Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın'ın, 26. Dönem 1. Olağan Genişletilmiş Başkanlar Kurulu'nda

yaptığı açış konuşması:


 

Grand Haber Hotel/Kemer/Antalya


17. 01. 2008

 

Değerli konuklar, Başkanlar Kurulumuzun değerli üyeleri, değerli basın mensupları...


 

Dünya, savaş ve işgal politikalarının devam ettiği, neoliberal uygulamaların derinleştirilerek emekçilerin biraz daha yoksullaştırıldığı bir yılı geride bıraktı.

 

Dünyanın dört bir yanında sürdürülen savaş ve işgal politikaları, en fazla ülkemizin de içinde bulunduğu Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar üçgeninde yoğunlaşmaktadır. Ortadoğu'nun diğer iki bölgeden farkı, emperyalist güçlerin kontrol altına almak istediği zengin enerji kaynaklarına sahip olmasıdır. Bu nedenle, Irak işgal edilmiş, ülkemizi de içine alan ve etkileri ülkemizde de hissedilmeye başlanan Büyük Ortadoğu Projesi adım adım uygulamaya konmuştur. 2008 yılında da uygulanacak olan bu politikalar başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyayı daha da istikrarsız hale getirmeye devam edecektir.
 

Irak'ta ise halk, direnmeye devam ederek yenilmez denilen ABD'ye, zor günler yaşattığı için ABD, Irak batağından çıkabilmenin yeni arayışlarına girmek zorunda kaldı. Diğer yandan, neoliberal uygulamalarla giderek daha da yoksullaştırılan dünya emekçilerini daha zorlu bir yıl beklemektedir. Dünya ekonomisinde özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından, kolay borçlanma koşulları ortadan kalktığından ABD ekonomisinden başlayarak artan küresel kriz riski, tüm dünya emekçilerine 2008 yılında yeni ve ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
 

Ancak dünyada 2008 yılına umutla bakmamızı sağlayacak birçok nedenimiz de var. Çünkü 2007, alternatifsiz denilen yeni dünya düzenine ciddi alternatiflerin çıktığı bir yıl oldu.

Örneğin neoliberal yıkım politikalarına karşı direnen Latin Amerika'nın halkı, sermayeye ve onun örgütlerine mahkum olmadıklarını ilan ederek başka alternatiflerin de olduğunu bütün dünyaya gösterdiler. Daha önce özelleştirilen enerji sektöründeki kamulaştırmalarla özelleştirmenin alternatifsiz olmadığını da kanıtladılar.
 

Sermayenin dünya genelinde uyguladığı kazanılmış haklara karşı saldırı politikalarını başta Fransa ve Yunanistan olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde emekçiler, grev silahını kullanarak örnek bir mücadele ortaya koydular ve bu mücadeleler sonucunda

sermaye yanlısı hükümetler emeğe saldırı politikalarında geri adım atmak zorunda kaldılar.
 

Değerli Arkadaşlarım, Türkiye, içinde bulunduğu coğrafyada emperyalist politikaların her tür yönelimine uygun olarak hareket etmeye devam ediyor. Bölge halklarının kanı pahasına ABD ile işbirliği yapmak ise “gerçekçi dış siyaset” olarak sunuluyor. Ancak bu siyaset, ülkemizi daha bağımlı hale getirirken toplumsal istikrarsızlığı derinleştiriyor. Halkımız, terörle, provokasyonlarla ve suikastlerle yaşamaya alıştırılmaya çalışılıyor. Yapılmak istenen, hakkını aramayan ve sinik bir toplum yaratmaktır.
 

Bu çabanın halkımızın acılarına acı katmaktan başka bir sonucu olamayacağını ise hepimiz bilmekteyiz. Evet, acı topraklarımızı bir türlü terk etmiyor. Diyarbakır’da patlayan son bomba ile Kürt sorununda belki de yeni bir döneme geçilmiş oldu. Yıllardır yaşanan acıları daha da derinleştiren bu tür saldırılar ile toplumun barış içinde yaşanacak bir geleceğe ve ülkeye olan inancı maalesef yok ediliyor. Her türlü provokasyona uygun böylesi bir süreçte kör şiddet sorunlarımızın çözümüne değil geleceğimizin teminatı gençlerimizin ölmesine, geride kalanların ise önü alınamaz bir nefretle bilenmesine neden olmaktadır.
 

Değerli Arkadaşlarım, hiçbir ülke bunca acıyı ve nefreti kaldıramaz. Yıllardır dillendirilen kardeşlik sözleri yerini ne yazık ki, derin bir kutuplaşmaya terk etmek üzeredir.

Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın son ABD ziyaretleri, artık resmi ağızlar tarafından da Kürt sorunu olarak ifade edilen bu çatışma sürecinin, uluslararası bir kaynak ve toprak sorunu olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Hükümetin ABD ile stratejik ortaklık söyleminin ne anlama geldiği her geçen gün daha da iyi anlaşılmaktadır.
 

ABD- İngiltere-İsrail ekseninin Kuzey Irak politikasının taşıdığı en derin anlam Türkiye’nin artık Batılı ittifakları ile ortaklıkta alternatifsiz olmadığıdır. Enerji kaynaklarının ve İsrail’in bölgesel güvenliğini sağlamak için yeni aktörler yaratılmak istenmektedir. Bu tablonun gösterdiği gerçek, uluslararası bir savaşın bombaları altında eziliyor olduğumuz gerçeğidir.

Bu çatışma sürecinden en olumsuz etkilenen bizlerin yani halk kesimlerinin konuya sınırın ötesinde inşaatları, petrol kuyuları, şirketleri kısacası çıkarları olanların baktığı pencereden bakması mümkün değildir. Gençlerimizin canıyla ve yoksullukla bedelini ödediğimiz bu çatışma sürecini, acilen emperyalist müdahale alanından toplumun müdahale edebileceği demokratik alana taşımak zorundayız. Hiçbir çıkar iki halkın arasına kan sokulmasını meşrulaştıramaz.

 

Görülmektedir ki ne din birliği ne de tarih birliği birleştirici bir harç görevi görememektedir. Kardeşliği sağlam temellere oturtmak için Çanakkale'de ve ülkemizin bağımsızlığı için emperyalizme karşı verilen ulusal kurutuluş savaşında olduğu gibi kader birliği yapmak zorunda olduğumuz açıktır. Kaderimizi elimize

alabildiğimiz yegane gücümüz ise emeğimizdir. Emeğin evrensel bir birleştirici olduğunu huzur ve barış özlemiyle tutuşan ülkemiz insanlarına hatırlatmak gerekir.
 

Türk ve Kürt emekçileri olarak zaten yıllardır, yoksulluğa mahkum bir biçimde, terimiz akmaktadır. Ama artık yeter! Kanımızın da akıyor olmasına bu halkın dayanacak gücü kalmamıştır. Çözüm, ülkemizin bütünlüğünden taviz vermeden demokrasiyi, barışı ve toplumsal birlikteliğimizi hedefleyen politikaların izlenmesidir.


Değerli Arkadaşlar, 22 Temmuz 2007'de yapılan seçimlerde % 47 gibi ezici bir oranla AKP yeniden hükümet olma hakkı elde etmiştir. AKP, sermayenin çıkarlarını merkeze koyan hükümet programı doğrultusunda siyaset izlerken, toplumsal uzlaşmayı gözeten bir çizgiden

uzak bir görüntü veriyor. Hükümetin son dönemde gerçekleştirdiği uygulamalar, toplumda Cumhuriyet'in temel kazanımlarının tehdit altında olduğu hissi oluşturuyor. Muhalefetin sesinin yeterince çıkmadığı, çıksa bile bu sesi toplumun geniş kesimlerine duyurmayan medyanın olduğu böyle bir ortamda, ülkemiz bir tek parti iktidarına doğru yol almaktadır.
 

“Sivil anayasa” söylemiyle başlatılan yeni anayasa çalışmaları ve yargıda kadrolaşmanın önünü açan yasal değişiklikler, hukuk sistemine “piyasacı” bir öz kazandırmaya yönelik çabalardır. “Kamu yararı” ilkesini anayasadan ve kanunlardan söküp atmak isteyen hükümet, aynı zamanda hak arama mücadelesinin de koşullarını ortadan kaldırmak istiyor. Yani sermaye ve AKP, özelleştirmelere iptal kararı veren yargı kararlarıyla karşılaşmak istemiyor! Özelleştirmeye karşı ve haklarımızı korumak için verdiğimiz mücadele zayıflatılmaya çalışılıyor.
 

Yapmak istedikleri yeni anayasa ile Türkiye'de neoliberal ideolojiye sahip yeni bir dönemin hukuki ve siyasi yapısının temeli atılmaktadır. Sendika olarak yeni anayasa yapmanın şekil ve şartları oluştuğunda, yamalı bohçaya çevrilen 12 Eylül Anayasası'nın değişmesini elbette istiyoruz. Demokrasinin ve hukuk devletinin temel ilke olarak alındığı, laiklik ve sosyal devlet ilkesinin korunduğu, cumhuriyetin temel değerlerine sahip çıkan ve başta çalışanlarınki olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı yeni bir anayasa, görmek istediğimiz Türkiye'nin Anayasası olacaktır.


Değerli Arkadaşlarım, AKP hükümeti, emekçilerin elinde kalan son kazanımlara da göz dikmiştir. Nitekim hükümet 2008'in ilk günlerinde, emeğe saldırı paketlerini arka arkaya kamuoyuna duyurmaya başlamıştır. İşsizlikle mücadele kılıfı altında açıklanan “Ulusal İstihdam Paketi”, başta kıdem tazminatında ve İşsizlik Sigortası Fonu'nda olmak üzere birçok kritik değişikliğin amaçlandığını gösteriyor. İstihdamı artırma gerekçesiyle, işçi sınıfının en temel kazanımları elinden alınmak isteniyor.


İstihdam üzerindeki yükün vergi ve prim indirimiyle sağlanması yerine kıdem tazminatımızın elimizden alınmak istenmesi ve İşsizlik Sigortası Fonu'ndaki birikimin sermayeye kaynak olarak aktarılması girişimlerine karşı konfederasyonumuz Türk-İş, Genel Kurulunda alınan karar gereği adı ister genel grev ister genel direniş olsun mutlaka en etkili eylemin kararını almalıdır. Böylesine önemli bir kararın uygulanabilmesi için şimdiden çalışmalara başlamalıyız. Türk-İş böyle bir kararı alamadığı taktirde sendika olarak gücümüzün yettiği eylemi mutlaka yapmalıyız. Tabanımızı şimdiden böylesi bir eyleme hazırlamalıyız.

 

2008 özelleştirme saldırısının da yoğun bir şekilde devam edeceği bir yıl olacak. Sosyal güvenlik alanında ise halka “reform” diye yutturulmaya çalışılan yasal değişiklik Meclis Komisyonlarında halen görüşülüyor. Halkımızı emeklilik güvencesinden edecek ve sağlık hizmetini alınır satılır bir meta haline getirecek bu yasal değişiklik, sadece bizlerin değil çocuklarımızın geleceğini ipotek altına alacak. Sosyal devletin son kırıntıları da ortadan kaldırılacaktır. Bu yasaya karşı emeği temsil eden bütün örgütler ortak hareket etmeli, üretimden gelen gücün kullanılması acilen gündeme alınmalıdır. Konfederasyonumuz Türk-İş içinde yer aldığı “Herkese Sağlık Güvenli Gelecek” Platformu'nda etkin rol almalı, sendika olarak Platformun aldığı kararlara etkin olarak katılmalıyız.

 

Yeni AKP hükümetinin ilk icraatlarından biri, asgari ücretliye 16 YTL'lik zam vermek oldu.

Günde 50 kuruşa denk gelen bu artış, emekçi halkımızla alay etmekten başka bir anlama gelmemektedir. Sadece asgari ücreti değil, ülkemizdeki genel ücret seviyesini ve ücret artışlarını da belirleyecek bu rakam bir utanç kaynağıdır. Hükümetin dayattığı zam oranlarının üzerine çıkmak için TİSK ile beraber hareket eden Türk-İş'in asgari ücret rakamına şerh koymamasını takdirlerinize bırakıyorum.
 

Saldırıların bu süreçte yoğunlaşması bir tesadüf değildir. Bu politikalar, ekonomide dış

etkilerle sağlanan balayı döneminin bittiği, büyümenin yavaşlamaya başladığı bir sırada; sermayenin karlılığını güvence altına almak için hayata geçirilmektedir. Ancak AKP hükümeti, emeğe saldırı politikalarında “sosyal diyalog” adı altında sendikaların da onayını almak, saldırılarını meşrulaştırmak istiyor. Ne yazık ki konfederasyonumuz Türk-İş'in 20. Genel Kurulu, hükümetin bu niyetinin gölgesinde geçmiştir.
 

2007 yılı Türkiye'de sendikal hareket açısından Novamed ve Telekom grevleriyle, THY grev oylamasında olduğu gibi mücadele edildiğinde ciddi kazanımların olduğu bir yıl oldu. 2008 yılında daha aktif, daha mücadeleci bir çizgi izlenmeli, emek örgütlerinin güç ve eylem birliği sağlanmalıdır. Saldırılar ancak böyle bir ortak mücadele ile geriletilebilir, geçmiş kuşakların bize miras bıraktığı kazanımlar korunup, gelecek kuşaklara taşınabilir.
 

Değerli arkadaşlarım, değerli basın mensupları,2007 yılı örgütümüz Petrol-İş açısından da önemli bir yıl olmuştur. Sendikamızı “toplumun vicdanı” haline getiren özelleştirmeye karşı mücadelemiz, Petkim'in satışına karşı da sürmektedir. DİDDK, 27.12.2007 tarihinde verdiği kararla Petkim'in % 51'lik kamu payının özelleştirme sürecini “kamu yararına aykırılık” gerekçesiyle durdurdu. Sendikamızın yaptığı itirazı değerlendiren yargı, Petkim'in satışının kamu yararına aykırı olduğuna hükmederken, Petrol-İş'in verdiği mücadelenin haklılığı ve meşruiyeti bir kez daha ortaya çıktı. Petkim'in satışı iptal edilene kadar Petrol-İş'in ve Petkim işçisinin kararlı mücadelesi devam edecektir.
 

Antalya Serbest Bölgesi'nde 448 gün süren Novamed direnişimiz, başarı ile sonuçlandı. İmzalanan 3 yıllık toplu sözleşme ile işveren sendikamızı ve üyelerimizin verdiği haklı mücadeleyi tanımak zorunda kalmıştır. Türkiye'de ve uluslararası alanda büyük yankı uyandıran Novamed Grevi, sendikamız tarihindeki onurlu yerini alırken, Petrol-İş'in ve sendikal hareketin gelecekteki mücadelesine de ışık tutmaktadır.
 

2007 yılında hem Petrol-İş hem de konfederasyonumuz Türk-İş, genel kurullarını topladı. Sendikamızın 25. Olağan Merkez Genel Kurulu, Petrol-İş'i bekleyen zorlu bir mücadele döneminin öncesinde sendikal demokrasinin örgütümüzde işlediğine iyi bir kanıt oluşturdu. Petrol-İş, genel kurulundan tüm örgütüyle birlikte güçlenerek çıkmıştır.
 

Petrol-İş Sendikası, ülkemiz emekçi sınıflarının ihtiyaç duyduğu ve haklarımızı koruyabilmek ve geliştirebilmek için vazgeçilmez olan örgütlü mücadeleyi yükseltme sorumluluğunu taşımaktadır. Sendikamız bu sorumlulukla hareket ederek, Türk-İş'in 20. Genel Kurulu'nda yönetime aday olmuştur. Sendika olarak kendi sendikal anlayışımızı ve mücadele birikimimizi Türk-İş'e taşımak için genel kurulda iyi bir sınav verdik, binlerce emekçinin umudunu yeşerttik.

 

Bu tavrımız, önümüzdeki dönemde Türk-İş içerisinde sorumluluklarımızı artırdığı gibi örgütümüze yeni bir misyonun yüklenmesine de neden olacaktır. Bu bilinçle hareket eden sendikamız konfederasyonumuzun yeni yönetiminin emeğe saldırı politikalarına karşı vereceği ve emekçi kesimler açısından hayati olan eylem kararlarının arkasında duracaktır. Sosyal güvenlik alanındaki yasal değişiklikler ve kıdem tazminatı konusunda hükümetin niyetleri, başta Türk-İş olmak üzere tüm emek örgütleri açısından bir sınav olacaktır.

Bir yol ayrımındayız... 2008 yılını ya mücadele ederek kazanacağız ya da elimizde kalan son haklarımızı da yitireceğiz.
 

Sendikamız 26. Döneminin ilk Genişletilmiş Başkanlar Kurulu'nun, emek mücadelesinin yükseltilmesine katkı koymasını diliyor, Merkez Yönetim Kurulu adına saygılar sunuyorum.