebilir? Bir insanın suçu varsa mahkemeye verirsiniz, mahkeme onun cezasını keser. O kişi cezasını parasal olarak da  manevi olarak da bir biçimde öder. Bir fon kuracaklarsa, her türlü işten çıkışta ve hiç bir kısıtlamaya maruz kalmadan kıdem tazminatlarını ödeyecek bir sistem getirsinler. Ondan sonra bakalım fona mı geçeceğiz, başka sisteme mi geçeceğiz. Fakat fona geçerken de hiçbir şekilde işçiden prim kesilmesi düşünülemez. Şu andaki fon önermelerinde işçiden prim kesintisi yok. Ama  her kurulan fonda işçi, işveren ve hükümet ayağı vardır. Bugün size işçi kesintisini göstermemek için işin içine işveren ve hükümet ayağını koyacaklardır. Yarın, bu fon kıdem tazminatlarını karışılamıyor, yeterli değil deyip işçiden de kesinti yapma yoluna gideceklerdir.

 

Kıdem tazminatına sahip çıkılmazsa, Türk-İş’i de, başka sendikaları da tanımayız

 

Onun için biz fonu da, kıdem tazminatındaki gün sayısının düşürülmesini de kabul edemeyiz. Burada önce kararlı bir duruş gerekiyor. Türk-İş’in bu konuda Genel Kurul kararları vardır. Türk-İş Yönetim Kurulu da bunu hatırlattı. Sendikalara yazılarını gönderdi. Ama değerli arkadaşlarım sadece hatırlatmakla bu iş olmaz. İçini doldurmalısınız. Kıdem tazminatına dokunulduğu an bunun cevabı genel grev, genel direniş olmalıdır. Bölgeler mi dolaşılacak, işyerleri mi dolaşılacak, ne gerekiyorsa yapılmalı ve bunun altyapısı oluşturulmalıdır.

 

Bu iş gündeme geldiği zaman, toplanalım da kıdem tazminatını görüşelim diyerek kıdem tazminatını koruyamazsınız. Bu konu gündeme geldiği zaman artık tartışmaya, toplanmaya da gerek yoktur. Derhal bu işin gereği yapılmalı ve yıllardır yapmaya cesaret edemediğimiz genel grev ve genel direniş kararı alınarak uygulamaya konmalıdır. Buradan ilan ediyorum. Bu karar Türk-İş Genel Kurulu’nda alınmasa bile iddialı bir şekilde üretimi durduracak bir eylem ortaya koyarız demiyorum ama Petrol-İş olarak gücümüz neye yetiyorsa o mücadeleyi sonuna kadar yürütürüz. O noktada Türk-İş’i de, başka sendikaları da tanımayız. 

 

Kamu sözleşmelerinde nitelikli birliktelikten yanayız

 

Değerli arkadaşlarım, Kamuda giderek sayımız azalıyor, biz üyelerinin  % 60’ı kamuda çalışan , kamu ağırlıklı bir sendikaydık.  Şimdi % 60’ı özel , % 40’ı kamu ağırlıklı olan sendikaya doğru dönüşüyoruz. Kamu sözleşmeleri  için, grev hakları olanlar için yetki taleplerinde bulunuldu ve süreç başlatıldı.

 

Bu dönem kamuda yine Türk-İş’in koordinasyonunda toplu hareket edilecek.  Konu Türk-iş Başkanlar Kurulu’nda masaya yatırıldı, tartışıldı, kararlaştırıldı. Değerli arkadaşlarım, Bu noktada çeşitli tartışmalar var. Sizler de dile getirdiniz. Biz sorunlarımızı çözemiyoruz, inisiyatif kullanamıyoruz, ayrı mı yapsak gibi düşünceler var. Burada doğrusu birlikte hareket etmektir. Ayrı yapmak politikasını, hükümetler ve hükümetin politikasını uygulayan Kamu-İş yıllardır zaten savunmaktadır. Onların amacı  tek tek bu işyerlerini ayırmak, bölmek, parçalamaktır. Hem kendi taleplerini rahatlıkla kabul ettirebilmenin, hem de ücretleri daha da geriletebilmenin politikasını izlemektedirler. Dolayısıyla 89-91 örneklerinde de görüldüğü gibi toplu hareket  etmek doğrudur. Ama toplu hareket ederken bu topluluğun içinin doldurulması, nitelikli bir birliktelik haline dönüştürülmesi gerekmektedir. Bu noktada da çok iyi belirlenmiş taleplerle ortaya çıkılması gerekiyor.

 

Öncelikle reel kayıplar telafi edilmeli

 

Biz bu dönemin sözleşme stratejisinin şu şekilde çizilmesini savunuyoruz: Temel amaç, bu sözleşme döneminde hükümetin emek karşıtı politikalarının kırılması olmalıdır. Bunun dışında, 2000-2001’i mi, 2004’ ü mü baz alacaksınız, buna bakmak gerekir. Ama hangi tarihi baz alırsanız alın reel kayıp vardır. Öncelikle reel kaybın telafi edilmesi ve bunun üzerine Türkiye’deki büyümeyi de dikkate alan bir refah artışı konularak, bir ücret zammı belirlenmesi sağlanmalıdır. Temel politika bu şekilde olmalıdır. Türk-İş’le hükümet arasındaki görüşmelerde ana çerçeve böyle olmalıdır. Türk-İş, bunların dışında gerek işyeri sorunları, gerekse diğer konularla ilgili çok müdahale etmemelidir.

 

Esnek çalışmayı içeren hükümler TİS’lere konmamalı

 

Bunun yanında o çerçeve anlaşmaya, TİS’lerde esnek çalışmayı içeren maddelerin yer almayacağına dair hükümler konmalıdır.

 

Ayrıca sendikalar işverenlerle, Kamu-İş’le oturup, işyeri koşullarının iyileştirilmesi, sözleşmede artık günü geçmiş, ömrünü tamamlamış bir takım maddelerin yeni ihtiyaçlara cevap verecek bir şekilde yeniden düzenlenmesi, ilk giriş ücreti, ücret dengesizliği, yan kademeler, primler ve primlerden yararlanmalardaki  adaletsiz uygulamalar gibi birçok konuyu da çözmelidirler.

 

Biz, bu dönem sözleşmelerde izlenmesi gereken politikanın bu şekilde olması gerektiğini savunuyoruz ve bu konuda Türk-İş üzerinde de baskı mekanizmamızı oluşturacağız.

 

Yüksek Hakem Kurulu tehdidini göz önünde bulunduralım!

 

Değerli arkadaşlarım, Kamu sözleşmelerinde yıllardır çözülemeyen sorunlar var. Bu dönem biz bir taraftan çerçeve protokolüne, bu sorunların çözülmesinin önünü kesen düzenlemeler konmaması için mücadelesini verelim. Ama öbür taraftan da bu hükümler konuyorsa bile işyerlerimizdeki bu sorunlarımız çözülmeden sözleşmeleri imzalamama kararı alalım. Bu kararları alırken şimdiden Yüksek Hakem Kurulu tehdidini de göz önünde bulundurmalıyız. Sözleşmemiz Yüksek Hakem Kurulu’na gitmeden, buna örgütlü yapımızla karşı duralım, bunun mücadelesini verelim. Tabanımızı, arkadaşlarımızı, üyelerimizi bu yönüyle hazırlamamız gerekir.

 

Yani sadece, benim sorunum çözülmüyor demekle bu iş bitmiyor. Bizim daha derli toplu bir tavır koymamız gerekiyor. Botaş’ın sorunları çözülmüyorsa,  Botaş’taki tüm işçi arkadaşlarımızla birlikte bir mücadele ortaya koymalıyız. TPAO’da, diğer işyerlerimizde aynı şekilde bu stratejiyi izlemeliyiz. Bunun alt yapısını şimdiden hazırlamalı ve bu dönem TİS’lerinde işyeri sorunlarının çözümü konusunda işverenlere mutlak suretle adımlar attırmalı, bu konuların çözümünü hedeflemeliyiz. Bu mesajı sendika olarak  üyesinden temsilcisine, şubesinden merkezine kadar bütün ilgili ve yetkili kişilere vermemiz gerekir.

 

Toplu tavır koyabilirsek bazı sorunlarımızı çözebiliriz

 

Eğer böyle bir toplu tavır koyabilirsek bazı sorunlarımızın çözülebileceği inancını yürekten taşımaktayım. Aksi halde sonuç, geçmiş dönemlerden farklı olmayacak ve yine dönüp bu yıl da sorunlarımızı halledemedik deyip kendi kendimize tartışmaya ve iç çekişmelere neden olacağız. Sendikamızın kamu sözleşmeleri düşüncesi budur.

 

4857 sayılı yasanın esnek çalışmayı içeren hükümleri büyük bir tehdit

 

Tabi özel sektör sözleşmelerimiz de devam etmektedir. Burada 4857 sayılı Yasa’nın esnek çalışmayı içeren hükümleri büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Değerli Arkadaşlarım, Petrol-İş Sendikası imzaladığı hiçbir sözleşmeye bu maddeleri monte etmemiştir. Ne yazık ki, Türkiye’de bu Kanun çıkmadan büyük grup diye adlandırılan sözleşmelere, çıkacak Kanuna atıfta bulunarak yani çıkacak İş Yasası’nın hükümleri bu sözleşmede aynen geçerlidir diyerek düzenlemeler yapan sendikalarımız olmuştur.

 

Sendikal hareket bu anlamda da kollektif bir duruşu ne yazık ki sergileyememiştir. Ama sendikamızın bu konudaki politikası çok nettir, bunu sürdürmeye de devam edecektir: Ama her geçen gün birileri bu maddeleri sözleşmelerine koyduğu taktirde de bizim direnç gücümüz azalmaktadır. Ama ona rağmen biz 4857 sayılı Yasa’nın esnek çalışmayı içeren hükümlerini sözleşmelere koymayacağız. Eğer esnek çalışmaya karşıysak, ki karşıyız, bunun gereğini de sözleşmelerde yapacağız. Bunun gereği sözleşmeyi imzalamamaksa imzalamamak, greve çıkmaksa greve çıkmak olacaktır. Çünkü bir yerde kırıldığınız zaman, taviz verdiğiniz zaman onun arkası çorap söküğü gibi gelecektir.

 

Düşük ücret sorunu sendikal birliği parçalıyor

 

Bununla birlikte  değerli arkadaşlarım sözleşme konusunda değinmek istediğim bir-iki konu daha var. Bunlardan biri düşük ücret sorunudur. Düşük ücret sorunu sanıldığı gibi sadece kamuya özgü bir sorun da değildir. Düşük ücret sorunu şu anda özel sektör işyerleri de dahil bütün işyerlerinin sorunudur. Düşük ücretliler ile yüksek ücretliler arasındaki makas giderek açılmaktadır. İşyerindeki sendikal birlik ve bütünlük bu anlamda parçalanmaktadır. Ve bu durum bizim örgütsel gücümüzü zaafa uğratmaktadır değerli arkadaşlarım.

 

Düşük ücretin nedenleri de bellidir. Az önce söyledim, nedenlerine tekrar dönmeyeyim. İşverenler, rekabet gücünü sadece iş gücü maliyetlerinin  azaltılmasında görüyor. Onun için bu durumu biz masaya yatırdık, aylardır bu konu üzerinde tartışıyoruz. Bu konuda ne yapılabilir? En sağlıklı, mantıklı çıkış yolları ne olabilir? Eski, yeni işçi ayrımı nasıl ortadan kaldırılabilir? Ve bu konularda politika üretmeye çalışıyoruz. Tabi ki bu politikaları yine her sözleşmede sizlerle paylaşıyoruz ve bu doğrultuda da sözleşmelerimizi sonuçlandırmaya çalışıyoruz. Ama biliniz ki bu sorun önümüzdeki dönem,  3 yıl, 5 yıl sendikal gündemi çok meşgul edecek bir konu olacaktır değerli arkadaşlarım. Sadece bizi değil bakın, Türkiye sendikal hareketini çok meşgul edecek bir konu olacaktır. Hatta bu konu dünya sendikal hareketinin de gündemindedir, konu sadece Türkiye'de de değildir. O bahsettiğimiz küresel üretim zincirlerinde, o zincirin halkası ister  Türkiye'de olsun, ister Kore'de olsun fark etmiyor. O zincirin bir halkasında hedef, en ucuza bir parçayı mal edebilmektir. Ve dolayısıyla düşük ücret sorunu tek başına Türkiye'nin de sorunu değildir. Bütün dünyada, dünya işçi sınıfının önünde düşük ücret sorunu durmaktadır. Ve bu konuda dünya sendikal hareketi de politikalar geliştirmektedir.

 

Türkiye sendikal hareketinin bugünkü yapısı ile ücretlerde reel artış olmaz

 

Bununla beraber Türkiye’de ücretlerimizin reel artışı  mümkün görülmemektedir. Hiç sendika ayırmadan biten sözleşmelere bakınız. Ücret zamları enflasyon oranı etrafında dolanmaktadır. Kimi yerlerde işyeri koşullarına göre enflasyon oranının altında da olabiliyor. Çoğu işyerinde de enflasyon oranının bir puan, iki puan üzerinde bir ücret artışı politikası izlenmektedir. Bu gidişle, Türkiye sendikal hareketinin bugünkü gidişi ile önümüzdeki üç, yıl beş yıl içerisinde ücretleri reel anlamda arttırmak mümkün görünmüyor. Bunu çok net söylüyorum, bu kadar küçülen, dağınık sendikal yapılarla bu ücretler reel anlamda arttırılamaz.

  

Ücretlerde reel artış için üç konfederasyon “Yeter artık” demeli

 

Ücretlerin reel olarak arttırılabilmesinin koşulu şudur: Her ne kadar sayımız azalmış olsa bile, o sayımızla bile üç konfederasyon çıkacak,  “Kardeşim yeter artık! Yıllardır ücretlerimiz geriliyor. Biz 3 konfederasyon olarak bir karar aldık. Biz 2007 yılında imzaladığımız bütün sözleşmelerde - örnek olarak söylüyorum -  % 30 ücret zammı altındaki hiçbir sözleşmenin altına imza atmıyoruz. Asgari rakamımız % 30’ dur. Her işyerinin  ve iş kolunun koşullarına göre bunun üzerine çıkılabilir. Ama asgarisi budur” diyecek, tavır alacak, deklare edecek bunu ve bunun gereğini yapacaktır. İşte o zaman ücretlerimiz reel anlamda artacaktır. Bu böyle olmadığı sürece, maalesef kendi içimizde kısır çekişmelerle biz tartışmalara devam edeceğiz.

 

Düşük ücret sorunu aşılamadığı sürece sendikalar bir umut, bir çekim merkezi olamaz

 

Değerli arkadaşlar, Bu durum bir tehlikeyi daha içeriyor, o da şudur: Ücretlerde reel anlamda artışların olmaması, sendikaların gerekliliğini veya gereksizliğini de tartışmaya açabilecek kadar önemli bir konudur. Üyelerimiz, ‘doğru dürüst bir ücret zammı alamıyoruz. Sendikanın bize ne faydası var’ diyeceklerdir. Haydi diyelim ki eski üyelerimiz olayın sadece ücret olmadığını, sendikanın mücadelesinin sadece ücret olmadığını biliyor, örgütünün sadece kendisine bir ücret artışı sağlamak için olmadığını biliyor. Ama sendikamıza diyelim ki plastik sektöründen yeni bir üyemiz gelmiş. Bu sektörde alınan ücret, asgari ücret, 380 milyon YTL ücret alıyor. Efendim siz bu üyenizin ücretini, enflasyon oranında,  % 10 oranında artırdınız, 38 lira ücret artışı oldu. İşçi şunu demeyecek mi ?‘Sendikalı oldum, 38 liralık ücret artışı aldım, zaten bunun 15 lirası aidata gidecek.” 

 

Değerli Arkadaşlarım,  bu konu gerçekten çok önemlidir. Bu konu bizi yormaktadır ve bu konuda bir tıkanıklık söz konusudur. O tıkanıklığı sendikal hareket ortak politikalarla aşmak durumundadır. Aksi halde sendikaların  bir umut merkezi, bir çekim merkezi olması mümkün değildir. Örgütlenmenin önündeki en önemli nedenlerden biri, insanların koşarak sendikaya gelmemelerinin nedenlerinden biri de budur. Onun için bu konular çok önemlidir, çok hassastır.

 

Ücret talebimizi mücadele koşulumuzu bilerek belirleyelim, gerçekçi olalım!

 

Ama Petrol-İş Sendikası’nın izlediği TİS politikalarında şunun da altını çizelim. Hepimiz buradayız ve bu sözleşmeleri beraber yapıyoruz. Biliyorsunuz Petrol-İş, sözleşme politikası şudur; temsilcisinin, yöneticisinin onay vermediği hiçbir sözleşmenin altına bu sendika imza koymaz. Bunu yaparken tekliflerimize, taslaklarımıza makul oranlarda teklifler koymamız gerekir. Neyi alabileceğimizi, nereye kadar gidebileceğimizi, işyerindeki örgütlülüğümüzü, mücadele koşullarımızı, grevi göze alıp almama gibi konuları yani her şeyi önceden düşünüp, buna uygun şekilde teklifler geliştirmemiz gerekir. Yani değerli arkadaşlarım, açık söylemek gerekirse % 100 zam isteyip de % 10’a sözleşme bitirmek bu örgüte yakışan bir durum değildir. Sen ancak % 10 alabileceğini tahmin edebiliyorsan % 20 isteyip de % 10 ile bitirmek doğru bir politikadır. Ama alabileceğinizin 10 katı bir taleple işverenin karşısına çıkamazsınız. Bu doğru bir politika değildir.

 

‘Efendim üyelerimizden baskılar geliyor, şunu koyun, bunu koyun” demekle sorun çözülmüyor.  Olay sadece duygusal bir şekilde taleplerin belirlenmesiyle çözülemez. Petrol-İş Sendikası ciddi bir sendikadır. Türkiye kamuoyunda, en çok güvenilen ve en çok ciddiye alınan bir sendikadır.  ‘Bu sendika bir şey diyorsa, mutlaka bunun bir nedeni vardır, doğrudur’ diyor artık Türkiye kamuoyu. ‘Petrol-İş söylüyorsa doğrudur kardeşim‘ diyor. Petrol-İş bunu pratikte ispatladı. O zaman böylesine güvenilen bir sendikanın, imaj sahibi bir sendikanın kalkıp da gerçekleşmeyecek bir takım taleplerle ortaya çıkması izah edilemez. Sizler masalarda durumu biliyorsunuz, bu bizim açımızdan hoş olmuyor. İşverenlerin söylediklerini biz masalarda esprilerle geçiştirmeye çalışıyoruz değerli arkadaşlar. Onun için taleplerimizi gerçekçi bir şekilde belirlememiz ve buna uygun bir şekilde de bizim bir mücadele stratejisi ortaya koymamız gerekir değerli arkadaşlarım.

 

Sözleşmelerde yıllardır ne idari, ne sosyal, ne de reel ücret anlamında ciddi gelişmeler sağlayamadık

 

Ayrıca önemli bir konuya daha değinmek istiyorum. Sözleşmelere bakın; gerek 4857 sayılı Yasa’nın bazı maddelerinin sözleşmelere monte edilmesine karşı olsun, gerek kazanılmış haklarımızı koruma stratejimizde olsun, gerekse bizim dışımızdaki Türkiye sendikal hareketinin yaşadığı diğer nedenlerden olsun, yıllardır sözleşmelerde ne idari anlamda, ne sosyal anlamda, ne de reel ücret anlamında ciddi gelişmeler sağlayamadık. Bu durum  az evvel söylediğim  gibi çalışanların sendikaya olan ihtiyaç duygularını azaltmaktadır. Evet ben size bir öngörü olarak söylüyorum bunu. İnşallah söylediklerim yanlış olur.  Bu durum bir süre daha sürecek gibi gözüküyor.

 

Yeni sözleşme politikaları geliştirmek zorundayız!

 

Bu durum bir süre daha sürecek gibi gözüküyorsa, o zaman üyelerimizin sendikaya olan aidiyet duygularını, bağlılıklarını arttıracak yeni bir takım sözleşme politikaları geliştirmek zorundayız. Eğer sosyal haklarda ilerleme sağlayamıyorsak, o zaman başka maddelerin, belki hiç düşünmediğimiz bazı maddelerin sözleşmelere konması konusunda yeni bir takım teklifler geliştirmemiz gerekiyor. Biz bunu da tartışıyoruz. Bu konuda işçi sağlığı, iş güvenliğinde mi olur, çevrede mi olur, insan sağlığında mı olur, sosyal - kültürel faaliyetlerde mi olur ama mutlaka üyelerimize, ücretin dışında, sosyal hakların dışında kazamınlar sağlayan yeni maddeler bulmamız, yeni bir toplu sözleşme stratejisi geliştirmemiz lazım. Bu konuda hepinizi düşünmeye ve fikir üretmeye çağırıyorum değerli arkadaşlar. Biz bu konuyu çok ciddi bir şekilde tartışıyoruz. Sizleri de bu konuda bizlere yardımcı olmaya, aklınıza gelen en ufak bir fikri, mail yoluyla bize göndermeye çağırıyorum.

 

Tabanımızın söz ve karar sahibi olmasında yeni araçlardan yararlanacağız

 

Bu vesile ile şunu da söyleyeyim. Bizim, elektronik haberleşmeyi her geçen gün daha da yaygınlaştırmaya çalışan bir politikamız var. Bununla ne demek istiyorum, şu… Bu sendika, tabanının söz ve karar sahibi olma ilkesine sıkı sıkıya bağlıdır. Ama sendikamız, tabanın söz ve karar sahibi olma politikasına sıkı sıkıya bağlılığını, daha ziyade sözleşmelerde temsilci arkadaşlarımızın onayı olmadan sözleşmeyi bitirmemekte uygulamaktadır.  Peki bizim, günümüz koşullarında bütün üyelerimizi toplayıp da şu şu konularda ne diyorsunuz diye sorma şansımız var mı? Yok… O zaman bizim elimizde yeni bir araç var… Hani dün dedim ya, dünyanın en ücra köşesindeki bir iş yerimiz, ancak bir bilgisayar tuşuna basacak kadar uzaklıktadır diye. İşte bu kadar yakınız birbirimize…Biz bazı konuları bundan sonra Web sitemiz üzerinden tartışmaya açmayı düşünüyoruz. Örneğin az önce söylediğim gibi toplu sözleşmelere yeni maddeler olarak neler konabilir, bu sendikanın eğitim politikasında bundan sonra ne gibi değişiklikler yapılmasını öneriyorsunuz gibi… Sendikamızda bütün üyelerimizin katılımını sağlayacak bir politikayı uygulamaya koyacağız…Üyelerimiz bu konulardaki görüş ve  önerilerini e-mail yoluyla sendikamıza gönderecekler. Ve üyelerimizden gelen görüş ve öneriler ışığında yeni politikalar belirlemeye başlanacaktır. İşte buyurun size, tabanın söz ve karar sahibi olma ilkesini hayata geçirmenin yöntemlerinden birisi…Giderek bu Web sitesinin kullanımını ve elektronik haberleşmeyi teşvik edici politikalar izleyeceğiz. Sizleri de bu konuda daha duyarlı olmaya çağırıyoruz. Bir çoğunuz bilgisayar kullanıyor, kullanmayan arkadaşlarımızın da bunu kullanması lazım. Şubelerinizden bilgisayar kursu düzenlemelerini talep edin. Şubelerimiz bu kursları düzenlemeye hazırdır. Bu konularda sendikamızın bir kısıtlaması yoktur. Sendikamız, sosyal, kültürel, sportif alanlarda, mümkün olduğunca şubelerimizin çalışmalarına destek vermektedir değerli arkadaşlar.

 

Profili değişecek işçiye hitap eden yeni politikalar öğrenelim!

 

Dün bir arkadaşımızın dediği gibi kendimizi geliştirmeliyiz. Var olan durumumuzla yetinirsek, zaman çok hızlı ilerlediği için birileri bizi geçer. Onun için değişen koşullara uyum sağlayabilmek için var olanla yetinmememiz gerekir. Sürekli kendimizi yenilememiz, geliştirmemiz ve bilgi sahibi olmamız gerekir. İşte örnek verildi, beyaz yakalılar gittikçe kimya sektöründe artıyor değerli arkadaşlar ve artacak evet artacak. Hatta kimya sektöründe, AB’ye üye olan ülkelerdeki durum bunu göstermiştir. Önümüzdeki 10 yıl içerisinde, yine örnek olarak söylüyorum, kimya sektörünün % 80’i yabancıların eline geçecektir. Türkiye’de yerli kimya sektörü diye bir sektör  kalmayacaktır. Teknolojik gelişmenin en hızlı geliştiği sektörler, bilişim, iletişim ve kimya sektörüdür. Bu alanlarda teknoloji hızla gelişecektir. O teknolojiyi kullanacak işçinin profili değişecek, eğitimi, kültürü, her şeyi değişecektir. Bizim bu işçilere hitap edebilecek yeni politikalar geliştirmemiz gerekir.

 

Kapsam dışı çalışanları çok iyi analiz edelim

 

Kapsam dışını da içimize çekmenin yollarını aramalıyız. Kapsam dışı  çok tartışıldı, çok kolay bir konu değil. Öncelikle kapsam dışını çok iyi analiz etmek gerekir ve onların sendikaya gelmelerine olanak sağlayacak bir takım politikaları izlemeliyiz ki onlar gelip sendikaya üye olsunlar. Yani kapsam dışına, gelin demekle, sendikaya üye olun demekle üye olunmuyor değerli arkadaşlarım. Bizim onların gelmelerini sağlayacak politikalar, yöntemler bulmamız gerekir. Onların gelip kendilerini bulacağı, kendilerini  ifade edebileceği bir sistemin, bir yapının oluşturulması gerekir.

 

Sendikal hareket bu işçilere “kapsam dışı” diyerek hata yaptı

 

İşte yeni sendikal anlayış dediğimiz konulardan birisi  de budur. Kapsam dışını daraltalım, kapsam dışını üye yapalım diyoruz. Ben 20 yıldır bunu duyuyorum ama daraltamadık, aksine genişlettik. 10 tane istisnanın dışında üye de yapamadık.  O zaman bu iş böyle olmuyor. Bu sendika ve Türkiye sendikal hareketi esas hatayı, bu işçilere kapsam dışı derken yapmıştır. Nerede yaptı?  İşte o değişen koşullarda, artık işçinin yeniden tariflenmesi gerekiyor ve ücretinin de yeniden tariflenmesi gerekiyor. İşyeri sistemlerinin uygulanmaya konması gerekiyordu, koymadık. Değerli arkadaşlarım, ekmek her işçi için 350 liradır, bu ister mühendis olsun dedik, isterse düz işçi olsun dedik. Oysa bu eğitimli işçiye yatırılan bir toplumsal emek vardır, bir yatırım vardır.  Ve onun karşılığı ücretle de olmalıydı.

 

19. yüzyıl anlayışıyla işçilik tarifi yapılamaz

 

Ama sendikalar ne yaptı? 19. y.y. anlayışıyla hareket ettiler. ‘İşçi işçidir’ dediler. Hayır kardeşim, bu anlayışla, bu düşünce ile bir yere varılamaz ve varılamadığının kanıtı da kapsam dışının sendikadan kopuşudur değerli arkadaşlar. Onlar kendilerini ne ücret  anlamında, ne sosyal  anlamda,  ne kültürel, ne de başka bir anlamda  sendikanın  içinde bulamadılar. O sendikanın  bir kitlesine ait olan bir kişi olarak  kendilerini  algılayamadılar değerli arkadaşlarım. İşte şimdi bunlara bizim çok iyi kafa yormamız lazım. Kapsam dışı açık bir şekilde işin içine çekilebilir. Ve kapsam dışı çalışanların sendikalara katılması sadece üye sayımızın artışı değildir. Bu, aynı zamanda sendikalarda çok büyük nitelik ve kültür  sıçramasına da neden olacaktır değerli arkadaşlarım. Bu konu bu kadar önemli bir konudur ve üzerinde politikalar üretilmesi gereken  bir konudur.

 

Bütün uzmanlarımız artık eğitimlerde…

 

Değerli arkadaşlarım! Yine eğitim konusu tartışmalarda çok geçti. Öncelikle şunu belirteyim; sendikamızın eğitim kadrosu yeterlidir. Hiç takviyeye ihtiyaç yoktur. Türkiye'nin en iyi eğitimcileri, iddia ediyorum ki bizdedir. Eğer bu konuda, Süleyman Üstün Hocamızdan, İsmail Hakkı Kurt Hocamızdan, Erhan Kaplan Hocamızdan  daha iyi eğitimci vardır diyorsanız, bunu lütfen söyleyin. En  iyi eğitimciler bizdedir. Ayrıca eğitimlerimize ve eğitimcilerimize farklı uzmanlar da katkıda bulunmaktadır. Onlar da Türkiye'nin en iyi uzmanlarıdır. Eğitimlerimize ekonomik konular anlamında iktisatçı Aşkın Süzük arkadaşımız katılıyor, hukuk servisinden, sözleşme servisinden arkadaşlarımız katılıyor. Bütün uzmanlarımız artık eğitimlere katılıyor. Spesifik konularda ise dışardan destek alıyoruz. O konuyla ilgili yetkili bir kişi gelip eğitim veriyor değerli arkadaşlarım. Sendikamızın eğitim politikalarını da tabii ki sürekli yeniliyoruz. Yani sendikamızın eğitim politikaları çok doğru  politikalardır. Ve biz bu güne kadar, iki yılda bir temsilci ve  yöneticileri eğitime alıyorduk. Bundan sonra kusura bakmayın sizi eğitime almayacağız. Bundan sonra, bu projeyi başlattık biliyorsunuz. Öncelikle ilk defa yeni seçilen arkadaşlarımızı bir haftalık eğitime alacağız. Öncelikle, arkadaşlarımızı bir çok anlamda bilgilendirici, sendikasını tanıtıcı, sendikanın politikalarını, sözleşme politikasını, eğitim politikasını tanıtıcı eğitimlere ağırlık vereceğiz. Biz, arkadaşlarımızın, sendikamızın politikalarını çok daha yakından tanımalarını, kendilerini ifade etmelerini ve geliştirmelerini sağlayacak bir eğitim politikasını yürürlüğe koyduk, şu anda uygulanıyor.

 

Sadece üyemizi değil,  eş ve çocuklarını da hedef alan bir eğitim politikamız var…

 

Bunun yanında,  öneriler içerisinde olan ve katıldığımız bir konu daha var. Evet, işveren işçinin iş yerine bağlılığını arttırmak ve işçinin emeğinden maksimum düzeyde yararlanmak için çeşitli politikalar üretiyor. Bizim temsilci arkadaşlarımızın da bir çok konuda bilgilenmesi ve eğitilmesi lazım. Üretim nedir, verimlilik nedir, rekabet nedir, kalite çemberi nedir gibi. Bu konularda uzmanlık eğitimleri de yapacağız. Ayrıca Kadın dergimiz aracılığıyla bayan üyelerimize ve eşlerine yönelik aile sağlığı, çocuk  sağlığı ve cinsellik gibi konularda çok önemli eğitimler de veriyoruz. Bazı şubelerimiz psikolojik eğitimler verdi. Bunlara da destek verdik. Yani eğitimde bir sınırlamamız yok, tam aksine eğitimde bütün olanaklarımızı kullanıyoruz ve sadece üyemizi eğitmeyi değil, üyemizin eş ve çocuklarını da hedef alan bir eğitim anlayışıyla hareket ediyoruz değerli arkadaşlarım.

 

Örgütlenme belgesinin gereklerini yerine getirelim!

 

Örgütlenme konusuna gelince; evet, sizlere bir örgütlenme raporu gönderdik  ama bu örgütlenme raporu iki yıl önce hazırlanmıştır. Bu revize edilmiş, geliştirilmiş halidir. Biz  iki yıldır tam olarak, orada yazan her şeyi uygulamasak da büyük ölçüde örgütlenme politikalarımızı bu anlayış çerçevesinde, o rapor çerçevesinde sürdürüyoruz. Merkezi bir planlamayla, desteklerle bu politikaları izliyoruz. Bundan sonra bu şekilde sürdüreceğiz. Bir çoğunuz değinmediniz bu konulara, bazılarınız değindi. Demek ki örgütlenme raporu örgütümüz temsilcileri tarafından benimsenmiş bir rapor. Şimdi size, bize  düşen bu raporun gereklerini yerine getirmektir. Tabii ki önce merkez olarak bizlerin,  ondan sonra da sizlerin, şubelerimiz ve bütün duyarlı üyelerimizin, Petrol-İş'in  ayrımsız her bir üyesinin, bunun gereklerini yerine getirmek için canla başla çalışması gerekiyor.

 

Sendikaya üye olanların yüzde 25’i işten çıkarılıyor

 

İki yıldır bu doğrultuda örgütlenme yapıyoruz dedim. İki yılın rakamlarını size kısaca vereyim. Şubat 2004 ile Ekim 2006 arasında 54 işyerinde örgütleme yaptık ve 4 bin 108  üye kaydettik. Bu 4 bin 108 üyenin 919'u maalesef işten çıkarıldı. Yani demek ki sendikaya üye olanların % 25'i işten çıkarılmış durumda. Araya girerek söyleyeyim, işten çıkan arkadaşlarımıza biz maksimum 6 ay yardım yapıyoruz. Örgütlenme nedeniyle işten çıkarılan arkadaşlarımızı sendika olarak asla yalnız bırakmıyoruz. 6 ay boyunca, her ay belli bir grev ödeneği gibi arkadaşlarımıza ödeme yaparak, onlara destek veriyoruz değerli arkadaşlarım. Bu 54 işyerinden 11 işyerinde toplu iş sözleşmesi imzalamış durumda. Yani sadece örgütlenen işyerlerinin yüzde 20’sinde  sözleşme imzalayabiliyorsunuz. Bu 54 işyerinin 19'unda örgütlenme tamamen kırılmış, çeşitli nedenlerden dolayı 13 işyerinde çoğunluğumuz düşmüş durumda. Ama üyelerimiz burada devam ediyor. 1 işyerimizde grev kararı aldık. 10 işyerimizde toplu iş sözleşmesi devam ediyor veya yetkiye itiraz edilmiş, yetkinin sonuçlanması bekleniyor.

 

Bütün gücümüzü, enerjimizi örgütlenmeye vermenin zamanıdır

 

Son iki yılda yaklaşık 4 binin üzerinde üye kaydı yapmışız değerli arkadaşlarım. Şimdi bütün gücümüzü, enerjimizi örgütlenmeye vermenin zamanıdır. Bu  sendika acaba neyle gündemde kalacak dedi bir arkadaşımız konuşmasında. Bu sendika önümüzdeki dönemde iki ana gündemle gündemde kalmayı veya ön plana çıkmayı hedefliyor. Bunlardan biri biraz sonra değineceğim yeni sendikal değişimle  olmalı, ikincisi de örgütlenmelerle gündemde kalacağız. Ve o raporun gereklerini biz harfiyen yerine getireceğiz. Direkt telefon hattını da kuracağız, bir örgütlenme filmi, propaganda filmi de çektireceğiz. Bunu ulusal TV'lerde yayınlatma gücümüz olabilir mi bunu araştıracağız. En azından bu raporda gördüğüm belli bölgelere, işçilerin ağırlıklı olduğu belli bölgelere karşı önyargılı da davranamayız değerli arkadaşlarım. Bize bu konuda yardımcı olabilecek herkesle işbirliği yapmaya hazırız. Sizi bilmem ama biz kararlıyız, bu sendikayı Türkiye'nin en güçlü ve en etkili sendikası yapmalıyız. Bugün 228 bin çalışan var bu işkolunda değerli arkadaşlarım. Sendikamızın üye sayısı 24 bindir. 24 bin üye ile bu gücü ve bu etkiyi yaratan bir sendikanın, 50.000 üye ile l00.000 üye ile 200.000 üye ile yaratacağı etkiyi ve gücü hayal edebiliyor musunuz? İşte değerli arkadaşlar biz bu konuda kararlıyız.

 

Özelleştirme karşıtı mücadelemiz hiçbir şekilde tartışılamaz!

Bu sendika özelleştirme karşıtı mücadelesiyle özdeşleşmiş bir sendikadır. Bu konu hiçbir şekilde tartışılamaz yani bu anlamda hiçbir spekülasyona meydan verilemez.  Türkiye’de özelleştirme karşıtı mücadelenin en önemli adreslerinden biridir Petrol-İş Sendikası. Sendikamız bu konuda bilgi kaynağıdır, yönlendirme kaynağıdır değerli arkadaşlarım. Bir çok siyasi parti, özelleştirmeye karşı politika izleyen birçok kurum, bizim bilgilerimizden yararlanarak özelleştirmeye karşı politikalar oluşturmaktadır. Ve özellikle son 5 yılda uyguladığımız mücadele tahminlerimizin de üzerinde başarılı olmuş bir mücadeledir. Bazı siyasi partilerimiz, özelleştirme karşıtı mücadeleyi ağzına almayan bazı siyasi partilerimiz bile topyekün özelleştirmeye karşı olmasa bile, en azından Tüpraş, Telekom, Erdemir gibi stratejik kuruluşların özelleştirmesine karşıyız diyebilmişlerdir. Onlarda bu görüş değişikliğini sağlayan Petrol-İş Sendikası’dır. Zaten bizim yeni stratejimizin temel hedefi buydu, özelleştirmeye evet-hayır ikilemini kırmaktı. En azından özelleştirmeye hayır demiyorlarsa dahi, “Bu şekilde özelleştirme yapılamaz. Şu şu kurumlarda özelleştirme yapılmasın” demelerini hedefledik.  Ve hiçbirimizin sevmediği, hatta nefret ettiği Kemal Derviş dahi, bir CD'mizde izlemiştiniz, ”Ben Telekom’un özelleştirilmesine, Tüpraş’ın özelleştirilmesine karşıyım” demiştir bizim kameraya değerli arkadaşlarım.

 

Özelleştirme karşıtı fikirlerin gelişmesine neden olduk

 

Bu sendika kamuoyunda özelleştirme karşıtı fikirlerin gelişmesine neden olmuştur. Türkiye'nin en güvenilir kamuoyu araştırma şirketine araştırma yaptırdık.  Yüzde 42 oranında özelleştirmeye hayır çıkmıştır. Bu çok önemli bir rakamdır değerli arkadaşlarım, bu başarının kanıtıdır. Ama bunun ötesinde karlı, verimli, stratejik kuruluşların özelleştirilmesine ne diyorsunuz dediğiniz zaman, kararsızları da içine kattığınız zaman, özelleştirmeye % 73 oranında hayır cevabını vermişlerdir. Bir önceki soruda özelleştirmeyi destekliyorum diyen kişilerin neredeyse % 30’u “Özelleştirmeyi destekliyorum ama Tüpraş, Telekom, Petkim gibi kuruluşların özelleştirmesine karşıyım” demiştir. Bunu kim dedirtmiştir, bunu Petrol-İş Sendikası dedirtti, bunu siz dedirttiniz değerli arkadaşlarım.

 

Geçmişe takılı kalan politikalar izlemiyoruz…

 

Elbette özelleştirme mücadelesinde eksiklerimiz oldu, hatalarımız oldu. Biz geçmişe takılı kalan bir politika izlemiyoruz. Günahıyla, sevabıyla, hatalarıyla, doğrularıyla geçmiş bizim geçmişimiz. Önemli olan orada takılı kalmak değildir, geleceğinizi planlamaktır değerli arkadaşlarım. Ama geçmişin hatalarından ders çıkaracak kadar olgun insanlarız. Geçmişin hatalarından ders çıkarırız. Doğruları kendimize rehber ediniriz, dolayısıyla bu mücadelenin elbette eleştirilecek yönleri var, bunları kabul ediyoruz. Haklı eleştiriler var, bunları da kabul ediyoruz. Ama bu olumsuzluklara lütfen takılı kalmayın değerli arkadaşlarım. Bu olumsuzluklardan dersimizi çıkaralım ve yolumuzda yürümeye devam edelim. Ve değerli arkadaşlarım, hiç kimsede moral bozukluğu ve yenilgi psikolojisi olmasın. Biz yenilmedik, biz bugün burada konuşabiliyorsak, sokağa çıkıp başımız dik dolaşabiliyorsak, bu bizim aslında kazandığımızın göstergesidir.

 

Petrol-İş özelleştirme karşıtı mücadelede doğru politikalar izledi

 

İşte özelleştirmenin pratik sonuçları ortaya çıktıkça bizim izlediğimiz politikaların ne kadar doğru politikalar olduğu anlaşılıyor. Hani yabancılara satılmamak için Erdemir alınmıştı? Coşkun Ulusoy çıktı, milliyetçilikten dem vurdu, insanların duygularını okşadı, OYAK’ın ortaklarını Antalya’da topladı ve  gitti Erdemir’ i aldı. Ama şimdi ne yapıyor? Yabancı şirketlerle, en büyük rakibi ile ortaklık görüşmeleri yapıyor. O’na alkış tutan, “Yerli şirkete gitti, zaten Tofaş'ta da örgütlüyüm” diyen bir sendikanın Genel Başkanı şimdi ne diyecek, ona şaşıyorum. Ama Petrol-İş Sendikası ne yaptı? “Yerli, yabancı fark etmez, özelleştirmeye karşıyız” dedi değerli arkadaşlarım.

 

Değerli arkadaşlarım, sizler bölgelerinizde yaşadınız. Daha ziyade şube başkanlarımız her bölgede daha fazlasını yaşadı, bizler yaşadık. İşini gücünü bırakarak, kimi öğretmen, kimi sanatçı, kimi radyo yapımcısı, kimi TV yapımcısı bir sürü insan Petrol-İş Genel Merkezine, bizleri ziyarete geldi. Hiç ilişkimizin olmadığı, özel bir dostluğumuzun olmadığı insanlar geldi genel merkezimize. Tabii bir insan ne için gelebilir sizlerin ziyaretine. Bu insanlara niçin geldiklerini sorduğumuzda, “Hiçbir şey için gelmedim,  sadece teşekkür için geldim” cevabını verdiler. “Ne için teşekkür ediyorsunuz” deyince, “ Tüpraş için geldim. Siz Türkiye’de sendikacılığın nasıl yapılması gerektiğini bu topluma gösterdiğiniz için teşekküre geldim” diyorlardı.

 

Tüpraş mücadelemizde araç ve yöntemlerimiz doğru yöntemlerdi

 

Değerli arkadaşlar, dolayısıyla bizim Tüpraş mücadelesinde araç ve yöntemlerimiz doğru yöntemlerdi. Hatta biz bunları ekonomik gücümüz nedeniyle tam olarak kullanamadık.  Bunların daha da geliştirilmesi gerekiyor. Artık kamuoyunu etkilemenin araçları değişti değerli arkadaşlar. Boşuna demiyoruz, fabrikanın dört duvarı arasına sıkıştırılmış veya sadece yerel, lokal düzeyde yürütülen mücadeleler yeterli değildir diye. Fabrikalardaki mücadele sizin genelde yürüttüğümüz mücadelenin desteğidir değerli arkadaşlar, sadece desteği. Eğer sadece duygularınıza hitap etmek için veya duygularınızı tatmin etmek için, sadece fabrikadaki ve üyelerdeki mücadeleyi öngörürseniz bu mücadeleden başarıyla çıkamazsınız değerli arkadaşlarım. Onun için geneli hedefleyen, değişen dünya, ülke koşullarında modern iletişim ve propaganda araçlarından da yararlanarak yeni yöntemler geliştirmeniz gerekir.

  

Petrol-İş Sendikası yeni yöntemler geliştirdi değerli arkadaşlarım. Size soruyorum, izleyeniniz olduysa görmüştür. Bir sinema salonuna gitmişsiniz, film seyredeceksiniz, film öncesi çeşitli reklamlar çıkar,  kiminiz bakar, kiminiz kulak bile asmaz. Ancak bir anda müzikle birlikte “Bir Özelleştirme Harekatı- Irak” diye bir pompa gözünüzün içine giriyor…Tüyleriniz diken diken olmadı mı, ben size soruyorum değerli arkadaşlar? İşte toplumu etkileme budur arkadaşlar. O sinema salonlarında alkış kopmadı mı taraflısından tarafsızından? Hem savaş ilişkisini kuruyorsunuz, hem özelleştirme ilişkisini kuruyorsunuz, hem topluma çok önemli mesajlar veriyorsunuz. 

 

Politikalarımız, Uzmanlar Kurulumuzla  birlikte belirlenir…

 

Bu yöntemlere, bizler bütün kadromuzla birlikte karar verdik. Bir kere nasıl bir mücadele yapacağımızın kararını verdik ve mücadeleye uygun uzmanlarla çalışmaya başladık. Bizim avukat arkadaşımız Serap Özdemir burada… Petlas davasını kazandı, Petrol Ofisi davasını da kazandı… Tüpraş davasını da kazanabilirdi. Avukatımız Serap Özdemir’in bir eksiği yok. Biz sadece idari konularda daha yetkin ve bu işi direk takip edecek bir arkadaşımızı seçtik. Avukatımız Serap Özdemir’in 500 tane davasının arasına, Tüpraş davası sıkışmasın diye bir arkadaşımızı seçtik ve onunla çalıştık değerli arkadaşlarım. Ama sendikanın bütün kararlarını Uzmanlar Kurulumuzla alıyoruz arkadaşlar. Sendikamızın bütün uzmanları değerli uzmanlardır, her biri kendi alanında eğitim almış uzmanlarımızdır. Bu Uzmanlar Kurulu ayda bir toplanır, bir gündemle toplanır, bu ay sözleşmeleri tartışalım der, bu ay özelleştirmeyi tartışalım der, bu ay eğitimi tartışalım der. Bu Uzmanlar Kurulu’nda bu politikalar Merkez Yönetim Kurulu ile birlikte belirlenir ve Merkez Yönetim Kurulu da siyaseten burada kararlaştırılan konuları uygulamaya koyar veya

koymaz değerli arkadaşlarım.

 

Emek Platformu bizim yöntemlerimizi uygulasaydı kazanılmış haklarımız elimizden alınamazdı

 

Bu yaptıklarımızı, yeni mücadele anlayışımızı, Tüpraş’ın özelleştirilmesine karşı uyguladığımız yöntemleri Türkiye sendikal hareketi, Emek Platformu daha geniş kitleleri ilgilendiren sorunların çözümünde kullansaydı sonuçlar böyle mi olurdu? Mesela sosyal güvenlik konusu 70 milyon Türk insanını ilgilendiren bir konu. Emeklilik yaşı 55’e çıkarken bile o kadar büyük tepkiler gösterildi, 65’e çıkarken ciddi tepkiler gösterilmedi. Hiç abartısız söylüyorum, IMF'nin raporlarında var. Türkiye’de bu yasanın Meclis’ten geçmesine tepki olmadı şeklinde raporu var IMF' nin değerli arkadaşlarım. Hakikaten bu yasa, dünyanın şaşkın bakışları arasında Meclis’ten  çıktı. “Ama bu yasa çıkarken efendim Türk-İş bir şey yapmadı. Kahrolsun Türk-İş.  Türk-İş yöneticileri bir şey yapmadı. Zaten bunlar satılmıştı, bunlar iktidarla beraberler. Zaten Hak-İş hükümetin arka bahçesi. DİSK de zaten küçük kalmış” gibi bahanelerle olay, bu kadar basite indirilecek bir olay değildir. Bu konu kişilerin niyetleriyle de çok ilgili değildir.

 

Değerli arkadaşlarım. Bu kişiler çok iyi niyetli olabilir, mücadeleden yana olabilir ama bu mücadelede kullanılan stratejiler, yöntemlerle,  araçlar doğru değilse başarılı olamazsınız. Eğer Emek Platformu ki emek platformudur, Türkiye'nin en ücra köşesinde bile bir temsilciliği ve bir bürosu vardır, eğer Emek Platformu hiçbir şey yapmayıp, bizim Tüpraş’ta  izlediğimiz politikaları örnek alsaydı sosyal güvenlik yasaları Meclis’ten bu kadar kolay geçer miydi? Ki bu konu apar topar da gündeme getirilmedi. Yıllardır gündemde olan, hükümetin gündeminde olan bir konu. Hükümet programında olan, IMF’nin programında olan bir konu. Siz bu yasanın çıkacağını biliyorsunuz, sözde sosyal güvenlik reformunun gündeme geleceğini biliyorsunuz. Bizim yaptığımız gibi ufak ufak başlasaydı, afişiyle başlasaydı, bilboardı , radyo spotuyla başlasaydı ve bizim küçücük bir bütçemizle yedi gün, üçer spot, yedi televizyonda yayınladığımız propaganda filmini, O Derya’nın filmine benzer bir filmi yayınlatsaydınız bu yasalarda sonuç böyle mi olurdu? Emek Platformu 7 gün değil, 77 gün, üç spot değil, 24 saat boyunca, ulusal ve yerel televizyonlarla birlikte, l000’e yakın radyoyla birlikte bu spotları yayınlatsaydı, sosyal güvenlikte Türkiye ayağa kalkar mıydı kalkmaz mıydı ben size soruyorum? Kalkardı… Önce bu çalışmayı yapacaktınız, sonra tek bir söz sarf edecektiniz bakınız, tek bir söz… “Bu yasanın çıkmasına karşı olan herkesi Ankara’ya çağırıyoruz…” Bu kadar, başka hiçbir şeye, genel grev, genel direniş gibi eylemleri yapmaya gerek yoktu. “Herkesi Ankara’ya çağırıyorum..” Eğer bu söz sarf edildiği an, bu altyapı çalışmalarından sonra bu söz sarf edildikten sonra geri adım atmayacak bir hükümeti ben göremiyorum. Kaçacak delik arayacaklardı, yalvaracaklardı bize, “Biz yasayı geri çekiyoruz” diye değerli arkadaşlarım. Biz 100 bin kişiyle Tansu Çiller’e yasayı geri çektirmedik mi? O zaman milyonlarca kişi Ankara’da olacaktı. Milyonlar alanlarda olacaktı. Ankara'ya akacaklardı.

 

Klasik sendikacılık anlayışı bitti, bu dönemler kapandı,sadece üyenizi değil 70 milyonu hedeflemeniz gerekir

 

İşte sendikacılık böyle olmak durumunda. Oturup iki laf ederek, iki basın açıklaması yaparak kamuoyunu etkileyemezsiniz değerli arkadaşlarım. Bunlar bitti, bu dönemler bitti, bu dönemler kapandı. Bunlar klasik sendikacılık anlayışıdır değerli arkadaşlarım. Eleştirdiğimiz klasik sendikacılık anlayışlarıdır. Elbette bunları yadsımıyorum.  Her birinin katkısı var ama bunların  ötesine geçilmesi gerekiyor artık.  Sadece üyelerimizi değil, 70 milyonu hedeflememiz gerekir. İşte sendikalar toplumla bağı böyle kurar, kaybolan güveni topluma ancak bu şekilde sağlayabilir arkadaşlar. İşte o zaman sokaktaki vatandaş, “Sendikam benim için mücadele ediyor, o zaman ben de sendikalı olmalıyım” diyebilecek bir noktaya gelir ve sendikalar bir umut, bir çekim merkezi haline gelir. İzlenmesi gereken politikalar böyle olmalıdır.

 

Tüpraş’ta toplu bir tavır geliştirebilecek durumumuz yoktu…

 

Bunlarla birlikte özelleştirme sonrası Tüpraş’taki gelişmelere değinmek istiyorum. Tüpraş’ta yargı kararı kesinleştikten ve Tüpraş Koç-Shell Konsorsiyumu’na devredildikten sonra 828 üyemiz işten çıkarıldı, arkadaşlar bahsetti…Evet her özelleştirmede yaşanan bir sonuç… Ancak işten çıkarılan 828 üyemizin 680’i emekliliğini dolduran üyelerimizdi. Bunların 300’e yakını gönüllü olarak ayrılmak istediler.

 

Burada bir not düşmekte yarar var…Tüpraş’ta biz ne yapabiliriz diye konuştuk, tartıştık, rafineri rafineri konuştuk değerli arkadaşlarım… Genel olarak bir tavır ortaya koyamayacağımız kendi iç tartışmalarımızda anlaşıldıktan sonra genel bir tavır ortaya koymadık. Bunun nedenleri vardı… Bunları burada tek tek  anlatmanın da gereği yok ve doğru bulmuyorum. Ama bizim o günkü şartlarda toplu bir tavır geliştirebilecek bir durumumuz yoktu. Durumun SEKA ile benzerliği de yoktu bu anlamda, Seydişehir'e benzerliği de yoktu…

 

B planımız Tüpraş’ta örgütlülüğümüzü devam ettirmektir!

 

Değerli arkadaşlar 828 üyemiz gitti, öyle böyle, doğru, yanlış, tavır kondu, konmadı tartışması bir süre daha devam edebilir…Ama geliniz bundan sonra Tüpraş’ta izleyeceğimiz politikaları değerlendirelim. Tüpraş'ta bundan sonra bizim bilgimiz, inisiyatifimiz dışında hiçbir kimsenin, hiçbir bir üyemizin, onay vermediğimiz hiçbir kimsenin kılına dokundurtmayalım… Böyle ucuz  değil bu iş… Bundan sonra sendikamızın B planı, Tüpraş'ta örgütlülüğünü devam ettirmesidir. Örgütlülüğün devam etmesi için herşey yapılacaktır. Ve giderek, hoşunuza gitse de gitmese de bu anlamda merkezi otorite de artacaktır. Artık “Biz sorunumuzu alt düzeyde ve en üst düzeyde de genel müdürle de görüşüp, çözeriz” anlayışı, tavrı ortadan kalkacaktır doğal olarak. Daha koordineli, daha merkezi, birbiriyle uyumlaşmış ve ortak hareket edebilen bir anlayışla biz Tüpraş'ta örgütlü kalmaya devam edeceğiz…Koç’un gücü, Tüpraş'ta Petrol-İş Sendikası’nı sökmeye yetiyorsa, buyursun hodri meydan…Buna Koç’un gücü yetmeyecek. Petrol-İş Sendikası Tüpraş'ta kalmaya devam edecek. Türkiye’deki koşulların ne olacağını bilemeyiz. Venezüella örneğini boşuna vermedim ben size, petrol ve doğal gaz yeniden kamulaştırılıyor diye. Belki biz yeniden Tüpraş’ın   kamuya iadesini isteyeceğiz.

 

Dünya sendikal hareketi büyük sorunlar yaşıyor…

 

Değerli arkadaşlar dünya sendikal hareketi büyük sorunlar yaşıyor. Biliyorsunuz

yine Petrol-İş Sendikası olarak, ilk defa dünya sendikal hareketini yakından izleyen bir dosya çalışması yapıyoruz…Orada dünya sendikal hareketinde ne oluyor, ne bitiyor izliyorsunuz…Dünya sendikal hareketi bu küresel saldırılara karşı hızla birleşiyorDaha 3 Kasım’ da 152 milyon üyeli Uluslararası Özgür İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU) ile 26 milyon üyeli Dünya Emek Konfederasyonu (WCL) birleşti. Dünya genelinde 180 milyon üyeli Dünya Sendikalar Konfederasyonu oluştu değerli arkadaşlar. Bu birleşmeden sonra alınan ilk karar, küreselleşmeye karşı, ulus ötesi  şirketlerin işçi sınıfımıza yönelik küresel tavırlarına karşı küresel bir mücadele kararı oldu. 

 

Dünyadaki bu birleşmeler ülkelere pozitif olarak yansıyor ve bir çok ülkede sendikalar küçülen, dağılan, etkisizleşen yapılarını birleşerek güçlendiriyorlar.

 

Türkiye sendikal hareketi geleceği öngöremiyor

 

Ama biz hala bu konuyu ciddi bir şekilde gündemimize alamıyoruz.  Petrol-İş Sendikası olarak bütün işyerlerimizde, bütün bölgelerimizde lütfen bu birleşmenin politikalarını izleyelim.

 

Çünkü hiçbir politika akşamdan sabaha gerçekleşmez ama hayatın, gerçeğin kendisi zaten bunu bize zorunlu kılacaktır. Biz bir sendikaysak, geleceği öngören bir sendikaysak bunun daha hızlı gerçekleşmesini ve Türkiye’deki işçi sınıfını tahribata uğratan sorunların bir an önce önlenmesini hedeflemeliyiz. Hiçbir ön şart öne sürmeden 3 konfederasyon masaya oturmalı.

 

Bir konfederasyonumuz Hükümetin arka bahçesi olmayı bırakmalı!

 

Bir konfederasyonumuz hükümetin arka bahçesi olmayı, bir konfederasyonumuz başka politikalar izlemeyi bırakacak. Bir konfederasyonumuz, “Aman bunları korkutmayalım, korkutursak şu geçici işçiliği bile halledemeyiz” gibi düşüncelerden kendisini sıyıracak ve birleşmeyi önlerine koyacaklar. Sendikalar olarak gündemimize bunları almamız gerekirken bir de bakıyorsunuz karşınıza yeni naylon sendikalar çıkıyor. Öz Petrol-İş diye naylon bir sendika olarak karşımıza çıkıyor ve bizim üyelerimizi almaya çalışıyorsunuz. Sizin farkınız ne, güvenilir kurum musunuz, bir umut merkezi misiniz, bir çekim merkezi misiniz?

 

Artık şapkalarınızı önünüze koyun kardeşim. Bu koltuklar ömür boyu sizin koltuklarınız olmayacak. Önce, şu koltuklarımızdan vazgeçiyoruz deyin, bakınız birleşme oluyor mu olmuyor mu değerli arkadaşlar. Biz işkolumuzda da birleşmeye hazırız. Lastik-İş sendikamız var. İlişkilerimiz son derece iyi. Hiçbir sendikayla rekabetimiz yok. Genelde bir birleşmenin olmamasını ben anlayamıyorum. “Biz DİSK’iz” diyor arkadaşlar, “Biz DİSK’iz, Türk-İş ile bizim birleşmemiz nasıl olur” diyorlar. DİSK ve Türk-İş arasındaki ayrım neyse, benim aklım basmıyor, ben doğru bulmuyorum. “Biz DİSK’iz, Türk-İş ile nasıl birleşiriz “gibi çok soyut, anlamsız bir gerekçeyle birleşmelerin önü tıkanıyor.

 

Üç konfederasyon birleşsin, biz kendi işkolumuzdaki sendikayla birleşmeye hazırız!

 

Böylesi bir durum olduğu zaman ertesi gün biz  birleşiriz. Ama üç konfederasyonun birleşmesi yeter mi, yetmez. Maalesef Türkiye’de memurlar, kamu çalışanları işçileri örnek alamadılar. Oysa yaşanan her şey mücadelemizde bize örnek olmalıdır. 1950'den itibaren kurulan sendikalar Türkiye'de bölündü, parçalandı, onlara, binlere bölündü. Bunlardan hiç mi örnek almadınız Allah aşkına? Almadılar… Tabii onlar da bölündü, parçalandı. Onlar bizden de kötü oldu. Neredeyse her siyasi anlayışın bir konfederasyonu oldu. Memur - işçi ayrımı suni ayrımlar, ILO standartlarında olmayan ayrımlardır. Bütünü kapsayan, daha geniş kavramda, bütün çalışanların tek çatı altında birleşmesi gerekiyor.

 

Türk-İş yönetimi  gönül alma, oy alma, koltukta kalma hesabında…

 

Dünyadaki bu gelişmelerin bize örnek olması gerekiyor ama olması gereken bu iken biz ne yapıyoruz?  Daha da içe kapanıyoruz. Çalışma Bakanlığı 28 iş kolunu 16’ya indiren bir taslak önümüze koydu iki yıl önce.  Ben Türk-İş yönetimine şunu söyledim. Sayın Başkan bu iş kollarının 16’ya inmesine onay verelim ama size, bizi de buradan ayırın diye çok baskılar gelecek. Lütfen dirayetli davranın. Hiç bir hesap yapmayın. Buna onay verin, derhal çıksın dedik ama çıkmadı. 16 işkolu oldu 17.  Son Başkanlar Kurulu’nda okudu arkadaşlar, iş kolu sayısı 18 olmuş. Efendim hava taşımacılığı ayrı, deniz taşımacılığı ayrı, kara taşımacılığı ayrı. Bunu da ayıralım dedi arkadaşlar. Demek ki 21 olacak.  Böyle bir anlayış olamaz  değerli arkadaşlar. ILO'nun kabul ettiği işkolu sayısı 16’dır. Dünyada savunma diye bir iş kolu yok. Harb-İş geldi, işyerlerimizi aldı. Dünyanın neresinde savunma işkolu diye bir iş kolu var. Orada yapılan işler metale giriyorsa metaldir, kimyaya giriyorsa kimyadır. Savunma işkolu diye bir iş kolu olur mu? Biz savunma iş kolu yaratıyoruz. Gönlünü alacağız ya yarın da seçim olacak, oyunu almam lazım, koltukta kalmam lazım. İşte gıda sektörü… Bakınız şeker ayrı sektör, gıda ayrı bir sektör. Arkadaşlar buna ancak gülünür. Ve biz bunun hala böyle kalmasını istiyoruz. Bu böyle yürümez değerli arkadaşlarım.

 

Sendikacılığın manifestosunu yeniden yazalım!

 

Bu anlayışlarla, bu politikalarla bu sendikacılık böyle gitmez. Ve Petrol-İş Sendikası bu anlamda da üzerine düşeni yapmak durumundadır. Sizlerden bu anlamda da önderlik bekliyoruz Türk-İş Genel Kurulu yaklaşıyor. Ona yönelik yeni politikalar, yeni stratejiler geliştirmemiz lazım. 21. yüzyılda sendikacılığın manifestosunu yeniden yazmamız lazım. Bu değişimin, bu yenilenmenin, bu politikaların, bu stratejilerin ne olması gerektiğini formüle etmeliyiz.

 

Evet bu konuda biz bir çok ipuçları veriyoruz izlediğimiz politikalarda. Ama bunlar yeterli değil. Bunların geliştirilmesi gerekiyor, bilimsel bir şekilde de içeriklerinin doldurulması gerekiyor. Bu konuları da tartışmaya açıyoruz değerli arkadaşlarım. Bu konularda da sizin fikir üretmenizi, politika üretmenizi ve katkı koymanızı istiyoruz. Sendikal hareketin bu anlamda çok ciddi bir değişime ve yapılanmaya ihtiyacı vardır. En basitinden ekonomik krizden biliyoruz. Bir kriz ancak değişim ve yenilenme politikaları ile aşılır değerli arkadaşlar. Bunu ekonomik krizde çok duyduk biliyorsunuz.

 

Değişim ve yenilenme politikaları beni koltuğumdan edecekse ben o koltuktan olmaya hazırım

 

Evet Türkiye’de bir sendikal kriz var. Bu kriz de ancak ve ancak bu şekilde aşılabilir. Sendikalar önüne değişimi ve yenilenmeyi koymak durumundadır.

Bu değişim ve yenilenme politikaları, çok net söylüyorum, beni koltuğumdan edecekse ben o koltuktan olmaya hazırım. Yeter ki Türkiye sendikal hareketi derlensin toparlansın. Gücünü ve enginliğini artırsın, üyeleriyle ve toplumla olan güven bunalımını ortadan kaldırsın. Ve işçi sınıfı mücadelesini, sadece ulusal sınırla görmeyip dünya işçi sınıfı ile bütünleştirsin. Küreselleşmeye karşı, kapitalizme karşı mücadelesini sürdürsün, sadece ekonomik ve sosyal haklar da kazanım değil, aynı zamanda bir başka dünyayı kurmak için mücadele yapsın. İşte biz böyle düşündüğümüz takdirde, bu şekilde politikalar yürüttüğümüz takdirde sendikal hareket içinde bulunduğu bunalımı aşacaktır, krizleri aşacaktır. Büyüyecektir ve gelişecektir.

  

Türk-İş AB sürecinin takipçisi olmalı!

 

Diğer bir konuya, Türkiye sendikal hareketi olarak ihmal ettiğimiz bir konuya, Avrupa Birliği konusuna değinmek istiyorum. Avrupa Birliği konusunda, bir sendikanın veya konfederasyonun politikalarındaki öncelik AB’ye girilsin olmamalı veya AB’ye girilmesin olmamalı. Evet buna katıl, katkı koy, geliştir ama bu süreç sürüyor. Sen bir sosyal tarafsın ve Avrupa Birliği Komisyonu senin gözünün içine bakıyor.  Öyle rast gele demeçler yerine sürecin takipçisi ol. Onlarca gönüllü uzman var, bilim insanı var. Ki biz bu konuyu hep ihmal ediyoruz, Onlarla ciddi bağları kuramıyoruz. Gel, Onlarla bir bilim havuzu oluştur.  TÜSİAD açmış Brüksel’de bürosunu. Brüksel’de bir gelişme oldu mu hemen TÜSİAD temsilcisine bağlanıyorlar. Gel kardeşim sen de aç büronu, buradan sana da bağlansınlar. Sen de görüşlerini söyle. Türkiye’deki sendikal, sosyal hakların uyumunun nasıl sağlanacağına ilişkin politikaları  izle.

 

AB Sosyal Şartı çok önemli…

 

AB Sosyal Şartı çok önemli değerli arkadaşlarım. Sosyal yaşama ilişkin Avrupa’da uygulanan ortak bir belge bu. Bu Sosyal Şart’ın bizde çekinceler konularak Meclis’ten geçen 4, 5 ve 6. maddeleri çok önemli.  Bakın o belgenin 4. maddesinde yıllık ücretli izin 30 günden aşağı olamaz diyor değerli arkadaşlar. 5. madde asgari ücreti tarifliyor. 6. madde herkesin grev hakkını, toplu eylem hakkını güvence altına alıyor. Ve hükümet de bir yıldır bas bas bağırıyor çekince koyacağım diye. CHP milletvekilleri bas bas bağırıyor çekincesiz imzalayın diye. Özel olarak beni de arayanlar oldu, sağolsun başta CHP Kocaeli Milletvekili İzzet Çetin olmak üzere… “Başkan ne olursunuz, bir şeyler yapın gidiyor” diyor. Biz ne yapıyoruz? Oturuyoruz, seyrediyoruz. Meclis’in önünde bir açıklama yapıyoruz. Meclis’in lobisine dahi gidip şu Hükümete tepkimizi gösteremiyoruz. Politika böyle izlenir mi?

 

Sendikalar ve sendikacılar arasında çok ciddi çatışmalar yaşanacak

 

Bu anlamda söyleyecek çok şey var. Bu iş böyle yürümez değerli arkadaşlarım. Bir şeyler değişecek ve açık söylüyorum, sendikalar ve sendikacılar arasında önümüzdeki dönem artık çok ciddi çatışmalar yaşanacaktır. Biz bu çatışmayı da göze alıyoruz. Ama biz bu çatışmayı yaparken Donkişot'un yaptığı gibi yel değirmenleri ile savaşmayacağız. Bilimin gösterdiği yolda aklımızla, mantığımızla hareket edeceğiz. Biz Türkiye’deki sendikal hareketin değişimine ve yenilenmesine önderlik yapacağız. Petrol-İş Sendikası’na yakışan budur. Size yakışan budur. Çünkü Petrol-İş Sendikası 56 yıllık mücadelesinde hem Türkiye’de demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin gelişimine katkı koymuştur. Hem de sendikal mücadelenin gelişimine katkı koymuştur. Bu sendika grev hakkının olmadığı zamanlarda direniş yapmıştır. Türkiye’de grev hakkının olmadığı zamanlarda nadir direniş yapan sendikalardan biridir. O grev hakkının verilmesinde, rahmetli Cahit Talas’ın, rahmetli Ecevit’in de rolü olmuştur. Ama sendikalar o grev hakkını söke söke almıştır. Bu direnişler unutulmamalı değerli arkadaşlarım. Size, bize  sınıfımızın tarihi unutturulup, bu hakları birileri  bize vermiş gibi empoze ettiriliyor. Hayır değerli arkadaşlar! Türkiye işçi sınıfı o günkü baskıcı, yasakçı dönemlerde sendikanın adının ağıza alınamadığı dönemlerde sendikal, politik örgütlenmeler yapmıştır ve bir çok insan bunun bedelini canıyla ödemiştir, işkencelerden geçmiştir, hapislerde yatmıştır. Petrol-İş Sendikası kurulduğundan beri, 15- 16 Haziran’larda da, DGM direnişlerinde de tavrını ortaya koymuştur. Bu uğurda şehitler vermiştir ve büyük mücadelelerin altına imza atmış bir sendikadır. Tarihsel misyonumuz gereği biz yine bu mücadeleyi vermeye devam edeceğiz.

 

Türkiye çok önemli bir süreçten geçiyor

 

Az evvel söyledim. Türkiye’deki demokrasinin gelişimine, insan hak ve özgürlüklerinin gelişimine yoğun bir katkı veriyoruz. Bugün Türkiye çok önemli bir süreçten geçmektedir, bunu kabul edelim. Giderek daha tahammülsüzleşiyoruz. Giderek hoşgörü kayboluyor. Ama bunun nedeni tek taraflı değil değerli arkadaşlar. Toplum giderek geriliyor…Türkiye toplumsal çatışmaların eşiğinden bir kez birkaç kez döndü geçtiğimiz yıllarda. Maalesef şu anda bu eşikte duruyoruz. Her an çok ciddi toplumsal ayrışımlar ve  toplumsal çatışmalarla karşı karşıya kalabiliriz. Bu konuda yapılacak şudur. Öncelikle sağduyuyu kaybetmemek, demokratik ilkelerden taviz vermemek. Her sorunun çözümünü demokraside, insan hak ve özgürlüklerinin gelişiminde, barış, dostluk ve kardeşlikte görmeliyiz. Böyle  düşündüğümüz takdirde, hem Türkiye üzerinde oynanan oyunları bozacağız, hem de Türkiye'yi çağdaş, demokratik uygar bir toplum haline dönüştüreceğiz. Demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin gelişiminde her ne kadar AB etken olsa da, biz bunları, AB istedi diye değil, Türk toplumu istediği için, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları bu haklara layık olduğu için istiyoruz. Hiç bir sorunumuzun çözümünü AB’ye, ABD’ye havale etmeyi doğru bulmuyoruz. Özel temsilciler atanıyor, Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerindeki bir sorun Amerika'ya havale ediliyor. Hayır… Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerindeki her sorun, bizim sorunumuzdur. Bu sorunu toplumsal birlikteliğimizden taviz vermeden ancak biz çözeriz. Amerika da çözemez, AB de çözemez.

 

Sizleri siyasete müdahil olmaya çağırıyorum!

 

Diğer önemli bir konuya, seçimler konusuna da değinmek istiyorum. Seçimler geleceğimizi belirleyecek. Türkiye'de  2007 yılında yaşanacak ekonomik, sosyal, siyasal bir çok sorunu iki seçim yakından ilgilendiriyor. Şimdi hiç vakit geçirmeden bu seçimlerde izleyeceğimiz stratejiyi konuşmamız gerekiyor. Sendika olarak bir önermede bulunduk, sonuç bildirgemize de girdi. Hepiniz AKP’den şikayet ediyorsunuz, o zaman gelin bir seçim politikası, bir seçim stratejisi belirleyelim. Bu ne olabilir? Örneğin çok temel 3- 4 konumuzu öne çıkaralım, bu iş güvencesi olur, yasal değişiklikler olur vs. Bu 3 - 4 konuyu öne çıkaralım ve gidelim bir parti ile bir anlaşma yapalım, yapıyorsa tabii. Kamuoyu önünde, noter huzurunda bir anlaşma yapalım. O parti diyecek ki, ben iktidara gelirsem sendikaların bu önerilerini 6 ay içerisinde yasalaştıracağım. Biz de diyeceğiz ki, seni bu seçimlerde destekliyoruz. Sana oy vereceğiz ve iktidara geldikten sonra 6 ay seni gözlemleyeceğiz ama 6 ay içerisinde bunları gerçekleştirmezsen senden desteğimizi çekeceğiz. Bu sefer senin iktidardan indirilmen için siyasi tavır da dahil olmak üzere her türlü mücadele edeceğiz.  İşte bakın bu stratejidir, sadece bir düşüncedir, bir örnektir. Buna benzer bir politikayı bizim izlememiz gerekiyor. Sizden ricam şudur, bütün üyelerimize mesajımız budur değerli arkadaşlarım. Siyaseti ve oy vermeyi biz gönül işi olarak görüyoruz. Siyasi bağlılıklarınızı, aidiyet   duygularınızı, evet bunları kabul ediyoruz. Ama aklımız ve mantığımızla hareket etmeliyiz ve sınıfsal çıkarlarımızı ön plana almalıyız. İşte bu doğrultuda oy verme işinin bir gönül işi olmadığını düşünmeliyiz. Bu güne kadar yaptığımız siyasi tercihleri gözden geçirmeliyiz. Bu anlamda siyaset yapma tarzımızı da değiştirmeliyiz. İşte bu şekilde davranabildiğimiz takdirde bugün yakındığımız, şikayet ettiğimiz bir çok  şeyi değiştirebiliriz. Aksi halde 4 yıl sonra geliriz bu salonlarda aynı şeyleri konuşmaya devam ederiz. Sizi sadece sendikal hakların, sosyal hakların gelişimine, sendikal hareketin değişim ve yenilenmesine katkı koymaya değil, siyasete de müdahil olmaya çağırıyorum. Oyunuzu sınıfsal çıkarlarımız doğrultusunda kullanmaya davet ediyorum. Üyelerimizin bu şekilde yönlendirilmesini ve önümüzdeki seçimde bir siyasi  tavır koyması çağrısında bulunuyorum.

 

Fikirleriniz, politikalarımızın belirlenmesinde bizlere ışık tutacak

 

Değerli arkadaşlarım zamanımız da doldu. Çok verimli bir Temsilciler Kurulu geçti. Belki bazılarınız, tartışmalarda çok önemli şeyler yok diyebilirsiniz ama her fikir çok önemlidir. Bunların hepsi tarafımızdan not edilmiştir. Bundan sonraki politikalarımızın belirlenmesinde bize ışık tutacaktır. Ayrıca iki gün boyunca olağanüstü bir disiplin gösterdiniz. Bunu, daha önceki Temsilciler Kurullarındaki gözlemlerime dayanarak söylüyorum. Müthiş bir disiplin içerisinde hareket ettiniz. Her konuşmacıyı buradan dikkatle dinlediniz ve her şubemiz bu Temsilciler Kurulu’na çok önemli katkılar koydu. Bunun için hepinizi Merkez Yönetim Kurulu adına yürekten kutluyoruz. Hepinize sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum ve önümüzdeki dönem mücadelelerinizde hepinize başarılar diliyorum. 

 

Petrol-İş, değişimin, yenilenmenin önderliğini yapacak!

 

Hiç merak etmeyin! Türkiye'nin en güvenilir,  imajı en güçlü olan bu Sendika, bu güvenilirliğini devam ettirecektir ve Türkiye sendikal hareketinde değişimin, yenilenmenin önderliğini yapacaktır. Değerli arkadaşlarım Petrol-İş, sendikal mücadeleye çok önemli katkılar koyacaktır. İşte bu duygu ve düşüncelerle iki gün boyunca başarılı geçen bu Temsilciler Kuruluna gösterdiğiniz sabra, ilgiye teşekkür ediyorum. Kürsüye çıkan hemen hemen her arkadaşımızda, sendikamızın politikalarını özümsemiş ortak bir dil, ortak bir üslubun artık yerleştiğini görmekten duyduğum mutlulukla, Merkez Yönetim Kurulu adına hepinize, bir kez daha sevgi ve saygılar diliyorum. Hepinize mücadelenizde ve mücadelemizde başarılar diliyorum.

 

Mustafa Öztaşkın

Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı