BANDIRMA ŞUBEMİZ GENEL KURULU'NDA KONUŞAN ÖZTAŞKIN:



 

Partiler üstü politika anlayışı bir kandırmacadır. Sorunları

çözmek istiyorsak siyasete müdahil olalım, siyaseti yönlendirelim”



 

Bandırma Şubemizin 29 Nisan tarihinde yapılan 16. Genel Kurulu'na katılan Genel Başkanımız Mustafa Öztaşkın, Genel Kurul'da yaptığı konuşmada, emekçilerin seçimlerde, AKP iktidarına karşı net bir tavır koyması, sorunların çözümü için yakınma yerine siyasete müdahil olmaları ve siyaseti yönlendirmeleri gerektiğini söyledi. Partiler üstü politikanın olamayacağını, bu anlayışın terk edilmesi gerektiğini belirten Öztaşkın, bunun bir kandırmaca olduğunu ve örtülü bir şekilde siyasi iktidarlara destek vermeye dönüştüğünü bildirdi. Öztaşkın'ın konuşmasının tam metnini aşağıda sunuyoruz:

 

Bandırma Şubemizin 16. Genel Kurulunu onurlandırmak için örgütümüzün çeşitli şubelerinden genel kurulumuzu izlemek üzere gelen değerli arkadaşlarım!

 

Yine genel kurulumuzu oluşturan çok değerli delege arkadaşlarım ve üye arkadaşlarım!

Öncelikle hepinizi şahsım ve merkez yönetim kurulu adına sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım! Sözlerime başlamadan evvel, sendikamıza yeni üye olmuş olan ve geçtiğimiz hafta Bagfaş'ta meydana gelen iş kazasında hayatını yitiren Ümit Özsoy adlı arkadaşımıza Tanrı'dan rahmet, yakınlarına ve sizlere başsağlığı diliyorum.
 

Türkiye çok ciddi bir krizle karşı karşıya

Değerli arkadaşlarım! Kongremizin toplandığı gün Türkiye'de çok önemli olayların yaşandığı bir gündür. Veyahut da diyebiliriz ki bugünler, tarihsel günlerdir. Çünkü Türkiye çok ciddi bir krizle karşı karşıyadır.

 

Değerli arkadaşlarım! Petrol-İş Sendikası olarak uzun bir süreden beri bazı konulara dikkat çekiyorduk. Türkiye'de toplumsal barışın tehdit altında olduğunu ve toplumda giderek çatışma ve ayrışma kültürünün hakim olduğunun altını çiziyorduk. Çünkü uzunca bir süreden beri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını kimlik bağlamında birbirine düşürecek politikalar izlenmektedir. Bu politikalar kimilerince din ve mezhep temelinde yapılmakta, kimilerince ırk ve milliyetçilik temelinde yapılmakta, kimilerince azınlık ve kültürel haklar temelinde yapılmaktadır.

 

Oysa Türkiye Cumhuriyeti yani Anadolu dediğimiz bu topraklar binlerce yıldır çeşitli inançlara, çeşitli ırklara, çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Anadolu dediğimiz yer bir mozaiktir ve Anadolu mozaiği diye bir kavram vardır. Bu mozaikte, bu toplumda insanlar birbirine hoşgörü ile yaklaşır. Bu mozaikte insanlar, birbirlerinin inançlarına, kimliklerine ve her türlü farklılıklarına saygı göstererek bir arada, birlikte, yüzyıllardır, hatta binlerce yıldır yaşamaktadırlar.

 

Ancak ne yazık ki son gelişmeler, ülkemizin bu mozaiğini parçalayabilecek niteliktedir ve ülkemizin giderek bölünmesine ve parçalanmasına dahi gidebilecek ciddi bir iç savaşı, toplumsal çatışmaları beraberinde getirebilecek bir sürece doğru hızla ilerlemektedir.

 

Bütün bunlara karşı bizim yapmamız gereken öncelikle sağduyulu davranmaktır. Toplumsal birlikteliğimizden taviz vermeden bütün bu sorunları demokrasi, barış, insan hak ve özgürlükleri temelinde çözmemiz gerekir. Eğer bu şekilde davranmazsak ve az evvel saymaya çalıştığım kimlik bağlamındaki ayrışmaların üzerine herkes kendi cephesinden gitmeye çalışırsa, toplumda barışı ve sağduyuyu hakim kılamaz isek önümüzdeki günlerin bugünlerden çok daha kötü olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Kaldı ki peşpeşe yaşanan cinayetler, ülkemizin nereye doğru gitmekte olduğuna da iyi bir örnektir.
 

Toplumsal çatışmaların olduğu yerde insan hak ve özgürlükleri olmaz

Değerli arkadaşlarım! Daha 18 yaşını doldurmamış çocuklarımız, reşit olmamış çocuklarımız, beline silahı takıp, gazeteleri basıp, gazetelerin genel yayın yönetmenlerini maalesef öldürmektedir. Yine yetiştirdiğimiz çocuklar Malatya'da, yine bir yayınevini basıp, vahşice, işkence ederek insanları öldürmektedir, boğazlarını kesmektedir. Hepimizin düşünmesi lazım. Bu çocuklar nasıl yetiştiriliyor? Bu çocuklar neden bu hale getirildi? Biz nereye doğru gidiyoruz? Bu toplum nereye doğru gidiyor? Bunda bizim sorumluluklarımız nedir? Devleti yönetenlerin sorumlulukları nedir?

 

Herkesin oturup bunları düşünmesi lazım değerli arkadaşlarım. Eğer bunların önüne geçilmezse göreceksiniz, bu gibi olaylar peşpeşe devam edecektir. Ve ülkemiz hızla karanlığa doğru sürüklenecektir. İşte bu karanlığın önüne geçmek, başta bizlerin görevidir. İşçi sınıfının görevidir, sendikaların görevidir.

 

Çünkü bütün bunlar bizim aleyhimizedir. Toplumsal dayanışmaların, toplumsal çatışmaların olduğu yerde huzur olmaz, istikrar olmaz, demokrasi olmaz, barış olmaz, insan hak ve özgürlükleri olmaz. İşçi hak ve özgürlükleri hiç mi hiç olmaz. Onun için bunlara karşı sağduyulu olmamız ve ülkemizde toplumsal barışın sağlanması için elimizden gelen her şeyi yapmamız gerekir.
 

Petrol-İş aylar öncesinde, Cumhurbaşkanını yeni Meclis'in seçmesi çağrısında bulundu

Değerli arkadaşlarım! Yine Sendika olarak uzun süreden beri Türkiye'nin 2007 yılında iki kritik seçim yaşayacağını ve bu seçimlerin Türkiye'de ciddi sorunlara ve krizlere gebe olacağını ifade etmiştik. Ve Türkiye'nin bu seçimlerde ciddi bir kriz yaşamaması için bizim çağrımız; cumhurbaşkanlığı seçiminden evvel bir genel seçimin yapılması ve cumhurbaşkanının bir toplumsal uzlaşı temelinde seçilmesiydi. Çünkü cumhurbaşkanını seçecek olan Meclis, 4,5 yıldır görevdeydi, eskimişti, yıpranmıştı. Meclis'in bu anlamda siyaseten bir yenilenmesi, toplumun son siyasi eğilimlerinin Meclis'e yansıtılması gerekiyordu. İkincisi ise Türkiye'de maalesef seçim sisteminden kaynaklanan bir demokratik temsil sorunu vardır. Şimdi şu anda seçmenlerin 25'inin, oy kullananların ise yüzde 34'ünün oyu ile parlamentoda yüzde 65'lik bir temsil vardır. Dolayısıyla Türkiye'de bir temsil krizi vardır. Halkın birebir oyları parlamentoya yansımamaktadır. Dolayısıyla Seçim Yasası'nı da demokratik bir şekle dönüştürerek, yeni bir seçim yapılmasını ve bu seçimden sonra cumhurbaşkanının seçilmesini biz ısrarla talep etmiştik. Çünkü mevcut parlamentoda seçilecek cumhurbaşkanının, adı kim olursa olsun, mutlak surette bir meşruiyet tartışmasına yol açacağını belirttik.
 

Bir tek kişi cumhurbaşkanı adayı belirleyebilir mi, böyle demokrasi olur mu?

Dolayısıyla cumhurbaşkanlığı gibi önemli bir makamın 7 yıl boyunca meşruiyetinin tartışılmaması gerektiğinin altını çiziyorduk. Ama ne yazık ki bunların hiç birisi olmadı ve bütün 70 milyonun önünde bir siyasi tiyatro, bir demokrasicilik oyunu oynandı. Ve değerli arkadaşlarım, hiç kimsenin görüşünü dikkate almadan, toplumsal tepkileri dikkate almadan, bir uzlaşı arayışına dahi girmeden bir tek kişi çıktı, cumhurbaşkanı adayı şu kişidir, dedi.

 

Değerli arkadaşlarım! Biz, insanların, gösterilen kişinin isminde, kimliğinde v.s. özelliklerinde değiliz ama bu tek kişinin gösterdiği kişi de kendisinin siyasi ikizidir. Bir demokrasiden bahsediyoruz ama sadece ve sadece bir kişi, cumhurbaşkanlığı adaylık müracaatının bitmesine bir gün kala, bir kişi çıkıyor, cumhurbaşkanı şu olacak diye belirleme yapıyor. Böyle bir demokrasi olur mu? Bunun neresi demokrasidir? Artık toplumu kandırmaktan vazgeçsinler.

 

Burada bir sıkıntı vardır. Burada, cumhurbaşkanlığı seçiminde bir sıkıntı vardır değerli arkadaşlarım. O zaman bu sistemin sorgulanması gerekir. Evet, cumhurbaşkanı böyle bir sistemle mi seçilmelidir, yoksa farklı bir sistemle mi seçilmelidir? Çünkü gerçekten de ortada bir demokrasi oyunu vardır, bir tiyatro vardır.

 

Ortada demokratik bir yöntem, demokratik bir tavır, halkın eğilimlerinin, toplumun eğilimlerinin cumhurbaşkanlığı seçimine yansıması diye bir şey söz konusu değildir. Onun için buradaki, bu seçimle ilgili Türkiye'nin iyi düşünmesi gerekir. Önümüzdeki döneme ilişkin bu anlamda sistemini gözden geçirmesi gerekir. Cumhurbaşkanının nasıl seçilmesi gerektiğini, nasıl belirlenmesi gerektiğini çok iyi bir şekilde değerlendirmesi ve buna uygun demokratik kuralların ve yöntemlerin geliştirilmesi gerekmektedir.

 

İşte değerli arkadaşlarım, toplumsal uzlaşıdan yana olmazsanız, toplumun tepkilerine, eğilimlerine kulak vermeden bir cumhurbaşkanı adayı belirlemeye kalkarsanız, hem de bu adayı tek başına belirlemeye kalkarsanız Türkiye'de dün olduğu gibi bir siyasi kriz ortaya çıkar.
 

Kriz, Genel Kurmay'ın açıklamasıyla derinleşti

Şu anda Türkiye'de çok ciddi bir siyasi kriz vardır. Ve bu kriz Genel Kurmay Başkanlığı'nın açıklamasıyla daha da derinleşmiştir. Korkarım bu siyasi krizi başka krizler takip edecektir. Çünkü krizler fay hattı gibidir, birbirini tetikler. Siyasi kriz ekonomik krizi tetikler, ekonomik kriz diğer toplumsal ve sosyal krizleri tetikler. Umut ediyorum ki bu kriz daha fazla derinleşmeden ve diğer krizleri tetiklemeden bu işe bir çözüm bulunur. Çözüm bulunmadığı takdirde krizin ve krizin sonuçlarının ne olduğunu çok iyi bilen bir toplum olarak başımıza nelerin gelebileceğini bilmemiz gerekir. Eğer bu kriz, örneğin ekonomik krizi tetiklerse yarın sabah kalktığımızda, hepimiz belki de yüzde 2 oranında fakirleşmiş olarak kalkacağız değerli arkadaşlarım.

 

Onun için bu krizin sağduyulu bir şekilde çözülmesi için herkesin çaba sarf etmesi gerekir. Ve krizin bedelinin kesinlikle halka ödettirilmemesi gerekir. Hiç kimsenin siyasi kaprisleri için, siyasi ideallerini gerçekleştirmek için bu ülkeyi krize sürüklemeye hakkı yoktur. Kim ki böyle düşünürse, kim böyle yaparsa bu halka, bu ülkeye en büyük kötülüğü yapacaktır. Ve bunu yapanlar da bunun bedelini en ağır şekilde ödeyeceklerdir, ödemelidirler de ayrıca değerli arkadaşlarım.

 

Demokratik rejim, demokrasi dışı yöntemlerle korunamaz

Değerli arkadaşlarım! Petrol-İş Sendikası Cumhuriyetin temel ilkelerine ve kazanımlarına sıkı sıkıya bağlı bir sendikadır. Petrol-İş Sendikası demokratik, laik, sosyal hukuk devletini savunmaktadır. Ancak bu son gelişmeler kaygı vericidir ve demokratik rejim tehdit altındadır. Şu unutulmasın, demokratik rejim demokrasi dışı yöntemlerle korunamaz. Petrol-İş her zaman, demokrasiye ve demokratik rejime sahip çıkmıştır ve bugün de sahip çıkmaya devam edecektir. Hiç kimse demokratik rejimi, demokrasiyi demokrasi dışı yöntemlerle korumaya kalkmasın. Demokrasi siyasetle işler değerli arkadaşlarım. Kriz vardır, anca krizler yine siyasetle çözülür. Siyaset ise bir uzlaşmadır. Eğer bugün bu ülkeyi ister iktidarı, ister muhalefeti, ister başkaları, kim ki bu ülkeyi krize doğru sürüklüyorsa herkes aklını başına almalıdır. Herkes kendi doğrusunu bir başkasına dikte etmeyi bırakmalıdır.
 

Hükümet izlediği politikaları derhal değiştirmeli

Hükümet ise toplumla inatlaşmamalı ve mağdur rolünü oynamamalıdır. Bunun yerine uzlaşmayı tercih etmelidir. Hükümet, bu ülkenin daha derin krizlere gitmemesi için, daha derin krizlere sürüklenmemesi için izlediği politikaları derhal değiştirmelidir. Toplumsal uzlaşmayla bu krize mutlak bir suretle çözüm bulmalıdır. Aksi halde dediğimiz gibi Türkiye çok ciddi sıkıntılar, çok ciddi sorunlar yaşayacaktır.

 

AKP iktidarı sosyal devleti ortadan kaldırmak istiyor

Değerli arkadaşlarım, bu hükümetin gittiği yol doğru değildir. Biz Petrol-İş Sendikası olarak, bu hükümet kurulduğu günden beri, bazı konuların altını ısrarla çiziyoruz ve bu kaygılarımızı da açık yüreklilikle, her yerde ve her platformda ortaya koyuyoruz. Bu anlamda da hiç kimseden çekindiğimiz de yok, korkumuz da yok. Hiç kimseye de bu anlamda herhangi bir göbek bağımız da yok başkaları gibi. Biz doğru bildiğimizi her zaman söylemeye devam edeceğiz. Çünkü hükümetin yaptıkları ortadadır. Bu hükümet sosyal devleti ortadan kaldırmayı kafasına koymuş bir hükümettir. Sosyal devletin bütün kazanımlarını ortadan kaldırmaya yönelik politikalar izlemektedir. Özelleştirmeler bunun içindir değerli arkadaşlarım. Sosyal Güvenlik Reformu adı altında getirilen düzenlemeler bunun içindir. Sağlıkta yapılmak istenen bunun içindir. Eğitimde yapılmak istenenler bunlar içindir. Hatta kıyılarımızın, ormanlarımızın, topraklarımızın satılması bile sosyal devletin tümüyle tasfiyesine yönelik politikaların birer uygulamasıdır değerli arkadaşlarım.
 

Yeni Petrol Kanunu bu hükümetin zihniyetini ortaya koyuyor

İşte son getirdikleri yeni Petrol Kanunu da bunun bir parçasıdır. Petrol Kanunu ile ilgili günlerdir söylüyoruz, anlatıyoruz. Daha ne söyleyebiliriz ki değerli arkadaşlarım.

 

Bu hükümet, biz Petrol Kanunu'nu geri çektik, evet bu Yasa bizim milli çıkarlarımıza aykırıdır, ülke çıkarlarına aykırıdır deme cesaretini gösteremiyor. Petrol Kanunu'nu yeni cumhurbaşkanı seçildikten sonra Meclis'e getirmeyi planlıyor. Oysa bu Petrol Kanunu, hepimizin bildiği gibi ülkemizin var olan petrollerini 30 yıl, hatta ilave süre uzatımlarıyla 50 yıl boyunca yabancı petrol şirketlerinin hizmetine sunuyor. 50 yıl boyunca Türkiye'nin bütün petrollerinin aranması, üretilmesi ve işletilmesi hakkı bu şirketlere tanınıyor. Petrolün ömrünün yaklaşık 40 yıl olduğu düşünülürse Türkiye'nin petrolünün tamamına yabancı şirketlerce el konuluyor. Bu şirketlerin çıkardığı petrolden aldığımız devlet payı % 2'lere, hatta % 1'lere kadar indiriliyor. Oysa petrol fiyatlarının yükselmesiyle ve petrolün stratejik öneminin giderek artmasıyla birlikte bütün ülkelerde petrolden devletlerin aldığı pay yukarıya doğru artıyor. Bize bu Yasayı dayatan çok uluslu şirketlerin ve onların büyük bir bölümünün faaliyet gösterdiği ülke olan Amerika'da bile devletin aldığı pay % 17 iken, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kendi petrolünden aldığı payın % 1'lere düşürülmesi son derece düşündürücüdür değerli arkadaşlarım. Bu şirketler çıkardıkları petrolün tamamını yurtdışına götürme hakkına sahiptirler. Bu şirketler kazançlarının tamamını yurtdışına transfer etme hakkına sahiptirler. Bu şirketlere inanılmaz imtiyazlar tanınmıştır, vergi kolaylıkları getirilmiştir, yabancı işçi çalıştırma hakkı getirilmiştir. Yabancı gemi, gemi personeli ve yine petrolle ilgili çeşitli yedek parçaları ve diğer teknolojik ürünlerin yurtdışından gümrüksüz bir şekilde getirilme hakkı tanınmıştır. İşte değerli arkadaşlarım, Petrol Kanunu'nda yapılmak istenenler, bu hükümetin zihniyetini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
 

Özelleştirmelerle, Türkiye ekonomik avantajlarını kaybetti

İşte özelleştirmeler ortadadır. Artık özelleştirme için hiç birşey söylememize gerek yoktur. Her şey ortadadır. 20 yıldır uygulanan sonuçlar ortadadır. Son yapılan özelleştirmeler de ortadadır. Türkiye!nin en önemli sanayi kuruluşları özelleştirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti elindeki en önemli ekonomik avantajlarını kaybetmiştir. Bu kuruluşların önemli bir kısmı yabancıların eline  geçmiştir. Şu anda Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı şirket sayısı 14 bin rakamına ulaşmıştır değerli arkadaşlarım.
 

Sektörümüzde çok hızlı bir yabancılaşma yaşanıyor

Özellikle bizim sektörümüzde çok hızlı bir yabancılaşma yaşanmaktadır. Neredeyse bütün ilaç şirketlerimiz yabancıların eline geçmiştir. Elimizde sadece iki üç tane ilaç şirketi kalmıştır. Bankaların % 28'i yabancıların eline geçmiştir. Halk Bankası'nın ve Ziraat Bankası'nın da özelleştirilmesiyle ki bunlar da gündemdedir, bankalardaki yabancılaşma oranı % 84'e çıkacaktır değerli arkadaşlarım.
 

Petkim'in birden bire gündeme getirilmesi kaygı verici

Türkiye'nin gerek kamu, gerekse özel tüm sanayi kuruluşlarına yabancılar el koymaktadır değerli arkadaşlarım. Özelleştirmenin sonuçları ortadadır. Bundan dersler çıkarılmamıştır. Hala özelleştirmede ısrar edilmektedir ve seçime girilmesi muhtemel şu günlerde bir çok özelleştirme ertelenirken, örneğin Tekel Sigara özelleştirmesi ertelenirken, enerji özelleştirmeleri ertelenirken, şeker özelleştirmeleri ertelenirken Petkim'in birden bire gündeme getirilmesi de son derece düşündürücüdür ve kaygı vericidir. Acaba Petkim AKP’nin seçim hesaplarına mı kurban edilmek isteniyor? Yoksa Petkim'den elde edilecek gelir, seçim harcamalarında mı kullanılmak isteniyor? Veyahut da Tüpraş'ın yüzde 14,76'sında olduğu gibi Petkim de birilerine el altından pazarlandı da onun şu anda resmi işlemleri mi yapılıyor? Bütün bunlar düşündürücüdür, kaygı vericidir. Ama sendikamız özelleştirmelere karşı yılmadan, bıkmadan, usanmadan, yıllarca bu mücadeleyi vermiştir. Bugün de verecektir. Şu afişlerde de gördüğümüz gibi Petkim'in meşalesini de söndürmeyecektir. Petkim'e de sahip çıkacaktır.

 

Bor madenini de gündeme getirip özelleştirmek isteyecekler!

Değerli arkadaşlarım, bu anlayış, bu politikalar adım adım uygulanacaktır. İşte önce sanayi kuruluşlarımızdan başladılar. Sonra eğitim, sağlık sektörüyle özelleştirmelere devam ediyorlar. Şimdi petrollerimizi gündeme getirdiler. Arkasından borları da gündeme getireceklerdir. Çükü bunların anlayışı, bunların zihniyeti budur. Bunun için her an dikkatli olmak, uyanık olmak ve borların özelleştirilmesin karşı da mücadeleye hazır olmamız gerekmektedir. Borlarla ilgili yine başta Bandırma Şubemiz olmak üzere sendikamız ciddi bir tavır ortaya koymuştur. Burada çeşitli eylemler, mitingler ve buna benzer bir takım faaliyetler organize etmiştir. Bugün de bu mücadeleye hazırız. Borlarla ilgili önümüze herhangi bir şey geldiği takdirde Petrol-İş Sendikası olarak, Bandırma Şubesi olarak, bütün örgütümüz olarak borlarımıza sahip çıkacağız, borlarımızın özelleştirtmeyeceğiz. Borlarımızı yabancılara peşkeş çektirtmeyeceğiz değerli arkadaşlarım.

 

AKP'ye karşı net bir tavır ortaya koyalım

Değerli arkadaşlarım, konuşacağımız konu çok. Artık ben birkaç konuya daha değindikten sonra sözlerimi toparlamak istiyorum. Cumhurbaşkanlığı seçiminde kriz yaşanmaktadır ve herhalde bu kriz genel bir seçimle sonuçlanacaktır. Kaldı ki bu siyasi krizden dolayı değil sadece, Türkiye Kasım ayında normal bir seçim yaşayacaktır. Ama gözüken o ki artık bu siyasi krizden ancak ve ancak seçimle çıkılabilir. Dolayısıyla Türkiye seçim gündemine yavaş yavaş odaklanacaktır. Peki seçimlerde ne yapmamız gerekir değerli arkadaşlarım? Yine bunu da yıllardır söylüyoruz. Antalya'daki Genel Temsilciler Kurulumuzda örgütümüzün seçimlere ilişkin tavrının da ne olacağının belirledik.

 

Değerli arkadaşlarım, biz öncelikle AKP’nin uyguladığı emek karşıtı politikaların ve ülkemizi uçuruma doğru götüren, karanlığa doğru götüren politikaların önüne geçmek için, AKP’ye karşı, net bir tavrın ortaya konması gerektiğine inanıyoruz.
 

Partiler üstü politika anlayışı bir kandırmaca, siyasete müdahil olalım!

Ve ondan sonra Emek Platformu olarak ama olmuyorsa en azından Konfederasyonumuz Türk-İş olarak, seçimlerde izleyeceğimiz tavrı, net bir şekilde belirlememizin gerektiğine inanıyoruz. Artık şu söylemler lütfen bırakılsın. Yıllardır partiler üstü politikayla resmen kandırılıyoruz, daha doğrusu partiler üstü politika anlayışı ile resmen iktidar partilerine örtülü bir şekilde destek veriyoruz değerli arkadaşlarım.

 

Partiler üstü politika diye bir şey yoktur. Her şey zaten politikadır. Özelleştirmeler zaten bir politika değil midir değerli arkadaşlarım? Petrol Kanunu, sosyal güvenlik yasaları, iş yasaları... Bunlar politika, bunlar siyaset değil midir? Onun için siyaset üstü davranmakla, siyasete seyirci kalmakla bir yere varılamaz. Tam aksine siyasete müdahil olmamız, siyaseti yönlendirici ve etkileyici bir rol üstlenmemiz gerekmektedir.

 

Gerekirse, çekinmeden bir siyasi adres gösterilsin

Bunun için öncelikle çok net bir şekilde iktidara karşı olan tavrımızın belirlenmesi gerekir. Ve arkasından da değerli arkadaşlarım, gerekirse bir siyasi adresin de çekinmeden gösterilmesi gerekir. Elbette o siyasi adres gösterilirken, kimsenin gönlüne göre o adres gösterilmeyecek. Türkiye'yi demokratikleştirecek, 1982 Anayasası'nı tüm sonuçlarıyla ortadan kaldıracak, Türkiye'de örgütlenmenin, sendikal hak ve özgürlüklerin önünü açacak bir siyasi partiyle, bu taahhütleri veren bir siyasi partiyle veya partilerle, gerekirse bir seçim işbirliği, bir seçim protokolü tutulacak ve açık yüreklilikle çıkacak kitleler önünde, o partinin ve o partilerin desteklenmesi yönünde tavır koyacak. İşte siyasete müdahale, siyaseti yönlendirme ve siyaseti etkileme artık bu şekilde olur. Eğer bu yapılamazsa, yine herkes kendi bildiğini okumaya devam ederse ve siyasetin bir akıl işi olduğunu unutup sadece duygularımızla hareket edersek, yarın bugünden farklı olmayacaktır. Oysa siyasette duygulara aslında yer yoktur. Siyaset bir akıl işidir, siyaset gönül işi değildir değerli arkadaşlarım.
 

Gün yakınma günü değil, değiştirme günüdür

Eğer bizim çıkarımızı, sınıfsal çıkarımızı kimler en iyi temsil edecekse, biz siyasi tavrımızı o yönde ortaya koymak durumundayız değerli arkadaşlarım. Eğer bu şekilde davranmazsak, bu kürsülere geleceğiz ve yine yakınmaya devam edeceğiz. Oysa gün yakınma günü değildir, gün tavır koyma günüdür. Gün değiştirme günüdür değerli arkadaşlarım. İşte ben sizi önümüzdeki seçimlerde bu şekilde davranmaya davet ediyorum ve yaşadığımız bu sıkıntıları ortadan kaldırmak için siyasi bir tavır ortaya koymaya davet ediyorum.
 

Sendikal krizden çıkmanın yollarını tüm platformlarda tartışalım

Değerli arkadaşlarım! Sendikal hareketin sorunlarına da bir iki cümleyle değinmek istiyorum. Türkiye'de çeşitli krizler yaşanmaktadır. Ama Türkiye'de bir sendikal kriz de yaşanmaktadır. Bunu kabul etmemiz gerekir. Çünkü sendikalar hala güç kaybetmeye devam etmektedirler. Toplumsal güveni kaybetmeye devam etmektedirler değerli arkadaşlarım. Onun için sendikalar da bu krizden çıkmanın yollarını ciddi bir şekilde aramalıdırlar. Türkiye'de bu anlamda çok ciddi bir tartışma başlatılmalıdır. Yeni arayışlar tartışması başlatılmalıdır. Sendikal hareketin yönünün ne olacağının, sendikaları yeniden yapılandıran politikaların ve stratejilerin, mücadelede kullandıkları araç ve yöntemlerin yeniden belirlenmesi gerekir. Bu arayış tartışmaları sadece  bizlerle sınırlı olmamalı. Elbette yeni sendikal arayış tartışmaları, yeni sendikal politikalar, sendikal hareketteki değişim ve yenilenme bizim kadrolarımızda da çok ciddi bir şekilde tartışılmalı. Bu konular, kamuoyunda da çok ciddi bir şekilde tartışılmalı. Bilimsel, akademik çevrelerde de çok ciddi bir şekilde tartışılmalı. Bu tartışmalardan sonra sendikal hareketin gerekirse 21. yüzyıldaki manifestosu, yeniden yazılarak bu kriz durumundan acilen çıkılmalıdır.

 

Krizden çıkamazsak güç kaybetmeye devam edeceğiz

Eğer bu krizden biz çıkamazsak, sendikalar ne yazık ki güç kaybetmeye devam edecekler. Hem üyelerinin, hem de toplumun gözünde güven kaybetmeye devam edecekler. Oysa ki değerli arkadaşlarım, yapılması gereken, dediğimiz gibi bir an önce bu politikaları gözden geçirmektir. Eğer sürdürdüğümüz, ısrarla, inatla sürdürdüğümüz bu politikalar, bu statükocu anlayışla devam ederse, sendikalar önümüzdeki dönemde daha da güç durumlara düşecekler. Ki ben Petrol-İş Sendikası'nı önemli ölçüde bu politikaların dışında tutuyorum. Sözümün kimlere ve hangi sendikalara yönelik olduğunu elbette tahmin ediyorsunuz. Bu politikalarda ısrar ve inat, bu statükocu anlayış devam ederse, işçi sınıfının sorunları ve dolayısıyla toplumun sorunları giderek artmaya devam edecektir. İşte herkesin bu düşünceyle hareket etmesi gerekir.

 

Bu yılki genel kurullar da seçim yarışlarıyla geçerse, işçi sınıfı bir dört yılı daha kaybedecek

Bu yıl birçok sendikanın genel kurulu var. Türk-İş'in Genel Kurulu var. Konfederasyonumuza da biz çağrımızı yaptık. Geliniz, bazı başlıkları lütfen tartışmaya açınız. Örneğin sendikal birleşmeleri tartışmaya açınız. Ve bu tartışmaları kendi tabanımızda da yapalım, kamuoyunda da yapalım, akademik çevrelerde de yapalım. Geliniz Türk-İş Genel Kurulunu sadece seçim genel kurulu olmaktan çıkaralım. Sadece kişilerin ve seçimin yapıldığı genel kurul olmaktan çıkaralım. Bu politikaların tartışıldığı, sonuçlandırıldığı ve karara dönüştürüldüğü platformlara dönüştürelim çağrısını yaptık. Bunun kesinlikle yapılması gerekiyor. Eğer bu yılki genel kurullar da klasik seçim yarışlarıyla geçecekse, sadece kişiler tartışılacaksa, politikalar tartışılmayacaksa, bir dört yılı daha, ne yazık ki kaybederek geçireceğiz değerli arkadaşlarım.

 

Parçalanan yapılarda güçlü ve etkili bir sendikacılık yapılamaz

Sendikal hareketin bu anlamda, bazı konuları çok ciddi bir şekilde tartışmak için önüne koyması gerekir değerli arkadaşlarım. Bu konu son derece derin ve uzun bir konudur. Parçalanan yapılarda güçlü ve etkili bir sendikacılık yapmanız söz konusu değildir. Güçlü ve etkili sendikacılık ancak birleşerek yapılabilir değerli arkadaşlarım. Onun için sendikal hareket önüne birleşmeyi koymak durumundadır. Birleşmeyi koyarken de hiçbir ön şart öne sürülmeden birleşme çağrısı konfederasyonlarımızca yapılmalıdır. Önce üç işçi konfederasyonu birleşmelidir. Ve derhal daha geniş bir kavramla, emek veya çalışanlar adı altındaki kavramla bütün emek kesimini kapsayacak bir birleşme projesi, Türkiye toplumunun önüne, işçi sınıfının önüne, emeğin önüne konmak durumundadır değerli arkadaşlarım. Eğer bu yapılamazsa, bizler dağınık ve parçalı bir şekilde hareket etmeye devam edersek, yarın bugünden iyi olmayacaktır. Elimizde kalan bütün haklar, örneğin son kalan kıdem tazminatı hakkımız dahi elimizden alınacaktır.

 

Dünyada farklı işkollarındaki sendikalar dahi birleşiyor

Değerli arkadaşlarım, birleşmeden kaçanlar, sendikal hareketi bölüp parçalamaya devam edenler bu işçilere, bu topluma hesap vereceklerdir. Herkesin birleşmeyi, birlikte hareket etmeyi önüne bir politika olarak koyması gerekir. Artık Türkiye'nin, Türkiye işçi sınıfının, Türkiye sendikal hareketinin hızla bu yola doğru girmesi gerekir. Bırakınız işkollarının ve konfederasyonların birleşmesini, dünyada da örneklerini görüyoruz, artık farklı işkollarındaki sendikalar da birleşiyor. Türkiye'de biz uzun süreden beri işkolunda tek sendika diyoruz. Artık bunu demiyoruz. Biz diyoruz ki farklı işkollarındaki sendikalar da artık birleşmelidir.

 

Sendikal örgütlenmede yeni bir model gerekiyor

Bunun da nedeni şudur; üretime baktığımız zaman değerli arkadaşlarım, örneğin şu kalemi ele alınız, basit bir metadır şu kalem. Ama şu kalem bile, artık fabrikanın bir kapısından hammadde olarak girip, öbür kapısından bir kalem olarak, bir mamül madde olarak karşınıza çıkıyor. Bu kalemin metali ayrı yerde, yayı ayrı yerde, ucu, mürekkebi ayrı yerlerde üretiliyor değerli arkadaşlarım. Artık üretim birçok parçalardan oluşuyor ve zincirleme bir üretim var. Eğer siz şu kalem üretiminin sadece kimya halkasında örgütlenmeye kalkarsanız başarılı olamazsınız. Kaldı ki biz bu kalemin üretildiği işyerinde de örgütlüydük, yıllar oldu, buradaki örgütlülüğümüzü kaybettik.

 

Oysa bu kalemin metal fabrikasında da, kimya fabrikasında da, varsa başka işkolunda bir fabrika, orada da örgütlenmeyi hedefleyen bir sendikal model artık Türkiye'ye gereklidir değerli arkadaşlarım. Çünkü bu üretim zincirinin bütün halkalarında örgütlenemediğiniz takdirde, böyle bir sendikal organizasyonu gerçekleştiremediğiniz takdirde, sadece bir işkolunda, sadece şu kalemi üreten bir işkolunda, bir fabrikada örgütlenmeye kalkarsanız, bu örgütlenme yüzde 99 başarısız olacaktır değerli arkadaşlarım.

 

İşte Türkiye'de zaten örgütlenmedeki en büyük başarısızlığın da nedenlerinden bir tanesi budur. Örgütlenen işyerlerine ve aldığımız yetkilere baktığımız zaman, ancak ve ancak % 20 - 25 oranında yetki alınabilmektedir değerli arkadaşlarım.

 

Bunun en bariz örneklerini işte metal sektöründe görüyoruz. Arkadaşlarımız burada. Bırakınız üç tane ayrı otomobil fabrikasını, yurt içinde ve yurt dışında binlerce parça üretilip getirilmekte, ana fabrikada montaj edilip araca dönüştürülmektedir. İşte artık sendikal örgütlenme modelimiz bu şekilde olmalıdır ve bu modelin uluslararası ayağı da asla unutulmamalıdır. Çünkü üretim küreselleşmiştir az evvel söylediğimiz gibi.
 

Sendikal hareketin başarısı, küresel işbirliği ve dayanışma başarısına bağlıdır
 

Bundan sonra sendikacılığın başarısı, işçi sınıfının küresel düzeyde işbirliği ve dayanışmasına bağlıdır değerli arkadaşlarım. Ne kadar küresel düzeyde işbirliği ve dayanışmayı gerçekleştirebilirsek sendikal hareket o derece başarılı olacaktır. Bunu yapamadığımız ölçüde, biz var olanla yetinmeye devam edeceğiz. Veyahut da mevcut durumumuzu koruyabilme veyahut da ayakta kalma politikaları izlemekten başka seçeneklerimiz olmayacaktır.

 

Değerli arkadaşlarım, söylediğim şeyler hayal şeyler değildir. Bir süre sonra bunlar mutlak suretle hayata geçecektir. Bunlar şimdilik birer öngörü gibi duruyor. Ama dünyanın birçok ülkesinde artık sendikal hareket, küreselleşme yönünde, küresel sendikacılık yönünde starta basmıştır.

 

Bugün dünyanın en ücra köşesindeki bir işyerinin size uzaklığı ancak ve ancak bir bilgisayar tuşuna basacak kadardır değerli arkadaşlarım. Teknoloji bize bu imkanı vermektedir. Teknolojinin bu imkanları doğru bir şekilde kullanıldığı zaman ve bu imkan, sendikal hareketin küresel çatıda örgütlenmesi, işbirliği ve dayanışması yönünde kullanıldığı, organize edildiği zaman, bu mücadele ve az evvel söylediklerim olanaklı şeylerdir.

 

İşte biz artık sendikacılığın bu şekilde düşünülmesini, değerlendirilmesini, yeni sendikal politikaların, stratejilerin bu şekilde oluşturulmasını savunuyoruz. Bu anlamda sendikaların giderek uzmanlaşmasını savunuyoruz. Kurumlaşmasını savunuyoruz. Her şeyi bilen yöneticiler yerine, planlama ve koordinasyonu çok iyi bilen yönetici tiplerinin artık sendikal harekette var olması gerektiğine inanıyoruz değerli arkadaşlarım.

 

Geleceğimiz, ancak değişim ve yenilenme ile aydınlık olacaktır

İşte bu şekilde yapabilirsek, düşünebilirsek ve geleceğimizi bu şekilde planlayabilirsek, geleceğimiz aydınlık olacaktır. Aksi halde, koltukları terk etmeme adına, statükoyu savunma adına, var olanla yetinme adına biz bu mücadeleyi sürdürmeye kalkarsak, işçi sınıfının geleceği bugünden daha iyi olmayacaktır. Eğer bu ülkenin mutlu, huzurlu, gelir dağılımı düzelmiş, yoksulluğu ortadan kalkmış, her türlü adaletsizliği ortadan kalkmış bir ülke olmasını istiyorsak yani Türkiye'nin yaşanası bir ülke olmasını istiyorsak, demokrasinin, özgürlüklerin, eşitliğin hakim olduğu bir Türkiye olmasını istiyorsak, sendikal hareketin de bu yönde artık politikalarını değiştirmesi gerekir.

 

Petrol-İş, değişim ve yenilenmeye önderlik yapacaktır

Değerli arkadaşlarım bütün bu sorunlar, sıkıntılar elbette ülkemizin sıkıntılarıdır, bizim sıkıntılarımızdır. Ama bunlar bizi asla umutsuzluğa ve karamsarlığa itmeyecektir. Yeter ki sorunların ne olduğunu belirleyelim ve bu sorunların nasıl çözüleceğine ilişkin politikalar üretelim. Bu politikaları üretebildiğimiz takdirde, yenileşmeyi, değişimi önümüze koyabildiğimiz takdirde, bunların hepsinin üstesinden gelebileceğiz, hiç merak etmeyin.

 

Değerli arkadaşlarım Petrol-İş Sendikası, Türkiye sendikal hareketindeki bu değişim ve yenilenmenin de önderliğini yapacaktır. Şu anda sendikamız izlediği birçok politikayla zaten bu değişim ve yenilenmenin ipuçlarını vermektedir. Bunu birçok alanda hayata geçirmektedir. Türkiye sendikal hareketinin de bu anlamda kendisini değiştirmesi ve kendisini yenilemesine de önderlik edecektir. Çünkü sendikamızın ve üyelerimizin bilgi birikimi, mücadele anlayışı buna son derece uygundur.
 

Kamu sözleşmelerinde izlenen strateji doğru değil

Değerli arkadaşlarım! Şu anda kamu sözleşmeleri başladı. Bununla da ilgili kısaca bilgi aktarmak istiyorum. Şu anda kamu sözleşmeleri için Konfederasyon olarak izlediğimiz stratejinin çok doğru olduğunu söyleyemeyiz. Bunu burada açık yüreklilikle söylememiz gerekir. Çünkü bizim her platformda, kamu sözleşmelerine ilişkin söylediklerimiz ortadadır. Biz kamu sözleşmeleri yetki prosedürlerinin, bu yıl, birkaç ay önce başlatılması ve Türkiye'nin cumhurbaşkanlığı seçimine odaklanmadan, bu toplu iş sözleşmelerinin bitirilmesi yönünde bir strateji izlenmesi gerektiğinin altını çizmiştik. Ama ne yazık ki bu strateji uygulanmadı. Şu anda hala yetkisi gelmeyen işyerleri var değerli arkadaşlarım. Daha yeni masaya oturacak olan, tespiti yeni gelen işyerleri var. Biz masaya oturduk, bir ay geçti, ikinci görüşmeleri yapıyoruz bazı işyerlerinde. Ama Türkiye şu anda bir cumhurbaşkanlığı seçimine ve bir siyasi krize odaklandı. Durum böyleyken sözleşmelerin gündeme gelmesi şu an için çok mümkün gözükmüyor değerli arkadaşlarım.

 

Kamu sözleşmelerinde ilk giriş ücreti belirlenmesi konusunda ısrarlıyız

Sözleşmelerde ne talep ediyoruz? Hepinizin bildiği gibi bu sözleşmelerde bu yıl, ilk giriş ücretinin belirlenmesini özellikle istiyoruz. Türk-İş' te de bu yönde bir politika saptandı. Çünkü düşük ücret politikası, artık bütün işyerlerinde ciddi bir şekilde uygulanıyor değerli arkadaşlarım. Sadece sizde, Etibor'da düşük ücret sorunu yok. Bugün bu düşük ücret Petkim'de de var, TPAO' da da var, Botaş'ta da var. Sadece kendi işkolumuzda değil, Karayollarında da vardır, madenlerde de vardır, her yerde vardır.

 

Neredeyse asgari ücret, kamuda ilk giriş ücreti oldu değerli arkadaşlarım. Bunun önüne geçmenin yolu, bu sözleşmelerde ortak bir strateji izlemektir. Bu da şu şekilde çizildi; kamuda en düşük işçi ücretinin 915 YTL olarak belirlenmesi. Hükümete götürülecek teklif budur. Bunun da gerekçesi şudur: 657 Sayılı Yasa'ya göre, 13. derece, 1. kademedeki bir devlet memurunun aylığı 905 YTL'dir değerli arkadaşlarım. Türk-İş burada hedefi, en düşük memur maaşı olarak koymuştur. Ama bunun arkasında ne kadar durulacaktır, Konfederasyon ne kadar duracaktır, sendikalar ne kadar duracaktır, bu ayrı bir tartışma konusudur. Ama biz bunun arkasındayız. Petrol-İş Sendikası olarak bunun kesinlikle yapılması gerektiğini savunuyoruz. Kamuda ilk giriş ücretinin belirlenmesi gerekir. Aksi halde ücretler arasında büyük uçurumlar oluşuyor, makas açılıyor. Aynı işi yapan arkadaşlarımız arasında sadece kıdem farkı olması gerekirken, bazı işyerlerimizde binlerle ifade edebildiğimiz rakamsal farklılıklar ortaya çıkıyor değerli arkadaşlarım. Bu sorunu da tek tek sendikalar, tek tek işyerleri olarak çözmenin zorluğunu da biliyorum değerli arkadaşlarım. Eğer bu konuda, ortak belirlenen politikayı hayata geçirmek için bir kararlılık gösterilirse, bir mücadele ortaya konursa, ortak bir şekilde hareket edilirse, ben bunun çözüleceği inancındayım. Çünkü siz devletsiniz, devlet, memuruna ayrı, işçisine ayrı gözle bakamaz. Memurunuza en düşük maaş olarak 900 YTL verirken, işçinize en düşük maaş olarak 625 YTL veremezsiniz. Bunun dışında ücretlerle ilgili talebimiz birinci altı ay için % 15 artı refah payıdır.
 

Gergin ortamı 1 Mayıs tartışmalarıyla daha da germeyelim

Değerli arkadaşlarım, her şeye rağmen 1 Mayıs’ın İstanbul'da, ortaklaşa belirlenecek tek bir alanda kutlanmasını arzu ederdim. Ama bu olmadı. Bu olmadı diye de olayı gerginleştiren, birilerini suçlayan, şu şunu yaptı, bu bunu yaptı şeklindeki değerlendirmelere girmiyoruz. Neden İstanbul'da iki 1 Mayıs oldu gibi tartışmalara girmiyoruz. Çünkü bunun eleştirilerini ve özeleştirilerini ebette herkes yapacaktır. Ayrıca Türkiye çok gergin bir ortamdadır. Bu gergin ortamı bu tip tartışmalarla, sendikaların, konfederasyonların birbirini suçlayıcı birtakım açıklamalarıyla daha da germek doğru değildir. Dolayısıyla herkes birbirinin kararına saygı duyacak, ve herkes kendi ölçütleri içersinde 1 Mayıs'ı, özüne ve geleneğine uygun bir şekilde kutlayacaktır. Bu 1 Mayıs'ın hepimize, ülkemize, işçi sınıfımıza yeni bir mücadele anlayışı getirmesini diliyorum. Hepinizin 1 Mayıs İşçi Bayramını kutluyorum ve Bandırma Şubemizin 16. Genel Kurulunun, başta siz değerli üyelerimize, örgütümüze, işçi sınıfımıza ve ülkemize hayırlar getirmesini diliyorum. Hepinize saygı ve sevgiler sunuyorum. “

 

Mustafa Öztaşkın

Petrol-İş Sendikası

Genel Başkanı