DÜZENSİZ VE GÜVENCESİZ İSTİHDAMDA DÜNYADA ÖN SIRALARDA OLAN BİR ÜLKEYİZ...

 

  Küresel Sendikalar Konseyi Düzensiz ve Güvencesiz İstihdam Konferansı 

 

 

Uluslararası Kimya, Enerji, Maden ve Genel İşçi Sendikaları Konfederasyonu ICEM'in de aralarında  yer aldığı 11 Küresel İşkolu Federasyonu, Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu ITUC ve OECD Sendikalar Danışma Kurulu TUAC'tan oluşan Küresel Sendikalar Konseyi ile Türkiye'deki ICEM üyesi sendikalar, 2 Ekim'de İstanbul-Taksim-Larespark Hotel'de  “Dünyada ve Türkiye'de Düzensiz ve Güvencesi İstihdam” konulu bir konferans düzenledi. Başkanlığını ICEM Genel Sekreteri Manfred Warda'nın yürüttüğü Küresel Sendikalar Konseyi İstihdam İlişkileri Çalışma Grubu, tüm dünyada çeşitli etkinliklerle kutlanan “7 Ekim -Dünya İnsana Yaraşır İş Günü” çerçevesinde Tayland ile birlikte Türkiye'yi de gündemine aldı.

 

Türkiye'nin gündeminde bulunan “Özel İstihdam Bürolarının Mesleki Faaliyet Olarak Geçici İş İlişkisi Kurabilmesine” ilişkin Yasa Tasarısı ve Alt İşverenlik Yönetmenliği'nin değiştirilmesiyle ilgili gelişmeleri yakından takip eden Küresel Sendikalar Konseyi konferansta dünyada ve Türkiye'de düzensiz ve güvencesiz istihdamla mücadeleyi gündeme getirdi.

 

ICEM Genel Sekreteri Manfred Warda, ITUC Genel Sekreteri Guy Ryder,  IMF Genel Sekreteri Jyrki Raina, ITGLWF Genel Sekreteri Neil Kearney, Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, Hak-İş Genel Başkanı Salim Uslu ve KESK Genel Başkanı Sami Evren’in katıldığı konferans, IMF ve Dünya Bankası toplantılarının Türkiye'de yapılması nedeniyle de özel bir anlam taşıyordu.

 

İşçiler kimin için çalıştığını bilmiyor

Konferansta ilk konuşmayı yapan ICEM Genel Sekreteri Manfred Warda, güvencesiz istihdam ölçeği ve önemi itibarıyla Türkiye’nin öncelikli çalışma ülkelerinden birisi olduğunu söyleyerek “Türkiye'de bazı durumlarda işçiler kimin için bile çalıştıklarını bilmiyorlar. Kimi durumlarda ise kağıt üzerinde bir işveren için çalışıyor gözüküyorlar ama aslında başka bir işverenin kontrolü altındalar,Çalışma düzeninin belirsizleşmesi nedeniyle işçiler olumsuz etkileniyorlar” dedi.

 

ITUC Genel Sekreteri Guy Ryder ise yaptığı konuşmada, “Burada yer almamızın bir nedeni IMF’nin Türkiye’de toplanmasıdır. Güvencesiz çalışma dünyanın her yerinde sorun ancak Türkiye’de özellikle son 20 yıldır örgütlenme, toplu sözleşme ve işçi hakları konusunda ciddi bir kötüleşme var” dedi.

 

ILO normları uygulanmıyor

ILO normlarının Türkiye’de uygulanmadığını belirten Ryder, milyonlarca kamu emekçisine de pazarlık hakkının verilmemesine dikkat çekti.
 

Dünyada yaşanan krizden en çok metal sektörünün etkilendiğini söyleyen IMF Genel Sekreteri Jyrki Raina de  güvencesiz çalışmanın ve taşeron işçiğin metal sektöründe de çok yaygın olduğunu söyledi. İşçilerin sendika hakkına Türkiye’de saygı gösterilmediğini, bu hak gasplarını ise kriz yalanı ile kamufle ettiklerini kaydeden Raina şöyle konuştu:

 

“Sinter Metal’de de bu yaşanmıştır. 350 işçi Birleşik Metal-İş Sendikası’nda örgütlenmiştir. Patron kriz yalanını söyleyerek bu işçileri işten atmıştır. Tuzla’da onlarca işçi güvencesiz çalışmanın ürünü olarak yaşamlarını yitirmişlerdir” dedi.

 

ITGLWF Genel Sekreteri Neil Kearney ise tekstil sektöründe 3 milyon kişinin kayıt dışı çalıştığını belirterek şunları söyledi:

 

“Tekstil sektöründe işçilerin çoğunluğu taşeron işçi olarak çalışıyor, iş güvencesi yok, sosyal haklar hiç yok. Taşeron işçilik aynı zamanda sosyal hakları ortadan kaldırıyor, ücretleri en az yüzde 25 oranında düşürüyor. Eşit işe eşit ücret ilkesi çiğneniyor. İşçiler haklarına sahip çıkamıyor. Sendikalaşma marjinalleşme olarak görülüyor. Durum Türkiye'de de dünyada da aynı. Tekstil ve hazır giyimde kölelik düzeni hakim. Türkiye'de güvencesiz istihdam ortadan kaldırılmalı, bunun için hep birlikte mücadele etmeliyiz.”

 
IMF, Dünya Bankası

 

“Bugün Türkiye’de kurumsallaşmış iş ilişkilerini tahrip etmeye yönelik girişimler, ancak demokratik ülkelerde elde edilen kazançlarını yeterli görmeyen küresel sermayenin, IMF ve DB’nin rehberliğinde, gelişmekte olan ülkelerin emeklerini talan etme hamlesi olarak değerlendirilir” diyen

Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu ise şu açıklamayı yaptı:

 

“Gelişmekte olan ülkelerin birçok sorunu iç içe yaşadıkları bilinmektedir. Bu sorunların başında ekonomik sorunlar gelmektedir. Gelişmekte olan ülkeler açısından ekonomik problemler birkaç açıdan ele alınabilir. Sermaye yetersizliği, tasarruf eksikliği ve bunları takiben özellikle Dünya Bankası ve IMF gibi uluslar arası kuruluşların ya doğrudan ya da dolaylı olarak müdahale ettikleri borç ilişkileri önceliği oluşturmaktadır.

Gelişmekte olan ekonomilerin endüstriyel ekonomiye dönüşmesi temel bir sorundur. Kısır döngüyü kırarak az gelişmişlik eşiğinden sanayi toplumu olma haline geçiş, önemli bir çağ değişimi anlamına gelmektedir. Bu noktadaki soru şudur: IMF ve Dünya Bankası belirleyiciliğinde kurulan finansal bağımlılık ilişkileri az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin, bu dönüşümü gerçekleştirmesine katkı mı yapmaktadır yoksa bir bariyer mi oluşturmaktadır.

Sanayi toplumu olma yolunda engel

Türkiye’nin Dünya Bankası ve IMF ile ilişkisinin uzun bir tarihi vardır. Bu süreci analiz ettiğimiz zaman Türkiye’nin hala gelişmekte olan ülkeler arasında anılması, yani sanayi toplumu olma sorununu bir türlü çözememiş olması IMF ve Dünya Bankası vasıtasıyla gerçekleştirilen finansal ilişkilerin yarattığı bağımlılığın rolünü masaya yatırmayı zorunlu kılmaktadır. Bugün Türkiye dünyanın en borçlu ülkelerinden biridir. Bir anlamda kalkınmak, sanayi toplumu olmak için aldığımız borçlar, bu finansal bağımlık ilişkisi, Türkiye’nin sanayi toplumu olma yolunda engel oluşturmuştur.

 

Bahsettiğimiz bu ilişkilerin yarattığı çok önemli bir başka sorun ise özellikle son beş yılda açık bir şekilde ortaya çıkan dışa bağımlı ve istihdam yaratmayan büyüme olarak karşımıza çıkmaktadır.  Öyle bir ekonomik model düşününüz ki, rakamsal olarak büyüyorsunuz, ama ekonominiz istihdam yaratamıyor. Ülkenizin dış borçları sürekli büyüyor, bunun ülkenize pozitif bir yansıması yok.  Bu çarpıklığın biz çalışanlar açısından yarattığı en önemli sorun işsizliktir, yoksulluktur, güvencesiz istihdam koşullarıdır. Çalışanların işlerinin sürdürülebilir niteliğini koruyamaması, yani her an işlerini kaybetme tehdidi altında yaşamasıdır.

 

Gelişmekte olan ülkeler, ekonomik sorunların yanı sıra, bu sorunların bir ürünü olarak toplumsal sorunları daha derin ve daha etkileyici bir şekilde yaşamaktadır. Genellikle rakamsal büyüklüklerle ifade edilen milli gelir, büyüme ve bazı göstergelerin ifade etmeye yetmediği toplumsal sorunlar, ancak daha özel bir tarzda incelendiği zaman kavranabilir. Bizler genellikle ekonomik verilerin yanı sıra ya da onların bir parçası olarak işsizlik rakamlarını ele alıp değerlendirebiliriz. Fakat 18 - 20 yaşına gelmiş gençlerin yaşadığı işsizlik sorununu, onların hayatını karartan, ümitlerinin kaybolmasına yol açan, psikolojik kimliklerini deforme eden ruh halini hiç bir rakamda çıplak bir şekilde göremeyiz.

 

Çalışırken evine ekmek götüren, çoluk çocuğunun ihtiyaçlarını karşılayan bir insanın işten atıldığı zaman karşılaştığı sorunları hiçbir rakamdan okuyamayız. Bütün bunları şunun için söylüyorum; Gelişmekte olan ülkelerin ekonomik ve toplumsal sorunları büyük ölçüde iç içedir ve birbirlerini besleyecek bir tarzda ilerler. Gelişmekte olan ülkelerde ekonomik sorunlara belli bir ölçüde müdahale etmek hiç olmazsa ekonomik faktör sahipleri açısından mümkündür. Fakat bu ülkelerin en önemli sorunu toplumsal hayatın örgütlenememiş olmasıdır. Birincisi bu ülkelerde henüz çalışanlar ve çalıştıranlar arasında insan onuruna yakışır bir iş ilişkisi kurumsallaşamamıştır.

 

ILO standartları uygulanmıyor

İkincisi Uluslararası Çalışma Örgütü’nün standartlarını oluşturduğu çalışma hayatına ait kurallar henüz bu ülkelerin yönetimleri tarafından da yeterince benimsenmemiş, içselleştirilememiştir. Üçüncüsü, çalışanların güçsüzlüğü, zayıflığı yetmezmiş gibi çalışan örgütlerine, yani sendikalara karşı da büyük sermaye tarafından geliştirilen sinsi bir saldırı sürmektedir.

 

Küresel sermayenin, gelişmekte olan ülkeleri ucuz işgücü deposu olarak gören yaklaşımı ve bu yaklaşımı gerçekleştirmek için hükümetlere yaptığı baskı ise çalışma hayatı ile ilgili kuralların daha da tahrip edilmesini beraberinde getirmekte, bu da durumu bir kaosa dönüştürmektedir.

 

“İnsan onuruna yakışan iş” ihtiyacı, insan dünyanın neresinde yaşıyorsa orada vardır. Bu ihtiyaç, Çin’de de vardır, Hindistan’da da vardır, Fransa’da da vardır. Bunu yok saymak, yani ülkeye göre farklı bir iş ilişkisi yaklaşımını benimsemek insanlık değerlerini hiçe saymak demektir. Bugün Türkiye’de kurumsallaşmış iş ilişkilerini tahrip etmeye yönelik girişimler, ancak ve ancak demokratik ülkelerde elde edilen kazançlarını yeterli görmeyen küresel sermayenin, IMF ve Dünya Bankası rehberliğinde, gelişmekte olan ülkelerin emeklerini talan etme hamlesi olarak değerlendirilebilir.

 

IMF ve DB politikaları sadece ekonomik değil insanlık krizi de yaratıyor

İnsan onuruna yakışır işi her ülkenin insanı gibi biz de kendimize yakıştırıyoruz. Bizim işçilerimiz de demokrasi içerisinde sosyal ve ekonomik özgürlüklere sahip, onurlu insanlar olarak yaşamak istiyor. Bu bakımdan IMF ve Dünya Bankası’nın bugün küresel bir krize dönüşen neoliberal iktisat politikalarının sadece ekonomik kriz yaratmadığını, insanlık krizi yarattığını belirtmek istiyoruz.

 

Buradan Türk Hükümetine açıkça şu çağrıyı yapmak istiyorum. IMF politikalarının yanlışlığı sadece Türkiye’de değil, bugün bütün dünyada açıkça ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu politikalar daha fazla borç, daha fazla yoksulluk, ülkeden dışarıya daha fazla değer aktarımı anlamını taşımaktadır. Neoliberalizmin maskesi düşmüştür. Gelinen noktada, çalışanlara düzgün iş veren, istihdam yaratan, ülkeye katma değer katan bir anlayışla kalkınmaya götüren bir yaklaşımı benimsemek mecburiyeti vardır.

 

Bu günlerde, İstanbul’da IMF ve Dünya Bankasının yıllık toplantısı yapılmakta, izlenecek politikalar belirlenmektedir. Biz TÜRK-İŞ olarak bu toplantıya ilişkin yapılan tüm davetleri geri çevirdik. Çünkü biliyoruz ki IMF ve Dünya Bankası’nın belirleyiciliğindeki politikalar, başta çalışanlar olmak üzere toplumun bütün kesimlerini olumsuz etkileyen, yoksulluğu işsizliği artırmaktan öteye bir sonuç yaratmayan politikalardır. Yine biliyoruz ki bu politikalar gelişmekte olan ülkelerin önünü kesen, onların gelişmesini tamamlamasına engel olan politikalardır.

IMF'ye yol verme zamanı geldi
Biz ülkemizin sürekli az gelişmiş ülke olmasını istemiyoruz. Biz, kapımızı çalanlara “düzgün iş, yoksulluğa karşı mücadele ve ülkemizin kaynaklarını artırmaya katkı yapacaksanız gelin, aksi halde sizi istemiyoruz” demek mecburiyetindeyiz.Hükümet, “IMF olmasa da olur” demektedir. “IMF’ye mecbur değiliz” demektedir.

 

Madem Türkiye ekonomisinin kendi yağıyla kavrulabileceği düşünülmektedir, -ki bu yaklaşım bizde büyük bir memnuniyet yaratmaktadır- öyleyse artık IMF’ye yol verme zamanı gelmiş demektir. Hükümetten beklentimiz, bu yöndedir.”

 

Türkiye, düzensiz ve güvencesiz istihdam cenneti

DİSK Başkanı Süleyman Çelebi, “Ülkemiz son 30 yılda yasalara, kurallara rağmen düzeniz ve güvencesiz istihdam cenneti haline getirilmiştir. Türkiye’de yaklaşık 27 milyonluk işgücünün 6 milyonu işsizdir. Bunun 21 milyonu düzenli ve düzensiz olarak istihdam edilmektedir. Bu 21 milyon kişinin yüzde 46’sı sigortasız olarak kayıt dışı çalışmaktadır. Yani 10 milyon kişi yasal haklardan mahrumdur” diye konuştu.  Çelebi şunları söyledi:

 

“Çalışma Bakanlığı'nın verilerine göre Türkiye işletmelerinin yüzde 95'i, 1 ila 99 işçi istihdam eden kuruluşlardan oluşuyor. Bunlar toplam istihdamın yüzde65'ine sahiptir. Buralarda asgari çalışma şartlarının çoğu maalesef yoktur. Bu işletmelerde düzensiz ve güvencesiz istihdam genel bir kural haline gelmiştir. Büyük işletmelerde de kuralsız istihdam yaygınlaşmaktadır. En az 250 kişi çalıştıran işletmelerde çalışanların en az yüzde 20'sinin esnek yani düzensiz istihdam olduğunu tahmin ediyoruz. 2003 tarihli Yeni İş Kanunu taşeron istihdamını yasal hale getirdiği için büyük işletmelerdeki düzensiz istihdam yasal kurallara uygun hale getirilmiştir.

 

Şimdi bu manzarada 10 milyona yaklaşan kayıtdışı istihdamın yetersiz bulduğumuz yasalara göre sigortalı hale getirilmesi bile çok önemlidir. Ama her nedense bu konuda verilen sözlere rağmen somut hiçbir adım atılmamıştır. İşçi sağlığı ve güvenliğine ilişkin yasa tasarısı da kadük bırakılmıştır. ILO'ya yapılan taahhütlere rağmen sendikal yasakları ortadan kaldıracak düzenlemeler de sürekli ertelenmektedir. Hükümetin düzensiz, kayıtdışı ve güvencesiz çalışmaya karşı iş teftişini etkin kılması gereklidir. Ama Kısa Çalışma Ödeneğinin tespitini yapmak için bile kadrosunun yetersiz olduğunu Bakanlığın kendisi itiraf etmiştir. Bakanlık haziran ayında teşkilata gönderdiği bir genelge ile işçi şikayetlerini mahkemelere yönlendirme talimatı vermiştir.

 

Böyle bir ortamda esnekliği düzensiz çalışmayı artıracak uygulamalar çalışma barışını bile bile bozmayı göze almak demektir. Çözüm üzerinde odaklanmak zorundayız. İşçi sınıfı evrenseldir ve sorunları da evrenseldir. Sorunlara yaklaşım ve çözümler de evrensel olmak zorundadır. Sendikaların uluslar arası dayanışması bu konuda çok önemli ve çok sonuç alıcı olacaktır.

 

Çözüm için önemli nokta sendikal örgütlenmedir. En başta mevcut yasal hakların kullanımı, kazanımların korunması olmak üzere, daha iyi ücret ve düzensiz çalışmanın önlenmesi sendikal örgütlenme ile sağlandı. Burada çok önemli bir nokta ekonomik ve politik baskı o kadar yükseldi ki mevcut yasayı uygulamak bile eğer sendika yoksa bireysel olarak mümkün değil. Eğer böyle olmasaydı kayıtdışı istihdam yüzde 46 civarında olmazdı. İş kazaları yılda 80 bini aşmazdı. Yılda 1000 civarında işçimiz ölmezdi.

 

Yasaları çiğnemek ülkemizin siyasi demokrasisi açısından da çok büyük bir yozlaşma örneğidir. Çalışma hayatında kurallara uymayan, yasaları açık açık çiğneyen ve yasalara karşı hile geliştirenler siyasi demokrasi üzerinde aynı davranışta bulunmaya devam edecekler. Önümüzdeki dönemde, düzensiz ve güvencesiz istihdamın her gündeme getirilişinde biz “İnsana yaraşır iş” talebini daha sık haykıracağız. 1999'dan itibaren insan onuruna yakışır işin yaygınlaştırılması  ILO'nun temel hedeflerinden biri olarak benimsenmiştir. Bu talebin, Türkiye işçi sınıfına da mal edilmesi gerekir.”

 
Sendikalar da küresel mücadele yürütmeli


Hak-İş Genel Başkanı Salim Uslu, sermayenin küreselleşmesine karşı sendikaların küresel mücadele yürütmesi gerektiğini kaydetti. Uslu şunları söyledi:

 

“Küreselleşmenin etkisiyle ülkeler ekonomik, politik ve sosyal krizlere açık hale gelmiştir ve görülmüştür ki küreselleşmenin sosyal boyutu ve politikaları yoktur. Eşitsizlik ve adaletsizlik artmıştır. Küreselleşmenin demokrasi açılımı yoktur. Küreselleşme kapitalizmin vahşi bir boyutu

haline gelmiştir. Ülke birikimlerini sömüren toplumsal değerleri yozlaştıran bir araca dönüşmüştür. Bu nedenle küreselleşme kapitalizmin de ötesinde az gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlara ağır bir fatura ödetmektedir. Sendikaların yerel mücadelelerle, dirençlerle baş etmesi mümkün değildir. Sendikal hareketin de küreselleşme ihtiyacı vardır. Küreselleşmenin boyutları etkileri, süreci, hızı ve sonuçlarına ilişkin sendikalar yeni pozisyonlar almalıdırlar. Uluslararası kuruluşlar karar süreçlerini etkileyecek etkin yöntemler geliştirmeli, küresel ölçekte kurallı ve düzenli iş mevzuatının oluşturulmasını talep edilmelidir. Uluslararası işçi federasyonları küresel sözleşmeler yapabilmeli, dünya işçi hareketi sadece üretimden değil, tüketimden gelen gücünü de etkin ve caydırıcı şekilde kullanabilmelidir. Küreselleşmeyi reddetmek ya da yok saymak yerine sendikalar küreselleşmeyi sürekli ajandalarında tutmalıdır.”

 

Kamu emekçilerin TİS hakkı engelleniyor

 

ILO’nun Türkiye’yi kara listeye aldığını söyleyen KESK Başkanı Sami Evren, kamu emekçilerinin 8 yıldır hükümetle görüşmekte olduğunu ancak toplu pazarlık hakkının engellendiğini kaydetti. Evren konferansta şöyle konuştu:

 

“ILO'da Türkiye 2009'da kara listeye alındı. Bir ülke kara listeye giriyorsa uluslar arası sözleşmelere uymuyor demektir. Türkiye Anayasa'nın 90. maddesine, kendi Anayasasına da uymuyor. Sermaye AB'ye entegrasyon konusunda Hükümete baskı yaparken sosyal konuları gündeme getirmiyor. Siyasi iktidar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin aldığı kararlara uymuyor. AİHM kararı olmasına rağmen kamu sendikalarının 8 dönemdir toplu iş sözleşmesi hakkı engelleniyor. İşçi-memur diye çalışanlar ayrıma tabii tutuluyor. Türkiye'deki mevcut yasalar örgütlenmeyi ortadan kaldıran yasalarıdır. 100'den fazla slikozis işçisi ölümü bekliyor. 10 bin slikozis işçisi de hastalık riski altında. Bunlardan bir sonuç alamıyorsanız eyleme geçmeniz gerekir. Durağan akıl ile hak alamazsınız.”

 

Küresel sendika liderlerinin konferansta yaptıkları konuşmaların tam metinleri ise şöyle:

 

Manfred Warda, ICEM(*) Genel Sekreteri

 

Bugün burada sadece ICEM (Uluslararası Kimya, Enerji, Maden ve Genel İşçi Sendikaları Federasyonu) Genel Sekreteri sıfatı ile değil, aynı zamanda Küresel Sendikalar Konseyi İstihdam İlişkileri Çalışma Grubu’nun Başkanı olarak bulunuyorum. Bu grup, küresel düzeyde, taşeron işçiliği ve düzensiz/güvencesiz istihdam ile ilgili son derece karmaşık konuları ele almaktadır. Hukuk ve endüstri ilişkileri sistemlerinde ülkeden ülkeye gözlenen farklılıklara rağmen, bu sorunun dünyanın bütün bölgelerinde ve aşağı yukarı bütün ülkelerde bir patlama gösterdiğini kaydetmiş bulunmaktayız. 

 

Giderek iki işçi kategorisi oluşmuş bulunuyor. Bunlardan biri, nispeten iyi bir işi olan, emeklilik ve sağlık sigortasının da içinde yer aldığı sosyal hak ve güvencelerden yararlanan, insana yakışır bir ücret alan işçi kategorisidir. Diğer kategorideki işçiler ise kısa süreli işlerde çalıştırılmakta, düşük ücretler almakta, bunun dışında başka hiçbir güvenceye sahip bulunmamaktadırlar. 

 

İkinci kategoride yer alan ve önceleri “atipik” diye nitelenen işler artık tipik ve normal hale gelmiştir. Uluslararası Kimya, Enerji, Maden ve Genel İşçi Sendikaları Federasyonu ICEM'in ve Uluslararası Metal İşçileri Federasyonu IMF'nin taşeron işçiliğiyle ve düzensiz istihdamın diğer biçimleriyle ilgili araştırmalarında yer alan verilere göre, dünya ölçeğinde, on üye örgütümüzden dokuzu güvencesiz istihdamın büyüyen bir sorun olduğu kanısındadır. ICEM düzensiz istihdamla ilgili sorunların ilgili sektörlerin hepsini etkilediğini saptamıştır ve Küresel Sendikalar düzeyindeki çalışmalarımız, özel ya da kamusal, hemen hemen her sektörün benzer sorunlarla karşı karşıya olduğunu göstermektedir.   

 

Uluslararası finans kurumlarının ve OECD'nin yönlendirdiği ve ulusal düzeyde çalışma esnekliğini teşvik eden ve yanı sıra işçi haklarının ve standartlarının erozyonuna yol açan uluslararası düzeydeki ‘politika değişiklikleri’ arasında bağlantı bulunduğunu gözlüyoruz. Bu değişiklikler, işverenlerin dizginsiz bir şekilde kısa süreli istihdam yöntemiyle toplu pazarlığı zayıflatmaya yönelik açık stratejileri arasında bağlantı olduğunu göstermektedir. Bu durum, küresel ekonominin finansallaşmasının sonuçlarından biridir.

 

Türkiye, güvencesiz istihdamın ölçeği ve önemi itibariyle ve üye örgütlerimizden aldığımız uyarıcı raporlar nedeniyle, çalışmalarımızda öncelikli ülkelerden biridir. Diğer bir neden ise, sendikalarınızın bu sorunun üstesinden gelme kararlılığıdır.

 

Küresel olarak, düzenli istihdamdan geçici veya güvencesiz çalışmaya kitlesel kayış, işçiler ve aileri üzerinde olduğu kadar toplum üzerinde de muazzam bir etki yaratmaktadır.  Bazı durumlarda, işçiler kimin için çalıştıklarını bile bilmiyorlar. Kimi durumlarda ise kâğıt üzerinde bir işveren için çalışıyorlar, ama çalışmalarını aslında bir başka işveren kontrol ediyor. Genelde iş yasasının temelini oluşturan işçi-işveren ilişkisinin, sorumlulukların belirsizleştirilmesi suretiyle erozyona uğraması, işçi haklarının doğrudan ihlaline yol açmaktadır.

 

Fakat örgütlenme ve toplu pazarlık haklarının etkin bir şekilde kullanılması güçleşir ya da olanaksızlaşırsa, bu haklar dolaylı olarak da tahrip edilebilir. Birçok işçinin sendikalaşmamasının ana nedenlerinden biri, örgütlenmekten büyük bir korku duymalarıdır. Düzensiz ve güvencesiz istihdam yöntemine tabi işçiler işten atılma (ya da diğer taciz yöntemlerinin) korkusuyla yaşamaktadırlar. ICEM'in demin değindiğim araştırması göstermektedir ki, bütün dünyada, korku, örgütlenmenin önündeki en büyük engeldir; her 5 olaydan 4,2'sinde söz konusudur. İşverenlerin kısa süreli sözleşmeleri yenilemeyerek işçileri cezalandırması ya da bağımsız örgütlenme etkinliğini  engellemesi çok kolaydır. Sendikalaşma ihtiyacının artmasına rağmen, güvencesiz çalışma genellikle işçilerin harekete geçme olanağını yok etmektedir.   

 

Bu istihdam yöntemi toplumun sosyal altyapısını tahrip etmektedir. “Bir kullanımlık işçiler”, atık ürünler gibi, fırlatılıp çöplüğe atılmaktadır. Bu sorun yıllardır büyümesine rağmen, onu hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde gözler önüne seren bu ağır resesyon oldu. Zor zamanlar yaşayan ya da bunun beklentisi içinde olan veya krizi küçülmek için bir bahane olarak kullanan şirketler işçileri hemen ve kolayca feda ettiler.

 

Birçok işveren “sürü içgüdüsü”ne boyun eğmesine ve kısa vadeli kâr çıkarlarının baskısına teslim olmasına rağmen, çok azı, işletmelerinin mevcut koşullarda sürdürülebilir bir şekilde gelişip gelişmeyeceği kaygısını taşıyor. Ve güvencesiz istihdam, şirketlerin uzun vadeli beklentilerine yönelik en büyük tehditlerden biridir.

 

Çalışmalarımız umutsuzluk ve çaresizliğe yer olmadığını gösteriyor. Bir dizi ülkede yasal düzenlemelerde yapılan iyileştirmeler, kimi zaman ise iş yasalarının uygulanması, hak ihlallerini sınırlamıştır. Güvenceleri genişletmek ya da güvencesizliği sınırlamak veya denetim altına almak için müzakere yöntemi de uygulanmıştır. Sorun kamuoyunda giderek daha fazla fark ediliyor.  Japonya’daki son parlamento seçiminde güvencesiz istihdam gündemin önemli bir maddesiydi. Japonya, “düzensiz” istihdam edilen işçilerle ilgili sorunların hızla geliştiği ve resesyonun sonuçlarının işçiler açısından ağır ve belirgin olduğu bir ülkedir. Sözgelimi ülkede pek çok insan artık insana yakışır bir emekli maaşı alamayacağının farkında. Bu deneyim, toplumların giderek daha az adil ve daha az eşit hale gelmesi kaygımızın bir örneğidir. Böylece giderek çok daha geniş kesimler toplumun ana mecrasından dışlanmakta ve çeperlerde yaşamaya zorlanmaktadır

 

Türkiye'deki işçilerin ve onların sendikalarının güvencesiz istihdama ve taşeron işçiliği uygulamasına karşı verdiği mücadelenin yanında yer almaktan mutluluk duyuyoruz. Sizin deneyiminizi bizim küresel çabamızla birleştireceğiz ve hep birlikte, haddinden fazla şeye sahip azınlığı değil, çok az şeye sahip çoğunluğu gözeten bir “toparlanma” için mücadele edeceğiz.

 

(*) ICEM, Uluslararası Kimya, Enerji, Maden ve Genel İşçi Sendikaları Federasyonu, merkezi İsviçre’nin Cenevre kentinde bulunan, kimya, enerji, maden, çimento, seramik, cam, kâğıt ve ilgili işkollarında, 132 ülkeden 467 sendikaya üye 20 milyon çalışanı temsil eden küresel bir sendika federasyonudur ve Türkiye’de 14 üye sendikası bulunmaktadır.

 

 

Guy Ryder, ITUC(*) Genel Sekreteri

 

Geçen hafta bir Küresel Sendikalar heyeti G-20 zirvesi için Pittsburgh’daydı. Krizden etkilenen bankaları desteklemek üzere alınan ve işçilere yönelik ciddi tehditler içeren olağanüstü önlemlere karşı çıktık. Küresel sendikaların ortak açıklamasında şöyle dedik: “İstihdamın güvencesiz biçimlerinin genişlemesi ve işgücü piyasasının kuralsızlaşması istihdam krizine çare olamaz. Çalışan insanların onlarca yıldır süregelen güvencesizliği resesyonun ortaya çıkmasında önemli bir faktördür. Sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülkelerin karşı karşıya olduğu sorun, küreselleşmiş bir ekonomide işgücü piyasasının nasıl güvenceye kavuşturulacağıdır. İşgücü piyasasının esnekliği standart istihdam ilişkisinin yok edilmesiyle, işçilerin temel haklarının erozyona uğratılmasıyla ve işçilerin refahının aşağı çekilmesiyle sağlanmamalıdır.” 

 

Finans sisteminin kurtarılmaması gerektiğini söylemiyoruz. Krize neden olan sorumsuzluğun tekrarlanmamasını sağlayacak önlemlerin acilen alınması gerektiğini vurguluyoruz. Ne yazık ki işler yine “eskisi gibi” yürütülmeye başlıyor. Yeterli koruyucu önlem alınmamıştır. Kamu yararının küçümsendiği, varlıklarını vergi mükelleflerine borçlu olan bazı bankalarda bile, birçok tepe yöneticisine ve borsa profesyoneline savurganca ödenen maaş ve ikramiyelerden açıkça anlaşılıyor. Bunlardan “haklı bir nedenle” işine son verilenlere bile cömert “altın paraşütler” sunuldu. Peki ama, güvencesiz işlerde çalışanların, başkalarının kâr hırsının ve başarısızlıklarının masum kurbanlarının paraşütleri nerde?

 

 Güvencesiz çalışmanın ve sağlıksız finans piyasalarının onlarca yıldır birlikte gelişmesi basit bir tesadüf değildir. Finansal kuralsızlaştırma ve “işgücü piyasası esnekliği”ne atfedilen her şey, hükümetlerin “bırakınız yapsınlar” tutumunu ve bizatihi piyasanın adalet değilse de refah sağlayabileceği kör inancını yansıtmaktadır. Politikaların başarısızlığının ve dizginsiz kâr hırsının faturası halka çıkarılmıştır. Girişimciliğin hasletleri arasında sayılan riskler işçilerin sırtına yıkılmaktadır. ILO'nun ve OECD'nin belgelediği toplumsal eşitsizlikteki artış, riskin yükünün güçlülerden güçsüzlere kaydırılmasının sonucudur.

 

ITUC ve TUAC, Manfred Warda'nın başkanı olduğu Küresel Sendikalar Konseyi Çalışma İlişkileri Grubu'nda aktif olarak görev yapmaktadır. Bu grubun geniş  gündemiyle ilgili çalışmalara katılıyoruz, ama özellikle iki alan üzerinde duruyoruz. Bu iki alan şudur: ILO'da istihdam ilişkisi üzerine yapılan çalışmayla ilgili hukuksal sorunlar ve özellikle Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası ve OECD tarafından oluşturulan politika çerçeveleri.

 

Son yıllardaki politika değişiklikleri göstermiştir ki işçilerin güvencesizliğindeki artış doğrudan bu üç kuruluşun önerdiği politikalardan ve zaman zaman IMF ya da Dünya Bankası'nın dayattığı kredi koşullarından kaynaklanmaktadır.

 

Bunun en iyi örneği, Dünya Bankası'nın şöhreti kötüye çıkmış “İş Yapma Kolaylığı” raporudur. İlerleme kaydettiğimizi düşünüyorduk. İstihdamın ya da sosyal güvencelerin tasfiyesi suretiyle işçilere karşı en acımasız önlemleri alan hükümetlerin düzenli olarak “ödüllendirdiği” raporun istihdam bölümü, Dünya Bankası'nın kendi içinden de yükselen geniş eleştiri salvosu karşısında, değiştirilecekti. Nisan 2009'da, Banka, İş Yapma Kolaylığı işgücü piyasası esneklik göstergesinin “Dünya Bankası politikasında yer almadığını ve önerilen politikalarda veya herhangi bir ülkenin program belgelerinde kullanılmaması gerektiğini ve bu göstergenin Banka'nın öne sürdüğü koşullar arasından çıkarılacağını” açıkladı. Bilindiği gibi, bu gösterge, işçilerin sosyal güvencelerinin aşağı çekilmesini öngörüyor.

 

Raporun 2010 versiyonu geçenlerde yayımlandı, ama raporda açıklanan vaatlerden eser yoktu. Bunun yerine, insan hakları ve sendikal haklar konusunda dünyanın en kötü siciline sahip ülkelerden biri olan Belarusya (ki bu ülkede işverenlerin işçileri keyfi olarak işten atması kural haline gelmiştir), istihdamı tasfiye etmeyi kolaylaştırdığı için Banka tarafından övülüyordu. Demokrasi ve yönetim sorunlarıyla boğuşan bir başka ülke olan Ruanda ise bu yılın İş Yapma Kolaylığı alanında “başta gelen reformcu” ödülünü kazandı. Çünkü “işverenlerin [tensikat konusunda] önceden işçi temsilcilerine danışmaları ya da iş müfettişine bildirimde bulunmaları artık gerekmiyor”.

 

Hükümetlerarası kuruluşların ve onları kontrol eden hükümetlerin yaklaşımı köklü bir şekilde değişmeyecek olursa, dünya kısa bir süre sonra bu felaketin tekrarına mahkûm olacaktır. Finans piyasalarında reel ekonominin zararına hızla kazanç sağlamayı amaçlayan, talancı manipülasyonun yeni biçimlerinin oluştuğunu şimdiden gözleyebiliyoruz.

 

Bankaların ve öbür finans aktörlerinin bundan sonraki kurtarma operasyonları nasıl finanse edilecek? Bir avuç insanın kamu kaynaklarını hortumlamak için yaptığı saçmalıklara bir kez daha izin verilirse, eğitimi, sağlık hizmetlerini ve diğer kamu hizmetlerini iyileştirme ya da küresel ısınma tehdidine çözüm getirme vaatlerinden geriye ne kalacak? Yoksa devletin tek işlevi, kurtarmak için son çare olarak devreye sokulan güvenlik ağı olmak mıdır?

 

 “Toparlanma”nın hedefi güvencesiz gelişme değil, sürdürülebilir gelişme olmalıdır. Bu ise reel ekonominin finans ekonomisinin gölgesinden kurtulduğu sürdürülebilir bir ekonomi, sosyal adalet anlamına gelen toplumsal sürdürülebilirlik ve gezegenimize verdiğimiz zararı (iyi, istikrarlı ve güvenceli istihdam sağlayacak şekilde) tersine çevirecek çevresel sürdürülebilirlik demektir. Güvencenin işçileri kapsaması, güvencesizliğin ise, ille de zorunluysa, tepedekilere kaydırılması gerekiyor.

Bu tür değişikliklerin gerçekleşmesi ancak harekete geçme konusunda siyasal irade varsa mümkündür. Ve bizler her düzeyde bunun gerçekleşmesine yardımcı olmalıyız. Bunun için ise Türkiye'de ve dünyanın dört bir yanında emek insanlarının sesinin gür ve anlaşılır olmasını sağlamalıyız.

 

2(*) ITUC, Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu, merkezi Belçika’nın başkenti Brüksel’de bulunan 157 ülke ve bölgede 312 ulusal merkeze üye 170 milyon çalışanı temsil eden küresel sendika konfederasyondur ve Türkiye’de 4 üye konfederasyonu bulunmaktadır.

 

 

Jyrki Raina, IMF(*) Genel Sekreteri

 

Bugün burada sizlere dünya çapında Uluslararası Metal İşçileri Federasyonu IMF’ye üye metal sendikalarında birleşmiş, bütün dünyadaki 25 milyon metal işçisi adına sesleniyorum. 

 

Birçok ülkede metal sektörü geleneksel olarak daha yüksek ücretlerin ödendiği, daha iyi çalışma koşullarına ve emeklilik gibi sosyal haklara sahip, standart belirleyen bir sektör olmuştur. Metal işkolunun bütününde güvencesiz istihdamın gösterdiği patlama, sendikaların yıllar boyunca büyük mücadelelerle kazandığı bu yüksek standartları hızla aşağı çekiyor. Bir zamanlar okuldan ayrılan bir gencin istikrarlı geliri olan iyi bir iş bulabildiği işkolları bugün artık o gence ücret ve çalışma koşulları düzeyi daha düşük geçici bir işi ancak sağlayabiliyor.

 

Bunun örneklerinden biri otomotiv sektörüdür. İşverenlerin giderek istihdam büroları aracılığıyla işçi istihdam etmeye bel bağlamaları sonucunda sürekli işler erozyona uğruyor. Öyle ki bazı işletmelerde bugün artık işgücünün yarısından fazlasını bu tür taşeron işçileri oluşturuyor.

 

Hiçbir metal sektörü güvencesiz istihdamın yaygınlaşmasından bağışık değil. Dünyanın dört bir yanındaki metal sendikaları, çelik endüstrisindeki ve havacılık-uzay endüstrisindeki imalatın asli işlerinde/alanlarında geçici ve taşeron işçilerinin çalıştırıldığını bildiriyor. Elektronik endüstrisindeki küresel üretimde, düşük standartlı ücret ve koşullar öngören geçici sözleşmelerle muazzam sayıda genç ve kadın işçi istihdam ediliyor. 

 

Öyleyse, metal işkolunda güvencesiz işçi olmak ne demektir? Birlikte çalıştığınız ve sayıları gitgide azalan sürekli işçilerden daha düşük ücret alacaksınız demektir. Bir sonraki yıl, bir sonraki hafta veya kimi zaman bir sonraki gün bir işiniz olacağının garantisinin olmaması demektir. Buna karşılık, işvereninizin daha kalifiye bir iş için size yatırım yapması olasılığının azalması demektir.  Ya da iş sağlığı ve güvenliği eğitimi fırsatını kaçırmanız demektir.

 

Güvencesiz işçi oranının daha yüksek olduğu işletmelerde daha fazla iş kazası olması tesadüf değildir. Bu arada, geçici işçi olarak çalışırken sakatlanacak olursanız, tazminat ya da yardım almanız olasılığı çok zayıftır.

 

Ama daha da önemlisi, güvencesiz işçi olmak demek, sendikalaşma olanağınızın bulunmaması ve ücret ve çalışma koşullarınızı iyileştirmek için, eğitim olanağından yararlanmak için veya sürekli bir işe geçmek için işverenle toplu pazarlık yapamamanız demektir. Eğer bir ajans aracılığıyla istihdam ediliyorsanız, size ajansın sözleşme koşullarınızı değiştiremeyeceği, çünkü bu koşulların şirket tarafından belirlendiği söylenecektir. Şirket ise sizinle müzakere edemeyeceğini, çünkü sizin şirket tarafından değil de ajans tarafından istihdam edildiğinizi söyleyecektir. 

 

Finans krizi güvencesiz işçilere bir darbe daha indirdi. İşini ilk kaybeden yüz binlerce güvencesiz işçi oldu. Çünkü tazminat ya da bildirim öneli hakkı olmaksızın işçi atmak, işverenler için işgücünü azaltmanın ucuz ve kolay yoludur. Kriz istihdam üzerinde ağır ve uzun vadeli etkiler yarattı. Bazı durumlarda, işletme ve işçiler (güvencesiz işçiler dahil) açısından olumsuz sonuçları asgariye indirecek önlemleri belirlemek üzere işverenler ile sendikalar birlikte çalışma olanağı buldular.

 

Fakat işçilerin sendikalaşma ve çalışma koşullarını koruma hakkını çiğnemek için krizi bahane olarak kullanan acımasız işverenler de görüyoruz. Burada, Türkiye'de, Uluslararası Metal İşçileri Federasyonu IMF'nin üyesi Birleşik Metal Sendikası, geçen yıl sendikalaşma hakkını kullandığı için Sintel Metal işvereninin işten attığı 350 işçinin mücadelesini destekliyor. Şirket işten atmaların finans krizi nedeniyle zorunlu olduğunu iddia ediyor. Ama kanıtlar gösteriyor ki bu iddia, sendikalı işçileri işten atmanın ve işçilerin işlerini koruma mücadelesini önlemenin mesnetsiz bir bahanesinden ibarettir. 

 

Türkiye'nin iş mevzuatını ILO sözleşmelerine uygun hale getirmek için acilen değiştirmesi gerekiyor. Böylece işverenler artık sendikalaştığı için işçi atamayacaklardır. IMF ve onun çatısı altındaki üye örgütler Birleşik Metal'i ve işten atılan 350 işçiyi mücadelelerinde destekliyor. Sinter Metal'i işten atılan işçileri derhal işe iade etmeye ve işçilerin taleplerini iyi niyetle müzakereye başlamaya çağırıyoruz.

 

Türkiye'deki sendikalar sadece işverenlerin sendikalaşmaya yönelik sistemli saldırılarına karşı mücadele etmiyor, aynı zamanda muazzam boyutlardaki güvencesiz istihdama ve ondan kaynaklanan olumsuz sosyal ve ekonomik sonuçlara da karşı çıkıyor. Bunun içindir ki güvencesiz istihdama karşı harekete geçmek için, bütün dünyadaki IMF ((Uluslararası Metal İşçileri Federasyonu) üyesi sendikalarla birlikte davranıyor.    

 

Bu hafta Zambiya’nın dört kentinde işçiler, protesto gösterileri yapacak ve kamuoyunu bilgilendirecekler. Endonezya’da çok sayıda işçi güvencesiz istihdama karşı taleplerini dile getirmek için sokaklara dökülecek. Bulgaristan’da sendikalar, küresel krizin Bulgaristan işgücü piyasası üzerindeki doğrudan etkisinden kaynaklanan güvencesiz istihdamdaki yaygınlaşmayı sınırlayıcı somut önlemler alınmasını Çalışma Bakanı'ndan talep ediyor. Bütün dünyada, diğer bütün küresel sendikalarla bağlantı içinde, benzer eylemler gerçekleşecek.

 

Bu kitlesel seferberlikle IMF, işverenlerin sürekli ve doğrudan istihdam yerine güvencesiz istihdamı kullanmasını önlemek üzere hükümetlerden yasaları güçlendirmesini talep ediyor. Mevcut krizin ertesinde, ekonomiler toparlanmaya başladıkça, şirketlerin geçici istihdama daha fazla bel bağlaması, bir zamanların sürekli işlerinin yerine güvencesiz işleri geçirmesi riski var. Devletler sermayeyi krizden korumak için kurtarma fonlarına sarıldılar. Biz ise işçilerin de korunmasını istiyoruz.

 

Kriz koşullarında sürdürülebilir bir toparlanma güvencesiz ve düşük standartlı istihdama dayanarak gerçekleştirilemez. Bu nedenledir ki bugün dünyanın dört bir yanında sendikalar ve onların üyeleri, bütün işçilere güvenceli istihdam ve eşit haklar sağlanması talebi çevresinde birleşiyor.

 

(*) IMF, Uluslararası Metal İşçileri Federasyonu, merkezi İsviçre’nin Cenevre kentinde bulunan, metal ve bağlı işkollarında 100 ülkede 200 sendikaya üye 25 milyon çalışanı temsil eden küresel bir sendika federasyonudur ve Türkiye’de 3 üye sendikası bulunmaktadır.