Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın'ın 26. Dönem 3. Olağan Genişletilmiş Başkanlar Kurulu Açış Konuşması

 

                                                                  

                                                                                      Çanakkale, 23.10.2008 Kolin Hotel

 

Başkanlar Kurulumuzun değerli üyeleri, değerli konuklar, değerli basın mensupları...

 

Petrol-İş Sendikası Genişletilmiş Başkanlar Kurulunu, dünya ekonomisinin yaşadığı krizin çöküşe dönüştüğü ve bu çöküşün ülkemizi de içine almakta olduğu bir dönemde gerçekleştirmektedir. Türkiye, böyle bir döneme siyasi ve toplumsal gerilimlerin giderek arttığı bir sırada girmektedir.

 

Dünyanın ve Türkiye'nin sürüklenmekte olduğu kriz ve yıkım konusunda defalarca uyarılarda bulunmuştuk. Ne yazık ki, kriz bugün kapımızdadır. Ve yaklaşmakta olan yıkımın artık herkes farkına varmıştır.

 

Yaşanmakta olan kapitalizmin krizidir

Yaşanmakta olan dünya ekonomisinin değil kapitalizmin krizidir. Bir avuç sermayedarın kazancının artırılmasına dayanan, buna karşılık geniş emekçi kesimlerin yoksulluğa mahkum edilmesine yol açan politikalar iflas etmiştir. Bugün gündeme getirilen çözümler ise özel sektörün kazancının güvenceye alınması, zarar ve batağın ise kamulaştırılması anlamına gelmektedir. Dünya ekonomisinin içindeki krizle birlikte;

 

  • Gündeme getirilen kurtarma paketleri, oluşmuş zararların karşılanmasından başka işe yaramayacaktır.

  • Finans sektörünün çökmesi nedeniyle reel sektör, ciddi bir finansman sıkıntısına girmiştir. Bu nedenle, üretim ciddi ölçüde yavaşlayacak, istihdamda daralma yaşanacaktır. Maliyetlerini kısmak isteyen sermaye, işten çıkarmaların yanında ücretleri de düşürmek isteyecektir.

  • Dünyada birkaç yıl içinde işsizler ordusuna on milyonlarca yeni kişi eklenecek ve yoksullaşma derinleşecektir. Tüketici kredilerindeki daralma, bireysel kredi kartları ile geçinmeye çalışan işsizlik tehdidi altındaki emekçileri daha zor durumda bırakacaktır.

  • Tüm bunlara ek olarak gıda fiyatlarının yüksek düzeyi, dünyanın 21. Yüzyılda daha önce görülmemiş bir açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına neden olacaktır.

  • Dünya ekonomisindeki daralma ve azalan talep, yeni paylaşım savaşlarına yol açabilecek ve bölgesel çatışmalar artacaktır. Olağanüstü bu koşullar, demokratik hakların  kenara bırakıldığı süreçlere neden olabilecektir.

 

Gelirlerin adilce bölüşüldüğü ekonomik bir düzen kurulmalıdır

Bütün bu gelişmeler ve olasılıklar göstermektedir ki, kamu yararını ve emekçi halkın çıkarlarını merkeze koyan, kaynakların ve gelirin adilce bölüşüldüğü bir ekonomik düzen kurulmadıkça, kapitalizm sorgulanmadıkça, krizden ve savaş tehdidinden gerçek anlamda çıkış yoktur. Yağma politikalarını esas alan ekonomik programlara ve dünyayı bir kumarhaneye çevirmeyi amaçlayan finansal uygulamalara derhal son verilmelidir.

 

Değerli arkadaşlarım,

 

Ülkemiz dünyada bütün dengelerin değişebileceği böylesi sarsıcı bir dönemde, kargaşa ve çatışma ortamının yaygınlaştığı siyasal bir kaosun içerisine girmiştir. Gerekli önlemler alınmadığı ve soğukkanlı olunmadığı takdirde, ülkemiz karanlık bir döneme girmek üzeredir. Yaşanan karakol baskınları ve arkasından Güneydoğuda yaşanan çatışmalar sonrası, halkımızın tepkisi birbirine yönelmiştir. Türk ve Kürt kökenli vatandaşlarımız ülkemizin birçok ilinde karşı karşıya getirilmiş ve fiili linç olaylarına tanık olunmuştur.

 

Türkiye, emperyalizmin kanlı projelerini hayata geçirdiği bir bölgede bağımlı bir dış politika hattı izlemenin cezasını çekmektedir. Emperyalist güç odaklarının, tüm etnik farklılıkları kendi çıkarları için kullandığı ve ülkeleri kendine tabii kılmak için yönlendirdiği Ortadoğu’da, bu politikalardan ülkemiz de nasibini almaktadır. Büyük Ortadoğu Projesi doğrultusunda komşumuz Irak’ın işgal edilmesi ile başlayan yangın, ülkemizi de içine alarak yayılmaktadır. Uluslar arası kaynak savaşlarının tam ortasında yer alan Türkiye, coğrafi konumunu bağımsız ve güçlü bir ülke haline gelmek için kullanmak yerine, bağımlı bir dış politika izlemiş ve doğrudan savaşın konusu haline getirilmiştir.

 

Yanlış politikalardan vazgeçilmelidir

 

AKP hükümeti, terörün sona erdirilmesi için çareyi, ABD ile askeri işbirliğini artırmada, siyasal açıdan ise AB ile entegrasyon sürecini hızlandırmakta aramaktadır. Diğer taraftan 21.yy’da sorunların çözümünün silahlı mücadeleyle olamayacağı herkesçe bilinen bir gerçektir. Bu yanlış politikalarda ısrar edildikçe, gençlerimizin canlarıyla ödediği çatışma süreci yoğunlaşmakta halkımız arasında kalıcı düşmanlıklar yaratılmaktadır.

 

Provokasyonlara son derece uygun böyle bir dönemde, sadece ülkemizin Güneydoğu illerinde değil, Batı illeri ve metropollerde de terörist saldırıların sayısı artmaktadır. Ülkemizin Güneydoğusu'nda demokratik haklarını kullanmaya çalışan halkımız ile güvenlik güçleri karşı karşıya gelmekte ve yaşanan olaylarda kan dökülmektedir. Terör amacına ulaşmak üzeredir.

 

Türkiye’nin bu çatışma ve provokasyon ortamından hızla çıkması gerekmektedir. Bu süreçte hükümet, güvenlik güçleri ve Meclis’teki siyasal partilere tansiyonun düşürülmesinde büyük sorumluluklar düşmektedir. Bu sorumluluk yerine getirilmediği takdirde, Türkiye’nin bir iç savaş ortamına sürüklenmesine ramak kalmıştır. Petrol-İş olarak bir kez daha vurguluyoruz; Çözüm, emperyalist odaklara bel bağlamadan ve ülkemizin bütünlüğünden taviz vermeden demokrasiyi, barışı ve toplumsal birlikteliğimizi hedefleyen politikaların izlenmesinden geçmektedir.

 

Kaderi yoksullukta birleşmiş emekçi halkımızın çıkarı  da, silahların sustuğu, barış ve huzur ortamının sağlandığı bir Türkiye’dedir.

 

 

Hukuka olan inanç zayıflamaktadır

 

Değerli arkadaşlar,

 

20 Ekim’de başlayan Ergenekon Davası süreci, ülkemizde bir başka toplumsal fay hattının harekete geçirilmeye çalışıldığını göstermektedir. Türkiye’yi siyasal bir kaos içerisine sokmak isteyen bir çetenin yargılandığı iddia edilen davanın, bizzat kendisi yeni bir kaosu tetiklemek üzeredir. Davanın başladığı sırada, türbana ilişkin gerekçeli kararı da açıklanmıştır. Ergenekon soruşturması ile AKP’nin kapatılma davasının birbiriyle paralel bir takvim izlemesi, hukukun siyasallaştığının bir göstergesidir. Toplumu birleştiren temel değerlerden biri olan adalet duygusunun kaybolmasına yol açan bu durum, halkımızın hukuka olan inancını zayıflatmaktadır. Türkiye’nin hukuk devleti olma özelliği hızla aşındırılmaktadır.

 

Ergenekon davasında, iddianamenin düzenlenmesinden soruşturma sürecindeki uygulamalara kadar bir dizi süreçte ortaya çıkan hukuki boşlukların, davanın görülmesi sırasında daha da artacağı anlaşılmaktadır. Açıktır ki, Türkiye çetelerden hesap sormalıdır. Ancak bu hesaplaşma, emekçi halkımıza karşı işlenen tüm suçlara ve askeri darbelere kadar uzanmak durumundadır. Hak mücadelesinin önüne geçmek için, emek örgütlerinin kapısına kilit vuran, yüzbinlerce kişiyi cezaevlerine koyan ve insan haklarının “asayiş” adına bir kenara atıldığı 1980 darbesi ve darbeciler halka karşı büyük bir suç işlemişlerdir. Ülkemizin bugün içine düşürüldüğü provokasyon ve kaos ortamının tohumları, ekonomiyi bağımlı hale getiren ve halkımızı yoksullaştıran politikaların zemini 12 Eylül darbesi ile atılmıştır. Ergenekon Davası, çetelerle hesaplaşma “hedefini” bu noktalara taşıyabildiği ölçüde inandırıcılık kazanacak ve AKP’ye karşı muhalefetin sindirildiği iddialarını geçersiz kılabilecektir.

 

Ergenekon Davası’nın başlaması, türban ile ilgili gerekçeli kararın açıklanması ve aynı dönemde ivme kazanan terör saldırıları emekçi halka karşı işlenen asıl suçların üstünü örtmeye yaramaktadır. Ekonomik krize karşı hiçbir önlem almayan hükümet, kabarık yolsuzluk dosyalarının ve ekonomik yıkımın basıncını savuşturmanın hesabıyla hareket etmektedir. Hükümet partisinin yaklaşan yerel seçimleri kazanmak için yaptığı bu hesap, ülkemizi derin bir yıkıma sürüklemektedir.

 

Türkiye özelleştirme politikalarının sonuçlarını ağır bir bedelle ödüyor

Değerli arkadaşlarım, Türkiye ekonomisinin çarkları son 7 yıldır ihracata dayalı üretim ve büyüme ile kolay dış kaynağa bağlı olarak dönmektedir. Son kriz, dünyadaki talebin düşmesiyle ihracatımızın daralmasına, dolayısıyla üretimin yavaşlamasına neden olacaktır. Ayrıca, dünya finans sektörünün çökmesi, ekonomimizin dış finansman kaynaklarını da kurutmuştur. Çarklar yavaşlayacak, Türkiye aylara ve hatta yıllara yayılmış bir durgunluk dönemine girecektir.

 

Ülkemiz, yıllardır sürdürdüğü özelleştirme politikalarının sonuçlarını ağır bir bedelle ödemektedir. Ekonomisi bütünüyle özel sektöre emanet edilmiş ve finans sektörü ise büyük ölçüde yabancılaştırılmış ülkemizde, yıkımı durduracak fren mekanizmaları dağıtılmıştır. Petrol-İş, özelleştirme saldırısına karşı tüm gücüyle mücadele ederken, bu politikalarda ısrar edilirse Türkiye’nin kaybedeceğini vurgulamıştı. Ne yazık ki, bugün Türkiye kaybetmekte ve emekçi halkımız ağır bedeller ödemektedir.  Ülkemizde daha şimdiden, fabrikalar üretime ara verme planlarını gündemlerine almışlardır. İşsizlik resmi rakamlarda yükselmeye başlamış, ücretler baskılanmaya başlanmıştır. İşverenler, krizin maliyetini devlete ve çalışanlara yüklemek için kapsamlı kurtarma paketleri talep etmeye başlamışlardır.

 

 

Sendikalar yıkıma karşı ortak ve güçlü bir mücadele hattı örmeli

Kriz, emeğe saldırı politikalarının yoğunlaştırılmasında ve emeğin elinde kalan son hakların tasfiye edilmesinde bir fırsat olarak değerlendirilmek istenmektedir. Olağan koşullarda, emekçilerin tepkisinden çekinen iktidar ve sermaye çevreleri bugün işçilerin bazı haklarından vazgeçmelerini kolayca dile getirebileceklerdir.

 

Siyasetin halkın iş ve aş sorununa odaklanması için, emeği ve emekçileri temsil eden sendikalara da büyük bir toplumsal sorumluluk düşmektedir. Sendikaların yıkıma karşı, emekçi halkın çıkarları için ortak ve güçlü bir mücadele hattı örmeleri, daha önce olmadığı kadar büyük bir gereklilik haline gelmiştir. Emek örgütlerinin, sermayenin krizi bahane ederek dayattığı kurtarma paketlerine karşı hükümete ve işverenlere kararlı bir mesaj vermesi gerekmektedir.

        

  • Toplu iş sözleşmesi hükümlerine esneklik uygulamalarına dönük maddelerin girmesi kabul edilmemeli,

  • Emekçileri bölen başta bölgesel asgari ücret olmak üzere her türlü ayrımcı öneri reddedilmeli,

  • Kıdem tazminatının kaldırılmasına ya da niteliğinin değiştirilmesine karşı çıkılmalı,

  • İşsizlik Sigortası Fonunun, işverenlerin kullanımına açılmasına izin verilmemeli,

  • Kriz nedeniyle hükümetin teşvik, vergi kolaylığı vb. önlemler sunduğu sektörlerde, kriz gerekçesiyle işten çıkarmalar engellenmeli, hükümetin bu sektörlerde sendikalara iş güvencesi sunması sağlanmalıdır.

                

Bu doğrultuda Emek Platformu; hükümete ve kamuoyuna krizden çıkış için sosyal paket ve alternatif bir program önermek için çalışmalara derhal başlamalıdır.  Emek Platformu ya da konfederasyonlar düzeyinde bu çağrımız karşılık bulmaz ise bu süreçte görüşlerimizi paylaşan sendikalar ile birlikte hareket edecek ve ortak bir mücadele programı oluşturacağız.

 

Sendikalar önümüzdeki zorlu süreçte, ortak bir tavır sergileyebilecekleri her zemini iyi değerlendirmek zorundadırlar. 2009 Mart ayında yapılacak yerel seçimler, hükümetin piyasacı uygulamalarına karşı güçlü bir uyarı yapılması ve ülke sorunlarına ilişkin emek eksenli çözümlerin gündeme getirilmesi için önemli bir olanaktır. Sendikalar ve diğer emek örgütleri, seçimlere afakî bir tutum alarak değil, birlikte ve somut karşılığı olan bir tavır sergileyerek müdahale etmek zorundadırlar.

 

Petrol-İş Sendikası, ülkemizin yağmalanmasına karşı verdiği özelleştirme mücadelesi ve emekçilerin hak mücadelesinde oynadığı rol ile kamuoyunun gözünde müstesna bir konumda olduğunun farkındadır. Ülkemizin içinden geçmekte olduğu zor dönemde, yine üzerine düşeni yapacağından ve emek örgütlerinin yıkıma karşı güçlerini birleştirmeleri için inisiyatif alacağından kimsenin şüphesi olmamalıdır.

 

Sendikamız 26. Döneminin 3. Olağan Genişletilmiş Başkanlar Kurulu'nun, emek mücadelesinin yükseltilmesine katkı koymasını diliyor, Merkez Yönetim Kurulu adına saygılar sunuyorum.