PETROL-İŞ'İN “2008 DÜNYA KRİZİ VE TÜRKİYE” ARAŞTIRMASI:
* Gerçek enflasyon da gerçek işsizlik de yüzde 20'lerde... * Büyüme tıkandı, Türkiye derin bir krize sürükleniyor! *Ekonomide zaaflar derinleşti, emekçilere daha zorlu yaşam koşulları dayatılıyor!
12.04.2008
Ekonomist Mustafa Sönmez tarafından Petrol-İş Sendikası için hazırlanan ve 9 bölümden oluşan araştırmada, 2008 dünya krizine giden koşullara, ABD’deki çalkantının AB, Japonya ve Çin’e yansımasına yer verildikten sonra Türkiye’nin bu krizden nasıl etkileneceğine, Türkiye’de 2002’de başlayan büyüme sürecinin yeni bir tıkanma noktasına nasıl geldiğine ve bu büyüme sürecinin zaaflarına değiniliyor.
Muhtemel bir krizi en az hasarla atlatmak için neler yapılması gerektiğinin de ipuçlarını veren araştırmanın özet değerlendirmesi şöyle:
Büyümede Tıkanma: Türkiye ekonomisi, dış çalkantıdan bağımsız olarak, 2002’den bu yana sürmekte olan bir dizi zaafla yüklü büyüme sürecinin tıkanması noktasına gelmiştir. Artık, gelen büyük boyutlu yabancı sermaye girişlerinin, sermaye birikimini ve büyüme potansiyelini yeterince yukarı taşımadığı anlaşılmaktadır. İç talepte teklemenin telafisi ihracatla karşılanamaz duruma gelmiştir.
Zayıf Halka Cari Açık: Dünya krizi karşısında Türkiye ekonomisinin olası hasarının büyüklüğünü belirleyecek en önemli unsur, cari açıktır. Hızla büyüyen dış ticaret açığının, diğer döviz kazandırıcı faaliyet gelirleri ile kapatılamayan kısmı cari açığı 2007 sonunda 38 milyar dolara ulaştırırken, açığın tahmini 2007 milli gelirine oranı da yüzde 8’e yaklaşıyor.
Cari açığı hızla büyüten dinamiğin ithalata bağımlı sanayi ihracatı olduğu, bunun da ağırlıkla AB’ye yapıldığı görülmektedir. 1996’dan bu yana Gümrük Birliği (GB), özellikle son yıllarda Türkiye'nin aleyhine işliyor. Asya’dan ithalatı hızla artıran etken ise izlenmekte olan düşük kur politikasıdır.
Yabancıların Varlıkları, Milli Gelir Büyüklüğünde: Türkiye’nin 2000’li yıllarda hızlanan dışa açık büyüme süreci, büyük ölçüde dış kaynak girişi ile gerçekleşirken, yabancı kaynak sahiplerine bağımlılık arttı. Yabancıların Türkiye içindeki kontrol güçleri de pekişti. Yabancıların varlık büyüklüğü Türkiye milli gelirine ulaşmış durumda.
Bütçe Üstünden Eşitsizlikler Büyüyor: Bütçe gelirlerinin ana gövdesini oluşturan vergi gelirlerinin ağırlıklı yükü alt ve orta gelirli kesime ait. Tüketimden alınan dolaylı vergilerin payı 2007 yılında yüzde 66 olarak gerçekleşse de bazı yıllar yüzde 70’e yaklaştı. Dolaylı vergilerden geriye kalan yüzde 34’lük dolaysız vergi payının yüzde 23’ü gelir vergisi. Ancak bu vergi türünde de ağırlığı ücretlilerden, kaynaktan kesilen vergiler oluşturuyor. Toplam gelirden en büyük payı alan banka ve şirketlerin ödedikleri kurumlar vergisi, toplam vergi gelirleri içinde 2007’de yüzde 9’da kaldı.
Özelleştirme, Bütçe Açıklarını Kapamada Kullanılıyor: Özelleştirmeden bütçeye aktarılan miktar, toplam devlet gelirlerinin 2004’te yüzde 1’i iken, 2005’te yüzde 2’sine, 2006’da yüzde 4,5’una, 2007’de yüzde 4’üne ulaştı. 2007 harcama bileşimine bakıldığında bütçe harcamalarındaki manevra kabiliyetinin azaldığı ve yerel seçimlerin yaklaştığı şartlarda 2008 içinde Hükümet’in olası dış şoklara karşı sıkı bir politika uygulama şansının da pek fazla kalmadığı görülmektedir.
Gerçek Enflasyon Yüzde 20: 2007 için yüzde 4 olarak belirlenen tüketici enflasyonu, yıl sonunda yüzde 8,7 olarak gerçekleşti. Bu fiyaskodan sonra 2008 için belirlenen yine yüzde 4’lük enflasyon hedefinin gerçekleşme şansı da düşüktür. Özellikle 2008 dünya krizi, enflasyonda artış eğilimlerini besleyecek nitelikte. Ancak, “resmi enflasyon”a ilişkin bu trendlerden farklı olarak, özellikle alt ve orta gelirli grupların yaşadığı gerçek enflasyonun boyutları başka bir gerçeği işaret etmektedir. O da gerçek enflasyonun, resmi olandan çok daha yüksek gerçekleştiğidir. Gerçekte, toplumu birebir ilgilendiren mal ve hizmet sayısı 90 dolayında. Nitekim, bu 90 mal ve hizmetin 2007 ortalama fiyat artışlarını dikkate alındığında, TÜİK’in yüzde 8,7 olarak açıkladığı 2007 ortalama fiyat artışı, 90 ürün ve hizmetten ancak 30’u için geçerli, 60 mal ve hizmetteki fiyat artışı ise bu oranın üstünde. Gerçekte, gösterge niteliğindeki iki kalem olan ekmek ve kiradaki artışın yüzde 20’yi bulması bile, gerçek tüketici enflasyonunun yüzde 20’den az olmadığına işaret eder.
Gerçek İşsizlik Yüzde 20: IMF destekli yüksek faizlerle çekilen sıcak paraya (düşük kurla desteklenen) dayalı çarpık büyüme döneminin en önemli kamburu istihdam yaratmaması oldu. Ekonominin reel olarak yıllık ortalama yüzde 7.3 oranında büyüdüğü 2002-2006 döneminde, toplam istihdam ancak yıllık ortalama yüzde 0.7 oranında arttı.
2007 yılı ise istihdam açısından iyice talihsiz bir yıl olmuştur. 2006 Kasım’ında 21 milyon 235 bin olarak belirlenen istihdam 2007 Kasım’ında 20 milyon 867 bine gerilemiş yani yüzde 4,5-5 büyüme kaydedilen 2007’de istihdam artmak yerine yüzde 1,7 oranında gerilemiştir. TÜİK’in tanım tartışması nedeniyle işgücünden saymadığı işgücü (dolayısıyla işsiz) sayısı dikkate alınsa, resmi işgücü 25 milyon 267 bin kişi, işgücüne katılma oranı yüzde 51; resmi işsiz sayısı da 4 milyon 400 bin olacaktı. Bu da yüzde 10 olduğu iddia edilen işsizlik oranının aslında yüzde 17,4 olması demek. Aslında ,”eksik istihdamdakiler”i de işsiz tanımına katmak gerekir ve bu yapılırsa sayı 5 milyon 50 bine çıkar. Bu da gerçek işsizlik oranının yüzde 20’yi bulması demektir.
Gelir Uçurumu Derinleşiyor: Uzun yıllardır süredir izlenmekte olan IMF destekli ekonomi politikaları, büyük ölçüde ücretlilerin, küçük üreticilerin reel gelirlerini kar-faiz-rant geliri sahipleri lehine gerileterek gerçekleştirildi. 2007’de 107 milyar dolara ulaşan ihracatta, dışa karşı en önemli rekabet gücü düşük ücretler sayesinde sağlandı. Büyük işsiz kitlelerini açlıkla terbiye ederek, işyerlerinde teknolojiyle ilgisi olmayan verimlilik artışları, emeğin kaba sömürüsüyle, iki kişinin işi bir kişiye yaptırılarak gerçekleştirildi. İşçilerin yoksullaştırılmalarına, devlette kamu çalışanlarına mali disiplin bahane edilerek enflasyonun gerisinde kalan maaş ödemeleri yapılarak devam edildi. Gelirin sınıflar arasındaki eşitsiz bölüşümünü biraz daha bozucu bu gelişmeler, devletin vergi ve harcama politikalarının alt ve orta gelirli kesimler aleyhine uygulanmasıyla iyice pekiştirildi.
Bölgesel Uçurum ve Güneydoğu Sorununa Önlemler: Ülkenin genelde doğusu ile batısı arasındaki dengesizlik çok ciddi sosyal ve siyasal sorunlara yol açtığı gibi, iç göçleri hızlandırıp büyük metropolleri yaşanılmaz hale getirmesinde bir etken olmuştur.
Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin gelişmenin nimetlerinden mahrum bırakılması, ihmali, Bölgedeki Kürt kökenli nüfusun kendisini öteki“ hissetmesine ve aidiyet duygularının zedelenmesine yol açıyor. Kültürel haklarının görmezlikten gelinmesine ek olarak bu artan yoksulluğun ivme kazanması ile Kürtlerin bu ülkenin asli unsuru olup olmadıkları tartışması Türkiye gündeminden eksik kalmıyor ve barış önünde ciddi bir problem olarak yeniden ve yeniden üretiliyor.
Petrol-İş: “Emekçilerin kazanımları kriz ve maliyetler gerekçesiyle ellerinden alınmaya çalışılıyor” Araştırmaya ilişkin olarak Petrol-İş Sendikası Merkez Yönetim Kurulu ise şu değerlendirmeyi yaptı: “Türkiye ekonomisinin önümüzdeki dönemde yaşayacağı zorlukların, tek nedeni dünya piyasalarındaki bu olumsuz gelişmeler değildir. AKP hükümeti tarafından bir “başarı hikayesi” olarak sunulan 2001 sonrası yıllar, aslında ekonomideki zaafların derinleştiği ve emekçilere daha zorlu yaşam koşullarının dayatıldığı bir dönem olmuştur. Ekonominin rekor düzeylerde büyümesi, kişi başına düşen milli gelirin yükselmesi, ihracatın artması, yabancı sermaye girişlerinin sıçraması; hükümetin “işler yolunda” söylemini desteklemek için gündeme getirilmiştir.
Oysa ekonomik rakamlar başka bir hikaye anlatmakta,Türkiye'nin derin bir krize sürüklenmekte olduğunu göstermektedir. Kılavuzu IMF ve Dünya Bankası olan AKP'nin yarattığı ekonomik tabloya ilişkin, kriz riskinin artmasıyla sermayenin de uyarıları yoğunlaşmaktadır. Türkiye kapitalizmi, yaklaşan krize sermaye yanlısı ekonomik önlemler ile hazırlanmaya başlamıştır. Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı, kamuoyuna duyurulan İstihdam Paketi, bölgesel asgari ücret, yerel idareleri piyasa mekanizmalarına bırakacak düzenlemeler gündemdedir. Hayata geçirilmeye çalışılan düzenlemelerle emekçilerin en temel kazanımları, bir kez daha kriz ve maliyetler gerekçesiyle ellerinden alınmaya çalışılmaktadır.
Petrol-İş Sendikası olarak toplumsal gerçeklerin kamuoyunda ayrıntılı bir şekilde tartışılması ve sorgulanması için yapacağımız bu tür çalışmaları sürdüreceğiz.”
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
PETROL-İŞ SENDİKASI MERKEZ YÖNETİM KURULU
|