3.
OLAĞAN GENEL KURUL 21
ŞUBAT'TA YAPILDI
İstanbul 1 Nolu Şube Başkanlığına
Reşat Tüysüz yeniden seçildi
İstanbul 1 Nolu Şubemizin Petrol-İş
Genel Merkezi Konferans Salonu'nda 21 Şubat tarihinde yapılan 3.
Olağan Genel Kurulu'nda Şube Başkanlığına yeniden Reşat Tüysüz
seçildi. İstanbul 1 Nolu Şube İdari Sekreterliğine Nihat Can, Şube
Mali Sekreterliğine de Hasan Hüseyin Özkan seçildiler. Şube Yönetim
Kurulu'nun diğer Asil üyeleri de Yılmaz Akay, Mehmet Gönül, Ahmet
Akın ve Ayrettin Konuk'tan oluştu. Şube Denetim Kurulu Asil
Üyeliklerine Şirin Akay, Osman Sayım ve Recep Recepoğlu seçilirken
Şube Disiplin Kurulu Asil üyeliklerine de Selçuk Kırat, Gültekin
Öztemel ve Öznur Öztürk seçildiler.
İstanbul 1 Nolu Şube Başkanımız Reşat
Tüysüz ile İdari Sekreterimiz Cemal Zıpır'ın hazırladığı iki
listenin yarıştığı Şube Genel Kurulu'nda seçimleri Reşat Tüysüz'ün
listesi kazandı. Sendikamız Genel merkez yöneticilerinin de
katıldığı Şube Genel Kurulu 21 Şubat, Pazar günü saat 10.30'da
başladı. Şube İdari Sekreteri Cemal Zıpır'ın genel kurulu açış
konuşmasından sonra Şube Başkanı Reşat Tüysüz Yönetim Kurulu adına
bir konuşma yaptı.
Tüysüz'un konuşmasından sonra divan
oluşturuldu. Genel Başkanımız Mustafa Öztaşkın Divan Başkanı
olurken, Başkan yardımcılıklarını ise İzmir Şube Başkanımız A. Gani
Gündoğdu, Bursa Şube Başkanımız Nuri Han, Batman Şube Başkanımız M.
Mesut Tekik ve Adana Şube Başkanımız Ahmet Kabaca yaptı.
Örgütsüzlük bizim örgütlülüğümüzü de
tehdit ediyor
Genel Kurul'da bir konuşma yapan
Öztaşkın, Tekel işçilerinin direnişinden, 4 Şubat Dayanışma Grevine,
Türkiye'deki örgütlenme oranlarından sendikal hareketin durumuna,
Petrol-İş'in örgütlenme kampanyasından, sendikamız işkolunda yer
alan örgütsüz işyerlerinekadar bir çok soruna değinerek, bu
konularda izlenmesi gereken politikaları anlattı. Türkiye sendikal
hareketinin dibe vurduğunu, Petrol-İş'in de sınıra dayandığını
söyleyen Öztaşkın, genel merkez yöneticilerinden, uzmanlara, şube
yöneticilerinden temsilci ve aktif üyelere kadar örgütlenme
konusunda herkese görev ve sorumluluk düştüğünün altını çizdi.
Öztaşkın'un Genel Kurul'da yaptığı konuşma şöyle:
“Değerli konuklar...Sendikamızın
İstanbul 1 Nolu Şubesi Genel Kurulu'nun değerli delegeleri...değerli
işçi arkadaşlarım...Tekel işçileri tam 69 gündür Ankara'da
direnişlerini sürdürüyorlar. Tekel işçilerinin eylemi herşeyden
önce özelleştirme politikalarının bir sonucudur. Ve Tekel işçileri
69 gündür tarih yazıyorlar, destan yazıyorlar. Tekel işçilerinin
eylemi Türkiye işçi sınıfı tarihindeki en önemli eylemlerden bir
tanesidir. Bu eylemi gerçekleştiren başta Tekel işçilerini yürekten
kutluyorum. Ardından Tek-Gıda-İş Sendikası'nı, bütün eksiklerine
rağmen Türk-İş yönetimini ve bu eylemleri son günlerde emeğin genel
bir eylemine dönüştürme çabası içerisinde olan DİSK, KESK, Kamu-Sen
ve diğer bütün emek, meslek ve siyasi örgütleri ve bu eylemi
destekleyen herkesi yürekten kutluyorum” dedi.
İşçi sınıfının gücü görüldü
Bu eylem üzerinde çok konuşulması
gereken bir eylemdir ve asıl konuşma ve değerlendirmeler bu eylem
bittikten sonra yapılacaktır. Bu eylemde neler yaşandı? Hangi
kazanımlar elde edildi veya işçi sınıfı hareketinin, sendikal
hareketin eksiklikleri neydi? Bunlar bir bir konuşulacak ve
sorgulanacak. Ama bugün için biz bu eylemin olumlu yönlerini öne
çıkarmak durumundayız. Size onlarca hatta yüzlerce Tekel eyleminin
olumlu yönlerini ve kazanımlarını sayabilirim. Herşeyden evvel işçi
sınıfı mücadelesinin ve sendikal mücadelenin, örgütlü mücadelenin ne
olduğunu kamuoyu bir kez daha gördü. İşçilerin gücünü gördü. Bu
kadar düşük örgütlenme oranına rağmen işçilerin gücünü gördü.
Örgütlü gücü, sendikaların gücünü net bir şekilde gördü. Ve
sendikaların toplumsal istikrar için, toplumsal dönüşümler için,
toplumsal muhalefet için siyasi iktidarın yaptığı uygulamaları
tersine çevirmek için ne kadar önemli olduğu bu eylemde bir kez daha
ortaya çıktı. İşçi muhalefetinin ne demek olduğunu kamuoyu gördü. 7
yıllık AKP iktidarı dönemlerinde emek karşıtı politikalar
izlenmiştir. Ve bu iktidar kendisine karşı gelen herkesi bir biçimde
susturmaya çalışmıştır. Onlar üzerinde psikolojik baskılar
uygulamıştır. Ve hatta kendisinden olmayan, kendisine muhalefet eden
kişi ve kurumları bir biçimde bitirmenin yol ve yöntemlerini, hatta
cezalandırmanın yol ve yöntemini denemiştir. Hatta son günlerde
askeri bile ne duruma getirdiği tartışılırken bir tek dişini
geçiremediği, o baskısını, her türlü psikolojik ve diğer baskıları
gerçekleştiremediği kesim işçiler olmuştur, Tekel işçileri olmuştur.
İşte işçi muhalefeti dediğimiz, işçi direnişi dediğimiz olay budur.
Siyasi iktiranın uygulamalarına boyun eğmemek, onun karşısında dik
durmak ve kazanımlarını korumak için mücadele edebilmektir.
Özelleştirmenin sonuçları bir kez daha
sorgulandı
İşte herkesin sustuğu, sindirildiği,
susturulduğu, hatta cezaevlerine gönderildiği bir ortamda işçilerin
direnişi şanlı bir direniştir. Bununla beraber özelleştirmenin
sonuçları bir kez daha Tekel işçileri üzerinden sorgulanmıştır.
Bugün özelleştirmenin en hızlı savunucuları bile Türkiye'de
özelleştirmelerin yanlış yapıldığını, eğer böyle özelleştirmeye
devam edilirse önümüzdeki günlerdeki özelleştirmelerin
yapılamayacağını söylemeye başlamışlardır.
Ve biz bu eylemde emeğin birleştirici
gücünü bir kez daha gördük. Sanki yeni keşfedilmiş gibi emekçi
açılımı gibi kavramlar ortaya atılmaya çalışıldı. Kürt sorununun
çözümü için açılım işte emekçi çadırlarında denmeye başlandı.
Evet...Emeğin birleştirici gücünü hepimiz biliyorduk. Biz
işyerlerimizde hiçbir siyasi görüş, inanç, kimlik gibi ayırımlar
üzerinden hareket etmiyorduk zaten. Biz emeğimiz için, işçi
sınıfının çıkarlarını korumak ve geliştirmek için ve genel anlamda
toplumun çıkarlarını korumak ve geliştirmek için ortak bir mücadele
gerçekleştiriyorduk. Ama kamuoyu bunu tabii ki görmezden geliyordu.
Ama Ankara'daki çadırlarda emeğin birleştirici gücünü insanlar her
türlü inanç, kimlik, siyasi anlayış gibi farklılıklarını bir tarafa
bırakarak ortak mücadele yapma becerisini bütün topluma gösterdiler.
Ve bir kez emeğin birleştirici gücünün ne anlama geldiğini toplum
gördü. Bu eylemle dağılan Emek Platformu kısmen de olsa yeniden
toplandı. Dün bir araya gelemez denilen örgütler ve hatta kendi
Başkanlar Kurulu'nda gelmeme kararını alan örgütler Tekel
işçilerinin eylemi sayesinde biraraya geldiler. 6 konfederasyonla
başlayan birliktelik 4 konfederasyonun birlikteliği ile devam
etmektedir. Yani Tekel işçileri burada Emek Platformu'nu fiilen
yeniden hayata geçirmiştir. Emek örgütlerinin ortak mücadele etmesi
ve ortak strateji izlemelerine yeniden neden olmuşlardır.
Sınıf dayanışmasının ne olduğunu
gördük
Bu eylemle birlikte dayanışmanın,
sınıfı dayanışmasının ve onun da ötesinde toplumsal dayanışmanın ne
olduğunu bir kez daha gördük. Çünkü Tekel işçileri aynı zamanda bu
toplumda ezilen, sömürülen, mağdur edilen, yok sayılan veya
Hükümetin, siyasi iktidarın uygulamalarından dolayı gerek ekonomik,
gerek siyasi, gerek sosyal, gerek toplumsal anlamda şikayeti olan,
ama şikayetlerini dile getiremeyen, muhalefet yapma cesaretini
ortaya koyamayan bütün insanlar kendilerini vicdani anlamda Tekel
işçilerinin temsil ettiğini düşünüyorlar. Ve bu anlamda Tekel
işçilerinin eyleminin meşru bir eylem, demokratik bir eylem olduğuna
inanıyorlar. Dolayısıyla da toplumsal dayanışmalarını bir biçimde
gösteriyorlar.
4 Şubat eylemini, her nekadar bazı
sendikacı arkadaşlarımız, bazı konfederasyon genel başkanlarımız
yadsısalar da ben 4 Şubat eyleminin son derece başarılı bir eylem
olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiye işçi sınıfı ilk defa bir
dayanışma grevi gerçekleştirdi. İşçiler kendileri için değil bir
başkasının haklarını koruyup geliştirmesi için eylem yaptılar. Ve
iki yevmiyelerinin kesilmesini göze alarak yaptılar. İşten atılma
riski de dahil bütün riskleri göze alarak işçilerin bu dayanışma
eylemini gerçekleştirmeleri tarihi bir durumdur. Yasak olan,
yıllardır ağzımıza alamadığımız ve gerçekleştiremediğimiz, oysa
demokratik ve çağdaş bütün ülkelerde uygulanan dayanışma grevi
Türkiye'de gerçekleşmiştir, meşruiyet kazanmıştır. Bundan sonra da
dayanışma grevlerinin önü açılmıştır.
Bu greve katılan herkese
teşekkürlerimi sunuyorum. Örgütümüzde 4 Şubat grevine tam anlamıyla
destek veren, 8 saat işe gitmeyerek katılan bütün üyelerimizi
alınlarından öpüyorum, onları kutluyorum. Yine kendi işyerinin
koşulları gereği 8 saat olmasa da kendi olanakları ölçüsünde bu
eylemleri gerçekleştiren üyelerimizi de kutluyorum. Eylemlere
katılamayan az sayıda da olsa işyerlerimiz ve üyelerimiz var.
Onların bir kez daha durumlarını gözden geçirmelerini ve bu tür
eylem ve etkinliklerde daha aktif olarak yer almalarını ve bu yönde
çalışma yapmalarını kendilerinden rica ediyorum.
Petrol-İş dayanışma grevine yüzde 80
katıldı
Petrol-İş olarak 4 Şubat eylemine
üyelerimizin yaklaşık yüzde 80'i katılmıştır. Bu anlamda bu eylemi
gerçekleştiren en başarılı sendikalardan biri olduğumuzu çok rahat
söyleyebilirim. Onun için bu eylemi gerçekleştiren sizleri bir kez
daha yürekten kutluyorum sevgili arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlarım, şu anda bu eylem
herşeye rağmen devam ediyor. Şu anda bile bir çok kazanımlar elde
edilmiştir. Ve bu kazanımlar bundan sonra da devam edecektir. Tekel
işçilerinin eylemi elbet bir gün sona erecektir. Ama 4
konfederasyonun birlikteliği devam etmelidir. Hep söylediğimiz gibi
Türkiye emek hareketi, başta sendikalardan başlamak üzere biraraya
gelmek, birleşmek durumundadır. Birleşebilmeniz için aynı yolda,
aynı çıkar ve amaç için yürümeye başlamanız gerekir. İşte 4
konfederasyonun aynı çıkar, aynı amaç için bir yolda yürümeye
başlamalarını, ortak hedef, ortak strateji izlemelerini bu anlamda
çok önemsiyorum. Türkiye işçi sınıfının birlikteliğinin sağlanması
yönünde çok ciddi adımların önümüzdeki günlerde atılabileceğini
düşünüyorum. Artık bundan sonra bize düşen görev bu işi bir adım
daha ileriye götürmektir. Ve giderek de bu eylemleri
siyasallaştırmaktır. Hükümetin yaptığı uygulamalara karşı daha net
bir tavır, daha siyasi bir tavır ortaya konmalıdır. Çünkü Kıdem
Tazminatı Yasası sırada bekliyor. Daha geçen hafta PTT'nin
özelleştirilmesinin önünü açacak, PTT çalışanlarına yönelik bir
kanun teklifi hazırlanmış. PTT anonim şirket yapılıyor ve burada
çalışanlar ne 4/C, ne 4/B, ne memur, ne işçi olmayan bir statüye
oturtulmak isteniyor. Demek ki Hükümet kamu reformu başta olmak
üzere bir çok düzenlemeyi sırada bekletiyor. Bu eylemlerden dolayı
bekletiyor, bu işçilerin, sendikaların, konfederasyonların ortak
hareket etmelerinden dolayı bekletiyor. Onun için bu birliktelik
devam ettirilmelidir. Hükümet bu uygulamaları yapmaya kalkarsa
dediğimiz gibi giderek daha da siyasallaşan, Hükümete karşı net
tavırların ortaya konulduğu bir içeriğe ve niteliğe
büründürülmelidir. Artık bu ülkede emekten yana, işçiden yana bir
rüzgar estirilmelidir. Bu rüzgarı hep birlikte estirmek
durumundayız.
Değişime öncülük etmeliyiz
Şunu bir kez daha gördük. Türkiye'de
herşeyin emekten yana konuşulması ve tarif edilmesi gerekiyor. Başta
ekonomi politikalar olmak üzere, siyasetin, sosyal alanın, toplumsal
alanın emeğin çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirilmesi
gerekiyor. Bugün Türkiye bir değişim yaşıyor değerli arkadaşlarım.
Bu değişim kimilerine göre son derece olumlu ve demokratik bir
şekilde, Türkiye'nin demokratikleşmesi olarak devam ediyor.
Kimilerine göre ise iktidarı oluşturanların kafasındaki toplum,
yaşam biçimlerinin gerçekleştirilmesi olarak görülüyor. Biz bu iki
ana eksen etrafında yapılan tartışmalara bir başka boyuttan, farklı
boyuttan bakmak durumundayız. Biz kendi temsil ettiğimiz sınıfın
çıkarları doğrultusunda bakmak durumundayız. Evet Türkiye'de bir
değişim elbetteki yaşanıyor. Tabii ki yaşanacaktır. Bu, son derece
doğal, olması gereken bir durumdur. Ama değişimlerde şöyle temel bir
kural vardır; bir değişim, o değişime öncülük edenlerin programları
doğrultusunda gerçekleşir. Eğer ülkenizde yaşanan değişime kimler,
hangi sınıflar öncülük ediyorlarsa o değişim onların programları
doğrultusunda gerçekleşir. İşte tam da bize düşen, sendikalara
düşen, bütün sınıf örgütlerine, emek örgütlerine düşen, bu değişime
emekten yana müdahale etmektir. Yani bu değişim emeğin çıkarları
doğrultusunda gerçekleşmelidir. Türkiye'deki bütün yaşam
alanlarının, bütün toplumla birey arasındaki ilişkilerin, devlet ile
birey arasındaki ilişkilerin veya kişi ile kişiler arasındaki
ilişkilerin emeğin çıkarları doğrultusunda şekillenmesi, Anayasanın,
yasaların, bütün hukuki altyapıların buna göre oluşturulması,
ekonominin, ekonomideki düzenlemelerin, gelir dağılımının, vergi
düzenlemelerinin, ekonomideki diğer uygulamaların emeğin çıkarları
doğrultusunda olması, siyasetin bu anlamda şekillenmesi, sosyal
yaşamın, toplumsal yaşamın emeğin çıkarları doğrultusunda
şekillenmesidir.
İşte sendikaların, sınıf örgütlerinin
yapması gereken, değişime bu perspektiften bakıp, bu değişime
öncülük etmek ve bu değişimi kendi lehleri doğrultusunda
yönlendirmektir. Türkiye'de anayasa tartışmaları yapılıyor. Ne yazık
ki bu tartışmalara emek örgütleri olarak bu perspektiflerle müdahale
edemiyoruz. Veya Türkiye'de demokratik açılımlar konuşuluyor. Bu
açılımlara daha ziyade emeğin çıkarları açısından bakıp da bu
açılımların bu şekilde olması yönünde ciddi tavırlar ortaya
koyamıyoruz. İşte önümüzdeki dönem yapmamız gereken budur. Hepimizin
yapması gereken budur. Sizlere söylemek istediğim şudur değerli
arkadaşlarım; lütfen siyasete müdahil olunuz. Siyasetin emeğin
çıkarları doğrultusunda şekillenmesi için tavır koyunuz. Ve siyaset
yapma tarzınızı ve siyasetteki tercihlerinizi lütfen değiştiriniz.
Kendi sınıfsal çıkarlarınız doğrultusunda Türkiye'ye, dünyaya ve
diğer ilişkilere bakınız. Bu doğrultuda siyasete müdahil olan,
siyaseti yönlendiren kişiler ve emek örgütleri olalım. Bunu
yapamadığımız takdirde değiştirmek veya değişimi bizim sınıfsal
çıkarlarımız doğrultusunda gerçekleştirmek mümkün değildir.
Unutmayınız! Şikayet ettiğiniz
şeyleri, beğenmediğiniz şeyleri asla ve asla kendiliğinden
değiştiremezsiniz. Şikayet ettiğiniz, yakındığınız, beğenmediğiniz,
istemediğiniz şeyleri ancak örgütlenerek ve değiştirerek
çözebilirsiniz. İşte bunun için de olaylara, dünyaya kendi sınıfsal
pencerelerimizden bakıp bütün bu alanların, bütün bu politikaların
bu şekilde Türkiye'de gerçekleşmesi için mücadele etmek
durumundayız.
Toplumsal yaşam eşitlik ve özgürlük
temelinde yeniden kurgulanmalı
Değerli arkadaşlarım toplumsal yaşamın
eşitlik ve özgürlük temelinde yeniden kurgulanması lazım. Eşitlik
kavramı işçi sınıfının en temel kavramıdır ve bütün çözümlerin
anahtarı aslında eşitlik kavramının altında yatmaktadır. Siz
kendinizi birilerinden daha farklı, daha üstün değil de birileriyle
eşit görmeye başladığınız zaman işte şu anda Türkiye'nin temel
sorunları olan Kürt sorunundan Alevi sorununa yani dinsel,
etniksel, kültürel bir takım sorunlara kadar bütün sorunları
çözmeniz çok daha kolaylaşacaktır. Karşınızdakini eşit görmek ve
kültürel hakların ve buna benzer hakların temel bir insan hakkı
olduğunu, doğuştan bir insanın elde etmesi gereken bir hak olduğunu
kabul etmek ve bütün toplumsal yaşamın ve ilişkilerin bu eşitlik
temel ilkesi etrafında çözülmesi doğrultusunda politikalar üretmemiz
gerekir.
Sorunlarımızı şikayet ederek değil
örgütlenerek çözebiliriz
Değerli arkadaşlarım; son değineceğim
konu örgütlenme kampanyamızla ilgili. Bildiğiniz gibi sendikamız
2009 yılının başından itibaren Türkiye'de bölgesel anlamda bir
örgütlenme kampanyası yürütme kararı almıştır. Sendikamız önce
merkez yönetimi, sonra uzmanlıklar düzeyinde, sonra da Başkanlar
Kurulumuzda bu konuyu tartışmıştır. Yeni örgütlenme biçim ve
modellerinin ne olması gerektiğini ve örgütlenmeyi sadece işçilerin
örgütlenmesi olarak görmeyip, genel anlamda toplumun örgütlenmesi,
toplumdaki örgütlenme bilincinin değiştirilmesi ve yükseltilmesi
anlamında olması gerektiğini kararlaştırmış ve bu anlamda yeni
politika ve stratejiler izlenmesini karar altına almıştır.
Ve 2009 yılının Mayıs sonunda ve
Haziran başlarında ilk uygulamamızı pilot anlamda Düzce'de
gerçekleştirdik. Bir ay boyunca Düzce'nin bütün sokaklarını
donattık. Bütün billboardlarını, otobüs duraklarındaki raket diye
ifade edilen ışıklı panoları, yerel gazeteleri, radyoları, yerel
televizyonları tanıtım filmlerimizle yönlendirdik. Düzce'de yerel
düzeyde birçok etkinlikler yaptık. Yani vatandaş sokakta yürürken
Petrol-İş'i gördü. Radyosunu dinlerken Petrol-İş'i ve örgütlenmeyi
duydu. Akşam televizyonunu izlerken örgütlenme ve Petrol-İş'i duydu.
Biz Düzce halkının örgütlenme algısının değiştirilmesini, pozitife
dönüştürülmesini hedefledik. Bu amacımıza da büyük ölçüde ulaştık.
Şu anda Düzce'de 1400 kişinin çalıştığı bir işyerinde Petrol-İş
Sendikası ciddi bir örgütlenme faaliyeti sürdürmektedir. Üye yazımı
da önemli bir rakama ulaşmıştır. Düzce'deki bu pilot uygulamadan
sonra şimdi Türkiye'de sanayinin, özellikle kimya, plastik sanayinin
merkezi olan Gebze ve Bursa'da bu kampanyamız eş zamanlı olarak
sürdürülmektedir. İki şehrimizde de çok başarılı bir şekilde
kampanya yürüttük. Kampanyamızı kısmi olarak da İzmir-Kemalpaşa'da
başlattık ve sürdürüyoruz. İşçi, emekçi, esnaf, tüm toplum olarak
sorunlarımızı şikayet ederek çözemeyiz.
Bu kampanyayı bütün örgütler olarak
başlatıp sürdürseydik Türkiye'yi ayağa kaldırırabilirdik. Sorunu
olan herkese örgütlenin diyoruz. Hayalimiz bu kampanyanın ulusal
düzeyde olmasıdır. Petrol-İş tüm olanaklarını zorlayacak ve bu
kampanyayı tüm bölgelerde sürdürmeye çaba gösterecektir.
Değerli arkadaşlarım, biz kendimizi
öne çıkarmadan örgütlülük üzerinden propaganda yapıyoruz.
Örgütlülüğün iyi bir şey olduğunu, örgütlülüğün hayat olduğunu
işlemeye çalışıyoruz. Ve örgütlenmenin insanın hayatını nasıl
değiştireceğini anlatmaya çalışıyoruz. Ve sorunu olan herkes
örgütlensin diyoruz. Petrol-İş olanaklarını zorlayacak ve bu
kampanyanın daha genelleşmesi için her türlü mücadeleyi yapacak. 8
ay önce ben bu konuyu konfederasyonumuza götürdüm. Başkanlar
Kurulu'na brifing vereyim, anlatayım dedim. Şu ana kadar bir ses
çıkmadı. Üç-beş sendikamız beraber yapabileceğimizi söyledi. Ancak
son Tekel eylemleriyle bütünleşmesiyle de daha çok sendika konuyla
ilgilendi. Bunlar bizi umutlandırıyor.
Sizlerden istediğimiz şudur; bu
kampanyanın hazırlanmasında tabii ki profesyonel anlamda hizmet
alıyorum ama burada esas çalışmaları sendikamız yürütüyor. Yerel
örgütlerimiz ve şubelerimizle bu çalışmaları sürdürüyoruz. Bu
kampanyanın bir ucundan sizler de tutunuz! Türkiye'de gerçek
örgütlenme oranı yüzde yedibuçuklara kadar geriledi. Hiç kimse hayal
görmesin. Bu ülkede bu oranlarla genel grev yapamazsınız. Tam olarak
bir genel eylem de yapamazsınız. Veya 4 Şubat'taki gibi biraz
eksiklikleriyle yapabilirsiniz. Çünkü sizin gücünüz ve etkinliğiniz
üye sayınızla doğru orantılıdır. Onun için bunun ucundan tutunuz.
Sendikamızın üye sayısı da gerilemiştir özelleştirme politikaları
sonucunda. Kamuda emekli edilenlerin yerine ancak yüzde 10 oranında
işçi alındığından bir hayli geriledi. Üye sayımız 22 binlere kadar
geriledi. Eğer kendi işimizi korumak istiyorsak, işyerindeki
kazanımlarımızı korumak istiyorsak, sözleşmemizin yapılmasını
istiyorsak, iyi sözleşmeler istiyorsak bu işkolunda örgütlenmek ve
güçlenmek durumundayız. İşte ilaç sektöründe yetkisiz sözleşmelerle
işi geçiştirmeye çalışıyoruz. Veya boya sektöründesiniz...
Türkiye'de onlarca büyük firma var. Sadece Marmara Bölgesi'nde
400-500 tane merdiven altı üretim yapan boya imal eden işyeri var.
Siz bunların içinden birinde, DYO'da örgütlüsünüz. Veya onlarca akü
firması var, birinde sadece Mutlu Akü'de örgütlüsünüz. Veya ilaç
sektörünün bir numaralı şirketinde örgütlü değilsiniz. Veya ilaç
sektörünün sadece küçük küçük üretim birimlerinde örgütlüsünüz ama
işkolunun tamamında, satış-pazarlamada örgütlü değilsiniz.
Örgütsüzlük bizim de örgütlülüğümüzü, sendikal haklarımızı ve
sözleşmelerimizi tehdit etmektedir. Çok net olarak söylüyorum;
örgütsüzlük bizim örgütlülüğümüzü ciddi anlamda tehdit etmektedir. O
zaman herkes bu işin ucundan tutacak. Elbette merkez yönetimi
uzmanlarıyla, kadrolarıyla genel politikalar izleyecek ama esas
örgütlenmeleri şubelerimiz yapacak. Şubelerimize de sizler başta
temsilcilerimiz, eğitimlerden, kadro eğitimlerinden geçirdiğimiz,
nitelikli işçi eğitiminden geçirdiğimiz arkadaşlarımız, siz öncü
işçiler, delegeler yapacaksınız. Sizin göreviniz sadece buraya gelip
kimin başkan olacağına karar vermek değil aynı zamanda bu örgütün
büyümesi için öncü birer işçi olarak katkı koymaktır. Ve hepinizin
bir örgütsüz işçiyi kolundan tutup getirip sendikaya üye yapmanız,
yaptırmanız gerekir. Bu konuda gece-gündüz çalışmamız gerekir.
Türkiye sendikal hareketi sınıra geldi, dip noktasına geldi.
Petrol-İş Sendikası da sınıra geldi. Artık bu durum bu şekilde devam
edemez. İşte daha güçlü, daha etkili bir sendika olabilmek için
örgütlenmek durumundayız. 22 bin üyesiyle Türkiye sendikal
hareketine, Türkiye işçi sınıfı mücadelesine damgasını vuran bir
sendikanın 100 bin üyesi olduğunu düşünün değerli arkadaşlarım;
Türkiye sendikal hareketini nasıl yönlendirirsiniz? Başta Türk-İş'i
nasıl etkiniz altına alırsınız, Türk-İş'in politikalarının
oluşmasında nasıl belirleyici olursunuz?
Hepinizden beklentimiz; bu işin bir
ucundan tutup sendikamızı üye sayısı bakımından büyütmek ve
Türkiye'nin en güçlü, en etkili sendikaları arasına sokmaktır. Onun
için tanıtım filmimizde, “Sendika hakkındır, gücündür, geleceğindir.
Sendikalı ol, mutlu ol” diyoruz. Hepinize saygılar sunuyor,
başarılar diliyorum.”
Tüysüz: Yeni dönemde yeni atılımlar
yapacağız
İstanbul 1 Nolu Şube Başkanımız Reşat
Tüysüz de şube genel kurulunda yaptığı konuşmaya, Ankara'nın
soğuğunda, karında - kışında ekmek mücadelesi veren Tekel işçilerini
selamlayarak başladı. Bu ülkenin gerçek sahiplerinin Tekel işçileri
olduğunu söyleyen Tüysüz, “Bu ülkenin gerçek sahibi direnen bütün
işçilerdir, emekçilerdir. Bu ülkenin gerçek sahipleri Aygaz
işçileridir, Bayer işçileridir, Çekisan işçileridir” dedi. Tüysüz
şöyle devam etti:
“İstanbul 1 Nolu Şubemiz Marmara'nın
işçi sınıfı açısından en gelişkin bölgelerinin başında gelen
bölgesindedir. Gece gündüz bitmeyen bir yoğunlukla insanlarımız
işlerinde çalışıyor. Namusuyla geçinmeye çalışıyor. Alınteri
akıtıyor. Çoluğunun çocuğunun rızkı için, onları kurda kuşa yem
etmemek için, başı dik yaşasınlar diye uğraşanların en yoğun olduğu
bir bölgedeyiz. Biz de İstanbul Şubesi olarak, burada bulunan bütün
üye arkadaşlarımız gibi, bu çalışkan insanların bir parçasıyız. Biz
çalışanların, işçilerin safında olmaktan, onlardan bir parça
olmaktan da gurur duyuyoruz. Bu güne kadar örgütlenmek için ne kadar
yoğun çaba harcadığımızı buradaki herkes biliyor. Bazılarında
başarılı olduk. Bazı örgütlenme hamlelerimiz ne yazık ki başarısız
oldu. Ama hiçbir zaman yılmadık. Tüm işyerlerimizden tek tek
üyelerimizle var ettiğimiz şubemiz, inanıyoruz ki yeni dönemde çok
daha ileri atılımlar gerçekleştirecek. Çünkü, yine burada bulunan
arkadaşlarımız biliyor. Bizim şubemiz 3 şubenin birleşmesiyle
oluştu. Geçmişte her şubenin tek başına üye sayısı, bugün bizim
toplamımızdan bile fazlaydı. İşte bu durumu değiştirmek, yeni
dönemde yeni atılımlar yapmak için hep birlikte ileriye gideceğimizi
umuyorum.”
Konuşmasında, ülkemizde yaşanan
işsizliğe, yoksulluğa, kayıtdışı, sigortasız çalışma koşullarına,
sendikasız, örgütsüz çalışma koşullarına da değinen Tüysüz, “
Örgütlenmenin önünde bir değil bin engel bulunuyor. İktidarda
olanlar yani bu duruma çözüm bulması gerekenler, kendi işlerini
doğru dürüst yapmıyorlar” dedi.
Dünya'daki durumun da ülkemizde
yaşananlardan farksız olduğunu ifade eden Tüysüz, küreselleşmenin en
zengin ülkelerin daha da zenginleşmesine neden olduğunu, buna karşın
petrole, enerjiye sahip olan İslam ülkelerinin ya askeri işgal
yoluyla ya da tehditle zenginlerin hizmetine girdiğini ama bu
durumun ilelebet payidar kalamayacağını söyledi.
Bu ülkede yaşayan tüm işçilerin,
memurların, çiftçilerin, esnafın zor günler geçirmekte olduğunu,
buna karşın şirketlerin, bankaların inanılmaz oranda karlar
açıkladıklarına dikkat çeken Tüysüz,” Ne yazık ki bizim oylarımızla,
üstelik de yüzde 47 gibi toplumun yarısının oyunu alarak iktidar
olanlar önceliği halkın sorunlarını çözmeye vermiyor. Başta gıda
olmak üzere giyim, kuşam, okul malzemeleri, kiralar, ulaşım, mazot,
doğal gaz, elektrik, su gibi hemen herşeyin fiyatı resmi
enflasyonun kat be kat üstünde arttı. Aldığımız ücretlerin nereye
gittiğini bile anlamaz olduk. O yüzden iyi durumdayız laflarını bize
değil başkalarına anlatsınlar” dedi. Tüysüz şöyle devam etti:
“İşte bu saydığımız nedenlerle başta
sendikamız olmak üzere tüm emek örgütleri güçlerini birleştirmeli ve
emekçi düşmanı siyasi iktidara karşı ortak mücadele yürütmelidir.
İstanbul 1 Nolu Şube olarak bizim kendi bölgemizde yaratabildiğimiz
ve tüm sendikaları katabildiğimiz İstanbul Şubeler Platformu'nun
benzerlerini bütün ülkeye yayabilmeliyiz. Ki, hiçbir sendikacı,
hiçbir siyasetçi bizi yok saymasın. Haddini bilsin. Bu duygu ve
düşüncelerle Genel Kurulumuzun şubemizin üyeleri için, sendikamız
için, işçi sınıfımız ve ülkemiz için yararlı olacağına inanıyor ve
genel kurul çalışmalarında her arkadaşımıza başarılar diliyorum.”
Genel Kurul'da Şube Mali Sekreteri
Mehmet Doğru da bir konuşma yaparak yönetime aday olmadığını ve
sendikacılık yaşamını noktaladığını söyledi. Doğru, “ 25 yıllık
Petrol-İş üyesiyim. Bunun 17 yılı temsilcilik ve aktif yöneticilikle
geçti. Görevimden ayrılıyorum, herkese teşekkür ederim” dedi.
Şube Genel Kurulu'nda delegelerden
Ahmet Akpınar, Ercan Kalkan, Mustafa Okumuş, İbrahim Cevahir, Erkan
Demirci, İsa Yıldırım, Ali Çelik de birer konuşma yaparak sendikal
harekette ve işyerlerinde yaşanan sorunları anlatarak eleştiri ve
önerilerini dile getirdiler.
Daha sonra iki listede yer alan Şube
Başkan adayları Reşat Tüysüz ile Cemal Zıpır, Şube İdari Sekreter
Adayları Nihat Can ile Erdinç Kırço, Şube Mali Sekreter Adayları
Hasan Hüseyin Özkan ile Hasan Koca birer konuşma yaparak görüş ve
düşüncelerini açıkladılar, eleştirileri yanıtladılar. Konuşmaların
bitiminden sonra seçimler yapıldı.
|