26. DÖNEM 4. OLAĞAN BAŞKANLAR KURULU

 19-20 ŞUBAT 2009, İSTANBUL-GENEL MERKEZ

 

Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın'ın Açış Konuşması

 

 

Başkanlar Kurulumuzun değerli üyeleri,

 

Petrol-İş Sendikası Başkanlar Kurulu'nu, krizin ülkemize etkilerinin derinleştiği, işsizlik ve yoksulluğun had safhaya ulaştığı ve 29 Mart yerel seçimlerine odaklanıldığı bir dönemde gerçekleştirmektedir.

 

Ekonominin kapsamlı bir programla yeniden ayağa kaldırılmasının gerektiği sırada, emekçi halkımızın gerçek sorunlarını görmezden gelen hükümet, seçim hesaplarına gömülmüş ve ekonomiyi adeta kendi haline bırakmıştır.

 

Oysa dünyanın gündeminde kriz ilk sırada yer almakta ve krize karşı alınacak önlemler ve uygulanacak politikalar yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Birçok ülkede, felaketin farkına varılmış ve krizin etkilerini hafifletmeye dönük somut önlemler arka arkaya hayata geçirilmeye başlanmıştır.

 

Dünyanın önemli ülkelerinin hemen hemen tamamında açıklanan veriler, büyümenin durduğunu, dış ticaretin daraldığını ve işsizliğin arttığını ortaya koymaktadır. ABD, AB ve Japonya ekonomileri 2009 yılı itibariyle resmi olarak durgunluğa girmiş, işsizlik verileri trajik biçimde tırmanmaya başlamıştır. ILO’nun tahminlerine göre işsiz sayısı, 2009 sonunda dünya genelinde 51 milyona ulaşacaktır.

 

Krizin çapı görünür hale geldikçe; merkezine kârın güvence altına alınmasını koyan ve piyasacı uygulamaların ağırlık kazandığı neoliberal dönem, daha fazla sorgulanmaya başlanmıştır. Küresel kapitalizmin ne istikrarlı bir büyüme ile refah artışını ne de sosyal adaleti sağlayamayacağını, liberaller çevreler de artık itiraf etmektedirler. Küresel kapitalizmin geçmiş dönemine damgasını vuran IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar ise eleştirilerin iyice odak noktası haline gelmiştir.

 

IMF, anlaşma imzaladığı Ukrayna, Macaristan, Letonya ve Pakistan'da krizin etkilerinin en çok hissedileceği 2009 yılında ekonomik canlanmayı sağlayabilmek için devlet harcamalarında daha gevşek bir çerçeveyi gündeme getirmektedir. Ülkeler ise korumacı dış ticaret önlemlerini hayata geçirmekte, sanayilerini ve finans sektörlerini ayakta tutabilmek için kapsamlı paketler açıklamaktadırlar.

 

Yıllardır alternatif politikalara işaret eden ve kriz konusunda uyarılarda bulunan küreselleşme ve kapitalizm karşıtlarının sesine daha fazla kulak verilmeli, giderek bir yıkıma sürüklenen ülkemizde de, bir an önce krize karşı kapsamlı bir program hayata geçirilmelidir. 

 

Değerli arkadaşlar,

Kriz, başta Ortadoğu olmak üzere tüm coğrafyalarda, emperyalist odaklar arasında paylaşım kavgasını sertleştirecek, kaynak savaşlarını daha acımasız kılacaktır. Nitekim, İsrail'in Gazze'ye düzenlediği insanlık dışı saldırı, dünyayı yalnızca büyük bir yoksulluk dalgasının değil, bölgesel çatışmalar ve savaşların beklediğinin en büyük kanıtı olmuştur.

 

İsrail, 2008'in son günlerinde başlattığı ve 22 gün sürdürdüğü saldırılarıyla Gazze'de korkunç bir katliama imza atmıştır. Kullanılması savaş suçu olarak kabul edilen kimyasal bombalar, Gazze'de çocuklar da dahil yüzlerce masum Filistinli'nin ölümüne neden olmuştur. Saldırılarda okullar, hastaneler, BM binaları isabet almış, 14 bin ev tamamen yıkılmış, Gazze harabeye dönmüştür. 

 

Son yıllarda İsrail'in;  zengin doğalgaz rezervlerine sahip olan Filistin'i ve enerji hatları için coğrafi olarak önemli bir kavşak noktası olan Lübnan'ı hedef alan saldırılarının kaynak savaşları ile doğrudan ilgisi bulunmaktadır. Enerji kaynaklarını kontrol etmek uğruna Irak işgaliyle başlayan vahşet, Filistin'de sürdürülmektedir.

 

Ne yazık ki, Batı dünyası yaşanan vahşeti seyretmekle yetinmiş, İsrail'in yaptığı yanına kâr kalmıştır. Ortadoğu ülkelerinden de, saldırıya sert ve kararlı bir itiraz yükseltilmemiştir. Batının ve Ortadoğu halklarının gösteremediği tepki, ülkemizde emek örgütlerinin öncülüğünde gerçekleştirilen eylemlerle ortaya konmuştur.

 

Diğer yandan, bölgedeki  politikaların belirleyicisi olan ABD ve İsrail, Türkiye'ye Ortadoğu halklarının tarihsel hâmisi olma rolü biçmeye başlamıştır. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Davos'ta yaptığı çıkış, bu rol ile uyumlu bir adım olmuştur.  Biçilen bu rolle 1 Mart tezkeresinin çıkmaması nedeniyle işgal ve bölgesel çatışmalara sokulamayan Türkiye, yeniden bu politikalara ortak edilmek istenmektedir.

 

AKP’nin, siyasal rant uğruna Türkiye’nin bir anda kendisini bölgesel çatışmaların içinde bulmasına neden olacak politikalardan vazgeçmesi gerekmektedir.

 

Hükümeti Filistin konusunda da bir samimiyet testi beklemektedir. İsrail ile yapılan tüm askeri anlaşmalar ve tutarı 1 milyar doları aşan savunma ihaleleri iptal edilmelidir. Aksi halde hükümet, ölen Filistinli çocukları bombalayan İsrailli pilotların Türkiye'de eğitilmiş olmasının vebalini asla ödeyemeyecektir.

 

Değerli arkadaşlar,

12 Haziran 2007'de Ümraniye'de ele geçirilen el bombaları ile birlikte Türkiye'nin en kritik gündemlerinden biri haline gelen Ergenekon soruşturması, yeni gözaltı dalgaları ile sürdürülmektedir. Ülkemizde kardeş kavgası yaratmak isteyen odakların planladığı faili meçhul cinayetler, terörist eylemler ve provokasyonların aydınlatılması için başlatılan soruşturma bu amaç doğrultusunda derinleştirilmelidir.

 

Ancak, gerek gözaltı dalgalarının zamanlaması gerek de soruşturmanın biçimi, davanın hükümet muhaliflerinin sindirilmesi amacı doğrultusunda siyasallaştırıldığı kuşkularını artırmaktadır. Soruşturmanın kapsamına, basından orduya, üniversitelerden yargıya, toplumun tüm kesimlerinden birçok kişi dahil edilmiştir. Son gözaltı dalgasında ise Türk - Metal Sendikası Genel Başkanı Mustafa Özbek tutuklanmıştır.  Bu tutuklama ile birlikte; sendikaların kurumsal kimliğinin, yasadışı olaylarla ilişkilendirilmesi yönündeki çabalar artmaya başlamıştır.

 

Bu nedenle; dava boyunca suçun kişisel olduğu gerçeğinin altı çizilmeli, dava sonuçlanana kadar hiç kimse suçlu ilan edilmemeli ve kurumların yıpratılmasına engel olunmalıdır. Davanın diğer muhalefet odakları ile birlikte emeğin ve emekçilerin çıkarlarının temsilcisi olan sendikaları da, yıpratma aracı haline getirilmesine asla izin verilmemelidir.

 

Ergenekon Davası süresince başta siyasi iktidar olmak üzere hiçbir makam, yargı bağımsızlığına gölge düşürecek bir yönelim içinde olmamalıdır. Soruşturmanın, ülkemizin toplumsal barış ve kardeşlik ortamının tesis edilmesine hizmet etmesi için; somut kanıtlara ulaşılması, geçmişi 1980 öncesine kadar uzanan faili meçhul cinayetlerin ve provokasyonların üzerine ayrım yapılmadan ve kararlılıkla gidilmesi gerekmektedir.

 

Değerli arkadaşlarım,

Ekonomik kriz, her geçen gün etkisini artırmaktadır. Krizle birlikte sanayide çarklar artık dönmez olmuştur. Üretimdeki düşüş, artarak devam etmekte, kapanan işyeri sayısı çığ gibi büyümektedir. Yıllardır ekonomik büyümenin lokomotifi olan sektörlerde, kurulu kapasiteler tasfiye edilme noktasına gelmiştir.

 

Ekonomiyi, son yedi yıldır yanlış politikalarla yönetenler, yaptıkları yanlışlarda ısrarcı olmakta ve ülkemizin gerçek sahipleri olan emekçi kesimlerin sesini duymazlıktan gelmeye devam etmektedirler. İşverenler ise kolaycı çözümlere başvurarak işgücü maliyetlerini hızla düşürmeye çalışmaktadırlar. Başta kıdem tazminatı olmak üzere kazanılmış haklarımıza el uzatmaktalar. Esnek çalışmaya ilişkin yeni düzenlemeler talep etmektedirler.

 

Bugün fatura bir kez daha, krizin oluşmasında hiçbir sorumluluğu olmayan emekçilere çıkartılmaktadır. Kriz bahane edilerek emekçiler işsiz bırakılmakta, ücretleri baskılanmakta ve hakları gasp edilerek kendilerinden fedakarlık yapmaları beklenmektedir.

 

Ülkemizde işsizlik, resmi rakamlarla bile gizlenemez hale gelmiştir. İşsizlik oranı Kasım'da, önceki yılın aynı ayına göre 2,2 puan artarak % 12,3'e ulaşmıştır. Gerçek işsizlik oranı ise % 20'lerin üzerine çıkmış, işsiz sayısı 6 milyona dayanmıştır.

 

Sağlık ve eğitim hizmetlerinin giderek paralı hale getirildiği ülkemizde, işsizlik bugün daha fazla can yakmakta ve halkımızı daha derin bir yoksulluğa itmektedir. İş bulmaktan ümidini kesenlerin sayısı ise her geçen gün çoğalmaktadır.

 

Açıklanan Ocak ayı bütçe rakamları, hükümetin yaklaşmakta olan felaketin farkında olmadığını göstermektedir. Seçimler öncesinde belediyelere aktarılan kaynaklar, bütçe açığının yılın ilk ayında 3 milyar TL'ye ulaşmasına neden olmuştur. 29 Mart yerel seçimleri öncesi, siyasal rant toplama kaygısı ve popülist politikalar, hükümetin “herkese eşit hizmet ulaştırma” görevinin bir kez daha önüne geçmiştir.

 

Hükümet gerçekçi ve kapsamlı önlemler almak yerine, krizi “sadaka kültürü”nü yaygınlaştırarak yönetmeye çalışmaktadır. Halkımızın mağduriyeti sömürülmekte ve siyasi rant elde etme aracı haline getirilmektedir. Ülkemizin dört bir yanında yaygınlaştırılan bu uygulamalarla halkımız yardım beklentisi içine sokulmakta, sosyal devletin yerine getirmesi gereken en temel hizmetler hükümetin sağladığı bir “lütuf” olarak sunulmaktadır. 

 

Halkımızın çaresizliğinden yararlanarak yaratılan yardım ve sadaka beklentileri, sosyal devlet ilkesi çerçevesinde hak talebine dönüştürülmek zorundadır. Bugün tüm dünyada, ekonomik durgunluktan devlet harcamaları ve yatırımları artırılarak çıkılmaya çalışılmakta, bu doğrultuda bütçede açık verilmesi göze alınmaktadır. Ancak, söz konusu devlet harcamaları aynî yardımlar biçiminde değil, kapsamlı bir plan dahilinde yapılmalı ve oluşturulacak orta vadeli ekonomik programların bir parçası olarak düşünülmelidir.

 

Değerli arkadaşlar,

Sendikamız, ülkemizde fabrikaları çalışmaz hale sokan, işçileri kapı önüne koyan ve halkı açlığa mahkum eden krizden çıkış yolunun, emekten yana politikalar ve sosyal devlet uygulamaları olduğunu uzun süredir dile getirmektedir. Bu açıdan yerel seçimler, hükümetin piyasacı uygulamalarına karşı güçlü bir uyarı yapılması ve ülke sorunlarına ilişkin emek eksenli çözümlerin gündeme getirilmesi için önemli bir olanaktır.

 

Seçimlerin rant kavgasına dönüşmesini, haklarına sahip çıkmak için mücadele eden emekçiler  engelleyebilecektir. Bu nedenle, 15 Şubat'ta İstanbul Kadıköy Meydanında krizin faturasını ödememek için emekçilerin gösterdikleri tepki, mutlaka yerel seçimlere taşınmalı, krizin faturası siyaseten kesilmelidir.

 

Sosyal devlet ilkelerini esas alan, emekçi halkımızın sorunlarına gerçek çözümler sunan alternatifler üzerinde birleşilmeli ve emek örgütleri seçim sürecinde bu alternatiflere işaret etmelidirler. Bilinmelidir ki, emek güçleri ancak birlikte mücadele ederlerse; kamu yararını ve emekçi halkın çıkarlarını merkeze koyan, kaynakların ve gelirin adilce bölüşüldüğü bir ekonomik düzen yaratılması hedefi gerçekçi hale gelecektir.

 

Sendikamızın, 5’i kamu, 22’si özel sektör olmak üzere 6 bin 417’si kamu’da, 9 bin 529’u özel sektörde, toplam 15 bin 936 üyemizi kapsayan Toplu İş Sözleşmesi görüşmeleri devam etmektedir.

22 özel sektör işyerimizde kazanılmış haklarımızı koruyan, esnek çalışma hükümlerine Toplu İş sözleşmesinde yer vermeyen, ücretlerin reel olarak kayba uğramamasını hedefleyen  temel ilkelerimiz doğrultusunda  Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerimiz devam etmektedir.

 

Kamu Toplu ş Sözleşmeleri’nde ise sendikamızın da içinde yer aldığı Türk-İş Kamu Toplu İş Sözleşmeleri  Koordinasyon Kurulu’nca belirlenen ilkeler doğrultusunda hareket edilecek, ücret zamları, sosyal haklardaki artış miktarı, düşük ücretlerin iyileştirilmesi, işyerlerindeki ücret dengesizliklerinin giderilmesi, kazanılmış hakların korunması ve esnek çalışmaya ilişkin hükümlerin Toplu İş Sözleşmelerine konmaması Türk-İş ile hükümet arasındaki görüşmelerin temel konusu olacaktır. Bu taleplerle ilgili Genel Çerçeve sözleşmesi imzalansa bile yönetici ve temsilcilerimizle birlikte belirlediğimiz işyerlerine özgü taleplerin hayata geçmesi için sendika olarak etkin bir tavır ortaya konacak, üyelerimizin katılımıyla ciddi mücadeleler örgütlenecektir.

 

Yaklaşan ILO Genel Kurulu ve AB Komisyonu’nun da gündemine almasıyla Sendikalar Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanun’larında yapılacak değişikliklerin kısa bir süre sonra gündeme gelmesi beklenmektedir. Konfederasyonumuzca oluşturulan bilim kurulu Sendikalar Kanunu’na ilişkin çalışmalarını tamamlamış, Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu’na ilişkin çalışmalar ise tamamlanmak üzeredir.

 

Türk-İş Yönetim Kurulu ve Başkanlar Kurulu yasa değişikliklerindeki tavrını kişisel ve örgütsel kaygıları ön plana çıkarmadan AB ve ILO normları doğrultusunda belirlemeli, değişikliklerin Haziran ayından önce yasalaşması için etkin bir tavır ortaya koymalıdır.

 

Emek Platformu’nun dağılmasından sonra Türk-İş, DİSK ve KESK’in 15 Şubat’ta İstanbul’da birlikte gerçekleştirdiği miting emek hareketinin yeninden toparlanma sürecine girdiğinin göstergesidir. Bu birliktelik ciddi bir umut oluşturmuş, yüzbinlerce emekçinin mitinge katılımını sağlamıştır.

 

Bu birliktelik ilkeleri de belirlenerek devam ettirilmeli, işçi sınıfı ve emeğin ortak çıkarları için her konuda işbirliği yapılmalı, ortak tavır ve birlikte mücadele ortaya konmalı, İstanbul’da yeşeren umut, bütün Türkiye’ye taşınmalıdır. 2009 1 Mayıs’ı da bu çerçevede değerlendirilmeli, nerede ve nasıl kutlanacağı bir an önce kararlaştırılarak ortak hareket, ortak tavır ve ortak mücadele stratejisi izlenmelidir.

 

ATV-Sabah’ta 13 Şubat’ta başlayan grevi kendi grevimiz gibi görüyoruz. Bu grevin başarısı için TGS ve grevci basın emekçileri kadar çaba göstermeliyiz. Bu grevi Türkiye işçi sınıfının  onur grevi olarak görmeliyiz. Petrol-İş üyeleri başta ziyaretler olmak üzere TGS ve grevcilerle her türlü dayanışma içinde olacak, ATV’nin izlenmemesi ve Sabah gazetesinin okunmaması konusunda da duyarlı davranacaklardır.

 

Sendikamızın 26. Dönem 4. Olağan Başkanlar Kurulu'nun, emek mücadelesinin yükseltilmesine katkı koymasını diliyor, Merkez Yönetim Kurulu adına saygılar sunuyorum.