Genel Başkan Mustafa Öztaşkın’ın

24. Olağan Genel Kurulu

Açış Konuşması

 

03.10.2003

Değerli Divan,

24. Olağan Genel Kurulumuzu onurlandıran çok değerli konuklar,

Değerli delegeler,

hepinizi Merkez Yönetim Kurulu adına saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

 

Yönetimde olduğumuz 4 yıllık çalışma dönemi boyunca, son yıllarda hiç olmadığı kadar farklı bir dünyada, farklı bir Türkiye’de yaşadık. Önümüzdeki dönem belki daha fazla taşın yerinden oynayacağı, dengelerin daha da değişeceği bir dönem olacak.

Bu dönemdeki gelişmeleri, ülkemize ve sendikal yapıya olan yansımaları, önümüzdeki dönemde yapılması gerekenlere de ışık tutmaya çalışarak, sizlerle paylaşmak istiyorum.

 

Değerli dostlar,

Geçtiğimiz  dönemde Pentagon, Asya’yı siklet merkezi olarak ilan etti, Balkanlar cayır, cayır yandı. Ateş, kibriti yakanlara, yani, ABD’ye sıçradı. Dokunulamaz ve ulaşılamaz sanılana dokunuldu. Önce Afganistan, ardından Irak işgal edildi.

Dünya gelirlerinin % 80’i, dünya nüfusunun % 20’si gibi küçük bir azınlığın elinde toplanırken bütün dünyada açlık, sefalet ve gelir dağılımı adaletsizliği daha da arttı.

Enerji kaynaklarını ele geçirmek, çatışmaların ve savaşların gerçek nedeni oldu.

Su bile, bir ticari metaya dönüştü. Stratejik hale geldi. Artık su, serinliğin değil, neredeyse çatışmaların kaynağı haline geldi.

Bütün bu gelişmeler, aslında küreselleşme olgusunun gerçek yüzünün yansımasıdır.

 

Artık dünya halkları, merkezden çevreye yayılarak, yarı küreyi bir ahtapot gibi saran çok uluslu tekellerin ve onların küreselleştirdikleri adaletsizliği ve yoksulluğu yaşıyor.

 

Değerli konuklar, değerli arkadaşlarım,

Dünya, evrendeki serüvenine bir sorunlar yumağı olarak devam ediyor. Örneğin; nüfus, açlık, işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımı, gibi sosyal göstergelerin bozulması ve çevre sorunlarının, gezegenimizin güvenliğini tehdit eder boyutlara ulaşmış olduğu artık bir sır değildir.

Gelişmiş ülkelerde, nüfus artışı durma noktasına gelmiştir. Yaşlanan nüfusun sosyal güvenlik sisteminde açtığı tahribat, ekonomik durgunluk ve artan işsizlik, bir yandan bu ülkeleri ekonomik olarak sarsmakta, diğer yandan  ücretleri düşürmekte, emekçi sınıfların sosyal kazanımlarını ve sendikalarını zayıflatmaktadır.

Öte yandan, bu iktisadi gerileme göçmenlere karşı ırkçılığı hortlatmakta.

Bütün dünyada göç, mülteci akını, sığınmacılık tehdit olarak algılanmaktadır.

Bizim gibi ülkeler ise, yeniden sömürgeleştirilmektedir. Özelleştirmeler, uluslararası finans kurumları ile yapılan sözleşmeler, bunlara verilen siyasi ve askeri sözler, sendikalara ve işçi sınıfının kazanımlarına yönelik saldırılar, borçların yükünün çalışanların sırtına yıkılması, yapısal uyum politikaları ile yerli üreticilerin yok edilmek istenmesi, çok uluslu şirketlere, ulusal pazardan daha çok pay içindir.

 

Değerli konuklar, sevgili dostlar;

Küreselleşme kavramında olduğu gibi ulus devletlerin zayıfladığı, sınırların kalktığı büyük yalandır.

 

Neden mi?

Sizlere soruyorum; General Motors, Coca-Cola veya Mc Donald’s size bir ulus devleti ve o devletin siyasal, askeri ve kültürel bütün simgelerini çağrıştırmıyor mu? British Petrol veya Mercedes ya da Citroen...

Her büyük sermaye grubu güçlü ulus devletlere, güçlü ulusal savunma sanayiine (aslında saldırı demek daha doğru) sahiptirler.

Kalkan sadece az gelişmiş, yoksul ülkelerin sınırlarıdır, emperyalistler bu pazarlara girerken hiçbir zorlukla karşılaşmasın diye, değersizleşen, asimile olan yine bu halkların ulusal kültürleri, renklilikleridir. Buradaki amaç onlar gibi düşünülsün, onlar gibi tüketebilesin ki, bizim gibi ülkeler ulus ötesi şirketlerin açık pazarı olsun.

Yani dostlar, dünya küreselleşmiyor, tek tipleşiyor aynı dünyanın dört bir yanına tek tip dağılan Coca-cola şişesi gibi...

Dünya’yı tek bir pazar, bizleri de bu pazar da ucuz iş gücü ve yoksul müşteri olarak görmek isteyenler, bu uğurda her şeyi göze almış görünüyorlar.

Bunun en son örneği ise komşumuz Irak’ın işgal edilmesidir.

 

Değerli dostlarım,

Irak’a saldırı ve işgal üzerine uzun uzun tespitler yapmayacağım. Çünkü  bu saldırı ve işgalin  gerçek nedenleri ile sendikamızın savaşa karşı tavrını sizler zaten biliyorsunuz. Konuşmamdan sonra izleyeceğimiz kampanya belgeselimizde de bu konuya dair yaklaşımlarımızı bir kez daha hatırlama şansınız olacak.

Ben Irak’a asker gönderme ve Filistin sorununa değineceğim. Öncelikle herkes şunu iyi bilsin ki, ülkesi işgal edilen Irak halkının direnişi meşru bir direniştir, onurlu bir direniştir.

Türkiye, Irak’ta ABD’nin taşeronluğuna soyunamaz. Türkiye, işgalci bir güç gibi Irak’a asker gönderemez. Mehmetçiğin kanı pazarlanamaz.

Biz bu ülkenin onurlu insanları olarak, ABD’nin 8,5 milyar dolarlık rüşvetini reddediyoruz.

Demokrasi ve özgürlük havarisi kesilenler, yıllardır Filistin’de yaşanan vahşete göz yummuşlardır. Biz Filistin halkının yanındayız. Filistin Devlet Başkanı Arafat’ı hiç kimse ortadan kaldıramaz, hiç kimse sürgüne gönderemez. Eğer sürgüne gönderilecek biri varsa o da, Şaron’dur.

 

Değerli dostlar,

Dünyada bu sorunlar yaşanırken peki ya Türkiye, ülkemiz. Yani sebil olan alın terimizi damla damla akıttığımız bu toprak parçası....

Ülkemizde ise zorbalığın dozu iyice artmış durumda. Unlarını akıtarak israfın, günahın en büyüğünü işleyenler. Düne kadar IMF’ye ve Amerika’ya karşı gözüküp bugün ise, Beyaz Saray’ın talimatlarını bir bir hayata geçirenler. IMF programını harfiyen uygulayanlar. Toplumsal emeğimizin birikimleri olan, kamu işletmelerimizi  satmaya devam ediyorlar.

Evet, özelleştirmelerden ve imanlı özelleştirmecilerden bahsediyorum.

Neyimiz varsa hepsini satmak için, şeytanın bile aklına gelmeyecek yollara başvuranlar, işbirliği içinde oldukları sermaye gruplarına, halkın birikimlerini peşkeş çekmek istiyorlar.

 

Değerli arkadaşlar,

Özelleştirme yeni dünya düzenini hayata geçirmenin araçlarından birisidir. Çünkü yeni dünya düzeninin temel ideolojisi, kamusal alanın tasfiyesi, sosyal devletin ortadan kaldırılmasıdır. Buradaki amaç, kamudan boşalan alana özel sektörün girmesidir.

Onun için, özelleştirme ideolojiktir ve bütün dünyada küresel bir harekat olarak uygulanmaktadır. Özelleştirmeye karşı duruş, basit bir şekilde, sadece mülkiyetin el değiştirmesine karşı çıkmak değildir. Özelleştirmeye karşı duruş, aynı zamanda küreselleşmeye karşı duruştur, neoliberal politikalara karşı duruştur. Yani, özelleştirmeye karşı duruş, siyasal bir duruştur.

Eğer özelleştirmenin bu boyutunu algılayamazsanız, özelleştirmeye karşı koyamazsınız. Yani, yeni dünya düzenine karşı değilseniz,  küreselleşmeye karşı değilseniz, siyasal bir duruşunuz yoksa, özelleştirmeye de karşı koyamazsınız.

Onun için, özelleştirmeye karşı mücadele, toplumsal harekete dönüşmelidir.

Petrol-İş Sendikası olarak toplumu uyarıyoruz, toplumsal dinamikleri harekete geçirmeye çalışıyoruz. Kendimiz için değil, toplumun geleceği için mücadele ediyoruz.

 

Değerli dostlar,

Özelleştirmeye karşı oluşumuz, kamu kuruluşlarının sorunlarını görmezden geldiğimiz anlamını taşımamalı. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, kamu kuruluşlarının sorunları mülkiyet biçiminden değil, yönetim ve denetim modellerinden kaynaklanmaktadır. Burada, doğru yapılması gereken iş, kamusal alanın doğru tarifi ve kamu yararı ilkesinin hayata geçirilmesidir.

Yalnızca kâr ve rekabet amacıyla kurulmuş özel kuruluşlardan, toplumsal yarar beklenemez. Özel sektörün ülke ekonomisindeki yeri, avantajları ve faydaları toplumsal yarar açısından değil, başka açılardan ele alınabilir.

Biz ise, siyasi iktidarların müdahalelerinden uzak, üretim, yatırım ve istihdam politikalarını kendisi belirleyen, alternatif kamu işletmeciliği modellerini geliştireceğiz.

 

Değerli arkadaşlar,

Sendikal harekette bir çok ilke imza atan sendikamız, küresel özelleştirme harekatı dediğimiz bu yıkım harekatını durdurmakta kararlıdır.

Çünkü, yıllardır verdiğimiz mücadeleden, yılbaşından bu yana sürdürdüğümüz kampanyamızdan biliyoruz ki, çalışanların önemli bir bölümünü temsil eden işçi sınıfı örgütleri, meslek odaları, aklın ve bilimin onurlu temsilcisi olan akademisyenler, sanatını ve üretimini toplumun hizmetine sunmuş sanatçılar,  haklar ve özgürlükler mücadelesinde yorulmaksızın çaba sarf eden dostlar, kalemleri halkı için çalışan, gerçeğin takipçisi gazeteciler, kısacası, bir başka dünyanın mümkün olduğuna inanan her kesim, herkes yanımızda. Bu zorlu yolu, bizlerle beraber yürümekte kararlı hatta, bir çoğu bugün aramızda. İşte bu nedenle, biz de kararlıyız. Hep birlikte bu saldırıyı durduracağız.

 

Değerli dostlar,

Biz, devletin toplum için sağlık, toplum için eğitim ve  toplum için üretim yapan, aşağıdan yukarıya inşa edilmiş, demokratik bir halk örgütü olması gerektiğine inanıyoruz.

Ancak böyle bir devlette özgür insanlar yaşayabilir, ancak böyle bir devlette toplumun zenginliği artabilir, yoksulluk ve yolsuzluklar önlenebilir. İnsan hakları ihlallerinin önüne geçilebilir. Aksi halde sorunlar yumağı devam edecektir

Bakınız  Kıbrıs, bir türlü çözüme ulaştırılamayan bir sorun olarak hala önümüzde durmaktadır. Türkiye’nin yıllardır tercih ettiği kilit politikası ve bu kilidin AB anahtarı ile açılması çözümü değil, çözümsüzlüğü getirmektedir. Oysa ki Kıbrıs halkları, eşit ve özgür iradeleri ile Kıbrıs’ı yeniden kurabilecek ve yönetebilecek olgunluktadır.

Son dönemlerde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde akan kanın durması, bölgenin yavaş, yavaş normal yaşama geçiyor olması ve olağanüstü hal uygulamasının hukuken sona ermesi, anayasal ve yasal değişiklikler, on beş yıl boyunca yaşadığımız acıların sona ereceğinin ümidini vermektedir.

Ancak Ortadoğu’daki  gelişmeler ve demokratik açılımların tamamlanmaması nedeniyle bölge yeniden şiddet ve gerilim ortamına çekilmek isteniyor.

Sendikamız barışın ve demokrasinin kalıcılaşması için kürt sorununun dışarıdan müdahalelerle değil, bu ülkede yaşayan insanların özgür iradeleri ile çözüleceğine inanmaktadır.

 

Değerli konuklar,

Bu açış konuşmamı özelde kendimizden, sendikalardan, genelde ise, Türkiye Emek hareketinden bahsederek sonlandırmak istiyorum.

Sendikalar, işçilerin, çalışanların, örgütlü gücüdür.

Sendikalar, sadece kendi sorunlarına değil, toplumsal sorunların çözümüne de öncülük etmeli, değişim ve yenilenmeyi savunmalıdır.

Eğer sendikalar geçmişe takılı kalan ve statükoyu koruyan politikaları terk edip, geleceğe ilişkin öngörü sahibi olamazlar ve toplumsal değişime öncülük edemezlerse, işsizlik, yoksulluk ve gelir dağılımı adaletsizliğini ortadan kaldıramaz ve yolsuzlukların önlenmesi için mücadele etmezlerse toplumla olan güven bunalımını da aşamazlar.

Onun için işçi sınıfı, dolayısıyla sendikalar,  toplumsal ve siyasi gündemi belirlemeli, öncelikle de kendi sınıf çıkarlarına sahip çıkarak, halkın umudu haline gelmelidir.

 

Değerli dostlar,

Sermayenin küreselleşmesi karşısında işçi sınıfının mücadelesi de küreselleşmeli, küresel sendikacılık inşa edilmelidir. Uluslararası dayanışma sağlam ve kalıcı temellere oturtulmalı, işçi sınıfının 155 yıllık “bütün ülkelerin işçileri birleşiniz” rüyası hayata geçirilmelidir.

Dünyanın neresinde faaliyet gösterirlerse göstersinler küresel şirketlerle tüm dünya da geçerli olacak asgari çalışma, sosyal hak ve ücretlerin belirlendiği küresel sözleşmeler imzalanmalıdır.

Bu anlamda Türkiye işçi sınıfı yüzünü dünyaya dönmeli, mücadelesini küreselleştirmelidir.

Bunu yapabilmek için de, önce ülke içinde birliktelik sağlanmalı, iş kolu sayısı 17’ye indirilerek, işkolunda tek sendika, ülkede tek konfederasyon hedeflenmeli, ikinci aşama olarak “çalışanlar” kavramı adı altında kamu çalışanları ile birlikte bütün emek örgütleri birleşmelidir.

 

Değerli dostlar,

Bilim ve teknolojideki baş döndürücü hızlı gelişmeyi, bunun üretim sürecine ve üretim ilişkilerine nasıl yansıdığını dikkatle izlemeliyiz.

Bilim ve teknolojideki gelişmeler insanlığın yararına değil de, işgücünün acımasızca sömürüldüğü, sendikasızlaştırmayı ve esnekleşmeyi temel alan politikalara dönüşmesi, İş Yasası’ndaki değişikliklerin bu felsefe ile yapılması bizim 4857 sayılı İş Yasası’na karşı mücadelemizi kesintisiz sürdürmemizi gerektiriyor.

Onun için, hiç kimse bize yeni İş Yasası’nı savunamaz. Hiç kimse de konfederasyonlarımızın, dolayısıyla sendikaların yeni İş Yasası’na karşı baştan sona doğru ve yeterli mücadeleyi ortaya koyduğunu söyleyemez.

Yeni İş Yasası’nı eleştirirken 2821 ve 2822 sayılı Sendikalar, Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasaları’nda yapılmak istenen değişiklikleri genel anlamda olumlu bulduğumuzu da belirtmek istiyorum.

 

Değerli dostlar,

4 yıldır izlediğimiz politikalarla sendikal harekete yeni bir bakış açısı getirdik, yeni mücadele yöntemleri geliştirdik. Özelleştirmeye karşı mücadelede sendika olarak Türkiye’de ilk defa modern propaganda ve iletişim araçlarından yararlandık.

Üyemizi tek başına görmeyip, onu ailesi, çalışma, sosyal ve kültürel yaşamıyla birlikte tanımladık. Buna uygun politikalar izledik.

Bu politikalar doğrultusunda yine ilk defa, bir sendika olarak, “Gökkuşağı Çocuk Dergisi” ve “Kadın Dergisi” çıkardık. Uluslararası sendikal mücadeleyi izleyen ve irdeleyen “Dünya Sendikal Hareketi Dosyası” dizisini ve kadrolarımıza yönelik “Sendikal Notlar”ı çıkardık.

 

Değerli arkadaşlar,

Petrol-İş için kafa yoran herkesin çok yakından bildiği gibi, örgütümüz, dünyadaki ve ülkemizdeki diğer sendikalar gibi, çok uzun yıllardır kan kaybediyor. Üye sayımız günden güne azalıyor. Sorumluluk duyan her yöneticinin ana derdi bunu önlemektir. Biz de, bu kan kaybının önüne geçmek ve örgütlenmede yeni bir atılım yapabilmek için öncelikle “örgütlenme eğitimi”ni gerçekleştirdik. Geleceğin örgütçü kadrolarını yetiştirmeye giriştik.

İkinci olarak, örgütümüzü yeni hamlelere hazırlamak üzere bölge temsilciliklerimizi “örgütlenme büroları”na dönüştürmeyi planlıyoruz. Önümüzdeki dönemde dostumuz da, düşmanımız da, Petrol-İş’in özlenen gücüne kavuştuğunu görecektir.

Hedefimiz, toplu sözleşme masasında, işyerlerinde, toplumsal yaşamda ve siyasal alanda gücümüzü ve etkinliğimizi arttırmak için büyümek, büyümek için de örgütlenmektir.

 

Değerli arkadaşlar,

Geliniz bu kongre bir başlangıç olsun, Petrol-İş’i Türkiye’nin en güçlü, en etkili sendikası yapalım.

 

Geliniz, eşitliğin, adaletin ve özgürlüğün hakim olduğu yaşanası bir dünyayı kendi ellerimizle kuralım.