23 Şubat 2007 25.Dönem, 10.Genişletilmiş Başkanlar Kurulu Açış Konuşması Türk-İş Genel Merkezi/Ankara
Petrol-İş Sendikası olarak uzun süreden beri, toplumsal barışın tehdit altında olduğunu ve topluma giderek çatışma ve ayrışma kültürünün hakim olmakta olduğunu ifade ediyor ve herkesi sağduyulu davranmaya çağırarak, karşılaştığımız her sorunu; toplumsal birlikteliğimizden taviz vermeden, demokrasi, barış, insan hak ve özgürlükleri temelinde çözmemiz gerektiğine vurgu yapıyorduk. Ne yazık ki, önce Danıştay üyelerine yapılan saldırı ve geçtiğimiz günlerde işlenen Hrant Dink cinayetiyle kaygılarımız daha da arttı.
Çünkü uzun süreden beri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını kimlik bağlamında birbirine düşürecek politikalar izlenmektedir. Bu politikalar kimilerince din ve mezhep, kimilerince milliyetçilik ve ırkçılık, kimilerince de kültürel ve azınlık hakları adı altında yapılmaktadır.
Bu politikalar Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünü sağlayan politikalar değildir. Tam aksine ayrışımları körükleyen ve Türkiye’nin paramparça olmasını hedefleyen politikalardır. Hrant Dink cinayetinin de bu politikalardan etkilenmiş kişilerce işlenmesi kaygılarımızı doğrulamakta, bunun yanı sıra Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafya ve çevresinde yaşanan olaylar ile iç ve dış siyasetteki gelişmeler de dikkate alındığında ülkemizin hızla karanlığa doğru sürüklendiği görülmektedir.
Bu gelişmeler farklı kültür, köken ve inançların yüzyıllarca bir arada yaşadığı Anadolu Mozaği’ni çatlatabilecek ve toplumsal birlikteliğimizde kırılganlık yaratabilecek gelişmelerdir. Bu kaygılarımızın yanında Dink cinayetinden sonra toplumumuzun sağduyulu davranması yüz binlerce insanın barış, demokrasi ve bir arada yaşama isteği ile sokaklara dökülmesi, bir yerlere doğru sürüklenmek istenen ülkemize yeni bir umut ışığı olmuştur.
Türkiye bu yıl iki kritik seçim yaşayacaktır. Türkiye’nin ve Türk toplumunun geleceğini belirleyecek olan bu seçimlerden önce her seçmenin oyunun olabildiğince parlamentoya yansıyacağı yeni bir seçim Yasası çıkarılmalı, Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce genel seçimler yapılarak parlamento yenilenmelidir. Laik, demokratik ve sosyal hukuk devletini savunan bir sendika olarak, Cumhurbaşkanının bu felsefe doğrultusunda yeni parlamento tarafından seçilmesini, böylelikle seçilecek olan Cumhurbaşkanının meşruiyet tartışmalarının önüne geçilmesini savunuyoruz.
Dört yıldır iktidarda olan AKP’nin izlediği ekonomik, sosyal ve siyasal politikalar sonucunda sosyal devlet tahrip olmuş, çalışanların kazanımlarına el konulmuştur. Sendikalar olarak bu iktidara karşı izlememiz gereken politikaların çok önemli gerekçeleri ve tarihsel sorumluluklarımız vardır. Hiç vakit geçirmeden Konfederasyonumuz Türk-İş’in öncülüğünde, emeği temsil eden bütün örgütler olarak bir araya gelip önümüzdeki seçimlerde izleyeceğimiz ortak stratejiyi bir an önce belirlemeliyiz. Öncelikle Emek Platformu’nca kendisini emekle ilişkilendiren tüm siyasi partilerin seçim işbirliği yapmaları yönünde çağrıda bulunmalıyız. Bu çağrı yanıtsız kaldığı takdirde örneğin iş güvencesi, örgütlenme, sendikal hak ve özgürlüklerin uluslararası standartlara kavuşması, kayıt dışının önlenmesi gibi çok temel konularda Yasal değişiklik önerilerimizi de hazırlayarak bunları seçim programına alan ve iktidara geldiği takdirde en geç altı ay içerisinde gerçekleştirmeyi kamuoyu önünde noter aracılığıyla taahhüt eden siyasi parti veya partilerin iktidara taşınmasını sağlamalıyız. Böylelikle parlamentonun oluşumunda belirleyici olmalı, siyasette etkin bir rol üstlenmeliyiz. İşsizliğin ve yoksulluğun önüne geçilmesi, gelir dağılımı adaletsizliğinin giderilmesi, demokrasi, barış, insan hak ve özgürlüklerinin gelişmesi, işçi sınıfının hak ve çıkarlarının korunması ancak bu şekilde sağlanabilir. Yakındığımız ve şikayet ettiğimiz şeyleri ancak bu şekilde değiştirebiliriz.
Bu yıl aynı zamanda bir çok sendikanın ve Konfederasyonumuzun da seçimleri yapılacaktır. Geçmişte yapılan kongreler ne yazık ki, klasik seçim yarışlarının ötesine geçememiş, işçi sınıfının, ülkemizin ve toplumumuzun sorunlarına çözüm üretecek politikalar ortaya koyamamıştır. Artık sadece üç günlük seçime ve kişilere endeksli kongreler yerine örneğin, sendikal birleşmeyi, sendikal krizin nedenlerini, çıkış yollarını, değişim ve yenilenme politikalarını aylar öncesinden hem kendi tabanımızda, hem kamuoyunda, hem de akademik çevrelerde tartışmaya açarak, kongreleri politika üreten platformlara dönüştürmeliyiz. Bu düşünce doğrultusunda önümüzdeki 10 aylık süreci çok iyi değerlendirerek farklı bir Türk-İş kongresi hedeflemeliyiz.
Hükümet dört yıldır izlediği politikalarla sadece kamusal alanı tasfiye etmekle kalmıyor, ülkemizin doğal ve yer altı kaynaklarının üzerinde özellikle yabancıların söz sahibi olmalarını sağlayacak düzenlemeler yapmaya devam ediyor.
Bunun son örneği 5574 sayılı yeni Türk Petrol Kanunu’dur. “Adı Türk, kendisi yabancı” diye tanımladığımız bu Kanunda; milli menfaatlerin göz ardı edildiği, memleket ihtiyacı olan petrolün ayrılma zorunluluğu kaldırılarak, üretilen petrolün tamamının ihraç edileceği, petrolden alınan devlet payının % 2’lere hatta ilave indirimlerle % 1’lere kadar düşürüldüğü görülmektedir. Sektörde faaliyet gösteren şirketlere çeşitli vergi avantajları getirilerek, ülkemizin her yerinde arama ve üretim faaliyetinde bulunma, yurt dışından yabancı işçi, gemi ve gemi personeli getirmenin serbest bırakılıyor. Kara ve deniz olmak üzere sadece 2 petrol bölgesi olarak tanımlanan ülkemizde şirketlere sınırsız ruhsat alma hakkı verilerek, 30 yıl hatta süre uzatma ile 50 yıl petrol çıkarım haklarının tanınmasıyla, ülkemiz petrollerinin aranması ve işletimi tamamen özel şirketlerin özellikle de yabancı şirketlerin eline geçecektir.
Ayrıca 6326 sayılı eski Kanunla tanınan imtiyazların bu Kanunla kaldırılmasıyla, zaten parçalanarak entegre yapıdan yoksun bırakılan TPAO’nun güçsüzleştirilerek çökertilmesi hedeflenmektedir. Sendika olarak hem petrolümüze, hem de TPAO’ya sahip çıkmaya kararlıyız. TPAO’nun yanında, geçen hafta açıkladığımız raporla BOTAŞ’daki gelişmelere dikkat çekiyor, doğalgazımıza ve BOTAŞ’a sahip çıktığımızı da bir kez daha ifade ediyoruz.
Bu Yasa’nın işgal altındaki Irak’ta çıkarılmak istenen petrol Yasasıyla büyük benzerlikler taşıması, bu Yasa’nın ne amaçla ve kimler için hazırlandığını bize göstermektedir. Bu Yasa’nın milli menfaatlerimize, ülkemizin ve toplumumuzun çıkarlarına aykırı olduğunu kamuoyuna açıklayan sendikamız bir kez daha Türkiye’de gündemi belirlemiş, Yasa’ya karşı ciddi bir muhalefet oluşumuna katkı koymuştur. Cumhurbaşkanımızca veto edilen ve sadece bir maddesi değiştirilerek Meclis Enerji Komisyonu’ndan yeniden geçen Yasa Meclis gündemine getirilmemelidir. Çünkü Türkiye’nin yeni bir petrol Yasasına ihtiyacı yoktur. Zaten liberal olan 6326 sayılı eski Petrol Yasasının bazı maddelerinin değiştirilmesi yeterli olacaktır.
320 bin işçiyi kapsayan kamu toplu iş sözleşmelerinde görüşmelere başlanmıştır. Bu toplu iş sözleşmesi döneminde öncelikli hedefimiz; hükümetin izlediği emek karşıtı politikaları geriletmek, İş Yasası’nın esnek çalışmayı içeren maddelerinin toplu iş sözleşmelerinde yer almasını engellemek ve yeni kazanımlar elde etmek olmalıdır.
Bu sözleşme döneminde; AKP’nin iktidara geldiği tarih baz alınarak, son dört yıllık reel ücret kayıplarımızın telafisi hedeflenerek, gerçekleşen enflasyon ve ekonomik büyümeden pay alan ücret zammı belirlenmelidir. Bunun yanında kamuda ilk giriş ücretinin belirlenerek, düşük ücretlerin iyileştirilmesini ve ücret dengesizliklerinin giderilmesini, Hükümet ile Türk-İş arasında imzalanacak çerçeve protokolünün işyeri sorunlarının çözümünü engelleyecek (taraflar yeni tekliflerde bulunmayacaklar gibi) maddeler konulmaması, “kamuda istek dışı emekli edilmeyecek” düzenlemesi yerine kamuda işçi çıkarılmasını önleyecek bir düzenleme yapılmasını talep etmekteyiz. Bu ilkeler doğrultusunda hükümetle görüşmelere başlanmalı, Türkiye, Cumhurbaşkanlığı seçimine odaklanmadan toplu iş sözleşmelerinin bitirilmesi hedeflenmelidir.
Türk halkı özelleştirme adı altında sanayimizin nasıl çökertildiğine tanık olmaya devam etmektedir. Bunun son örnekleri, sendikamızın örgütlü olduğu İgsaş ve Gemlik Gübre Fabrikaları’dır. İgsaş’ta yılbaşından önce 196 işçi işten çıkarılmış, Gemlik Gübre’de de önümüzdeki ay 214 işçinin işten çıkarılacağı açıklanmıştır. Her iki fabrikada da işten çıkarmalarla yerli gübre üretimi sona erecektir. Veya bir süre üretime ara verilerek Samsun Gübre örneğinde olduğu gibi taşeron ve müteahhit eliyle fabrikalar çalıştırılmaya başlanacaktır.
Bunca olumsuz örneklere rağmen hala özelleştirmelerde ısrar edilmesi ve Petkim’in % 51’nin blok olarak satılacağının açıklanması, tek petrokimya tesisimizin de yok edileceği anlamına gelmektedir. Yıllardır özelleştirmeye karşı verdiği mücadelede inancından ve kararlılığından hiçbir şey yitirmeyen sendikamız Petkim’in özelleştirilmesine karşı da mücadelesine devam edecektir.
Kamuda çalışan 220 bin geçici işçinin kadroya alınması için teknik, hukuki ve siyasi alt yapı oluşturulmasına karşın, bu işçilerin kadroya alınmalarını sağlayacak düzenlemeler hala yapılmamıştır. Bu konu artık daha fazla gecikmeksizin çözüme kavuşturulmalı, geçici işçilerle birlikte 657 sayılı Kanunun 4/C maddesine göre çalışan binlerce özelleştirme mağduru da kadroya alınmalıdır.
26 Eylül 2006 tarihinde başlatılan Novamed grevimiz, 151 gündür başarıyla devam etmektedir. 82’si bayan 84 üyemizle sürdürdüğümüz bu grev, daha önceleri de ifade ettiğimiz gibi sendikamızın onur grevidir. Çünkü bu grev sadece bir işyerinin grevi değildir. Bu grev Türkiye’deki bütün serbest bölgelerin grevidir. Onun için bu grev sadece Novamed işçisinin ve Petrol-İş Sendikası’nın grevi olarak görülmemeli, başta Konfederasyonumuz Türk-İş olmak üzere Türkiye sendikal hareketi bu grevi sahiplenmeli, grev mutlaka başarıyla sonuçlanmalıdır.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi Merkez Yönetim Kurulu adına sevgi ve saygıyla selamlıyor, Başkanlar Kurulumuza başarılar diliyorum.
Mustafa Öztaşkın Genel Başkan
|