25.Dönem Genel Temsilciler Kurulu Açış Konuşması

11 Kasım 2006

Larespark Otel-Antalya

 

 

Türkiye’nin dört bir yanından gelip temsilciler kurulumuzu oluşturan çok değerli başkanlarımız, yönetici ve temsilci arkadaşlarımız, toplantımızı onurlandıran çok değerli misafirlerimiz ve basın mensubu arkadaşlarımız  hepinizi Merkez Yönetim Kurulu adına sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

 

“Toplum tribünde seyirci, partiler de sahada oyuncu durumunda olursa yalnızca partilerle politikacılar soyunup sahaya çıkar halk da tribünlerde seyirci gibi kalırsa demokrasi gerçeklik kazanmaz. Demokrasinin böyle sanıldığı, böyle uygulandığı bir ülkede siyaset giderek çirkin ve anlamsız bir oyuna dönüşür, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi..Sonuç vermeyen kavgalı, gürültülü bir çekişmeye dönüşür yine tıpkı bizde olduğu gibi..Sonunda korkarım biri çıkar düdüğü çalar “oyun bitti herkes evine” der ve bir anlamsız oyuna dönüşen demokrasi de böylece sona erer. Petrol-İş Kongresi’ne, izninizle, tribündeki işçileri sahaya çağırmak için geldim. Demokrasi sahasında, demokrasinin sağlıklı kuralları içinde siyasal sürece daha aktif katkıda bulunmaya çağırmaya geldim. Yalnız petrol işçilerini değil, demokrasiyi benimsemiş bütün işçileri çağırmaya geldim..”             

 

Bu demokrasi dersi, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden 6 gün önce toplanan sendikamızın 17.Genel Kurulu’nda verilmiştir. Dersi veren ise Türk siyasetinin efsane ismi sayın Bülent Ecevit’tir. Kendisine Allah’tan rahmet diliyor, anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.

 

Son günlerde yaşadığımız sel felaketinde hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza da Allah’ta rahmet diliyor, sel felaketinde zarar gören üyelerimize de geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

 

 

Değerli Arkadaşlarım,

 

21.yüzyıl; ABD’nin tek taraflı süper güç, kapitalizmin de tek siyasal sistem olarak egemenliğini sürdürdüğü ancak, kendi içinde de büyük çelişkiler ve çatışma potansiyelleri taşıyan bir görünüm arz etmektedir.

 

ABD’nin, İngiltere’nin de desteğiyle uluslararası hukuku ve uluslararası kurumları hiçe sayan, güce dayalı politikaları sonucunda dünyanın bir çok bölgesinde savaşlar, çatışmalar ve işgaller devam etmekte, dünya siyasetini ne yazık ki savaşlar belirlemektedir.

 

ABD’nin bu politikalarına karşı dünya genelinde tepkiler ve direnişler oluşmakta, ABD karşıtı hareketler giderek güç kazanmaktadır. Bunun en iyi örneği, Latin Amerika’nın neredeyse tamamında ABD karşıtı yönetimlerin seçimle iş başına gelmeleri ve ABD’nin işgal ettiği Afganistan ve Irak’ta savaşı kaybetmek üzere olduğudur.

 

Savaş ile Ortadoğu petrollerinin özelleştirilmesi arasında ilişki kurarak, Irak’ın işgalindeki amacı: “Bir Özelleştirme Harekatı:Irak” sloganıyla özetleyen, özelleştirme ve savaş karşıtı mücadeleyi birlikte yürüten sendikamızın politika ve stratejilerinin ne kadar doğru olduğunu savaş sonrası gelişmeler kanıtlamaktadır.

 

Irak, Büyük Ortadoğu Projesini hayata geçirmek için işgal edilmiştir ve  Irak’ın işgaliyle bu projenin hayata geçirilmesinin ilk adımı atılmıştır. Kıbrıs da dahil olmak üzere Ortadoğu’dan Kafkasya’ya, oradan Türki Cumhuriyetleri’ne, Hindistan ve Pakistan’a kadar uzanan bir coğrafyanın ABD’nin egemenliğini pekiştirmek için yeniden şekillendirilmesini içeren Büyük Ortadoğu Projesinde Türkiye’ye “Örnek İslam Ülkesi” rolü biçilmekte, proje kapsamındaki bazı ülkelerin sınırları  etnik ve mezhep temelinde yeniden çizilmek istenmekte, bu doğrultuda Türkiye’nin sınırlarını yeniden belirleyen bir takım haritalar yayınlanmaktadır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

 

Türkiye’nin sınırlarını yeniden çizmeye kalkanlar tarihten ders almayanlardır. Dün Türküyle, Kürdüyle, Çerkeziyle, Lazıyla, Arnavutuyla emperyalizme karşı ulusal bağımsızlık mücadelesi veren bu toplum, Türkiye’nin sınırlarını yeniden çizmeye kalkanlara bugün de tarih dersi vermeye hazırdır.

 

Sendika olarak, emperyalist emeller içeren Büyük Ortadoğu Projesine karşı mücadelemizi kararlılıkla sürdürmeliyiz. Savaşların, çatışmaların, işgallerin ve silahlanmanın son bulması için , kalıcı bir dünya barışının sağlanmasına katkı koymalıyız.

 

Dünyadaki bu gelişmelerle birlikte, emperyalizmin yeni adı olan ve alternatifsiz sistem diye sunulan, insanlığa açlık, yoksulluk ve işsizlikten başka bir şey getirmeyen yeni dünya düzenine karşı tepkiler giderek artmakta, başka bir dünyanın mümkün olduğu yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. Özellikle Latin Amerika ülkelerinin IMF politikalarına karşı çıkması, bağımsızlığı hedefleyen ekonomik politikalar izlemeleri, özelleştirilen petrol ve doğalgazlarını yeniden kamulaştırmaları, tek kutuplu dünyada insanlığın yeni umudu olabilecek gelişmelerdir. İşte bu gelişmeler başka bir dünyanın mümkün olduğunu bize göstermektedir. Eşitliğin, özgürlüğün ve adaletin hakim olduğu  başka bir  dünya ise işçi sınıfının elleri üzerinde kurulacaktır.

 

 

Değerli Arkadaşlarım,

 

Enerji kaynaklarına yakın olan ve enerji hatlarının geçiş bölgesinde bulunan ülkemiz, her türlü global güç mücadelelerinin odak noktasında olduğu için, sürekli istikrarsızlaştırma çabalarına maruz kalmaktadır. Bunun sonucunda da Türkiye’nin ekonomik, sosyal, siyasal ve toplumsal sorunları giderek ağırlaşmakta, toplumsal gerginlik sürekli tırmanmaktadır. Siyaset, toplumun en temel sorunları olan işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımı adaletsizliğini giderecek politikalar üretmek yerine, etnisitiye ve dinselliğe dayalı tartışmalar üzerine şekillenmektedir.

 

Bunların dışında, 2007 yılında yapılacak seçimler ile dış siyasetteki gelişmeler de toplumsal gerginliği artırmakta, insanlar arasındaki ayrışmaları körüklemektedir. Bu gelişmeler; Türkiye’nin ne kadar hassas bir dönemden geçtiğini ve her an çok büyük toplumsal olaylarla karşılaşabileceğini göstermekte, Türkiye’nin daha demokratik bir ülke haline gelmesini engellemekte, insan hak ve özgürlüklerinin kullanımını zorlaştırmaktadır. Sendika olarak, ülkemizin geçmekte olduğu bu hassas dönemde insan hak ve özgürlüklerinden taviz vermeden, barışı, demokrasiyi, hoşgörü ve uzlaşıyı içeren temel politikalar izlemeliyiz.

 

Yıllardır şiddet ve gerginlik sarmalında bulunan ülkemizde yaşanan şiddet ve düşmanlıkların ortadan kaldırılması için, her türlü seçeneği dikkate almalıyız. Bunları yaparken de, özel temsilci atanmasında olduğu gibi, hiçbir sorunumuzun çözümünü ABD veya başka dış güçlere havale etmemeliyiz. Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde meydana gelen her sorunu, toplumsal birlikteliğimizden taviz vermeden, kendi insiyatifimizle, barış, dostluk ve kardeşlik temelinde çözmeliyiz.

 

Yıllardır uygulanan IMF reçeteli ekonomik politikalar, enflasyonun belli oranda düşmesi dışında Türkiye’ye hiçbir yarar getirmemiştir. Hayat pahalılığı devam etmekte, ücretler reel olarak gerilemekte, işsizlik resmi verilerde düşüyor gözükse de gerçekte artmakta, esnaf iflasın eşiğinde, köylü ise perişan vaziyettedir. İç ve dış borçlar artmakta, cari açık her geçen gün büyümektedir. Borç ödemeleri ve açıkların kapatılması için Türkiye’nin en önemli sanayi kuruluşları özelleştirilmekte, bir çok fabrika ve finans kuruluşu yabancıların eline geçmektedir.

 

Sendika olarak, yıllardır işsizlik, yoksulluk ve gelir dağılımı adaletsizliğinden başka bir şey getirmeyen ve Türkiye’yi hızla ekonomik yıkıma doğru sürükleyen IMF politikalarının acilen terk edilmesini, bunun yerine, iç ve dış borçları yeniden yapılandıran, üretimi ve istihdam artışını hedefleyen, düşük ücretle rekabet yerine, nitelikli işgücü ve ileri teknolojiyle rekabeti hedefleyen, ekonomik politikalar  uygulanmasını, dünyanın en pahalı akaryakıtını ve doğalgazını tüketmenin topluma reva görülmemesini, kayıt dışının önüne geçilerek vergi adaleti sağlanmasını, toplumsal refahı artırıcı politikalar izlenmesini talep etmekteyiz.

 

 

Değerli Arkadaşlarım,

 

Türkiye, 2007 yılında iki seçim yaşayacaktır. Türkiye’nin ve Türk toplumunun geleceğini belirleyecek olan bu seçimlerden önce, her seçmenin oyunun olabildiğince parlamentoya yansıyacağı yeni bir seçim yasası çıkarılmalı, Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce genel seçimler yapılarak parlamento yenilenmeli, böylelikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde meşruiyet tartışmalarının önüne geçilmelidir. Laik, demokratik ve sosyal hukuk devletini savunan bir sendika olarak, Cumhurbaşkanının bu felsefe  doğrultusunda yeni parlamento tarafından seçilmesini savunmaktayız.

 

Azınlık oylarıyla parlamentoda büyük çoğunluk oluşturan ve dört yıldır iktidarda olan AKP’nin izlediği ekonomik, sosyal ve siyasal politikalar sonucunda sosyal devlet tahrip olmuş, çalışanların kazanımlarına el konulmuştur. 

 

Sendikalar olarak, bu iktidara karşı izlememiz gereken politikaların yukarıda da değindiğim gibi çok önemli gerekçeleri ve tarihsel sorumluluklarımız vardır. Hiç vakit geçirmeden emeği temsil eden bütün örgütler bir araya gelerek önümüzdeki seçimlerde izleyeceğimiz ortak stratejiyi bir an önce belirlemeliyiz. Örneğin iş güvencesi, örgütlenme, sendikal hak ve özgürlüklerin uluslararası standartlara kavuşması, kayıt dışının önlenmesi gibi çok temel konularda yasal değişiklik önerilerimizi de hazırlayarak, bunları seçim programına alan bir siyasi partinin iktidara taşınmasını sağlamalıyız. İktidara geldikten sonra da taleplerimizin takipçisi olmalı, olumsuzluk halinde üretimden gelen gücümüzü kullanmalıyız.  Unutmayalım ki, yakındığımız ve şikayet ettiğimiz sorunları ancak değiştirerek çözebiliriz. Değiştirmek için de örgütlenmek ve siyaset yapmak zorundayız. Siyaset yaparken de siyasi tercihlerimizi ve siyaset yapma tarzımızı değiştirmeliyiz. Oy verme işinin gönül işi değil, akıl işi olduğunu bilmeli, oyumuzu sınıfsal çıkarlarımız doğrultusunda kullanmalıyız. Emeği, yani çalışanları iktidara taşımalıyız.

 

Türkiye’nin AB’ye tam üyelik müzakereleri devam ederken, tam üyelik  hem Türkiye’de hem de Avrupa’da  yoğun tartışmalara yol açmakta, bunun yanı sıra Türkiye’nin önüne Kopehnag kriterleri dışında ek kriterler konarak AB’ye tam üyelik süreci kesintiye uğratılmaya çalışılmaktadır.

 

Türkiye’de “AB’ye girilsin veya girilmesin” tartışmaları uzun yıllar devam edecek tartışmalardır. Eğer  kesintiye uğramazsa müzakere süreci tamamlanınca, Türkiye’yi yöneten o günün siyasetçileri ya siyaseten, ya da halka sorarak Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine karar vereceklerdir. Türkiye’nin iradesi dışında AB’ye üye ülkelerin bazıları da referandumla kendi halklarına sorarak Türkiye’nin AB’ye üye olarak alınıp, alınmamasına karar vereceklerdir.

 

Sendika olarak uzun yıllar sürecek olan “AB’ye girilsin veya girilmesin” tartışmalarına odaklanmaktan ziyade, yüzünü Avrupa’ya dönen, Türkiye’de tam üyelik sürecinin; sendikal ve sosyal hakların eksiksiz kullanımına katkı koyabileceği inancını taşımaktayız. Bu düşünce doğrultusunda konfederasyonumuz Türk-İş sosyal taraf olarak müzakere sürecine çok iyi hazırlanmalı ve sosyal kriterlerin gecikmeksizin uygulanması için hem AB,  hem de hükümet üzerinde baskı oluşturmalıdır. Bunları yapabilmesi için de Türk-İş’in bir uzmanlar havuzu oluşturması ve Brüksel’de büro açmasını  önermekteyiz.

 

Dış siyasetteki gelişmelerin de toplumsal gerginliği artırdığını  ifade etmiştim. Bunun son zamanlardaki örneği, Ermeni soykırımı tartışmaları ve “soykırım yoktur” diyenlerin cezalandırılmasıdır. Tarihçilerin vereceği kararın, siyaseten verilmesi, bu konunun iç siyaset malzemesi yapılarak Türkiye’ye karşı koz olarak kullanılması, tarihi gerçeklerin çarpıtılmasının yanında, düşünce ve ifade özgürlüğüne vurulan bir darbedir. Fransa parlamentosunun aldığı bu karar, aslında Fransa tarihinin utanç belgesidir.

 

Sendika olarak, kendi tarihimizle yüzleşmekten korkmamalıyız. Bu konunun aydınlığa kavuşması için iki ülkenin arşivleri ile elinde bilgi ve belge bulunduran diğer ülkelerin arşivleri tarihçilere açılmalı, bu konu bir daha açılmamak üzere kapatılmalıdır. Ülke olarak Fransa’nın yaptıklarına verebileceğimiz en iyi cevap ise, Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması şeklinde olmalıdır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

 

Türkiye’de AB uygulamalarına paralellik sağlamak amacıyla bugüne kadar 2 Anayasa değişikliği ve 9 uyum paketi Meclis’ten geçmiştir. Anayasa değişiklikleri ile uyum paketleri içinde en az yer verilen alan sosyal hukuk ve sosyal politika konuları olmuştur. Bu değişiklikler ve uyum paketleriyle Türkiye’nin AB’ye entegrasyonunda ekonomik, demokratik, siyasi ve kültürel haklar açısından bir çok adım atılırken hükümet, sosyal haklar konusunda adım atmamakta, sosyal uyumu içeren düzenlemeleri müzakere sürecinin en sonuna atmayı planlamaktadır.

 

Geçtiğimiz günlerde Genişletilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın; yetişkinlere en az dört haftalık yıllık ücretli izin ile çalışanların kendilerine ve ailelerine iyi bir yaşam düzeyi sağlayacak ücret hakkı, çalışanın işverene karşı ekonomik ve sosyal çıkarlarını korumak için örgütlere üye olma özgürlüğünün sağlanması, toplu pazarlık hakkının etkili bir biçimde kullanılması ve grev hakkı dahil toplu eylem hakkının tanınmasını içeren 4,5 ve 6.maddelerinin çekinceler konarak yasallaşması ve 2821-2822 sayılı Kanunlarda yapılması gereken değişiklikleri bir türlü Meclis gündemine getirmemesi hükümetin bu konudaki tutumunu ortaya koymaktadır.

 

Sendika olarak özellikle son 1.5 yıldır Genişletilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın Meclis’ten geçirilerek yasalaşması için gösterdiğimiz çabayı şimdi de, sosyal şarta konan çekincelerin kaldırılması yönünde sürdüreceğiz.

 

12 Eylül’ün izlerini taşıyan yasaların başında 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu gelmektedir. Bu yasalar özgürlüklerden uzak, yasakçı, sendikaları ve sendikacıları belli kalıplara sokmaya çalışan yasalardır. Biz bu yasaların ILO standartlarına  uygun bir şekilde, bütün yasaklama ve kısıtlamaların ortadan kaldırıldığı, sendikal örgütlenmenin önünün açıldığı, özgürlükçü ve demokratik bir anlayışla hazırlanarak bir an önce yasalaşmasını istiyoruz.

 

Çalışma Bakanlığı’nca hazırlanan ve sosyal taraflara sunulan; işkolları sayısının azaltılmasını, barajların ve noter şartının kaldırılmasını da içeren yasa değişikliklerinin, sendikaların değişiklik önerilerinin de dikkate alınarak bir an önce Meclis gündemine getirilmesini, Konfederasyonumuz Türk-İş’in de konuyu gündeminin birinci sırasına almasını talep etmekteyiz.

 

Yürürlüğe girdiği  1936 yılından beri çalışma hayatında üzerinde en çok konuşulan konu kıdem tazminatı olmuştur. Sendikalar, kıdem tazminatının geliştirilmesi yönünde politika izlerken, işverenler özellikle 1960’lı yılların başından günümüze kadar kıdem tazminatının azaltılması ve giderek kaldırılmasına ilişkin politikalar izlemişlerdir.

 

Bu politikaların sonucunda kıdem tazminatı 1975 yılına kadar sürekli geliştirilmiş, 1980’de de ciddi kısıtlamalara maruz kalmıştır. Bugün ise, hem 4857 sayılı İş Yasasının geçici 6.maddesine dayanarak hem de IMF’nin dayatmalarıyla, sözde istihdam üzerindeki yükleri azaltmak bahanesiyle kıdem tazminatında fon uygulaması ve gün sayısının düşürülmesi hesapları yapılmaktadır.

 

Kıdem tazminatıyla birlikte, bölgesel asgari ücret tartışmalarının gerçek nedeni, Türkiye’de işgücünün daha ucuz hale getirilmesidir. İş Kanunu çıkarken, SSK hastaneleri devredilirken, Sosyal Güvenlik Yasaları çıkarken yeterli şekilde gösteremediğimiz tepkileri artık, kıdem tazminatında göstermeliyiz.

 

Kıdem tazminatına sahip çıkmak ve bunu korumak Türkiye’de sendikaların varlığının da kanıtı olacaktır. Aksi halde sendikaların varlığı ve işlevleri tartışma konusu olacaktır. Petrol-İş Sendikası olarak kıdem tazminatımızı elimizden almak isteyenlere buradan sesleniyorum: Kıdem tazminatımıza dokunmaya kalktığınız anda size vereceğimiz cevap Türk-İş’in Genel Kurulu kararı doğrultusunda genel grev ve genel direniş olacaktır.

 

Türkiye’de özelleştirme fikri ortaya atıldığı günden bu yana özelleştirmeye karşı inançlı, tutarlı ve kararlı bir mücadele yürütmekteyiz. Özellikle son beş yıldır özelleştirmeye karşı izlediğimiz strateji ve mücadelede kullandığımız araç ve yöntemlerle kamuoyunda özelleştirme karşıtı fikirlerin artmasına, birçok kişi ve kurumun özelleştirme politikalarını gözden geçirmesine neden olduk, özelleştirme karşıtı mücadelenin adresi haline geldik. Bunun yanında, günümüzde sendikacılığın nasıl yapılması gerektiğine de iyi bir örnek olduk.

 

Bizim bunca başarımıza rağmen sendikal hareketin kolektif birlikteliğinin sağlanamaması ve bu mücadelenin toplumsal bir mücadeleye dönüştürülememesi nedeniyle ne yazık ki, bir çok kamu kuruluşunun özelleştirilmesinin önüne geçilememiştir. Ama bu sonuç asla bizim yenilgimiz değildir. Tam aksine, özelleştirmenin sonuçları toplumsal bir yıkım olarak ortaya çıktıkça ve bizim haklılığımız kanıtlandıkça büyük bir başarıya imza attığımız daha iyi anlaşılacak, özelleştirme yanlıları başlarını öne eğerken, bizim başımız dimdik olacaktır.

 

Özelleştirme karşıtı mücadelede tarih yazan bir sendikanın işyerleri özelleştirildi diye politikalarını değiştirmesi ve özelleştirme karşıtı mücadeleden vazgeçmesi asla söz konusu olamaz. Sendika olarak bir taraftan özelleşen işyerlerinde örgütsel birlikteliğimizi devam ettirirken diğer taraftan da özelleştirme karşıtı mücadelemize devam edeceğiz, elimizde kalan tüm kaleleri sonuna kadar savunacağız.

 

20 yıllık süreçte kamuda 700 binden 260 bine düşen sendikalı işçi sayısıyla 2007’nin ilk aylarında Kamu Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerine başlayacağız. Sendika olarak Kamu Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinin çok iyi belirlenmiş taleplerle birlikte ve koordineli bir şekilde sürdürülmesini savunmaktayız.

 

Kamu ve özel sektör işyerlerinde bu TİS döneminin temel stratejisi, AKP’nin emek karşıtı politikalarının geriletilmesi ile 4857 sayılı İş Yasası’nın esnek çalışmayı içeren hükümlerinin toplu iş sözleşmesinde yer almaması ve ücretlerimizde önce geçmişin reel kayıplarının telafisinin yapılarak, refah payını da içeren, gerçekleşen enflasyonun üzerinde ücret zammı olmalıdır.

 

Bunun yanında yıllardır çözülemeyen işyeri sorunlarının da bu toplu iş sözleşmelerinde çözümlenmesi hedeflenmeli, Türk-İş ile Hükümet arasında imzalanacak çerçeve protokolüne işyeri sorunlarının çözümünü engelleyen maddeler konmamalıdır.

 

Sendikamızın örgütlü olduğu TPAO, BOTAŞ, PETKİM, ETİBOR, MKE, ALKOLOİD gibi işyerlerimizde, ilk giriş ücreti, ücret dengesizlikleri, primlerde adaletsizlik, iptal edilen kapsam içi görev unvanlarının yeniden verilmesi gibi bir çok önemli sorunlarımız mevcuttur. Bu sorunlar çözülmeden Toplu İş Sözleşmelerinin bizim tarafımızdan bitirilmesi mümkün değildir. Bu düşünce doğrultusunda Toplu İş Sözleşmelerine hazırlanmalıyız. Yüksek Hakem Kurulu tehdidine karşı işyerlerindeki mücadelemizi şimdiden örgütlemeliyiz.

 

Kamuda geçici olarak çalışanların kadroya alınmalarına ilişkin çalışmaların sonuna gelinmiştir. Görüşmeleri Türk-İş ile Hükümet arasında devam eden, bizim de dikkatle izlediğimiz ve destek verdiğimiz bu çalışmaların en kısa sürede sonuçlanmasını istiyor, geçici işçi olarak çalışan bütün üyelerimizin 2007 yılında kadrolu olarak çalışmasını arzu ediyoruz.

 

Sendika olarak, kamuda geçici işçiliğin tamamen sona erdirilmesini ve bütün geçici işçilerin hiçbir kısıtlamaya maruz kalmadan kadroya alınmalarını talep etmekteyiz, 657 sayılı Kanunu’nun 4 / C maddesine göre  çalışan özelleştirme mağdurlarının da  bu kapsamda, çalıştıkları kurumların asli kadrolarına alınmalarını talep ediyoruz. Bu işçilerin kadroya alınmalarında yaşanacak bir olumsuzlukta bütün geçici işçilerle ortak mücadele etmeye kararlı olduğumuzu da ifade ediyoruz.

 

Değerli Arkadaşlarım,

 

Türkiye’de 2 milyon 800 bini kamu çalışanı olmak üzere 12 milyon ücretlinin ancak  % 10’u örgütlüdür ve 3 işçi konfederasyonunun üye sayısı sadece 700 binler civarındadır. Bu üye sayıları ve örgütlenme oranlarıyla güçlü ve etkili bir sendikacılık yapmak mümkün değildir. Çünkü gücünüz ve etkinliğiniz üye sayınızla doğru orantılıdır. Öyleyse, yapılacak ilk iş; “hiçbir işimiz örgütlenmeden daha önemli değildir” düşüncesiyle hareket etmek ve örgütlenmeyi sürekli gündemin birinci sırasında tutmaktır. İşte bu anlayışla hareket eden sendikamız 23 binlere kadar inen üye sayısını yeniden 25 binlere doğru çıkarmaktadır. Son iki yılda az da olsa yakalanan başarıdan dolayı emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

 

Ancak bu yeterli değildir. Küçük başarılarla övünmeliyiz ama asla yetinmemeliyiz. Büyük düşünmeli, büyük işler yapmalıyız. İşkolumuzda bir tek örgütsüz işçi kalmayıncaya kadar örgütlenmeye devam etmeliyiz. Bu temsilciler kurulunda asıl gündemimiz olan örgütlenmeyi sizlere sunduğumuz “Örgütlenme Çalışmaları İçin Öneriler” ışığında tartışmalıyız ve örgütlenme stratejimizi belirlemeliyiz. Örgütlenmenin bir planlama, bir koordinasyon işi olduğunu bilmeliyiz, sabır, inanç ve inatla çalışmalıyız.Petrol-İş Sendikası’nı Türkiye’nin en güçlü, en etkili sendikası yapmalıyız.

 

Her türlü baskıya göğüs gererek sendikamızda örgütlenen ve işverenin uzlaşmaz tutumu ve sendikayı tamamen bitirmeye yönelik politikaları sonucu 26 Eylül 2006 tarihinde greve çıkan Novamed işçilerinin grev 47 gündür başarıyla devam etmektedir. Serbest bölgelerdeki yoğun emek sömürüsünü ve insanlık dışı uygulamaları gözler önüne seren bu grev, sendikamızın onur grevidir. Petrol-İş’in 25 bin üyesi Novamed işçilerinin yanındadır. Nasıl ki, bu sendika 1963 yılında Türkiye’deki ilk grevlerinden biri olan Bereç grevinden yüzünün akıyla çıkmışsa, yine 1987’de kimsenin yapmaya cesaret edemediği 63 grevi başarıyla gerçekleştirmişse Novamed grevinden de yüzünün akıyla çıkacak, Novamed grevini başarıyla sonuçlandıracaktır. Bu sendikanın tarihi Novamed grevine benzer onlarca, yüzlerce grevlerle ve direnişlerle yazılmıştır. Novamed grevi de Petrol-İş’in ve Türkiye işçi sınıfının tarihine altın harflerle yazılacaktır. Grev 47 gün değil, 100 gün de, 1000 gün de sürse pes eden 85 Novamed işçisi değil, ülkemizin değerlerini ve alın terimizi sömüren Alman ve İtalyan işveren olacaktır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

 

Küreselleşme adı altında yeniden yapılanan kapitalizme uluslarötesi şirketler kurdukları üretim zincirleriyle damgasını vuruyorlar. Bu şirketler, daha önce kendi tesislerinde ürettikleri bir çok parçayı dünyanın dört bir yanına dağılmış tedarikçi firmaların üretmesini sağlıyorlar. Uluslarötesi şirketler  ile tedarikçi firmaların oluşturduğu üretim ve dağıtım zincirleri küresel ölçekte bir emme basma tulumba gibi çalışmaktadır.

 

Üretim sistemindeki ve istihdam yöntemlerindeki değişimler sendikal politika ve stratejileri’nde küreselleşmesini, sendikal mücadelenin küresel bir anlayışla yapılmasını zorunlu kılmaktadır.

 

Günümüzde sendikal hareketin başarısı ve yeni kazanımlar elde edebilmesi, işçi sınıfının küresel ölçekte dayanışma ve işbirliğine bağlıdır.

 

Uluslarötesi şirketlerin iş gücü maliyetlerini daha da düşürmek ve kar oranlarını maksimum seviyeye çıkarmak için; işyeri kapatma ve işsizlik tehditleriyle farklı ülkelerin işçilerini birbirlerine karşı koz olarak kullanmalarının önüne ancak bu şekilde geçilebilir.

 

Teknoloji, uzaklık ve bilinmezlik kavramlarını ortadan kaldırmıştır. Günümüzde dünyanın en ücra köşesindeki bir işyeri bile sadece bir bilgisayar tuşuna basacak kadar uzaklıktadır. Teknolojinin sunduğu bu imkan, küresel ölçekte örgütlü ve hızlı hareket eden sermayeye karşı işçi sınıfının da küresel ölçekte; birlikte, örgütlü ve hızlı hareket etmesine olanak sağlamaktadır.

 

Türkiye sendikal hareketi  bu gelişmeleri iyi algılamalı, artık fabrikaların dört duvarı ile ulusal sınırlar içine sıkıştırılmış sendikacılık döneminin bittiğini görmelidir.Bu gelişmeler ışığında sendikalar, Türkiye’deki ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarla, ABD ve AB’ye endeksli dış politikadaki gelişmeler sonucunda giderek ulusal sınırlar içerisine hapsolmaya başlayan tutucu, ırkçı, milliyetçi ve şoven politikalardan uzaklaşarak yüzünü dünyaya dönmeli, sendikal hareketi küreselleştirip işçi sınıfı mücadelesinin evrenselleşmesine katkı koymalıdır.

  

Sendikamız Petrol-İş, gerek kurumsal gerekse ikili ilişkilerindeki bütün uluslararası  ilişkilerini bu strateji ile yürütmekte,  küresel örgütümüz İCEM ve EMCEF’in çalışmalarına bu anlamda katkı koymakta, bölgesel işbirliklerine önem vermekte,  Güneydoğu Avrupa Enerji Ağıyla Hazar Denizi Enerji Ağının kurulmasına katkı koymaktadır.

 

Sendikamız, Küresel örgütümüz İCEM’in küresel çerçeve sözleşmeleri ile uluslarötesi şirketlerde küresel ağlar  oluşturulması politikalarını çok önemsemektedir. Bu bağlamda, ICEM’in bazı çok uluslu şirketlerle bağıtladığı ve genel olarak çalışma ve örgütlenme hakkına saygı gösterilmesini içeren  küresel çerçeve sözleşmelerinin daha da geliştirilmesini, uluslarötesi şirketlerle faaliyet gösterdikleri ülkeye bakılmaksızın; dünya genelinde uygulayacakları asgari çalışma koşulları, asgari ücret ve asgari sosyal hakların belirlendiği küresel çerçeve sözleşmelerinin imzalamasını savunmaktadır.

 

Yukarıda nedenlerini ortaya koyduğum gibi özellikle 1990’lı yılların başından itibaren sendikal harekette hem Dünya’da hem de Türkiye’de çok ciddi tıkanmalar yaşanmıştır. Bu tıkanıklığı bazı ülkelerin sendikaları derin bir krize girmeden aşmışlardır.

 

Türkiye sendikal hareketi ise, günübirlik politikalar peşinde koşmaktan, stratejik düşünemediği ve geleceği planlayamadığı için tıkanıklığın nedenini kavrayamamış, çözüm yollarını zamanında  üretememiştir. Bunun sonucunda da üye sayıları azalmış, hem üyeleri hem de toplum nezdinde güven yitirmiş, güçlerini  ve etkilerini giderekten kaybetmişlerdir.

 

Bu durum Türkiye’de sendikal krizin olduğunu göstermektedir. Bir kriz ise ancak değişim ve yenilenme stratejileri geliştirilerek aşılabilir. Yani sendikalar yapılarını, gündemlerini, politikalarını, çalışma yöntemlerini ve mücadelede kullanacakları araçları değiştirmek zorundadırlar. Bu değişimi dikkate almayan, buna uygun yapılanmaya gitmeyen ve alışılagelmiş klasik sendikal politikalarda ısrar eden sendikacılık dönemi sona ermiştir.

 

Sendikamız Petrol-İş, özelleştirme mücadelesinde izlediği strateji ve politikalar ile mücadelede kullandığı yöntem ve araçlarla sendikal hareketteki yenilenmenin nasıl olması gerektiğini göstermiş, alışılagelmiş sendikacılık anlayışına alternatif oluşturacak örnek bir mücadele ortaya koymuştur. Sendikamız eğitimde, araştırmada, uluslararası ilişkilerde izlediği politikalarla, çıkardığı Sendikal Notlar, 21.yy’da Sendikal Hareket Dosyası, Kadın ve Çocuk dergileriyle, modern iletişim ve propaganda olanaklarından yararlanmada izlediği  politikalarıyla yeni sendikacılık anlayışının ipuçlarını vermiştir. Bunların yanı sıra, sendika içi demokrasinin kesintisiz işletilmesini tüzük ve yönetmeliklerinde güvence altına alarak Türkiye sendikal hareketine iyi bir örnek oluşturmuştur. Sendikamız tüm bu yaptıklarıyla  Türkiye sendikal hareketindeki değişim ve yenilenmeye önderlik etmektedir. Petrol-İş, önümüzdeki dönemde başta konfederasyonumuz Türk-İş olmak üzere Türkiye sendikal hareketinin toplumun önüne yeni bir misyon ve vizyonla çıkmasına da önderlik yapacaktır. 

 

Değerli Arkadaşlarım,

 

Türkiye sendikal hareketi önüne yeni ve büyük hedefler koymalıdır ve yapılacak ilk iş birleşmenin gündeme alınması olmalıdır. Bu anlamda önce üç işçi konfederasyonu birleşmeli, ardından daha geniş anlamda emek veya çalışan kavramı adı altında işçi ve memur sendikaları birleşerek, her iş kolunda tek sendika, ülkede tek konfederasyon hedeflenmelidir.

 

Güçlü ve etkili sendikacılık ancak bu şekilde yapılabilir. Ne siyasi anlayışların arka bahçesiymiş gibi hareket ederek, ne de siyasi iktidarların dümen suyunda yürüyerek sendikacılık yapılamaz. Önümüzdeki dönemde, değişim ve yenilenmeyi savunanlarla, statükonun devamını yani, koltuklarının korunmasını savunan sendikalar ve sendikacılar arasında ciddi bir çatışma yaşanacaktır.

 

Küçük olsun benim olsun mantığıyla sendikal hareketi dibe vurduranlar, sendikaların güç ve imaj kaybetmesine neden olanlar, geldikleri yeri unutup, temsil ettikleri sınıfın çıkarlarını savunmayanlar, işçi sınıfının kazanılmış haklarının bir bir elinden alınmasına seyirci kalanlar, hatta iktidarın emek karşıtı politikalarını destekleyenler kendilerini tarihin çöp sepetinde bulacaklardır.

 

Dünya’daki ve Türkiye’deki gelişmelerle, üretim süreçlerindeki değişimleri çok iyi görüp algılayan ve buna uygun politika üreten, vizyon sahibi, Petrol-İş gibi sendikalar ve sendikacılar ayakta kalmaya ve Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihini yazmaya devam edeceklerdir.

 

Örgütümüzün önümüzdeki dönem izleyeceği politika ve stratejilerine ışık tutacak çok önemli tartışmaların yapılacağı bu toplantının başarıyla geçmesini diliyor, Merkez Yönetim Kurulu adına bir kez daha hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

 

Mustafa Öztaşkın

Genel Başkan