Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın'ın, 26. Dönem 1. Olağan Genişletilmiş Başkanlar Kurulu'nda yaptığı açış konuşması:
Grand Haber Hotel/Kemer/Antalya
Değerli konuklar, Başkanlar Kurulumuzun değerli üyeleri, değerli basın mensupları...
Dünya, savaş ve işgal politikalarının devam ettiği, neoliberal uygulamaların derinleştirilerek emekçilerin biraz daha yoksullaştırıldığı bir yılı geride bıraktı.
Dünyanın dört bir yanında sürdürülen
savaş ve işgal politikaları, en fazla ülkemizin de içinde bulunduğu
Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar üçgeninde yoğunlaşmaktadır.
Ortadoğu'nun diğer iki bölgeden farkı, emperyalist güçlerin kontrol
altına almak istediği zengin enerji kaynaklarına sahip olmasıdır. Bu
nedenle, Irak işgal edilmiş, ülkemizi de içine alan ve etkileri
ülkemizde de hissedilmeye başlanan Büyük Ortadoğu Projesi adım adım
uygulamaya konmuştur. 2008 yılında da uygulanacak olan bu
politikalar başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyayı daha da
istikrarsız hale getirmeye devam edecektir.
Irak'ta ise halk, direnmeye devam
ederek yenilmez denilen ABD'ye, zor günler yaşattığı için ABD, Irak
batağından çıkabilmenin yeni arayışlarına girmek zorunda kaldı.
Diğer yandan, neoliberal uygulamalarla giderek daha da
yoksullaştırılan dünya emekçilerini daha zorlu bir yıl
beklemektedir. Dünya ekonomisinde özellikle gelişmekte olan ülkeler
açısından, kolay borçlanma koşulları ortadan kalktığından ABD
ekonomisinden başlayarak artan küresel kriz riski, tüm dünya
emekçilerine 2008 yılında yeni ve ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
Ancak dünyada 2008 yılına umutla bakmamızı sağlayacak birçok nedenimiz de var. Çünkü 2007, alternatifsiz denilen yeni dünya düzenine ciddi alternatiflerin çıktığı bir yıl oldu.
Örneğin neoliberal yıkım
politikalarına karşı direnen Latin Amerika'nın halkı, sermayeye ve
onun örgütlerine mahkum olmadıklarını ilan ederek başka
alternatiflerin de olduğunu bütün dünyaya gösterdiler. Daha önce
özelleştirilen enerji sektöründeki kamulaştırmalarla özelleştirmenin
alternatifsiz olmadığını da kanıtladılar. Sermayenin dünya genelinde uyguladığı kazanılmış haklara karşı saldırı politikalarını başta Fransa ve Yunanistan olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde emekçiler, grev silahını kullanarak örnek bir mücadele ortaya koydular ve bu mücadeleler sonucunda
sermaye yanlısı hükümetler emeğe
saldırı politikalarında geri adım atmak zorunda kaldılar.
Değerli Arkadaşlarım, Türkiye, içinde
bulunduğu coğrafyada emperyalist politikaların her tür yönelimine
uygun olarak hareket etmeye devam ediyor. Bölge halklarının kanı
pahasına ABD ile işbirliği yapmak ise “gerçekçi dış siyaset” olarak
sunuluyor. Ancak bu siyaset, ülkemizi daha bağımlı hale getirirken
toplumsal istikrarsızlığı derinleştiriyor. Halkımız, terörle,
provokasyonlarla ve suikastlerle yaşamaya alıştırılmaya çalışılıyor.
Yapılmak istenen, hakkını aramayan ve sinik bir toplum yaratmaktır.
Bu çabanın halkımızın acılarına acı
katmaktan başka bir sonucu olamayacağını ise hepimiz bilmekteyiz.
Evet, acı topraklarımızı bir türlü terk etmiyor. Diyarbakır’da
patlayan son bomba ile Kürt sorununda belki de yeni bir döneme
geçilmiş oldu. Yıllardır yaşanan acıları daha da derinleştiren bu
tür saldırılar ile toplumun barış içinde yaşanacak bir geleceğe ve
ülkeye olan inancı maalesef yok ediliyor. Her türlü provokasyona
uygun böylesi bir süreçte kör şiddet sorunlarımızın çözümüne değil
geleceğimizin teminatı gençlerimizin ölmesine, geride kalanların ise
önü alınamaz bir nefretle bilenmesine neden olmaktadır. Değerli Arkadaşlarım, hiçbir ülke bunca acıyı ve nefreti kaldıramaz. Yıllardır dillendirilen kardeşlik sözleri yerini ne yazık ki, derin bir kutuplaşmaya terk etmek üzeredir.
Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın son ABD
ziyaretleri, artık resmi ağızlar tarafından da Kürt sorunu olarak
ifade edilen bu çatışma sürecinin, uluslararası bir kaynak ve toprak
sorunu olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Hükümetin ABD ile stratejik
ortaklık söyleminin ne anlama geldiği her geçen gün daha da iyi
anlaşılmaktadır. ABD- İngiltere-İsrail ekseninin Kuzey Irak politikasının taşıdığı en derin anlam Türkiye’nin artık Batılı ittifakları ile ortaklıkta alternatifsiz olmadığıdır. Enerji kaynaklarının ve İsrail’in bölgesel güvenliğini sağlamak için yeni aktörler yaratılmak istenmektedir. Bu tablonun gösterdiği gerçek, uluslararası bir savaşın bombaları altında eziliyor olduğumuz gerçeğidir. Bu çatışma sürecinden en olumsuz etkilenen bizlerin yani halk kesimlerinin konuya sınırın ötesinde inşaatları, petrol kuyuları, şirketleri kısacası çıkarları olanların baktığı pencereden bakması mümkün değildir. Gençlerimizin canıyla ve yoksullukla bedelini ödediğimiz bu çatışma sürecini, acilen emperyalist müdahale alanından toplumun müdahale edebileceği demokratik alana taşımak zorundayız. Hiçbir çıkar iki halkın arasına kan sokulmasını meşrulaştıramaz.
Görülmektedir ki ne din birliği ne de tarih birliği birleştirici bir harç görevi görememektedir. Kardeşliği sağlam temellere oturtmak için Çanakkale'de ve ülkemizin bağımsızlığı için emperyalizme karşı verilen ulusal kurutuluş savaşında olduğu gibi kader birliği yapmak zorunda olduğumuz açıktır. Kaderimizi elimize
alabildiğimiz yegane gücümüz ise
emeğimizdir. Emeğin evrensel bir birleştirici olduğunu huzur ve
barış özlemiyle tutuşan ülkemiz insanlarına hatırlatmak gerekir. Türk ve Kürt emekçileri olarak zaten yıllardır, yoksulluğa mahkum bir biçimde, terimiz akmaktadır. Ama artık yeter! Kanımızın da akıyor olmasına bu halkın dayanacak gücü kalmamıştır. Çözüm, ülkemizin bütünlüğünden taviz vermeden demokrasiyi, barışı ve toplumsal birlikteliğimizi hedefleyen politikaların izlenmesidir.
uzak bir görüntü veriyor. Hükümetin
son dönemde gerçekleştirdiği uygulamalar, toplumda Cumhuriyet'in
temel kazanımlarının tehdit altında olduğu hissi oluşturuyor.
Muhalefetin sesinin yeterince çıkmadığı, çıksa bile bu sesi toplumun
geniş kesimlerine duyurmayan medyanın olduğu böyle bir ortamda,
ülkemiz bir tek parti iktidarına doğru yol almaktadır.
“Sivil anayasa” söylemiyle başlatılan
yeni anayasa çalışmaları ve yargıda kadrolaşmanın önünü açan yasal
değişiklikler, hukuk sistemine “piyasacı” bir öz kazandırmaya
yönelik çabalardır. “Kamu yararı” ilkesini anayasadan ve kanunlardan
söküp atmak isteyen hükümet, aynı zamanda hak arama mücadelesinin de
koşullarını ortadan kaldırmak istiyor. Yani sermaye ve AKP,
özelleştirmelere iptal kararı veren yargı kararlarıyla karşılaşmak
istemiyor! Özelleştirmeye karşı ve haklarımızı korumak için
verdiğimiz mücadele zayıflatılmaya çalışılıyor. Yapmak istedikleri yeni anayasa ile Türkiye'de neoliberal ideolojiye sahip yeni bir dönemin hukuki ve siyasi yapısının temeli atılmaktadır. Sendika olarak yeni anayasa yapmanın şekil ve şartları oluştuğunda, yamalı bohçaya çevrilen 12 Eylül Anayasası'nın değişmesini elbette istiyoruz. Demokrasinin ve hukuk devletinin temel ilke olarak alındığı, laiklik ve sosyal devlet ilkesinin korunduğu, cumhuriyetin temel değerlerine sahip çıkan ve başta çalışanlarınki olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı yeni bir anayasa, görmek istediğimiz Türkiye'nin Anayasası olacaktır.
2008 özelleştirme saldırısının da yoğun bir şekilde devam edeceği bir yıl olacak. Sosyal güvenlik alanında ise halka “reform” diye yutturulmaya çalışılan yasal değişiklik Meclis Komisyonlarında halen görüşülüyor. Halkımızı emeklilik güvencesinden edecek ve sağlık hizmetini alınır satılır bir meta haline getirecek bu yasal değişiklik, sadece bizlerin değil çocuklarımızın geleceğini ipotek altına alacak. Sosyal devletin son kırıntıları da ortadan kaldırılacaktır. Bu yasaya karşı emeği temsil eden bütün örgütler ortak hareket etmeli, üretimden gelen gücün kullanılması acilen gündeme alınmalıdır. Konfederasyonumuz Türk-İş içinde yer aldığı “Herkese Sağlık Güvenli Gelecek” Platformu'nda etkin rol almalı, sendika olarak Platformun aldığı kararlara etkin olarak katılmalıyız.
Yeni AKP hükümetinin ilk icraatlarından biri, asgari ücretliye 16 YTL'lik zam vermek oldu.
Günde 50 kuruşa denk gelen bu artış,
emekçi halkımızla alay etmekten başka bir anlama gelmemektedir.
Sadece asgari ücreti değil, ülkemizdeki genel ücret seviyesini ve
ücret artışlarını da belirleyecek bu rakam bir utanç kaynağıdır.
Hükümetin dayattığı zam oranlarının üzerine çıkmak için TİSK ile
beraber hareket eden Türk-İş'in asgari ücret rakamına şerh
koymamasını takdirlerinize bırakıyorum. Saldırıların bu süreçte yoğunlaşması bir tesadüf değildir. Bu politikalar, ekonomide dış
etkilerle sağlanan balayı döneminin
bittiği, büyümenin yavaşlamaya başladığı bir sırada; sermayenin
karlılığını güvence altına almak için hayata geçirilmektedir. Ancak
AKP hükümeti, emeğe saldırı politikalarında “sosyal diyalog” adı
altında sendikaların da onayını almak, saldırılarını meşrulaştırmak
istiyor. Ne yazık ki konfederasyonumuz Türk-İş'in 20. Genel Kurulu,
hükümetin bu niyetinin gölgesinde geçmiştir.
2007 yılı Türkiye'de sendikal hareket
açısından Novamed ve Telekom grevleriyle, THY grev oylamasında
olduğu gibi mücadele edildiğinde ciddi kazanımların olduğu bir yıl
oldu. 2008 yılında daha aktif, daha mücadeleci bir çizgi izlenmeli,
emek örgütlerinin güç ve eylem birliği sağlanmalıdır. Saldırılar
ancak böyle bir ortak mücadele ile geriletilebilir, geçmiş
kuşakların bize miras bıraktığı kazanımlar korunup, gelecek
kuşaklara taşınabilir.
Değerli arkadaşlarım, değerli basın
mensupları,2007 yılı örgütümüz Petrol-İş açısından da önemli bir yıl
olmuştur. Sendikamızı “toplumun vicdanı” haline getiren
özelleştirmeye karşı mücadelemiz, Petkim'in satışına karşı da
sürmektedir. DİDDK, 27.12.2007 tarihinde verdiği kararla Petkim'in %
51'lik kamu payının özelleştirme sürecini “kamu yararına aykırılık”
gerekçesiyle durdurdu. Sendikamızın yaptığı itirazı değerlendiren
yargı, Petkim'in satışının kamu yararına aykırı olduğuna
hükmederken, Petrol-İş'in verdiği mücadelenin haklılığı ve
meşruiyeti bir kez daha ortaya çıktı. Petkim'in satışı iptal edilene
kadar Petrol-İş'in ve Petkim işçisinin kararlı mücadelesi devam
edecektir.
Antalya Serbest Bölgesi'nde 448 gün
süren Novamed direnişimiz, başarı ile sonuçlandı. İmzalanan 3 yıllık
toplu sözleşme ile işveren sendikamızı ve üyelerimizin verdiği haklı
mücadeleyi tanımak zorunda kalmıştır. Türkiye'de ve uluslararası
alanda büyük yankı uyandıran Novamed Grevi, sendikamız tarihindeki
onurlu yerini alırken, Petrol-İş'in ve sendikal hareketin
gelecekteki mücadelesine de ışık tutmaktadır.
2007 yılında hem Petrol-İş hem de
konfederasyonumuz Türk-İş, genel kurullarını topladı. Sendikamızın
25. Olağan Merkez Genel Kurulu, Petrol-İş'i bekleyen zorlu bir
mücadele döneminin öncesinde sendikal demokrasinin örgütümüzde
işlediğine iyi bir kanıt oluşturdu. Petrol-İş, genel kurulundan tüm
örgütüyle birlikte güçlenerek çıkmıştır. Petrol-İş Sendikası, ülkemiz emekçi sınıflarının ihtiyaç duyduğu ve haklarımızı koruyabilmek ve geliştirebilmek için vazgeçilmez olan örgütlü mücadeleyi yükseltme sorumluluğunu taşımaktadır. Sendikamız bu sorumlulukla hareket ederek, Türk-İş'in 20. Genel Kurulu'nda yönetime aday olmuştur. Sendika olarak kendi sendikal anlayışımızı ve mücadele birikimimizi Türk-İş'e taşımak için genel kurulda iyi bir sınav verdik, binlerce emekçinin umudunu yeşerttik.
Bu tavrımız, önümüzdeki dönemde Türk-İş içerisinde sorumluluklarımızı artırdığı gibi örgütümüze yeni bir misyonun yüklenmesine de neden olacaktır. Bu bilinçle hareket eden sendikamız konfederasyonumuzun yeni yönetiminin emeğe saldırı politikalarına karşı vereceği ve emekçi kesimler açısından hayati olan eylem kararlarının arkasında duracaktır. Sosyal güvenlik alanındaki yasal değişiklikler ve kıdem tazminatı konusunda hükümetin niyetleri, başta Türk-İş olmak üzere tüm emek örgütleri açısından bir sınav olacaktır.
Bir yol ayrımındayız... 2008 yılını ya
mücadele ederek kazanacağız ya da elimizde kalan son haklarımızı da
yitireceğiz. Sendikamız 26. Döneminin ilk Genişletilmiş Başkanlar Kurulu'nun, emek mücadelesinin yükseltilmesine katkı koymasını diliyor, Merkez Yönetim Kurulu adına saygılar sunuyorum.
|