25.Dönem 8.Olağan Genişletilmiş Başkanlar Kurulu Açış Konuşması 22-23 Haziran 2006/ Kıbrıs
Sayın Çalışma Bakanım, Sayın Milletvekillerim, Değerli Sendikacı Arkadaşlarım, Başkanlar Kurulumuzun Değerli Üyeleri,
Tarihi ve kültürel bağlarından dolayı anavatanın bir parçası olarak görülen Kıbrıs, Türkiye’nin hem iç siyasetinde hem de uluslararası ilişkilerinde en önemli gündem maddesidir.
Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakere sürecinin başlamasıyla birlikte artık AB üyesi olan Kıbrıs Rum kesiminin, Gümrük Birliği Ek Protokolünün gereği olarak Türkiye’nin, hava ve deniz limanlarını Kıbrıs Rum kesimi uçak ve gemilerine açmasını, bir ön şart olarak öne sürmesi, Kıbrıs’ın Türkiye için önemini daha da artırmaktadır.
Kıbrıs’ın uluslararası siyasette bu kadar önem arz etmesinin asıl sebebi dünya coğrafyası üzerindeki yeridir. Çünkü emperyalizmin bölgesel açılımları açısından Kıbrıs’ın çok işlevsel bir rolü vardır ve Ada’da İngiliz ve NATO üsleri yıllardır faaliyetlerini sürdürmektedirler. Çözüm için sunulan Annan Planı’nda bile bu üslerin varlığı görmezden gelinmiş, hatta sürekliliği sağlanmıştır.
Türkiye’deki Kıbrıs tartışmalarının sadece “ver kurtul veya sattırmayız” ekseninde yapılması meseleyi çıkmaza sokmakta, Kıbrıs sorununun Türk toplumu tarafından objektif bir şekilde algılanmasını zorlaştırmaktadır. Hele hele bu tartışmaların içerisinde Kıbrıslı Türklerin doğrudan yer almaması, onların yaşadığı zorlukların, çaresizliklerin, kuşatılmışlık ve trajedinin Türk toplumu tarafından doğru algılanmamasının önündeki en büyük engeldir.
Bu bakımdan Kıbrıs ile ilgili yapılacak analizlerde; şovanizme düşmeden ve ulusal onur göz ardı edilmeden, çözümün Kıbrıs’ta yaşayan Türk ve Rum halklarının kendi eseri olması gerçeğini unutmadan hareket edilmesi, bu doğrultuda düşünce ve önerilerin ortaya konması gerekmektedir.
Uluslararası toplumca “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanınan Kıbrıs Rum kesiminin Avrupa Birliği’ne üye olmasıyla birlikte Kıbrıs meselesi Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorun olmaktan çıkmış, Avrupa Birliği ve Türkiye arasındaki sorun haline gelmiştir.
Bu durum Kıbrıs sorununun çözümünü daha da zorlaştırmakta, hatta bazı Avrupa Birliği ülkeleri, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı çıkmak için Kıbrıs’ı bir araç olarak kullanmaktadırlar.
Türkiye’nin limanlarını ve hava meydanlarını Kıbrıs Rum kesimine açması şartı, Türkiye’nin AB ile müzakere sürecinin durmasına neden olabilecek bir şarttır. Çünkü Kıbrıs’taki Türklerin varlığı uluslararası toplumca tanınmadığı ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti üzerindeki izolasyonlar kaldırılmadığı sürece Türkiye’nin sırf AB üyeliği için limanlarını Kıbrıs Rum kesimine açarak dolaylı olarak Kıbrıs Cumhuriyetini tanıması, böylelikle Kıbrıs’ı feda etmesi asla düşünülemez.
Petrol-İş Sendikası olarak Kıbrıs sorununun çözümünün, 1950 yılına kadar birlikte yaşamış ama çeşitli nedenlerle bugün kesin olarak birbirinden ayrışmış iki halkın gönüllü birlikteliği ile yaratılacak bağımsız, birleşik bir Kıbrıs cumhuriyeti olacağına inanmaktayız.
Değerli Arkadaşlar,
Ekonomide son yaşananlar bizce Türkiye ekonomisinin ne kadar kırılgan ve dış etkilere karşı ne kadar dayanıksız olduğunu bir kez daha göstermiştir. Reçetesi IMF ve Dünya Bankası tarafından yazılan ve AKP Hükümetince ısrarla uygulanmaya çalışılan bu ekonomik programın artık sonuna gelinmiştir.
Ekonomide son yaşananlara bakıldığında, iddia edilenlerin aksine Türkiye ekonomisi bir kriz sürecine girmiş bulunmaktadır. Ancak bu krizin 1994 ve 2001 krizlerinden farklı olarak doğrudan etkileri hızlı ve şiddetli biçimde hissedilmeyecek, kriz etkilerini zaman içerisinde daha fazla hissedeceğimiz bir ekonomik durgunluğun yaşanmasına neden olacaktır.
Türkiye ekonomisi yaşanan son dalgalanmayla yüksek kur, faiz ve enflasyon dengesine doğru gitmektedir. Ekonominin bu üç denge üzerine oturmasıyla birlikte enflasyon artışı hızlanacak, işçi ücretleri reel anlamda gerileyecek, dövizin değerlenmesiyle de üretimde ithal girdi kullanıldığından maliyetler artacak ve bu maliyetler işçi ücretlerinden tasarruf edilerek karşılanmaya çalışılacaktır. Faizlerin yükselmesiyle de yatırımlar yavaşlayacak, bu durum işyerlerinin kapanmasına ve işsizliğin artmasına neden olacaktır.
Ekonomideki bu son gelişmeler ortaya konan hedeflerin tutturulamayacağının da açık göstergesidir. Mayıs ayından bu yana sadece dövizdeki % 20’lik değerlenmenin Hazine’ye parasal yükü 5-6 milyon YTL’dir. Dolayısıyla IMF, yapılan stand-by anlaşması gereği muhtemelen temmuz ayında hükümetten yeni tasarruf önlemleri almasını isteyecek, böylelikle ÖTV oranlarının artırılması da dahil kemer sıkmayı içeren bir dizi önlem beraberinde gelecektir.
Sendikalar olarak ekonomide yaşanan olumsuzlukların faturasının bir kez daha emekçilere kesilmesine müsaade etmemeliyiz. Uyarılarımızı şimdiden yapıp, olası bir kemer sıkma politikasına karşı ciddi tepkiler örgütlemeliyiz.
Değerli Arkadaşlarım,
Bir devletin sosyal niteliğini ortaya koyan en önemli gösterge, sosyal güvenlik alanındaki uygulamalardır. Geçtiğimiz günlerde yasalaşan sosyal güvenlikle ilgili düzenlemelerle sosyal devlet ilkesi göz ardı edilerek Anayasa çiğnenmiştir ve bu yasalarla geleceğimizin güvence altına alınması neredeyse imkansız hale getirilmiş, sağlığımız ise piyasanın acımasız koşullarına terk edilerek paralı hale getirilmiştir. Bu düzenlemelerin ne getirdiğini, neleri götürdüğünü sizler çok iyi bilmektesiniz. Toplum da ancak uygulamaları gördükten sonra neleri kaybettiğini çok daha iyi anlayacaktır.
Burada esas üzerinde düşünülmesi gereken Türkiye nüfusunun tamamını ilgilendiren düzenlemelere karşı tepkilerin son derece cılız ve etkisiz olmasıydı. Bu durum sadece mevcut sağlık ve sosyal güvenlik sisteminden hoşnutsuzluk veya genel anlamda Türk toplumunun tepkisizliği ve sendikaların yetersiz kalmasıyla izah edilemez. Bu durumun sosyolojik analizini bir kenara bırakırsak, esas sendikaların neden bu kadar tepkisiz kaldıklarına dair değerlendirmeler yapmak durumundayız. Bize göre sorunun kaynağı sendikaların bir şey yapmak istememesi değil, ortaya koydukları strateji ve buna bağlı olarak uyguladıkları mücadele yöntem ve araçlarındaki eksikliklerdir. İşte bu durum her zaman söylediğimiz gibi sendikaların yapılarını, politika ve stratejilerini, mücadele de kullandıkları araç ve yöntemleri yenilemelerini zorunlu kılmaktadır. Aksi halde, geleneksel politikalarda ısrar edilirse sendikaların önümüzdeki dönem daha da güçsüz ve etkisiz örgütlere dönüşmesi kaçınılmazdır. Onun için Türkiye sendikal hareketi acilen gündemine değişimi ve yenilenmeyi almalı, önüne yeni ve büyük hedefler koymalıdır.
Değerli Arkadaşlar,
Türkiye’deki ekonomik, siyasal ve toplumsal gelişmelere baktığımızda hızla seçim sürecine girildiği gözlemlenmektedir. Yakındığımız ve şikayet ettiğimiz şeyleri değiştirmede seçim önemli bir fırsattır. Seçmen olmamızdan doğan gücümüzü toplu olarak ve sınıfsal çıkarlarımız doğrultusunda kullanabilirsek seçimleri fırsata dönüştürebilir, gücümüzü ve etkinliğimizi siyasette hissettirebiliriz. Bunu yapabilmemiz için örgütlü davranmamız gerekir. Örgütlü davranabilmek için de başta Konfederasyonumuz Türk-İş olmak üzere Emek Platformu, yaklaşan seçimlerde ortak ve örgütlü bir tavır geliştirilmesi için acilen bir çalışma başlatmalıdır.
Sayın Çalışma Bakanım, Sayın Milletvekillerim, Değerli Sendikacı Arkadaşlarım, Başkanlar Kurulumuzun Değerli Üyeleri,
Biz, Petrol-İş Sendikası olarak Türkiye’nin ve dünyanın gündemini bu kadar meşgul eden Kıbrıs’ı yerinde görmek, sorunlarınıza ortak olmak ve çözüm önerilerinizi bir kez de doğrudan sizlerden dinlemek amacıyla Başkanlar Kurulumuzu Kıbrıs’da topladık.
Bunun dışında Başkanlar kurulumuzda sendikal hareketin sorunlarıyla birlikte örgütsel sorunlarımızı, dünyadaki ve Türkiye’deki siyasal ve toplumsal gelişmeleri tartışıp önümüzdeki dönem sendikamızın izleyeceği politikaları belirleyeceğiz.
Bu duygu ve düşüncelerle Başkanlar Kurulumuza katılarak bizi onurlandırdığınız için sizlere çok teşekkür ediyor, Pazar günü yapılacak olan seçimlerde başarılar diliyor, Başkanlar Kurulu adına sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Mustafa Öztaşkın Genel Başkan
|